Altın tepsi iktidarından Cizîr, Sûr ve Gazi’deki kan kızıl faşizme giden yol

Kuzey Kürdistan’daki katliamları protesto ve destek amaçlı Gazi, Armutlu gibi devrimcilerin yoğun olduğu semtlerde düzenlenen eylemlere devletin yönelimi 20 yaşındaki Yılmaz Öztürk’ü katletmek oldu. Bu katliam devrimcilere verilen açık bir ihtardı aynı zamanda. Ölümlerin sıradanlaştığı bir atmosferde Erdoğan karşıtı tüm kesimlerin nihai olarak devlet zoru ile karşılaşacağı aşikârdır. Kürt hareketi ile ortak mücadele zeminini genişletmek devrimci ittifakları şimdiden inşa etmek yarın için atılacak en doğru adım olacaktır. Devrimcilerin, Alevilerin, Kürtlerin yoğun yaşadığı Gazi, 1 Mayıs, Nurtepe, Güzeltepe, Sarıgazi gibi semtlerin devlet terörünün hedefi olacağı açıktır. Bu semtlerde yaşayan tüm insanlar Cizîr, Sûr’da olduğu gibi ayrım gözetilmeden sindirilmeye, göçertilmeye zorlanacaktır. Direniş ve öz savunmanın hayati önemi anlamak için saldırıların yaşam bulmasını beklemek anlamsızdır

HABER MERKEZİ (07-03-2016)- Gazetemizin 117. Sayısında “Altın tepsi iktidarından Cizîr, Sûr ve Gazi’deki kan kızıl faşizme giden yol” başlığıyla yayınlanan analiz yazısını okuyucularımızla paylaşıyoruz

Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasında son üç ay içerisinde yaşananlar önümüzdeki döneme ilişkin devletin konumlanışını anlamak açısından zengin veriler içermektedir. Devrimci ve yurtseverleri bekleyen kıyasıya bir mücadelenin kıyısındayız. Bu kaçınılmaz savaşıma girmeden önce hasmımızın hedef ve buna ulaşma noktasındaki kararlılığı ile müttefikleri ve düşmanları iyi tahlil etmek bizler açısından hayati önemdedir. Parti diktatörlüğünden tek adam diktatörlüğüne doğru tam gaz yol olan Erdoğan, Kürtler ve devrimcilere yönelik olarak 7 Haziran seçimleri sonrasında imha ve tasfiye hedefli bir savaş konseptini adım adım yaşama geçirdi. İmralı tutanaklarında geçen ve Öcalan tarafından ifade edilen ‘Kendime kızıyorum, 2001-2004’te biz eylemi ‘tak’ diye kestik. Hükümet anlamadı, ‘terör bitti’ dediler. (Altan Tan’a dönerek) Sayın Altan bilirsin İslamcıların 40 yıllık rüyasıydı, rüyalarını gerçekleştirdik. Biz AKP’ye iktidarı altın tepside sunduk. Bize bir teşekkür etmedikleri gibi 2’nci Atatürk rolüne soyunup daha çok üstümüze geldiler, ezmeye çalıştılar. Benim demokratik kriterlerim var bunu anlattık, bir baktık ki AKP hegemonya kurmak istiyor.’ sözleri ile 19 Aralık sonrası devrimcilere yönelik gerçekleştirilen katliam ve tasfiye saldırısına paralel Kürt hareketini de bir şekilde AKP’nin önünde engel olmaktan çıkaran devlet stratejisi açık bir şekilde görülmektedir.

Aynı anda birden fazla düşmanı karşısına almak istemeyen egemenler yeni kurulan AKP ile geniş kesimleri sistem içine çekmenin arifesinde son kullanma tarihini çoktan doldurmuş DSP-ANAP-MHP koalisyonuna 19 Aralık katliamını yaptırıyordu. Bu katliamın yarattığı derin tahribat bugün dahi Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci hareketinin tüm kesimlerinde bütün ağırlığıyla hissedilmektedir. AKP 2000’lerde 90 yıllık devlet geleneğinin klasik söyleminden farklı bir şekilde ‘demokratikleşme, yeni anayasa, AB uyum süreci, çözüm süreci’ vb. ile 2015’e kadar Kürt sorununda krizi oyalamacı ve ötelemeci bir şekilde yönetti. Ne var ki  bu oyalamacılık onu tek başına iktidar yaparken HDP politikası ile yeni bir solun çıkışı için manevra alanına da fırsat veriyordu.7 Haziran seçimleri ile AKP zirve noktasından düşüş dönemine giriyordu. Hakkındaki yolsuzluk dosyaları ve suçlardan kurtulmanın yegâne yolu taçsız padişahlık diyebileceğimiz başkanlık sistemindeydi. Fakat çok açıktır ki ülkedeki en örgütlü güç olan Kürtler artık altın tepside bir şeyler sunma konusunda eskisi kadar ‘saf’ değildi. Demokratikleşme ve Kürt sorunu konusunda somut adımlar atmadan AKP’nin çatışmasızlığı devam ettirmesinin zemini ortadan kalkmıştı.

