Avrupa’da “olağanüstü” haller ve körüklenen ırkçılık

Emperyalist kapitalist sistemin iktisadi-siyasal bunalımı, emperyalist savaşları ve faşizmi, sermayenin hareketi ekseninde güncel bir sorun haline getirmiştir. Din, ırk, soy, mezhep, kültürel ve inançsal farklar üzerinden toplumsal dinamiklerin parçalanması, böyle dönemlerde gerici sistemlerin en çok kullanıp geliştirdiği yöntemlerdir. Ezilenlerin ve emekçilerin, ulusu ve coğrafyası neresi olursa olsun, hem gerici emperyalist savaşlara hem de gericiliğe nefes borusu olan ırkçı-faşist örgütlenmelere karşı mücadele etmesi, tarihin, ilerici insanlığın temsili olan sınıf ve örgütlenmelere yüklediği esas roldür. Başta işçi sınıf olmak üzere, tüm ilerici toplumsal dinamiklerin, Avrupa başta olmak üzere, insanlığın ve insanlığı özgürleştirme mücadelesinin en büyük düşmanı olan ırkçılığa, faşizme, emperyalizme, kapitalizme karşı mücadelesini aksatmadan sürdürmesi, tarihsel öneme haiz güncel bir meseledir

HABER MERKEZİ (10-01-2015)- Gazetemizin 114 sayısında “Avrupa’da “olağanüstü” haller ve körüklenen ırkçılık” başlığıyla yayınlanan yazıyı okuyucularımızla paylaşıyoruz

“Terör” ve “terörizmle” mücadele yanılsaması altında, “güvenlik sorunları” veya “kamu güvenliği” söylemiyle, toplumsal dinamiklere karşı geliştirilen saldırı, Avrupa topraklarında yeni gündeme gelen bir saldırı değildir. AB emperyalist güçleri, “terörizmi” tanımlamak ve ortak yöntemler geliştirmek konusunda, her tarihsel dönemin gelişmelerine paralel olarak, kendi sınıfsal çıkarlarına uygun konsept geliştirmişlerdir. “Terörle” mücadele altında, AB üye ülkelerde veya işgal edilen coğrafyalarda, gelişen ulusal mücadeleleri boğma yönelimleri, daha önceleri, daha çok ulusal sınırları içinde tek tek ülkelerin askeri-politik yönelimi olarak geliştirilmiştir. Mesela, Fransa, İspanya, İngiltere, İtalya bu içerikteki yönelimleri en çok geliştiren ülkeler statüsündedirler. BASK bölgesinin bağımsızlığı için savaşan ETA’ya karşı İspanya, Cezayir işgalini gerçekleştiren Fransa, sömürgeciliğin tarihsel egemenliği İngiltere, iki dünya savaşının fitilini ateşleme siyasetini üreten Almanya, ilk başlarda kendi coğrafyalarındaki sosyal-toplumsal olayları, ulusal sınırlarındaki askeri-politik yöntemlerle bastırma siyaseti benimsemişlerdir. Fakat gelişen toplumsal-sosyal olayları denetim altına almak için ulusal sınırlarda alınan tedbirlerin yeterli olamayacağını anlayan emperyalist güçler, AB bünyesinde bölgesel çalışmalar yapmaya başlamışlardır. Avrupa bölgesinde ve uluslararası alanda, toplumsal-sosyal gelişmeleri ve mücadeleyi bastırma yöntemi olarak geliştirilen bu ortak konseptin tüm tarihsel sürecini inceleme, bu yazımızın konusu olmasa da, kısa başlıklarla gerici emperyalist devletlerin ortak örgütlenmelerini sıralamak konumuzun anlaşılması açısından yararlı olacaktır. 1949 NATO, 1954 BAB (Batı Avrupa Örgütü),1984 Roma Deklerasyonu, 1987 Lahey Plartformu, 1993 Maastricht Anlaşması ve ODGB (Ortak Dış ve Güvenlik Politikası)’nin kurulması, 1998 AGSP (Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası)’in oluşturulması, 1999 Helsinki “zirvesinde”Acil Müdahale Gücü’nün kurulması, 2001’de Avrupa Konseyi Kararı ve Avrupa Birliği Genelkurmaylığı’nın ilanıyla, CADEXTER (Terörizm Uzmanlar Komitesi), EUROPOL (Avrupa Polis Teşkilatı), EUROJUST (Avrupa Adli İşbirliği Birimi) gibi savaş birimlerinin yeni sürece göre yeniden merkezileştirilmeleri, Avrupa devletlerinin “güvenlik “ adı altında, varlıkları için “risk” olarak gördüğü toplumsal sınıf ve katmanlara saldırılarını ifade etmektedir. Avrupa sınırlarında ve uluslararası alanda, emperyalist sermayenin çıkarlarını korumak ve yaygınlaştırmak için kurulan bu kurumlar, ekonomik, siyasi ve askeri ayaklarıyla, emperyalist savaş stratejisinin kurumlarıdır. İçeriği güncel ve somut olarak Maastricht Anlaşması’yla daha net ifade edilmiştir. Bu anlaşma; a) Roma ve Paris Anlaşmaları ile kurulan Avrupa Topluluğu içinde parasal, vatandaşlık birliği başta olmak üzere, üretim ve pazar gibi ekonomik ortaklığın sürece uygun örgütlenmesini, b) Avrupa çapında bir “savunma” (özü emperyalist saldırganlıktır yn.) politikasının oluşturulması amacıyla Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın oluşturulmasını c)“Adalet” ve iç işlerini kapsayıp, “hukuk” ve militarize güçlerin organize edilmesinde işbirliği ve ortaklaşmayı içermektedir. Her tarihsel koşulda gelişen toplumsal muhalefete karşı, sınıflar mücadelesinin tarihsel deneyimlerinden karşı devrimci gerici güçlerin örgütlediği bu kurumlar, sürecin özgün ihtiyaçlarına göre emperyalist güçler tarafından devreye konulmakta ve saldırgan emperyalist siyaset için uygulama alanı yaratma rolü güncellenmektedir.

