‘Barış Süreci’ ve Barzani’nin Amed ziyareti!

Karmaşıktır çünkü emperyalist paylaşım savaşlarında pay edilerek bölünmüş Kürdistan’ın parçalarında emperyalist stratejilerden bağımsız olmasa da ciddi gelişmeler yaşanarak Birleşik Kürdistan eğilimini kamçılamıştır. Kürtler bulundukları parçalarda yönetimsel, özerk gibi statüler elde etmektedir

Türkiye-Kuzey Kürdistan’da aktüel-güncel konuların başında gelen meselelerden biri hiç şüphesiz ki Kürt ulusal sorunu ve bu eksende yaşanan gelişmelerdir. Bu düzlemdeki gelişmelerin somut ifadesi ‘’Barış Süreci’’ ve bu sürecin ‘’tıkanması’’ tartışmasıdır. Kısacası ‘’Barış Süreci’’ daha karmaşık hal alarak düzlükten çıkıp engebeli yola girmiş bulunmaktadır. ‘’Tıkanma’’ ya da girilen engebeli yol, çıkar ve hesap eksenli siyasi manevra ve taktiklerin devreye sokulması halidir. Bu halden sorumlu olan ya da süreci ‘’tıkanmaya’’ taşıyan aktör AKP iktidarıdır. Zira AKP kendisinin öngördüğü ‘’Barış sürecine’’ karşın, bu süreci her yönüyle siyasi iktidarına kaldıraç yapmayı amaçlamaktadır.

Sürecin ‘’tıkanmasını’’ sağlayan ve bilinçli olarak buraya sürükleyen AKP iktidarı süreç karşısındaki yükümlülüklerini yerine getirmeyerek, atması gereken adımları atmayarak ve zımnen de olsa verdiği söz ya da taahhütleri (ki, Öcalan ile görüşmeler bir pazarlığın-uzlaşmanın açık ifadesidir ve bu pazarlık süreci karşılıklı sözlerden vb muaf değildir, olamaz da) yerine getirmeyerek süreci isteyerek tıkamıştır.

AKP iktidarı Rojava’daki Kürt yönetimi karşısında gerici pozisyondadır

Genel geçer doğru olarak, AKP’nin daha fazla ödün koparmak için dayatmalarda bulunduğu ve egemen güç olmanın avantajlarını kullanarak süreci tamamen inisiyatifinde yürütmek istediği için süreci ‘’tıkama’’ noktasına getirerek Öcalan veya PKK üzerinde baskı kurmayı ve böylece süreci istediği gibi biçimlendirmeyi düşündüğü söylenebilir. Ancak bu genel olarak doğru da olsa, süreç bu kadar yalın değil, bilakis karmaşık ve çok yönlüdür. Karmaşıktır çünkü emperyalist paylaşım savaşlarında pay edilerek bölünmüş Kürdistan’ın parçalarında emperyalist stratejilerden bağımsız olmasa da ciddi gelişmeler yaşanarak Birleşik Kürdistan eğilimini kamçılamıştır. Kürtler bulundukları parçalarda yönetimsel, özerk gibi statüler elde etmektedir. Öte yandan parçalanmış durumdaki Kürtler arasında sorunlar mevcuttur. Örneğin Kürt ulusal konferansı gerçekleştirilememiştir ve bunun sebepleri öyle ya da böyle bellidir. Ya da Rojava Kürt gerçeği bütün Kürtler tarafından benimsenmemekte, sorun olarak görülmektedir. Ki bu da ABD emperyalizmi ve ‘’TC’’ devletinden bağımsız bir durum değildir. Yine AKP iktidarının seçim sürecine dönük politikaları ve taktik siyasetleri bulunmaktadır. Hatta iç sorunlarının da sürece etki yaptığı veya AKP üzerinde baskı yarattığı söylenebilir. Aynı zamanda AKP iktidarı Rojava Kürt yönetimi karşısında son derece gerici pozisyonda durarak PKK’den bu konuda ödünler koparmayı amaçlamaktadır. Öcalan AKP’ye bir şans daha vermekten söz ederken, dört aylık bir izleme sürecini önüne koymaktadır. Ki bu süreç yerel seçimler üzerine AKP’nin yaptığı hesaplara kolaylık tanımakta ya da yol açmaktadır. BDP sürece kendi cephesinden müdahale eden siyasetler üretmekte, AKP üzerinde baskı oluşturmak için seçimlerde CHP ile ittifak vb söylemleri alttan alta geliştirmektedir. AKP kendi içinde (cemaatle) açıktan ciddi sorunlar yaşayan bir döneme girmiş ve muhtemelen bu sürecin sonunda AKP aleyhine gelişmeler büyüyecektir. (Ki, cemaat cephesinden ‘’biz de susmayacağız’’ yanıtı verildikten sonra Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın sakınmadan yaptığı açıklamalar gündeme gelmiş, 2004 yılında AKP iktidarı döneminde, MGK’da cemaatin etkisinin bitirilmesine dönük karar basına servis edilmiştir. Bülent Arınç’ın açıktan başlattığı anlaşmazlık süreci şimdilik bu gelişmelerle devam etmektedir. Edecektir de…) AKP iktidarı güttüğü siyaset ve izlediği taktik politikalarla kendi tabanını güçlü tutmaya ve muhafaza etmeye çalışmaktadır. Bu amaçla ‘’Barış Sürecinde’’ belli eğilimler sergilemekte, hem kitlesine ve hem de diğer milliyetçi vb kesimlere mesaj vermektedir. Anayasa yapma çalışmaları da bir biçimiyle süreçteki politikaları etkilemektedir. Özetle sürecin daha karmaşık ve çok yönlü gelişmeler barındırdığı bu özellikler itibarıyla bile kolayca iddia edilebilir.

