HABER MERKEZİ (20.10.2014)- Bir yanımız türlü baskı, zulüm, katliam, bir yanımız isyan, direniş, umut. Bir yandan AKP eliyle geliştirilen “Yeni Türkiye” bilinçlere nakşedilmeye çalışılıyor. Diğer yandan “90’lara mı dönüyoruz’’ kaygı ve karamsarlığı yürek kapılarını dövüyor. Sahi nedir bu başına yeni eklenen “Türkiye’’ gerçeği, nedir yüreklerde bunca korkuya, telaşa vesile olan 90’lar?
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıntıları üzerinden Türk- İslam senteziyle kendisini var eden TC devleti, kurulduğu andan itibaren emperyalizmin kucağına oturarak yarı- sömürge yarı-feodal bir yapıyla kendini devam ettirme şansı yakalamıştı. Türkiye Cumhuriyeti (TC) devleti kendisini; farklı ulus, millet ve inançlar, işçi- köylü- emekçi kitleler üzerinde tam bir faşist diktatörlük uygulayarak var ediyordu. TC devletinin bu faşist özü 90 yıldan fazladır biçimsel bazı değişikliklere rağmen aynen sürüyor. TC’nin bu tarihsel süreci her bir dönem için emperyalizmin ihtiyaçları doğrultusunda sürekli formatlardan geçirilmiş ama faşist özü değişmemiştir. Komünizm tehlikesine karşı ABD emperyalizminin ileri karakollarından biri olan TC, uzun süre açık askeri faşist cuntalarla geniş halk kitlelerini, komünist- devrimci güçleri bastırıp, kontrol altında tutma uğraşında bulundu. TC’nin ilk yıllarıyla beraber 1940’lara kadar özellikle Kürt ulusu üzerinde tam bir imha ve inkar politikasıyla barbarca katliamlar gerçekleştirilmiştir. Koçgiri, Zilan, Amed, Dersim Katliamları öne çıkan barbar katliam-soykırım örnekleridir. Mustafa Suphi’lerin hunharca katliamıyla startı verilen komünizm düşmanlığı ise aradan geçen 90 yıllık süre zarfında katlanarak devam edegelmiştir.
Ülkemizde 1960- 70’li yıllarda gelişen komünist- devrimci hareket ve halk muhalefetine karşı en vahşi yöntemlerle imha ve zulüm politikaları hayata geçirilmiş ve binlerce komünist-devrimci- ilerici- yurtsever katledilmiş, işkencelerden geçirilmiş ve zindanlara tıkılmıştır. TC devleti, gelişen halk öfkesini kontrol altına alamadığı dönemlerde ise Askeri Faşist Cuntalarla yüzündeki sözde “demokratik- parlamenter’’ maskeyi de atarak özünü tam olarak açığa vurmuştur. Denebilir ki TC tarihi aynı zamanda bitmek bilmez bir baskı ve zulüm politikası karşısında isyan ve direniş tarihidir. Aynı zamanda Karadeniz’de 15’ler, Kızıldere’de 10’lar, Amed zindanlarında Kaypakkaya ve dörtler, darağaçlarında 3’ler, Mercanlarda 17’lerle… komünist-devrimcilere karşı, Koçgiri, Zilan, Amed, Dersim, Roboski’de mazlum Kürt ulusuna karşı, Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta, Gazi’de Alevilere ve ezilenlere karşı ve daha sayamayacağımız nice katliam- soykırım gerçekliği TC tarihinin kanlı tarihidir. Kurulduğu günden bu yana TC’yi cilalayıp şirin göstermeye çalışan nice aklı evveller çıktı -ki hala aynı yaklaşım bizzat TC’nin nice zulüm ve baskısına maruz kalmış bazı kişi ve kesimlerce de dillendirilmektedir-. Fakat gelin görün ki “kral çıplak.”