Doğmasında, gelişmesinde ve örgütlenmesinde, emperyalist egemenlik sisteminin birinci derecede rolü olduğu cihadist gerici örgütlenmeler,11 Eylül, Madrid, Londra ve son olarak Paris’te gerçekleştirdiği saldırılarla emperyalist egemenlik kurumları üzerinden yeniden ısıtılarak, ivedilikle devreye sokulmuştur. Paris saldırısı ardından yeniden güncellenen bu saldırılar, somut olarak eylemi gerçekleştiren gerici örgütlenmeleri hedef almaktan öte, toplumu sindirme, baskı altına alma hedefi gütmektedir. Yani Avrupa emperyalizmi, kendi gerici ekonomik, siyasi, askeri yönelimini yaygınlaştırmak için, bu saldırıları “meşru” gerekçeler haline getirmektedir. “Olağanüstü hal” uygulamalarıyla kapatılan sınırlar, “özgürlükleri savunma adına”, sınırlandırılan, kuşatmaya alınan yaşam hakları, sokaklarda tüm birimleriyle askerileştirilen devlet denetimleri, savaşta olduğunu deklare eden Fransa’dan başlayıp, Avrupa’nın geneline yayılan uygulamalar olmuş durumdadır. IŞİD gerici teröründen çok, “İslam” ve onun yanına “terörün sosyal dinamiği” olarak monte edilen göçmen ve mültecilere saldırıyı planlanmış, tasarlanmış, içte ve dışta desteklenmiş “savaş eylemiyle” birleştiren Fransa, tüm AB emperyalist ülkeleriyle bu zeminde ortaklaşıyordu. Gerek Fransa ve gerekse de Avrupalı emperyalist haydutlar, içte ve uluslararası alanda ve özellikle Ortadoğu hattındaki emperyalist hegemonya savaşında, bu saldırıların kendilerine tanıdığı imkânı sonuna kadar kullanmak istiyordu. Saldırının ardından Türk devletinin hava sahası üzerinden Rakka’nın Fransız uçaklarınca bombalanması, ardından Fransa’dan başlayıp AB ülkelerine referans teşkil eden “olağanüstü hal”, “kuşatma” ve devletin egemenlik gücünü tek elde etkili ve sınırsız kullanmayı sağlayacak anayasal değişiklik çalışmaları, Avrupalı emperyalist barbarlığın ”demokrasi” maskesinin arka planında duran faşist zihniyetin tarihsel koşullara göre harekete geçirilmesidir.