Süreç Kürt Ulusal Hareketi için ciddi tehlikeler taşımaktadır

Şüphesiz ki, sürecin Kürt Ulusal Hareketi için ciddi tehlikeler taşıdığı söylenebilir ki, tasfiye planı bu tehlikenin en açık kanıtıdır. Ulusal Hareket AKP’nin oyunlarını ve dolayısıyla sürecin tehlikelerini bildiğini söylese de, silahlı niteliğinin tasfiye olmasına dönük stratejik çizgide ve tabii ki taktikte de bir sorun yaşadığı açıktır.

‘’Tıkanma’’ realitesinin taktiksel bir süreç olduğunu tekrar etmek gerekir. Sürecin uzlaşma zemininde neticelenmesi stratejik eğilimdir. Bu eğilim ulusal harekette mevcut olup, AKP açısından da tasfiye amacında kabul gören durumdadır. Öte taraftan Öcalan’ın dört aylık gözleme süreci öngörmesi de sürecin stratejik olarak ‘’tıkanmadığının’’ aleni bir ifadesi durumundadır. Ki KCK adına yapılan açıklamalar sürecin ‘’tıkanmasına’’ dönük belli vurgular yapsa da stratejik olarak silahlı mücadelenin benimsenmediği vurgusuyla da aynı gerçeği ifade etmektedir. 

‘’Tıkanma’’ ya da belirsizlikler ihtiva eden süreçte yaşanan bazı gelişme ya da adımları anlamak, içinden geçilen süreci anlamak ve anlamlandırmak için önemli veriler sunmaktadır.

Sürecin ‘’tıkanmasında’’ birçok neden sıralanabilir fakat bazı nedenler bunlar arasında tayin edici yerde durmaktadır. Örneğin Rojava Kürt yönetimi AKP ile PKK arasındaki somut müzakere sürecinde en büyük anlaşmazlıkların başında gelmektedir. “Tıkanma’’ gerçeği esasta bu konuda yaşanmaktadır. Sınıra duvar çekmekten tutalım da Barzani’nin Amed’e getirilmesine kadar yaşanan gelişmelerin önemli bir kaynağı Rojava konusundaki uyuşmazlıktan ileri gelmektedir. Şivan Perver’in Barzani ile birlikte getirilmesi de Barzani’nin getirilmesinin etkisinin büyütülmesi ve bu bağlamda PKK’ye verilmek istenen mesajın ya da oluşturulmak istenen baskının daha da büyütülmesine dönüktür. Barzani’nin Amed’e getirilmesi elbette manidardır, Amed hasbelkader seçilmiş değildir. PKK’ye Kuzey Kürdistan’ın başkenti olarak görülen Amed’den ve tabii ki Barzani gibi Kürt ulusuna mensup bir lider üzerinden mesaj vermek boş bir hamle değildir. Barzani ve Şivan Perver’in AKP’nin bu oyununa iştirak etmesi ise Kürtler açısından başka bir ironidir…

Kısacası, AKP iktidarı Rojava konusunda geri adım attıramadığı PKK’ye / KCK’ye, “Eğer böyle devam ederseniz ben de Barzani’yi öne çıkarır sizi boşa düşürürüm ve Kürt ulusal sorununda Barzani’yi muhatap alırım’’ demek istedi. Barzani ile yapılan anlaşmaları vb saymazsak, siyasi anlamda verilmek istenen temel mesaj buydu. Kürdistan sözünün telaffuz edilmesi de Barzani rolünün Kürtler içinde öne çıkarılmasına dönük bilinçli bir tercihti, PKK’ye verilmek istenen mesajın bir parçasıydı. Barzani Kürdistan lideri olarak takdim edilmiş oldu ve fiilen Öcalan’ın pozisyonu hedeflenmiş oldu.

