ABD’de Biden Dönemi ve “TC” ile Muhtemel Yaşanacak Olan Ekonomik ve Siyasal Sonuçlar

3 Kasım 2020’deki yapılan ABD seçimleri, emperyalist sistemin içine düştüğü ekonomik ve siyasal krizden ötürü, tüm dünyaca yakından takip edildi. Bir önceki, 2008’de ki seçimlerde Obama’nın başkan seçilmesiyle birlikte, genel olarak bir “iyimserlik” havası estirilse de Noe-Liberal sistem açısından sonuç, tam bir hayal kırıklığı oldu. Obama iş başına gelir gelmez, ABD’de baş gösteren ekonomik krizin önü alınamadı, ekonomik ve siyasal kriz giderek tüm dünyayı etkisi altına aldı. 2016’da seçimleri kazanan Trump’la birlikte karamsar hava iyice perçinleşti ve Noe-Liberal sistem hızla çöküşe doğru yol almaya devam etti. 2016 -2020 Trump döneminde noe-liberal sistemin çöküşü tartışmalarından, beyaz ırkçılığın yükselmesine ve İslamifobi politikalarının öne çıkartılmasına kadar pek çok konuda Trump’ın iç politikaları ABD için alışılmışın dışındaydı ve çok farklıydı. Dış politikada da Trump’ın uygulamaları ABD’de sık sık tartışma konusu oldu. Çin ile yaşanan ticaret sorunundan Dünya Sağlık Örgütüne, İklim değişikliği ve ekoloji meselelerinden, Meksika sınırına örülen duvar sorununa ve askeri müdahalelere kadar pek çok dış politika konularında ABD’li egemen sınıflar arasında yoğun tartışmalar yaşandı. Hâkim sınıfların önemli bir kesimi, ABD’nin hem iç hem dış politikalarda büyük sarsıntılar geçirdiği ve bunun önünün alınması gerektiğinin altı çiziliyordu.

Bilindiği gibi, 2. emperyalist paylaşım savaşından sonra ABD, dünya ekonomisine yön veren İMF, DB gibi finans kuruluşlarını kendi denetimine alarak dünya ekonomisini kontrolünde tutmayı önemli derecede başardı. Ancak emperyalistler arası rekabet, her zaman kendisini dünya sermayesinin jandarması ilan eden Amerikan emperyalizminin istediği şekilde yürümesine meydan vermiyor / vermez de. Nihayetinde, Amerika’nın ekonomik güç kaybı, denetimi altında tuttuğu finans kurumlarının da emperyalist dünya ekonomisinin üzerinde güç kaybı anlamına geliyor. Özellikle yeni ve genç aynı zamanda büyük bir üretim gücü olan emperyalist Çin, ABD’nin korkulu rüyası haline geldi. Açıklanan verilere göre, ABD ekonomisi 21,4 trilyon dolar GSYH ile dünyanın en büyük ekonomik gücü olmaya devam ederken; ikinci sırayı kapan Çin, 14,4 trilyon dolar GSYH sahip. Çin ile ticaret savaşı sürdüren ABD, aynı zamanda diğer emperyalist güçlerle de bu savaşı çeşitli biçimlerde sürdürmektedir. Bundan ötürü, dış ticaret açığı verdikçe, hem dünya ticaret örgütünün işlevselliğini yitirmesine, hem de emperyalist güçler arasındaki pazar paylaşımlarının hız kazanması dünya ticaretinin yeniden şekillenmesini beraberinde getireceği tartışmaları aleni bir biçimde tartışılır oldu. Tartışmanın da ötesinde, yıllardır süren bölgesel ve vekalet savaşları emperyalistler arası pazar paylaşımlarının en açık ifadesidirler. Son dönemde, Rusya özellikle Suriye, Libya ve Gürcistan’da oyun kurucu güç olmayı başardı. Çin ise devasa ve dinamik üretim kapasitesi ve “Kuşak ve Yol” gibi stratejik adımlarla pazardaki etki alanını giderek büyütüyor. Büyüksermaye ihraçlarıyla, geri bıraktırılmış ülkeleri kendisine bağımlı hale getiriyor. Hatta Amerika bile, Çin’e önemli derecede borçlanmış durumdadır.