“Olağanüstü hal”, operasyonlar, toplumu korku siyasetiyle sindirme siyasetidir

Paris katliamı üzerinden, terör tehdidi sadece Fransa için değil, tüm Avrupa için geçerliydi. Düşman sadece dışta değil, içtedir. Tehdit eden güçler sadece dışarıdan vurmuyor, içerden de vuruyor. Medyanın desteğiyle yaratılan korku siyaseti ve savaş hali, devletin askeri operasyonlarıyla birleşerek, somut hedef dışında,  “potansiyel olarak suçlu” görülen toplumsal sosyal kesimleri kitlesel olarak kapsaması, yaratılan bu manipülasyon üzerinden “meşrulaştırılmıştır.” Avrupalı emperyalist egemenliklerin bu savaş dili, “İslamcı terörün” yuvası haline gelmiş banliyöleri, mülteci kamplarını, göçmenlerin çalışma ve yaşam alanlarını kuşatmaya almıştır. Apokaliptik bir içerik verilerek, beyaz adam kötü karanlık insanların hedefi halindedir imgesi, emperyalist saldırgan siyasete içte ve dışta toplumsal destek yaratma ve kitleleri bu siyasete yedekleme amaçlıdır. Kuşkusuz Paris katliamı insanlığın, dünyanın metropol sayılan ülkelerine vurmuş trajedisidir. Ama bu trajedi, dünyanın geri kalan, gerici emperyalist savaşların asıl olarak sürdüğü mekânlardaki katliamlarla ele alındığında, doğru okunabilecek bir trajedidir. Böyle bir ele alış, gerici emperyalist güçlerin, içerde ve dışarda sürdürdükleri gerici politikaları sorgulamaya götüreceğinden, emperyalist egemenler, savaşın asıl mekânlarını unutturarak, Paris acısı, şoku ve yası üzerinden anlaşılmaz bir hal yaratarak, bir Paris simulacrumu yaratmaktadırlar.

Gerçeği gizleyen bu hava üzerinden yaratılan korku “terör” dür. Kitleler nazarında da “kabul gören” bu durumda çözüm açıktır: Güvenlik arttırılacak, olağanüstü hal olağan hale gelecek, ”terörün” iç ve dış kaynakları vurulacak… Yani Ortadoğu başta olmak üzere, emperyalist dalaşın sürdüğü alanlara bombardıman, içeriye özel yetkili militarize güçlerle operasyon, Avrupa çapında EUROPOL dâhil polislerin ve militarize güçlerin yetkilerinin arttırılması, bu operasyonların sadece bir ayağıdır. Artırılan bu yetkiler içinde savcılık izni olmadan arama yapabilme ve gözaltına alma, kamu düzenini ve güvenliği tehdit ettiği düşünülen kişilere ev hapsi uygulanması veya elektronik kelepçe takılması, kamu düzenine tehdit oluşturan grup veya derneklerin kapatılması, üyelerinin ev hapsine alınması, terörü teşvik eden internet sitelerinin kapatılması, askerin sivil alanlarda varlığının artırılması, gözetimin artırılması, gözaltı süresinin, kişinin hakkında bir suçlama olmamasına rağmen uzatılmasına ilişkin olan yeni düzenlemeler Türkiye’deki yeni İç Güvenlik Yasası’ndan farksızdır. Pratik sonuçları envanterleriyle çarpıcıdır. Son bir ayda Fransa’da 1233 arama yapıldı. 165 kişi tutuklandı. 300’e yakın kişi ev hapsinde. Ve çarpıcı olan bu uygulamalar, terörist diye deşifre edilen cihatçı guruplarla bağlantılı olan kişilere yapılmamaktadır. Tüm toplumsal muhalefeti hedef alarak gerçekleştirilen bu polisiye uygulamalarda, iklim zirvesini protesto eden aktivistlerin olduğunu hatırlatmamız, meselenin içeriği konusunda yeterli veriyi vermektedir.