Baskının arttırılması için Şivan Perver, Leyla Zana, Osman Baydemir gibi isimler sürece dahil edildi
Amed oyunu, Rojava’ya dönük hesaplardan Güney Kürdistan’ın ekonomik vb anlaşmalarla kontrolde tutulması ve PKK’ye karşı elde edilmiş bir silah olarak kullanılması, Barzani faktörünün öne çıkarılarak PKK / Öcalan’ın etkisinin Kürt ulusu üzerindeki etkisinin zayıflatılması gibi bir dizi burjuva gerici siyasetin sahnesi olmakla birlikte, bu oyunun “tıkanma sürecinde’’ PKK / Öcalan üzerinde bir baskı ve dayatma unsuru olarak kullanıldığı açıktır.

Baskı gücünün arttırılması için Şivan Perver’in dahil edilmesinin yanı sıra, Leyla Zana, Osman Baydemir, Altan Tan gibi isimler de bu amaçla ve elbette bilerek bu oyuna dahil olanlardır, dahil edilenlerdir. Bunlar Barzani’nin Kuzey Kürdistan’daki dayanak-desteklerini temsil eden veya etkisini gösteren aktörler olarak kullanıldı. Ki bu isimlerin KDP / Barzani çizgisinde ya da Barzani yanlısı olduğu bilinmektedir. Ve elbette ki, bunlar Öcalan ve BDP’nin zayıf halkaları durumundadırlar.

Bütün bunlarla yetinilmeyip Ahmet Kaya’nın da dost / kardeş olarak Erdoğan tarafından Amed konuşmasında ölüm yıl dönümü vesilesiyle de olsa güncelleştirilmesi Erdoğan’ın yaptığı siyasi manevralardan bir diğeriydi. Böylece Kürt kitlelerine, sol eğilimli kesimlere hitap ederek bunların da sempatisi toplanmış ve PKK kitlesinden bir kısım daha koparılmış olacaktı. İbrahim Tatlıses’in Şivan Perver ile birlikte sahneye çıkarılması da aynı hesaplardandı. Zira Tatlıses de Kürt’tür ve önemli bir kesim tarafından, en azından hemşerileri tarafından sevilmektedir. Yani Tatlıses de PKK kitlesinden bir kısmını koparan bir aktör olarak sahneye çıkarıldı. Yani PKK / Öcalan’a (Kürtlere) karşı yine Kürtler çıkarılarak mesaj verildi. ‘’Rojava’da geri adım atmazsanız, sizi devre dışı bırakarak sizin dışınızdaki Kürtlerle bu meseleyi hallederiz denmek istendi. Öyle ki AKP iktidarı Amed sürecini her anlamıyla olabildiğince kendi lehine işleterek yaklaşan yerel seçimler sürecinin küçük çaplı fakat büyük yankı uyandıran çalışmasını Kuzey Kürdistan’da da yapmış oldu.

Amed gösterisinin bir özelliği de ekonomik ilişki ve anlaşmalar ayağıydı. Ki bu da siyasi plan ve hedeflerden bağımsız bir şey değildir.

Güney Kürdistan’la ”TC” devleti stratejik ilişkilerini geliştirmektedir

Erdoğan-Barzani görüşmesinde imzalanan anlaşmalarla Güney Kürdistan’ın “TC’’ devletiyle stratejik ilişkiler içinde olmasını veya kalmasını sağlayan derinliktedir. Bu anlaşmalardan bilinenleri, ora petrolünün ‘’TC’’ sınırları üzerinden Avrupa’ya ulaştırılması ve buna uygun ulaşım hatlarının yapılmasını içermektedir. Bu vasıtayla ‘’TC’’nin Güney Kürdistan üzerinde bir kontrol ve etkisinden söz etmek tamamen mümkündür. Ki bu anlaşma ve ilişki Barzani güçlerinin Rojava / PYD ve PKK güçlerine karşı kullanılması ya da bu vasıtayla Kürtlerin önemli bir güç itibarıyla bölünmesini de hedeflemektedir. Zira petrol hattıyla ilgili sağlanan anlaşma stratejik, kalıcı bir ilişki ve işbirliğini koşullamaktadır. Burada bir noktaya dikkat çekelim ki, “TC’’ devletinin Güney Kürdistan’ı doğrudan veya gerçek anlamda kendisine bağımlı hale getirmesinden söz etmek doğru olmaz. Erdoğan ile Barzani arasındaki bu anlaşmanın dolaylı olarak ABD tarafından sağlandığı ve ABD emperyalizminin çıkarlarına uygun olarak ABD’ye bağımlı güçlerin bir anlaşması olduğu unutulamaz. Zira ABD emperyalizmine karşın Barzani’nin böyle bir anlaşma ve ilişkiye girmesi ve aynı biçimde AKP iktidarının da ABD emperyalizmine karşın Güney Kürdistan’da stratejik ekonomik ilişkiler kurması düşünülemez.