Unutulmak istenen bir tarih; 1990’lar
Gezi süreciyle iyice ayyuka çıkan ve özellikle son Kobane eylemleriyle yoğunlaşıp devam eden devlet terörü sonrası, çeşitli kişi ve kesimler tarafından sıkça aynı kaygılı cümleler söylenmeye başlandı; “90’lara geri mi dönüyoruz’’. Türkiye- Kuzey Kürdistan’da 1990’lar oldukça önemli bir tarihsel sürece işaret etmektedir. 12 Eylül Askeri Faşist Cuntası (AFC) sonrası uzun dönem karanlığa gömülen ülkemizde 1980’lerin sonundan başlamak üzere ama özellikle 1990’larda sosyal ve ulusal kurtuluş mücadeleleri büyük bir ivme kazandı. Kırsal bölgelerde gerilla, şehirlerde ise komünist- devrimci güçlerin gelişimleri büyük bir hızla kitleselleşiyor ve sistem için büyük bir tehdit haline geliyordu. Faşist T.C. böylesi tarihi bir sürece, topyekûn devlet terörüyle karşılık verdi. Sokak ortası infazlar, işkenceler, gözaltında katliamlar, Kuzey Kürdistan’da binlerce köyün yakılıp- yıkılması, her türlü kontra yöntemle devrimci- yurtsever gelişme kontrol altına alınmaya çalışılıyordu. 1990’lar günlük ölüm, infaz, katliam haberlerinin normalleştiği bir döneme işaret eder. Devlet terörünün ayyuka çıktığı, hakim sınıfların tam bir yönetme krizi içerisine girdiği bu tarihsel süreç sonrası, ABD emperyalizmi 2000’li yılların ihtiyaçlarına göre diğer birçok uşak iktidarı gibi TC devletini de yeniden dizayn etme sürecine girişti. Böylesi bir reorganizasyon için engel teşkil edecek, karşı duracak bütün güçlerin tasfiye edilmesi gerekiyordu. Bu tasfiye sürecinin en önemli iki ayağını ise; Abdullah Öcalan’ın bizzat CIA tarafından yakalanıp TC’ye teslim edilmesi ve 19- 22 Aralık Hapishaneler Katliamı oluşturmaktadır. Yolu temizlediğini düşünen emperyalist güçler ve uşakları yeni koşullara uygun, itinayla seçilmiş bir ekibi görev başına getirerek AKP denen din maskeli para tüccarlarını piyasaya sürdü. AKP’yi savaş hükümeti olarak işbaşına getirerek sermayenin ihtiyaçlarına göre dizayn süreci devam ettiriliyordu. 1990’lar olarak ifadelendirilen ve hakim sınıfların deyimiyle “düşük yoğunluklu savaş’’ konsepti emperyalizmin yeni ihtiyaçlarına artık cevap olmuyordu ve azami kar hırsına uygun bir şekilde ülkenin bütün zenginlikleri, bütün enerjisi bizzat hizmete sunulmalıydı. Ki bu hizmet sadece ülkemiz için değil bizzat Ortadoğu için tasarlanmıştı. ABD merkezli Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), 11 Eylül saldırıları sonrası Genişletilmiş Ortadoğu Projesi (GOP) olarak Tayyip Erdoğan’ın “eş başkanlığa” getirildiği gerici bir politika olarak son 15 yıla damgasını vuracaktı. Özcesi ülke içinde bütün ayrık otlarının temizlendiği, yer altı ve yer üstü zenginliklerinin emperyalizme peşkeş çekildiği, özellikle Kürdistan’ın TC eliyle tam bir sömürü cenderesine alınmaya, yeni katliamların, barbarlıkların, zulüm ve ölüm politikalarının hayata geçirilmeye çalışıldığı bir dönemim başlangıcıdır bugün “Yeni Türkiye’’ olarak atfedilen şey.