Bütün bu saldırıları anayasal statüye kavuşturmak için, anayasa değişikliği, Fransa özgülünde Avrupalı emperyalistlerin önümüzdeki siyasal yönelimini teşkil etmektedir. Uzatılan “olağanüstü” hal bitmeden Fransa’nın anayasanın 36. ve 16. maddelerini değiştirme gayreti, süreklileşecek askeri operasyonların tam donanımlı hale getirilmesi çalışmasıdır. Kuşatma, saldırı veya silahlı ayaklanma (buna demokratik hak arama faaliyetlerini özellikle eklemek gerekir) durumunda, hükümetin yetkilerini askeriyeye devretmesini ve sivil hakların askıya alınmasını içeren 36. madde ile Fransa kurumlarına ve sınırlarına ciddi bir saldırı durumunda devlet başkanına “istisnai” önlemler alma hakkını veren 16. madde, mevcut durumda “olağanüstü” halin 12 günden fazla uzatılmasını, parlamento onayıyla mümkün kılıyor. Ve hazırlanan değişiklik, hükümete ve devlet başkanına, parlamento onayı olmadan, olağanüstü hali uzatma ve yetkileri askeriyeye devretme hakkı tanıyor. Yani parlamento maske olarak dahi kullanılmazken, tek elde gerici uygulamalar merkezileştiriliyor. Hitler 12 yıl boyunca Almanya’yı “olağanüstü” yasalarla “yönetirken”, Carl Schmitt, buna yasal zemin sunmak için doktrinini, Alman emperyalizminin ihtiyacı için formüle etmişti. Şimdi Fransa özgülünde AB emperyalistleri de aynı amaçla, olağan dışı uygulamaları anayasal statü ile olağan uygulamalar haline getirmek istemektedirler.

Bu korku yaratma ve “güvenlik” siyasetinin, sadece Fransa ile sınırlı olmadığını, yazımızın içinde vurguladık. Bu Avrupa Birliği emperyalist ülkelerin yeni konseptidir. Paris saldırganlarının Belçika bağlantısı üzerinden, ablukaya alınan Brüksel sokaklarının ardından, Belçika Federal Meclisi’nde, “teröre” karşı mücadele yasasının onaylanması, devlet egemenliğinin farklı kulvarlarda “yeniden” tesis edilmesidir. Charlie Hebdo saldırılarının ardından, her olayda sıradanlaşan helikopter ve siren seslerine askeri operasyonların eşlik etmesi, Avrupalı emperyalistlerin “terör” bahanesiyle, toplumsal muhalefete yönelmesi ve demokratik hakların gasp edilmesi hedeflidir. Bu proje tüm Avrupa devletlerinin ortak projesidir. Göçmenler, mülteciler, farklı din ve inanç grupları, işçiler, emekçiler ve ezilen halklar, ortak olarak merkezileştirilen bu saldırı projesinin hedef kitlesidir. Ekonomik, demokratik haklardan, özgürlük haklarına kadar, mevcutta geri olan sosyal koşulların, daha da geri bir statüye çekilmesi ve bütün bunların militarize güçlerle ve “yasal” statüleri oluşturularak gerçekleştirilmesi, bu projenin ana kodlarını oluşturmaktadır.

Emperyalist-kapitalist sistemin gerici saldırılarında kirli bir silah olarak ırkçılık

