Dünyanın tüm ezilen ve sömürülenleri için tarihsel anlamı ve önemi büyük, işçi sınıfının; “Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü” olan yeni bir, 1 Mayıs’ı karşılayacağız.

Nerdeyse yüz elli yıla yaklaşan bu tarihi günde, işçi sınıfı ve ezilenler, mayısın bu ilk gününde, bulundukları coğrafya parçalarında ellerindeki pankartlar ve dillerindeki sloganlarla bulvarlara ve meydanlara akıyor; kol kola ve omuz omuza olarak emekçilerin birliğinin hayattaki karşılığının ne olduğunu ortaya koyuyor ve güçlerini hissediyorlar.

Kuşkusuz ki, yüz elli yıllık tarihsel süreç boyunca bu gerçekliğin nasıl oluştuğunu ve hangi bedellerin eseri olduğunu güncellemek anlamlı değildir, ancak, bugünün tarihsel ve siyasal mesajını hatırlayıp anlamaya çalışmak hayati önemdedir. Bu perspektiften bakılınca, 1 Mayıs’ın hatırlattığı ilk şey, kendi bilincine, Komünist Manifestoyla erişmiş olan işçi sınıfının, Paris Komünüyle yükselttiği bayrağın, Amerikan işçi sınıfı tarafından dalgalandırılmasına Amerikan burjuvazisinin verdiği kanlı yanıtın, o günden bugüne dünyanın her yerindeki kapitalist sermaye devletleri tarafından değişmez bir sınıf tutumu olarak tekrarlanmasıdır.

1 Mayıs 1886 da, yani, siyah derililerin, beyazların gittiği aynı kahvede ve lokantada dahi birlikte insani ihtiyaçlarını karşılamalarının, “beyaz adamların” üstünlüğüne saldırı olarak görüldüğü koşullarda, mayıs ayının ilk gününde, Avustralya ve Amerika da, günlük çalışmanın 8 saatle sınırlandırılması için gerçekleştirilen grevin ırk, renk, cinsiyet, kültür ve inanç farkı gözetmeksizin tüm işçileri kol kola, aynı kortejlerde birleştirmesi, köle emeğinin üzerine yükselen Amerikan burjuvazisini çıldırtamaya yetmiş oldu. ABD burjuvazisi, bu direnişten üç gün sonra, “4 Mayıs provokasyonuyla” hazırladığı saldırıdan sorumlu tuttuğu ve kısa sürede idam ettiği dört önder işçiye yönelik mahkeme heyetinin karar gerekçeleri ve önder işçilerin burjuvaziyi ve onun aleti olan mahkemenin tutumunu açığa çıkaran savunmaları, 1 Mayıs direnişine karşı burjuvazinin verdiği bu kanlı cevabın, lokal bir olayın hukuksal karşılığı olamadığını, aksine, birlik olmayı öğrenmiş işçi sınıfına karşı burjuva sınıfın tutumunu ortaya koyarken; kuşku götürmez bir açıklıkta iki sınıf arasındaki çelişmenin de kaskatı bir uzlaşmazlığa sahip olduğunu göstermiştir.

1 Mayıs’ın tarihe, coşkulu bir paragrafla düştüğü not, o’nun içeriğine uygun yaşatılmasını koşullayan en temel derstir. Bu tarihi başlangıçta birlik, her iki sınıf için de en stratejik pozisyon tarifidir. O gün proletaryanın birliğine karşı bir suikast gerçekleştiren burjuvazi, o günden bugüne bu suikastlarını koşullara göre geliştirip güncellerken, işçi sınıfı da yılmadan, usanmadan baskı sömürü ve zülüm altında tarihsel hedefine doğru yürüyüşünü sürdürürken, birlik olmadığında, birlikte davranmadığında ve tarihsel rolünü unuttuğunda, modern emek köleliği statüsünde kalacağını her 1 Mayıs’ta daha yakıcı hissetmektedir.