Mevcut objektif durum, burjuva ekonomistlerince adı konulmasa da Noe- Liberal sistemin çöküşü ve emperyalistlerin kapitalist sistemi yeniden yapılandırma çabaları olduğunu bütün çıplaklığıyla göstermektedir. Yeniden yapılanmada nasıl bir yönetim biçimine ihtiyaç olduğu da uzun zamandır hakim sınıflar arasında tartışılan/ kavgası yapılan önemli konular arasında geliyordu ve hala da devam ediyor. İşte bu nedenle ABD seçimleri dünyanın ilgi odağı durumuna gelmişti. Trump’un yeniden seçilmesi, totaliter ve faşist iktidarların iyice yaygınlaştırılması, yeniden yapılanmanın bu faşist iktidarlar altında yürütülmesi anlamına gelecekti. Biden’in seçilmesi ise yeniden yapılanmanın daha liberal bir iktidar şekli altında sürdürülmesi anlamını taşıyordu. Zaten seçim propagandalarında da bu, rahatlıkla anlaşılan bir durumdu. Burada mesele Trump veya Biden değil, iki sermaye kliğinin iktidar çatışması ve yeniden yapılanma sürecini hangi politikalarla yürütecekleri meselesidir. Görünen odur ki, liberal klik, mevcut iktidar kavgasında bir adım daha önde görünüyor. Ancak kabul etmek gerekir ki, popülist siyaset anlayışının yeterince geriletilmesi hem kısa sürede mümkün görünmemekte hem de bugün popülizme karşıymış gibi görünen liberal kesimin başı sıkıştığı anda faşizmi iktidara taşımakta en ufak bir kaygıları olmayacaktır. Popülizmin kısa sürede geriletilmesi mümkün olmayacaktır, çünkü tekelci emperyalist sermayenin hatırı sayılır bir kesimi hala popülizmin iktidarda kalmasından yanadır. İki büyük sermayedar klik arasındaki çatışkının esas nedeni hiç kuşku yok ki “hümanizm”, “insan hakları” veya adalet falan değildir. Sermayenin dini, dili, imanı, adaleti olmaz. Onlar için her şey kardan ibarettir. Onları korkutan tek şey, halkların isyanıdır. Onları iktidarlarından edecek olan tek gücün bu olduklarının bilincindeler. Daha fazla baskı, daha fazla açlık ve yoksulluk, sürekli savaş ve yıkım kitlelerin isyan öfkesini kamçılayacağının farkında olduklarındandır ki, bu kanlı ve katliamlarla dolu sürecin birazcık “yumuşatılması” eğilimi ağırlık kazanıyor. Böyle bir yol izlenmezse değil yeniden yapılanma, tarihin mezarına gömülmelerinin kaçınılmaz olacağının bilincindeler.

ABD’deki yeni sürecin Türkiye’de yaratacağı muhtemel sonuçlar…

Ekonomik, siyasi ve askeri olarak emperyalizme bağımlı, yarı- sömürge durumda olan Türkiye’nin ABD’ de ki seçimlerden etkilenmemesi elbette ki düşünülemez. Özellikle faşist Türk devletinin iplerinin Amerikan emperyalizminin ellerinde olduğu gerçeğini düşünecek olursak, bu daha anlaşılır durumdur.

Biden’in seçilmesiyle birlikte, genel olarak Türkiye, özel olarak da Erdoğan’ın tek adamlık saray rejimiyle belli problemler yaşanacağı bilinen bir durumdu. Erdoğan’ın, Trump ile kurduğu kişisel yakınlığı, Biden’le kurması pek olası görünmüyor. Hala bugüne kadar Erdoğan’ın “dolaylı” ısrarlarına rağmen, Biden’in, kendisiyle görüşmemesi bunu ifade eder. Çünkü, yukarda da belirtmeye çalıştığımız gibi, uzun süredir kriz içinde debelenen ve bundan kurtulmanın yollarını arayan ve yeniden yapılanmanın arayışı içinde olan emperyalist- kapitalist sistem, geniş halk kitlelerinin ayaklanmalarına vesile olmayacak bir geçiş yoluna girmeyi tercih etmiş görünüyor. Biden, “Biz güç kullanan örnek ülke olma yolunda değil, örnek ülke olmamızın gücüyle öncülük yapmalıyız.” diyerek, bir yandan dünya halklarına yönelik katliamcı yüzünü gizlemenin gayreti içine giriyor, öte yandan yeniden yapılanma süreci için “yumuşak güç” kullanma parametrelerini öne çıkarıyordu. Buradan da anlaşılıyor ki ABD, artık zamanı dolmak üzere olan Erdoğan’ın iplerini çekmeyi ve daha uyumlu bir hükümeti tercih edeceğe benziyor. Biden daha seçilmeden önce bu tercihini açıkça ifade etmişti zaten.

Özellikle AKP iktidarının izlediği dış politikalar konusunda, ABD kendi çıkarları doğrultusunda Türkiye’yi hizaya sokmaya çalışacaktır. S- 400’ler sorun olarak önemli bir yerde durmaktadır. Bu durum sadece ABD’yi değil, diğer NATO güçlerini de en hafif deyimle rahatsız etmektedir. Aynı şekilde Doğu Akdeniz sorununda ABD, Yunanistan’a daha yakın durarak, Emeni soykırımını resmi olarak kabul ederek, Halk Bank davasını önemli bir koz olarak elinde tutarak, YPG / PYD’ye açık destek sunarak, TC’yi, kendi çıkarları doğrultusunda hizaya sokmaya çalışacaktır. Bunların her biri Türkiye için oldukça önemli sorunlar. Bütün bu önemli sorunlarla birlikte Biden, AKP-MHP iktidarının açık faşist diktatörlüğüne karşı da bir tavır geliştireceği geniş kamuoyunca ifade edilenler arasında yer almaktadır. Kısacası, ABD kendi dümen suyuna girmiş bir Türkiye istemektedir.

Sonuç olarak şunu belirtmek gerekiyor. Amerikan seçimleri, genel olarak emperyalist- kapitalist sistemin büyük bunalımlar yaşadığı bu dönem açısından önemli bir dönüm noktasına işaret olarak algılanabilir. Çöken Neo-Liberal sistemin yerine, yeniden yapılanmanın ön adımları olarak düşünülebilinir. Türkiye açısındansa gerek ekonomik gerekse politik anlamda Amerikan baskılarının artacağını söylersek yanılmış olmayız.

Önceki İçerikReformlar, İnsan Hakları ve Yeni Anayasa Safsataları Neyin Ürünüdür?
Sonraki İçerikİstanbul Sözleşmesi, Tek Adam Rejimi ve Kadın Direnişi