Emperyalist-kapitalist sistemin dünyayı kuralsızca yağmalaması, “yeni dünya düzeni” denilen gelişmeler ve sermayenin ulusal sınırları aşarak merkezileşmesi, devletler arasındaki ekonomik ve siyasal sorunları temelde birbirine endekslemiştir. Artık ekonomik ve siyasal istikrarsızlık, bir ülkenin sınırlarıyla sınırlı kalmıyor, başka ülkelerdeki krizi ya da istikrarsızlığı tetikleyen rol oynuyor. Emperyalist çağın sendromu olarak ifade edebileceğimiz “domino efekt” denen bu süreç, emperyalist egemenlik ve sermaye hareketinin basit birer sonucudur. Emperyalist egemenlik ve sermaye hareketinin bu gelişimi, krizler, bunalımlar, bölgesel savaşlar, mezhep çatışmaları, ulusal istilalar, işgaller olarak süreci derinleştirme ve burjuva egemenlik merkezinde ırkçı-faşist partilerin çoğalmasına zemin yaratmıştır. Cihadist gerici örgütlerin saldırılarının ardından Müslüman nüfusa sahip ülkelerde “İslamofobi” adı altında geliştirilen ırkçı-faşist saldırganlık ötekileştirilen göçmenler üzerinde “güvenlik sorunu” olarak polisiye yönelimlerle icra edilmektedir. 1950’li yıllar öncesi, Sosyal Darwinizm ile temellendirilip, esas olarak biyolojik ayrımlar üzerinden örgütlenen ırkçılık ve faşizm, bugün esas olarak kültürel, ulusal, sınıfsal, mezhepsel farklılıklar üzerinden örgütlenmektedir. Bütün bunların esas nedeni; emperyalist kapitalist sistemin yaşadığı ekonomik siyasal krizler ve çözümsüzlüklerdir. Artan işsizlik, düşen yaşam standartları, mevcut siyasal devlet iradesinin toplumsal sorunları çözememe durumu, toplumsal arayışları arttırır. Yani somut olarak Avrupa’da sağ ve ırkçı partilerin yükselişinin, emperyalist-kapitalist sistemin yaşadığı “gelişmelerle” birebir ilişkisi vardır. Emperyalist kapitalist sistemin bunalımlarında derinleşmenin yaşandığı 2000’li yıllar ve sonrasında Avusturya’da Heider’in, Fransa’da Le Pen’in, Hollanda’da Geert Wilders’in yükselişi ve Avrupa’da ırkçılığın toplumsal tabanını arttırması tamamıyla bu gelişmeler üzerinedir. 11 Eylül saldırısı, 2004 Madrid Banliyö katliamı,2 005 İngiltere Metro saldırısı, Fransa’da Charlie Hebdo ve son Paris katliamı gibi saldırılar kullanılarak “İslamofobi” ve yabancı düşmanlığı üzerinde sürdürülen kampanyalar, ırkçılığın geliştirilmesinin faktörleri olmuştur. Emperyalist-kapitalist sistemin siyasal ve askeri bir güç olarak kullandığı ırkçılık ve faşizmin bu faktörler üzerinden temellendirilmesi, ırkçılığı yaratan ögelerin bu saldırılar olduğu anlamına gelmez. Bu saldırılar, emperyalist kapitalist sistemin geliştirmek istediği ırkçılığa zemin yapılmıştır. En yakın örnek olarak, Dresden’de 300 kişilik gurup olarak çıkan PEDİGA’nın, kısa zamanda on binlerce insanı mobilize ederek Almanya başta olmak üzere Avrupa’da kitleselleşmesi, merkezi olarak sistem tarafından örgütlenip geliştirilmesine açık bir örnektir. Hitler faşizmine ait her türlü siyaseti ve sembolü kullanan Neo-nazi partilerden, kültürel ve kimlik merkezli yabancı düşmanlığı yapan parti ve örgütlenmelere kadar, ırkçı-faşist parti veya “masumane halk hareketleri” olarak manipüle edilen (AFD, PEGİDA gibi) gerici gruplar, sistemin ezilen halklara yönelim siyaseti içinde bir yerde durmaktadırlar.
Irkçılık ve faşizmin toplumda yarattığı zehirlenmeyi aşmak ezilen halkların omuzlarındadır

Emperyalist-kapitalist sistemin derinleşen yapısal krizi, bölgesel savaş ve yağmalarla hafifletilmeye çalışılsa da, çözümsüzlük esas durumdur. Çünkü emperyalist kapitalist sistem içinde alınan her tedbir, yeni krizleri tetiklemekte, gelişmeler ise sermaye için krizler ve bunalımlar döngüsü olarak gelişim göstermektedir. Bu durumdan dolayı, gerici emperyalist haydutlar, dışarıya karşı sınır tanımayan saldırganlıklar gerçekleştirirken, kendi coğrafyalarında oluşan sınıf hareketine, toplumsal itiraz dinamiklerine karşı tahammülsüz bir pozisyonda toplumsal hareketlenmeleri bastırmak için savaş pozisyonu almaktadır. Avrupa devletlerinde son yıllarda, çalışma ve yaşam alanlarında sosyal hakların budanması, sınıf hareketlerinin sendikal bürokrasi ve yasalarla kuşatılması, göçmenler üzerinden yabancı düşmanlığının geliştirilmesi, toplumdaki direnç alanlarına karşı bir operasyondur. Özellikle yaşam standartlarının gerilemesinin, toplumun alım gücünün düşmesinin ve emek gücünün ucuzlatılmasının sistemin yapısal krizlerinin ve emperyalist sömürünün sonucu olduğunu manipüle etmek için krize göçmen işçilerin neden gösterilmesi, ırkçılığı ve faşizmi geliştiren bir başka kirli propagandadır. Emperyalizm ve ideologları, hem toplumsal olayların nedenleri konusunda hem de toplumsal çelişkiler üzerinden eyleme dönüşen toplumsal hareketler konusunda, göçmenleri, “öteki” inanç gruplarını ve genel anlamda ezilen halkları suçlu ilan ederek; hem sisteme karşı gelişecek tepkiyi nötrize etmekte hem de bu tepkinin karşısında ırkçılığı ve faşizmi örgütleyerek, geri kitleleri sistem için bir kalkan olarak kullanmaktadır.