İşçi sınıfının 1886 1 ve 4 Mayıs’ında bıraktığı ders, siyasal düzeyde sergilediği sınıf tutumu ile sınırlı kalmamıştır. Bu direniş sosyal yasaların konuştuğu dille; işçi olunmuşsa, bunun, beyaz ve siyah derili olmanın, Afrika’dan köle olarak getirilmiş olanla, Avrupa dan sömürgeci olarak gelirken zamanla işçileşmiş olmanın, kadın veya erkek olmanın, Ortodoks veya Protestan veya hiçbir göksel inancı olmadığı halde, aynı toprak üzerinde birlikte yaşadığı ağaca, kuşa ve suya kutsallık atfeden yerli halklardan olmanın işçi ve emekçi insanlar için özel bir anlam ifade etmediğidir.

İşçi için yaşamın asıl anlamı, kendisi gibi diğer bütün dünya işçileriyle aynı kaderi paylaşması, kurtulmak istediği bir konum varsa, -ki sömürüden kurtulmak, işçi için, bir doğa yasası kadar zorunlu, tarihi bir yasadır- bundan kurtulmanın da ancak sınıf olarak birlikte hareket ettiğinde mümkün olduğudur: 1886 1 Mayısı’nın ortaya koyduğu tarihi önemdeki ikinci ders de bu olmuştur.

Sınıf bilincinin ışıttığı bir direniş olması nedeniyledir ki, canlılığı, kararlılığı ve coşkusu, bugüne kadar aynı güncellikle taşınan 1 Mayıs 1886 işçi direnişi, işçi sınıfının eylemini kendi bilincine tanıtmasıyla hem hafızasına kaydedilmiş tarihsel bir ders hem de emeğin nihai özgürleşmesine kadar inmemek üzere kaldırılan enternasyonal bir mücadele bayrağı olmuştur. Bu günün tarihi ve siyasi özü bunlar olduğu için, işçi sınıfının “Birlik Dayanışma ve mücadele” günü olarak kararlaştırıldığından bugüne, 1 Mayıs’ı, hangi periyodunda ne olduğu, nerede nelerin yaşadığını güncellemek yerine, bu tarihsel günün döne döne anlama döktüğü istek olan, kapitalist sömürü ve zülüm sisteminden bir an önce kurtulmanın olmazsa olmazı olan işçi sınıfının ve onun diğer ezilen sosyal kesimlerle birliğini teorik söylemden çıkarılıp, sınıf mücadelesini, ezilenlerin birliğinde örgütsel-siyasal bir çabada pratikleştirmesidir.

Komünist manifesto çağrısının yaşayan ruhu olan 1 Mayıs’ın bu mesajını örgütsel pratiğe geçirecek olan da artık sermayenin işçi sınıfı içindeki aparatları haline gelmiş oldukları tartışma götürmez olan “sarı” sendikalar olamayacağına göre, bu mesaja hayat verecek olan sınıfın siyasal iradeleri komünist partilerdir. Siyasal ve örgütsel programları, yerellikle özgün farklılıkları nasıl olursa olsun, işçi sınıfı ve emekçilerin sömürü ve baskıdan özgürleştirilmesi mücadelesine kendini özneleştirmiş her devrimci ve komünist partinin, onu işçi sınıfı ve ezilenlerin gözleminde kuşkudan azade tutacak yegâne pratiği, devrimlerin işçi sınıfı ve halk kitlelerin eseri olduğuna uygun davranıp davranmayacağı olacaktır.

1 Mayıslarda, dünyanın cadde ve meydanlarını dolduran, isyan eden, haykıran ve bu bir araya gelmenin güveniyle umutlanan işçi ve emekçilerin önünü çekecek her siyasi irade, burjuvazinin zaten yeteri kadar böldüğü emek saflarını birleştirmeyi gerçekleştirecek bir örgütsel ve siyasal müdahaleyi güncelleştiremezse, kendisi de sık sık burjuvazinin bölme siyasetinin hedefi olmaktan kurtulamayacaktır. Önümüzdeki 1 Mayıs vesilesiyle üzerinde yoğunlaşması en az bugünün tarihselliği kadar anlamlı olan görev ve sorumluluk, işçi sınıfı ve ezilenlerin birliğini sağlayacak çabada yoğunlaşmak, ayrılık kültürünün tükettiği enerjiyi, işçi ve emekçilerin ve onların ileri bölüklerinin birliğini üretmeye dönük olarak kullanmak; ayrılık kültürünün burjuva sınıf hedefine yedeklediği ezilenleri, birlik siyasetini uygulamak yoluyla geri almaktır.