Eskisiyle yenisiyle Türkiye
Özü değişmeyen ama her dönemim ihtiyaçlarına uygun yeniden formatlanan TC açısından yeni bir şey yoktur. Faşizm yüzündeki bütün “demokrasi’’ maskelerine karşın, köşeye sıkıştığı her durumda gerçek özünü ve niteliğini açığa vurmaktadır. Fakat şunu da açık bir şekilde ifade etmek lazım; AKP tarafından son 12 yıldır hayata geçirilen politikalar uzun süre başarılı bir şekilde hayata geçirilmiştir. Abdullah Öcalan’ın yakalanıp hemen ertesinde geliştirdiği teslimiyet- uzlaşma çizgisi ve PKK’nin ateşkes ilan edip güçlerini sınır dışına çekmesi, 19- 22 Aralık hapishaneler ve sonrası peşi sıra gelişen katliamlarla komünist-devrimci hareketin büyük oranda geriletilmesi, geniş kesimlerin uzun süre özlemini duyduğu “özgürlük-demokrasi-insan hakları’’ olgularının büyük bir ustalıkla işlenmesi, AB ile Uyum Süreci çalışmaları vs. vb. gelişmeler AKP’nin “Yeni Türkiye’’ yalanının büyük oranda kabul görüp, peşi sıra gidilmesine yol açıyordu. Adım adım iktidara yerleşen ve büyük bir koalisyon ortaklığı olarak tek başına kendisini var eden AKP’nin Ergenekon Operasyonları adı altında Kemalist kliği tasfiye etme süreci, geniş kitlelerde olduğu gibi maalesef kendisine devrimci-ilerici diyen güçlerde dahi büyük bir kırılma ve yanılsamaya yol açtı. İktidara oturma yolunda her türlü yalan ve hileyle büyük bir manipülasyon yaratan AKP politikaları bir nevi “demokratikleşme’’ süreci olarak algılanmaya başlandı. Girdiği seçimlerin ardından oylarını yükselterek galip çıkan ve iktidar yolunda her kavşakta yeni bir rakibini ekarte eden AKP, özellikle Kürt ulusal sorununda son 5-6 yıldır sergilediği politikalarla geniş manevra alanları sağlamış durumdadır. Fakat gerici iktidarların tipik özelliği olan baskı-zulüm politikası AKP için de geçerli olan bir durumdu. AKP’nin gerici-faşist yüzünü Gezi- Roboski- Kobane süreçleriyle keşfedenlere günaydın demek isteriz. 90 yıllık tarihinde olduğu gibi AKP döneminde de faşizmin komünist-devrimci güçlere ve ezilen emekçi kesimlere karşı politikası değişmemiştir. Sadece AKP döneminde binlerce kişi zindanlarda, dağ başlarında, sokak ortalarında katledildi, binlerce kişi zindanlara atıldı, işkencelerden geçirildi. Fakat yaratılan kirli manipülasyon adeta gözleri kör, kulakları sağır etmişti. Yapılan tüm bu katliamlar, ülkenin gelişmesinin önüne engel olmak isteyen bir avuç “teröristin’’ ekarte edilmesi olarak lanse ediliyordu. Tüm bu süreç boyunca PKK, geliştirilen uzlaşma sürecine uygun bir şekilde silahı pazarlık masasına daha güçlü oturmak için bir araç olarak kullanıyor fakat özellikle seçim dönemlerinde tek taraflı ateşkesler uygulayarak adeta AKP’ye nefes aldırıyordu –ki bu süreç daha yoğun şekilde hala devam etmektedir-. AKP açısından yaratılan rüyanın bitmesinin en büyük etkeni ise Gezi Haziran Halk Hareketi oldu. Sistemin genetiğini bozan bu muazzam direniş, anında faşist özün gün yüzüne çıkmasına ve katliam-zulüm gerçekliğinin geniş kitlelerce öğrenilmesine vesile oldu. Kemalist kliğe karşı dün beraber hareket ettikleri güçlerle bugün karşı karşıya gelmeleri ve