Emperyalist-kapitalist sistemin kirli bir planı olarak örgütlenen ve yükselme eğrisi gösteren ırkçılık ve faşizmin toplumda yarattığı zehirlenmeyi aşmak, Avrupa’daki devrimci, aydın, ileri insanların ve işçi sınıfı başta olmak üzere, ezilen halkların omuzlarındadır. İşçi sınıfı başta olmak üzere, göçmenler ve geniş ezilen halk sınıf ve katmanlarının örgütsüz olduğu dönemlerde, ırkçılık ve faşizmin sokakları teslim alması daha kolay olmaktadır. Avrupa coğrafyası bu konudaki olumlu ve olumsuz örnekleriyle, köklü tarihe sahip bir coğrafyadır. Bugün durağan ve “ölü sessizliğinde” olsa da, Avrupa işçi sınıfının tarihsel deneyimlerine sahip çıkarak örgütlenme siyaseti belirlemesi, mücadelenin ufkunu anti-küresel sınırlarda güdükleştirmeden, kapitalist sisteme yöneltmesi, meselenin ilk adımıdır. Emperyalist saldırganlık ve ırkçılık üzerine ADHK’nın , “Biz buradayız, çünkü siz oradasınız”  şiarıyla başlatmış olduğu siyasal kampanya, içerik ve hedef olarak anlamlıdır. Ama bunun bir slogan olmaktan, dönemsel bir propaganda olmaktan çıkarılıp, göçmenler, mülteciler, “ötekileştirilen” dinler-mezhepler ve Avrupa işçi sınıfı, aydın ilerici toplumsal dinamikleriyle birleştirilerek örgütlenmesi, sürecin ihtiyacı olan esas hareket tarzıdır. Sınıf mücadelesinden koparılarak, kendi içinde ırkçı-faşist hareketlere karşı tavırla sınırlandırılan bir hareket ve eylem, toplumda kitlesel karşılığını bulamamakta, emperyalist sistem tarafında krimanilize edilerek tasfiye edilmektedir. Irkçı faşist mücadele, emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele çizgisiyle ele alındığında etkilidir. Sosyal ve demokratik alanda toplumsal dinamikleri örgütleyen her çalışmanın sistemin hedefi haline geldiği bir ortamda, mücadeleyi parçadaki bir çatışmaya hapsetmek, bazı ilerici sosyal sonuçlar yaratsa da, esas alınmamalıdır. Esas olan, emperyalist-kapitalist dünya ile köklü hesaplaşma, alternatif sosyalizm projesidir.

Emperyalist kapitalist sistemin iktisadi-siyasal bunalımı, emperyalist savaşları ve faşizmi, sermayenin hareketi ekseninde güncel bir sorun haline getirmiştir. Din, ırk, soy, mezhep, kültürel ve inançsal farklar üzerinden toplumsal dinamiklerin parçalanması, böyle dönemlerde gerici sistemlerin en çok kullanıp geliştirdiği yöntemlerdir. Ezilenlerin ve emekçilerin, ulusu ve coğrafyası neresi olursa olsun, hem gerici emperyalist savaşlara hem de gericiliğe nefes borusu olan ırkçı-faşist örgütlenmelere karşı mücadele etmesi, tarihin, ilerici insanlığın temsili olan sınıf ve örgütlenmelere yüklediği esas roldür. Başta işçi sınıf olmak üzere, tüm ilerici toplumsal dinamiklerin, Avrupa başta olmak üzere, insanlığın ve insanlığı özgürleştirme mücadelesinin en büyük düşmanı olan ırkçılığa, faşizme, emperyalizme, kapitalizme karşı mücadelesini aksatmadan sürdürmesi, tarihsel öneme haiz güncel bir meseledir.

Önceki İçerikCizre’de bugün iki kişi daha katledildi
Sonraki İçerikKürdistan’daki tarihi direniş ve iflah olmaz sosyal şovenlerin hezeyanları