İnsanlık tarihinde ilk kez, sese döküldüğünde, bütün dillerde kendi anlamını; sınıfın birliği, mücadelesi ve kendisine karşı birleşik hareket eden burjuvaziye karşı enternasyonal dayanışmasını ifade eden 1 Mayıs günündeki bu davranış ortaklığı, işçi sınıfı ve ezilenlerin kendi birliklerine ilişkin duydukları arzunun en dolaysız kanıtıdır. İşçi sınıfı ve ezilenler 1 Mayıs gününde, kapitalist sömürüye karşı yükselttikleri itirazla, taleplerini haykırırken, sömürüden özgürleşmesi uğruna verdiği mücadelede de birliğini, mücadele azmini ve kapitalist sistemden nihai kurtuluş beklentilerini güncellemektedir.

Dünyanın pek çok ülkesinde bu beklentilerini siyasal bir hedefte tanımlayacak olan öncülerinin zayıf kalışı, bu gerçeği önemsizleştirmez. Komünist manifestonun, sosyal gelişme yasalarından hareket ederek işçi sınıfı ve emekçilerin her tür sömürü ve baskıdan kurtulmasının kesinlikle mümkün olduğunu açıklıkla tanımladıktan sonra, “dünyanın bütün işçileri birleşin!” çağrısıyla koyduğu nokta; işçi sınıfının tarihsel rolünün örgütsel stratejisinden başka bir şey değildir. 1 Mayıs’ın yıllık periyotlarda bir günlüğüne de olsa, dünyanın bütün işçilerini sokaklarda ve duyguda birlikte hareket ettiren başarısı, manifestonun hayat bulan bu çağrısıdır. Böylece bugünün kuşkuya yer bırakmayarak ispatladığı şey, dünyanın bütün işçilerinin ve emekçilerinin birlikte hareket edebileceğinin mümkün olduğudur.

1 Mayıs vesilesiyle sınıfın birlikte hareketi mümkün oluyorsa sorun nedir?

Sorun herkesin hissettiği ve yaşayabildiği bu gerçekliğe rağmen işçi sınıfının tarihsel rolünün sulandırılması çabalarının hiç bitmemesidir. İşçi sınıfının bir sınıf olarak “var olup olmadığının” tartışma konusu yapılması, bu uğursuz çabaların başında gelir. Bu sulandırma çabasının temel hedefi, işçi sınıfını, sosyal ve iktisadi yasalar tarafından tanımlanmış tarihsel rolü konusundan kuşkuya düşürmek ve giderek onun bir sınıf olarak birlikte hareket ettirilmesinin olmazsa olmazı olan komünist partilerin tayin edici rolünü önemsizleştirmek ve sınıfı kendiliğinden davranışa öykündürerek umutsuz bir biçimde, kapitalist sistemin hizmetkarı statülüsünde çakılı tutmaktır. Bu çaba, burjuva sistemin, proletaryanın bir sınıf olarak gelişmesini tamamladıktan beri onun düşünce dünyasına yönelik bıkıp usanmadan sürdürdüğü ideolojik bir sürek avıdır.

Burjuva sınıf ve sözcülerini bu sürek avında ajite eden tarihsel koşullar da, genellikle proletaryanın sınıf savaşında elde ettiği mevzilerden geri düşüp yenilgi aldığı ve geri çekilmeye koşullandığı dönemlerdir. Özellikle 1980lerden itibaren tanımlı bir strateji (Burada, “tarihin sonu” tezini hatırlıyoruz) ve süreklilik kazanmış olan, emperyalist burjuvazinin ürettiği “yeni” kavramların, ileri sürdüğü “tezlerin” ve genellikle işçi sınıfı ve komünizmin simge ve değerlerine ilişkin olarak yaygın dezenformasyon ve gözden düşürme uğraşlarının nedeni budur. Çünkü burjuvazinin gücü de doğa ve tarih yasaları karşısında bir yere kadar etkinliğini gerçekleştirebilir. Gücünün yetmediği yasalardan biri de mayıs ayının bu birinci gününü takvim yapraklarından söküp alamaması olduğundan, yapabileceği şey zihin bulandırmak ve doğrultu sapması yaratmak amaçlı saldırılar olarak kalır. Ve bu saldırıların başarmak istediği görevlerin özeti de şudur: “İşçi sınıfı rolünü tamamladı; tarih son buldu ve devrimler imkânsızlar hanesine gönderildi(!)”