hakim sınıflar arası devam eden çelişki-çatışma süreçlerinde birçok pisliğin karşılıklı olarak piyasaya sürülmesi, geniş halk kitlelerinde mevcut burjuva partilerine ve özellikle parlamentoya karşı büyük bir güvensizliğe vesile olmuştur. Gerçek özü deşifre oldukça saldırganlaşan, kan kaybettikçe şuurunu kaybedercesine hareket eden bir iktidar gerçekliğiyle karşı karşıyayız. “Yeni Türkiye’’ söylemi bir dalga konusu olmuş durumda. Bırakalım “Yeni bir Türkiye’’yi geniş kesimlerde 1990’lara mı dönüyoruz’’ kaygısı baş göstermiş durumdadır. Son Kobane süreci ve özellikle ülkemizde geliştirilen eylemlilikler ve akabinde gelişen faşist devlet terörü, katliamları AKP-TC için baş aşağı gidişin önemli eşiklerinden biri olmuştur. AKP mevcut kriz halini aşamamaktadır. Bu aşamama durumu derinleştiği ölçüde açık faşist katliamların yoğunlaşarak artacağı ise bir sır değil. An itibarıyla AKP’nin elinde kalan ve sarılıp nefes alabileceği tek güç ise Kürt Ulusal Hareketi’dir. TC’nin genetik kodlarından olan Kürt düşmanlığı AKP döneminde bırakalım değişmeyi daha sinsi bir şekilde devam ettirilmektedir. Tam bir tasfiye-teslim alma anlamına gelen “Çözüm süreci’’ AKP’nin bütün katliam, yalan, hile ve oyunlarına karşın, özellikle Abdullah Öcalan faktöründen dolayı devam ettirilip, kendi deyimleriyle “AKP kurtarılmaktadır’’. Kobane eylemleri sonrası korkusu iyice artan AKP iktidarı “çözüm sürecinde’’ söz verdiği Terörle Mücadele Yasası (TMY)’nı kaldırmak bir yana hazırlayıp meclise sunduğu yeni yasal paketle polise tam katliam yetkisi vermekte, kazanılmış en ufak demokratik haklar bile tırpanlamaktadır. Tartışmasız bir şekilde karşımızda duran AKP-TC’nin faşist niteliği söz konusuyken, Kürt Ulusal Hareketi’nin nasıl bir “çözüm-demokrasi’’ beklentisi içerisinde olduğu ise büyük merak konusudur.
Devrimci mücadeleyi yükseltelim
TC devleti içte ve dışta tam bir meşruiyet krizi yaşamaktadır. Gezi-Kobane süreci devleti sarsmıştır ve sarsıntının etkileri yaşamın bütün alanlarında hissedilmektedir. Mevcut iktidar krizini aşmak için seçim-yasal düzenleme-çeşitli politik manevralar yapılmasına karşın, çözüm üretilememektedir. Emekçi halk kitlelerinde var olan öfke ve hoşnutsuzluk her geçen gün artmaktadır. Özcesi devrimci durum oldukça müsaittir. Devrimci mücadelenin gelişimi ve geniş kitleler içerisinde ete-kemiğe bürünmesi için şartlar muazzam fırsatlar sunmaktadır. Bütün küçük-burjuva kaygılardan, benmerkezci, dar grup çıkarlarından sıyrılarak en geniş devrimci birliği inşa edip, faşizme karşı devrimci mücadeleyi yükseltmek bütün devrimci güçlerin önünde elzem bir görev olarak durmaktadır. Biz Maoist Komünistler olarak da merkezi halka olan Sosyalist Halk Savaşı eksenli illegal-legal bütün güç ve olanaklarımızı seferber edip mücadeleyi yükseltmeliyiz. Kendiliğinden, grupçu, bölgeci, örgütsüzlüğü dayatan bütün yaklaşım ve pratikler ısrarla mahkum edilip merkezi halka ekseninde devrim yürüyüşümüzü hızlandırmamız gerekiyor. Komünizmin büyük ustası Mao yoldaşın dediği gibi “On bin yıl çok uzun, sarıl güne sarıl saate’’.
Bedreddin Kobanê