Barzani bir Kürt olarak Erdoğan’ın elinde bir maşa olmayı kabul etti

Erdoğan veya AKP iktidarı daha önce hakaret edip aşağıladığı Barzani, Kürdistan’ın lideri olarak ve bizzat Erdoğan tarafından değerli kardeşi olarak karşılanıp takdim edildi. Barzani bunca aşağılanmışlığı unutarak Kürtlere (PKK) karşı AKP / Erdoğan’ın yanında yer almakta sakınca görmedi. Barzani bir Kürt olarak AKP’nin elinde Kürtlere karşı bir maşa olmayı kabul etti. Ancak Erdoğan’ın “beş gün’’ önce kardeşim diye ağırladığı Esad’ı “beş gün’’ sonra düşman ilan ettiği unutulmamalıdır. Şimdi kardeşim diye takdim ettiği Barzani’nin ne zaman düşman ilan edileceği bilinmese de düşman ilan edileceği kesindir…

Barzani’nin Amed’e davet edilmesi ve bu davetin zamanlaması bir rastlantı değildir. Bu başından beri anlamlı bir gerçek olarak bilinendi. Yukarıda söylediğimiz gibi bu davet ve yeri son derece manidar olup PKK / Öcalan’a baskı kurmak ve mesaj vermek amacını taşıyordu. Fakat BDP gibi Kürt siyasi partisi bu durumu anlamak istemezmiş gibi ziyaret karşısında nasıl tavır alacağı noktasında bocaladı, belirsizlik sergiledi vb. Oysa Barzani ve Perver’in neden Amed’e getirildikleri sır değildi. En azından AKP’ye destek verdikleri ve AKP siyasetiyle geldikleri, bunun da geldikleri yer ve zaman bakımından taşıdığı anlamların boş olmadığı açıktır. Ne ki, BDP ne tavır takınacağında bocalamış, kaygı ve çekincelerin etkisinde kalmıştır. Barzani’nin “Barış sürecini’’ PKK ve Kürt ulusu lehine desteklemek için Amed’e gelmediği, bilakis AKP’nin politikalarını destekleme pozisyonunda geldiği açıktır. Kürt cephesinin tavrı da buna uygun olarak keskin olmalıydı…

AKP iktidarı PKK üzerinde ne kadar baskı oluşturursa oluştursun Kürt ulusal sorununda PKK olmadan ya da PKK’yi devre dışı bırakarak istediği sonuca ulaşamayacağını çok iyi bilmektedir. Bundandır ki, bir taraftan PKK’ye karşı oyunlar çevrilip baskı kurulmaya çalışılırken, diğer taraftan PKK’ye hitap eden mesajlar verilmektedir. Örneğin, Erdoğan’ın Amed konuşmasında tüm tutsakların dışarı çıkacağı günlere atıfta bulunan sözleri PKK’nin talepleri arasında ciddi bir yer tutarken, bunun PKK/Öcalan cephesinde tutacağını iyi bilmektedir Erdoğan.

Süreç kısmen PKK’nin aleyhine, AKP’nin lehine seyreden bir durum gibi gözükmektedir.  Ancak AKP’nin iç çatlak ve çelişkileri düşünüldüğünde AKP’nin her şeye karşın zayıflayıp gerileyeceği açıktır. PKK açısından şunu söyleyelim ki, PKK’nin bu noktadan sonra kaybedeceği fazla bir şey yok. Zaten askeri olarak tasfiye olmasını kendisi de siyaseten benimsemektedir. Dolayısıyla tasfiye saldırısına maruz kalması onun daha fazla şey ‘’kaybedeceği anlamına gelmiyor.’’Kısacası PKK’nin de önemli avantajları vardır ve bu avantajlar AKP’nin iç çatlaklarıyla bir arada düşünüldüğünde PKK daha avantajlı duruma geçecektir.

Önceki İçerikDİRENİŞ VE DEVRİMCİ SAVAŞ RUHUNU BÜTÜNLEŞTİRELİM
Sonraki İçerikNesnel şartlara uygun değişim devrimcidir!