Ama gerçeklik böyle değil. Gerçek; dünyanın her yerinde İşçi sınıfı ve ezilenlerin eylem ve talepleriyle kapitalist yağmaya, sömürü ve baskıya karşı itirazda dile döktüğü her bir sorunun, her gün her yerde bir vesileyle görüp, işitip hissettiğimiz sorunların gerçek oluşudur.

Gerçek;1 Mayıs simgeselliğindeki sosyal davranışının hatırlattığı şey olarak, emeğin bir sınıf olarak var olduğudur. Üstelik, her gün bu sınıfın saflarına katılan binlercesinin kendi rakamları oranındaki gerçekliği de ortadayken, proletaryanın sınıf olarak konumunu tartışma konusu yapmanın anlamsız olduğudur. Doyumsuz “açlık” güdüsü ile durmaksızın merkezileşen sermayenin, proletaryanın saflarını, ‘hiçbir şeysiz’lerle tahkimde hız kesmemesi, dünya çapında bir proletarya devrimini de aynı oranda zorunlu kılması değilse, nedir? 1 Mayıslardaki emek davranışının bu soruya verdiği olumlu cevap, sınıfın tarihsel rolü konusundaki saptırmalara karşı kayıt niteliğindeyken, gerçek; işçi sınıfının dünden bugüne daha görkemli bir nicelikle var olduğuyken, varoluşunun siyasal rolünü gerçekleştirmeye de her zamankinden daha yakın olduğudur.

Dahası da şudur; bu günün asıl önemi, işçi sınıfının Paris Komünü hamlesinden itibaren, sosyalizm altında sınıf mücadelesinin sürdürülmesi olan, Büyük Proleter Kültür Devrimi sürecine kadarki nerdeyse yüz yıllık zaman aralığında siyasal iktidarlar da dahil tüm mevzilerini kaybetmesine karşın, 1 Mayıs’ın hem proletaryanın bütün bir mücadele hafızasının güncellenmesi, hem de bir sınıf olarak var olduğu müddetçe kaç yenilgi alırsa alsın bu günün, işçi sınıfının ulusal ve enternasyonal çapta örgütsel ve siyasal birliğini yeni baştan tahkim etmesinin maddi zemini oluşturuyor olmasıdır.

Bugünün içeriğine yönelik burjuva saldırıların bıkıp usanmadan tekrarlanmasının nedenlerinden biri de budur. İstiyorlar ki işçi sınıfını coşkuyla bir araya getiren ve birlikte hareket etmesine imkân sunan bu tarihsel-sosyal zemine sınıfın duyduğu güven, güvensiz hale gelsin. O’ kendi adını, tartışmaya muhtaç her türlü muğlaklığı kapı dışarı bırakan bir açıklıkla, “Birlik- Mücadele ve Dayanışma” cümlesinde tanımladığı halde, onun adının “bayram” olarak değiştirilmesi de burjuvazinin, proletaryanın gerçek konumuna ve gelecek tahayyülüne saldırmasının başka bir versiyonudur. Kiliseyi yıkmaya gücün yetmiyorsa, üstüne minare dikip her gün beş vakit ezan okursan herkes onun cami olarak yapıldığına ve o yerin de cami olduğuna inanır, türünde bir hiledir bu.

Kana bulamamaktan “işçi bayramı” olarak kabulüne giden yol: Bükemediğin bileği öp ama ağzında zehir olsun!