Ergenekon-IŞİD-AKP koalisyonu

AKP’nin yüzünden Gezi Ayaklanması ile sıyrılan ‘muhafazakâr demokrat’ maskesi 7 Haziran seçimleri sonrası alınan yenilginin çıkış yolu olarak kurulan Ergenekon-IŞİD-AKP koalisyonu ile yeni bir biçime bürünüyordu. 1 Kasım seçimlerine kadar devrimci yurtsever kesimlere yönelik IŞİD üzerinden yürütülen bombalı saldırılarla yüzlerce muhalif öldürülürken, muhafazakâr kesimler AKP’de likidite edildi. Devrimci yurtseverlerin alanlara inmesi katliamlarla engellenirken, tüm baskı ve engellemelere rağmen devrimciler ve yurtseverler seçim barajını ikinci kez aşarak başkanlık rüyasının önüne derin bir hendek kazdı. Ülke içinde yaşanan bu krizin yanında Suriye savaşında da rüzgâr Erdoğan’ın aleyhine dönmeye başlamıştı. PYD’nin Kobanê direnişi ile yakaladığı prestij ardı ardına ilan edilen kantonlar ve nihai olarak Rusya’nın sahaya inmesi ile Rojava Kürdistanı somut bir realite olarak doğum sancılarını hissettiriyordu. Cizîr, Sûr ve İdil’de ilan edilen sokağa çıkma yasağı sonrasında koalisyonun Ergenekon-JİTEM ayağı devreye girip vahşi katliamlara imza atıyordu. Zırhlı araçların arkasında sürüklenen bedenlerden, bodrumlarda katledilen yüzlerce insana vahşi bir devlet terörü uygulanarak yerleşim alanları ağır silahlarla yaşanamaz hale getiriliyor, PKK ve Kürt halkına adeta bir gözdağı veriliyordu.

İnsanlık tarihi sınıflar savaşımın tarihidir. Bu savaşım tarihi içerisinde haklılık önemli bir nokta iken her zaman savaşı kazanmanın yegâne koşulu değildir. “Haklıyız, Kazanacağız” önermesi taktik manevralarla desteklenmezse düşman tüm gericiliğine karşın galip gelebilir. Paris Komünarları da davalarında en az Türkiye-Kuzey Kürdistanlı devrimciler kadar haklıydılar ama bu burjuvaziyi tahlil etmedeki yetersizliklerini kapatmıyordu ne yazık ki… Egemenlik alanlarındaki bankaların parasına el koymaktan dahi imtina eden çizgileri nihai olarak onların sonlarını hazırlıyordu. Bundan dolayıdır ki sınıf savaşımları her zaman iki sınıfın taktiklerinin güncele uygulanmasındaki mahareti ile doğrudan ilintilidir. AKP ve Erdoğan’da cisimleşen egemen sınıflar tüm ilerici kesimleri tasfiye edeceklerini ve bu konuda her türlü barbarlığa başvuracaklarını alenen beyan etmektedir. AKP hükümetinin geçtiğimiz günlerde medyaya yansıyan “Milli Savunma Bakanlığı’nın hazırlayıp Adalet Bakanlığı’na sunduğu taslakta, er-subay ayrımı kaldırılırken, “terörle mücadelede görevli tüm askerlerin izne bağlı olarak yargılanabilmeleri” yönünde düzenleme yapıldı. Buna göre, askerlerin görevleriyle ilgili suçlar konusunda bir iddia ortaya atıldığı zaman doğrudan soruşturma yapılamayacak. Savcılıklar, önce Milli Savunma Bakanlığı’ndan soruşturma izni talep edecek, ardından Başbakan’ın da onayıyla yargılama mümkün olabilecek. Yasal düzenlemesi çok açık göstermektedir ki AKP orduyu kitlesel katliamlara hazırlamaktadır.

‘Bu kadarını yapamazlar’ üzerinden siyaset üreten bir akıl, adını  kurbanlar listesine yazdırmayı peşinen kabul etmiştir diyebiliriz. Dersim, Zilan, 6-7 Eylül, Maraş, Sivas, Çorum, Gazi, Roboski, Suruç, Ankara, Cizîr, Sûr… devletin suç siciline bakmak ileride yapabileceklerini anlamak açısından önemli bir referans noktası olacaktır. Önümüzdeki günler için direnişi örgütlemek, halkı aydınlatmak hayati önemdedir. Bu ne bir kehanet ne de kurgusal bir distopyadır. Tarih bilincini Marksist öngörü ile harmanlayan her akıl gelen fırtınanın kara bulutlarını görebilir. Açık ansiklopedi Wikipedia gibi politik tahlil ve öngörü misyonu olmayan bir mecra bile geçtiğimiz günlerde Türkiye-Kuzey Kürdistan’ı iç savaş yaşanan ülkeler listesine eklemişken, devrimci ve muhaliflerin başını kuma gömmesi tarihin ve egemenlerin asla affetmeyeceği yapılabilecek en büyük hata olacaktır.

Kuzey Kürdistan’daki katliamları protesto ve destek amaçlı Gazi, Armutlu gibi devrimcilerin yoğun olduğu semtlerde düzenlenen eylemlere devletin yönelimi 20 yaşındaki Yılmaz Öztürk’ü katletmek oldu. Bu katliam devrimcilere verilen açık bir ihtardı aynı zamanda. Ölümlerin sıradanlaştığı bir atmosferde Erdoğan karşıtı tüm kesimlerin nihai olarak devlet zoru ile karşılaşacağı aşikârdır. Kürt hareketi ile ortak mücadele zeminini genişletmek devrimci ittifakları şimdiden inşa etmek yarın için atılacak en doğru adım olacaktır. Devrimcilerin, Alevilerin, Kürtlerin yoğun yaşadığı Gazi, 1 Mayıs, Nurtepe, Güzeltepe, Sarıgazi gibi semtlerin devlet terörünün hedefi olacağı açıktır. Bu semtlerde yaşayan tüm insanlar Cizîr, Sûr’da olduğu gibi ayrım gözetilmeden sindirilmeye, göçertilmeye zorlanacaktır. Direniş ve öz savunmanın hayati önemi anlamak için saldırıların yaşam bulmasını beklemek anlamsızdır.

Önceki İçerikABD ile “TC”nin YPG konusundaki farklı çıkışları ve bölge siyaseti
Sonraki İçerikErdal Ataş’tan kadın tutsaklarla ilgili soru önergesi