1 Mayıs’ı yaratan sınıf olarak proletaryanın bir tarihçesi varsa, bu tarihçenin bir parçası da kapitalist emperyalist sistemin sahibi burjuvazinin bugüne karşı aldığı tutumdur. Pek çok ülkede olduğu gibi, bizde de 1 Mayıs’ın uzun yıllar “yasaklı gün” olduğunu bilmeyen yoktur. T.C. sistemi de 1 Mayıs’a karşı tutumda faşist niteliğine uygun davranmıştır. Bu yasaklı yıllar boyunca o gün, onun tarihsel çağrısına uygun olarak sokakta ve meydanlarda bir araya gelmek için davranan işçi ve emekçilere, o güne ilişkin söz söyleyen, sözlü ve yazılı açıklama yapan, onu afiş ve pankartlarla karşılayan binlerce devrimci ve komünisti zülüm ve işkenceyle ezerek, hepse gönderme gerekçesi yapan Türk egemen sınıf devletinin, bir süre sonra, “işçilerin de bir bayramı olsun istedik.” tutumuna gelmesi, yukardaki başlığa karşılık düşen bir tutumdur.

87 yıl boyunca işçi ve emekçilere zulmetmenin gerekçesi yapılan 1 Mayıs etkinlikleri, tüm bunlara rağmen işçi ve emekçilerin ve onların öncüsü komünist ve devrimcilerin bugünü sahiplenmedeki ısrarını kıramayan T.C. egemen sınıfları, nihayet onu “bayram” ilan ederken de şiddetle alt edemediği bu sınıf direnişindeki ısrarı, “bayram” son ekiyle, zehirleyerek, güçten düşürme yoluyla yenmeyi benimsemişlerdir. “Madem bayram olacak bir gündü, neden 87 yıl boyunca her seferinde kana boyadınız” sorusunu kendisine sorabilen her insan, bu tutum değişikliğindeki hileyi ve iki yüzlülüğü görür. Ama asıl sorun, bu iki yüzlülükteki amacı görmekle sorumlu olan “sınıfın temsilcileri” ve aydınlarının bu hileye tav olup olmamasıdır.

Devrimciler ve komünistler, devletin 87 yıl sonra işçi sınıfına bahşettiği bu “bayramla” amaçladığı asıl şeyin, sınıfı ve ezilenleri zihnen zehirlemek olduğunu biliyor. Üstelik zulümden bayrama evirilen şey, bir tutum değişikliği de değil, değişen şey sadece kavramdır. Zamma “ücret ayarlaması”, hapishane katliamına “yaşama dönüş”, başka bir ülkenin toprağını işgale, “barış harekatı” ve veya “zeytin dalı operasyonu” … denmesi gibi bir şeydir. Ve bu aslında tüm emperyalist burjuvazinin zor, şiddet ve savaş dili olarak Türk egemen sınıflarının da ortak dili; işçi ve emekçilerin mücadelesini ve birliğini, bilinç saptırması yoluyla bastırmanın ideolojik argümanlarıdır. İşçi ve emekçilerin gark edildiği yaşam bir bayram hali değilken, bütün dünyada işçi sınıfı ve emekçiler kapitalist sömürü ve baskı altındayken ve kapitalizme ve sömürüye karşı mücadele aciliyetini ve zorunluluğunu koruyorken, işçi ve emekçilere, “1 Mayıs’ sizin bayramınızdır” demek, “burjuvaziye mihnet duyun” demekle aynı anlama gelir. Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkı neyi kutlayacak!

Anlaşılmaya ihtiyaç duyulan, devrimlerle kurulmuş ve hala o zeminde oldukları “bilinen” Küba ve Kuzey Kore’nin 1 Mayıs’ı bayram olarak kutlamasındaki örnekleri dışında tutarsak, mevcut tarihi süreçte, hiçbir ülkenin işçi sınıfının 1 Mayıs’ı “bayram” içeriğinde kutlaması için gerçekçi neden bulunmamaktadır.1 Mayıs’ı enternasyonal düzeyde algılatan ve işçi sınıfının birlikte hareket ettiği yegane gün haline getiren olayların ve gelişmelerin ne olduğu açıkken; ve içeriği “Birlik Mücadele ve Dayanışma günü” olarak doldurulmuş bir gün olarak, ezilenlerin, sömürülenlerin ve baskı görenlerin, sokağa ve meydanlara talepleriyle taştığı bir gün olarak, bunun, hangi sınıfın birliği, hangi sınıfa karşı mücadele ve hangi temel talebin hedefiyle dayanışma olduğu es geçilerek sermaye iktidarlarının arz ettiği bir algı olarak 1 Mayıs’ın “bayram” olarak tanımlanması, sermaye sınıfının ürettiği dezenformasyonun ezilenlerin saflarında karşılık bulmasıdır.

Dünyada pek çok faşist diktatörlüklerde olduğu gibi Türkiye-Kuzey Kürdistan’da da uzun ve kanlı bir yasak tutumundan sonra, işçi sınıfı her 1 Mayıs’ta, ona ilişkin her gösterilerde akıl almaz şiddetle bastırıldıktan sonra; 77, 1 Mayıs’ında olduğu gibi, uğruna kırıldığı, öldüğü, işkence ve hapis gördüğü bugünün “bayram” olarak “yasalaşması”; nerede oluyorsa orada, 1 Mayıs’ın böyle tanımlanması; gerçek dünyanın büyük yalanıdır! Bu yalanı reddediyoruz!

Zira “bayram”, en sıradan zihnin de anladığı gibi, toplumların yaşamında, herhangi bir tarihi süreçte tanımlanan siyasal-sosyal ve veya iktisadi bir hedefe varmak için başlatılan mücadelenin zaferle sonuçlanmasına atfen başarı ve zaferin elde edildiği günün yıldönümlerindeki şenlik; o zaferi elde etmiş sınıf ve ulusun, o günün sonrasındaki konumlarını borçlu oldukları bu başarıyı kutlamasıdır. Ulusal ve sosyal bayramlar böyle bayramlardır.

Kuşkusuz ki tarihi es geçmiyoruz ama olguyu tarihselliği içinde tanımlamaktan da ayrılmıyoruz. 1 Mayıs’ın da bayram olarak kutlandığı ülkeler ve süreçler oldu ve bu doğruydu. Ekim devrimiyle kapısı açılan emperyalizm ve proleter devrimler çağından sonra, emperyalizmin ve kapitalizmin tahakkümünden, dolayısıyla kapitalist sömürüden kurtulan Sovyet işçi sınıfı ve halklarının Çin ve Vietnam… gibi emperyalist işgale karşı uzun süreli halk savaşıyla özgürleşmiş ulusların ve halkların, demokratik devrim ve sosyalizm koşullarında 1 Mayıs’ı bayram olarak kutlaması anlaşılır bir şeydi. Zira bu gibi ülkelerde, kapitalist sömürü ve tahakküm altındaki işçinin temel talebi olan emeğin özgürleşmesi, bizzat işçi sınıfının önderliğindeki devrimle gerçekleşmiş, kapitalist sistem bütün kurumlarıyla birlikte aşılmış; yani sözü geçen bu ülkelerde işçi sınıfının dünya ölçeğinde kendi emeğinin sömürülmesi üzerinde varlığını devam ettiren burjuva kapitalist sistemi ortadan kaldırma hedefi , ve bu nedenle devrim öncesi, “birlik mücadele ve dayanışma” içeriğinde ele alınarak kapitalist sisteme karşı mücadelenin aracı olan 1 Mayıs, devrimden sonra ulaşılan bu hedef nedeniyle de bayram olarak kutlanmıştır. Durum bu kadar açıktır! Ama bugün ne özgürleşmiş emeğin iktidarı sosyalist sistem, nede kapitalist sistemleri alaşağı eden sosyalist ülkelerin birliğinden oluşan sosyalist kamp var. İşçi sınıfı ilk devrim hamlesinde elde ettiği bu mevzileri, bir dahaki hamlesinde daha ileriye götürmek üzere kaybetti.

Şimdi emperyalist kapitalist sistemin pervasız hakimiyeti küresel düzeyde etkin ve egemendir. Dünyanın her yerinde olduğu gibi bu kapitalist egemenlik çarkının vahşi ve tutucu dişlisi olan Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da da Türk egemen sınıflarının faşist rejimi altında açlık sınırında çalışan örgütsüz, sendikasız on milyonlarca işçi ve emekçinin her grev girişimi, direniş ve itirazı şiddetle bastırılmakta, on milyonlarca emekçi çalışacak bir iş bulamamakta ve açlık korkusuyla güne uyanmakta, en temel yaşamsal gereksinimlerinin gün gün gördüğü zam nedeniyle haneye en zorunlu gıdanın girişi durmaksızın azalmakta; ücretinin artırılmasını isteyenin, iş isteyenin, bilimsel ve demokratik bir ortamda eğitim isteyenin, yaşam tarzına, inanma biçimine ve cinsel tercihine karışılmasını istemeyenin; öteki, terör zanlısı, dış güçlerin ajanı, vatan haini gibi kavramların herhangi biriyle itham edilerek, öldürülmesi, ezilmesi ve hapsedilmesinin hukuk kuralı haline geldiği; çevrecinin, öğrencinin, kadının durmaksızın dövülüp hırpalandığı, her ay en az altmış kadının erkekler tarafından katledildiği; işçilerin “iş kazası” adı verilen ve aslında güvencesiz ve güvenliksiz çalıştırmanın sonucu basbayağı cinayet olan ölümlerinin yılık ortalamasının iki bini bulduğu; iç işleri bakanları ve valilerin “görev” ve “güvenlik” derken anladıkları tek şeyin; her hafta sınır ötesi ve sınır içi operasyonlarda öldürdükleri Kürtlerin, hapsettikleri devrimci ve aydının sayısını vermek olduğu; “adalet” dedikleri şeyin bu sisteme karşı mücadele eden yurtsever, devrimci ve komünistlerin, kapatıldıkları hapishanelerde ölü olarak çıkmasını beklemek olduğu; tutsak yakınları ve faili devlet olan on binlerce “kayıp” yakınının, “çocuklarımızın kemikleri nerede” sorusunun; “muhalefet” kimlikli düzen partilerinin, halkın vergilerinden oluşan hazinenin “128 milyar doların”ın nerede sorusunun…yasak, gözaltı ve hapisle karşılandığı … faşist rejim koşullarında 1 Mayısın “bayram” coşkusunda kutlanacağını düşünmek, iddia etmek ve bu manipülasyonu kabullenmek, gerçek dünyayı sanal yaşamakla aynı anlamdadır!.

Son bir tekrarla gerçekliğini anımsatmak gerekirse, 1 Mayıs, bayram değil; bayram takısını alacağı güne kadar, işçi sınıfı ve emekçilerin Birlik, Mücadele ve Dayanışma günü olarak emperyalizme ve işgallerine, gerici savaşlara ve bu savaşların ürettiği kanlı sosyal dramlara, faşizmlere, kapitalist sömürü baskı ve talana karşı işçi sınıfı bayrağı altında dünyanın tüm ezilenlerinin mücadelesidir.

1 Mayıs, işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilen sömürülen, öteki görülen her sosyal, siyasal ve kültürel kesimle bu sömürü ve zülüm sistemine karşı dünyanın tüm parçalarındaki işçi ve emekçi kardeşleriyle bu mücadele zemininde dayanışmasıdır.

1 Mayıs bu tarihsel ve siyasal niteliğiyle yaşatıldığı için bugüne geldi ve bugünde, bu içeriğine uygun ele alınıp karşılanacaktır. Bunun yol ve yöntemi de yine bu sayının başka sayfalarında tanımlanmış, tarif edilmiştir. Sosyalist kimlik, sınıf bilinci ve örgütsel tutumla kuşanmış olanların görevi, tarifi yapılmış bu faaliyetleri, üreten ve yaratan sınıfın sabrı adabında gerçekleştirmek ve 1 Mayıs günü meydanlarda bu coşkulu siyasal çalışmanın karşılığını almaktır! Bu tarihsel günler boyunca mücadeleye armağan edilen on binlerce sınıf kardeşimizin hatıratı ve bıraktıkları deneyim, bugünü sınıf azmiyle karşılamaya yeter sebeptir. Unutmuyor ve ihmal etmiyoruz ki, bugünün görevlerini kararlılıkla uygulayan ve içeriğini bilinçle dolduracak olanlar, günün sonunu hep coşku ve güvenle yaşayanlar olacaktır.

Bugüne, bugünü yaratan büyüten ve sürdürene ve bugünü tarihsel içeriğine uygun karşılayana selam olsun!

Gelmekte olan bugüne; 1 Mayıs’a şan olsun!

Önceki İçerikHBDH Milis Komutanlığı: Savaş yeni bir boyutta başlamıştır
Sonraki İçerikLondra’da Proletarya Partisi’nin 50. kuruluş yılı vesilesiyle kutlama