Başkanlık sistemi

İktidar kliğinin ön çekişiyle “Başkanlık sistemi” olarak toplumun önüne koyduğu şey,  bir megalomanın hezeyanıyla açıklanamayacağı gibi,  yolsuzluk, hırsızlık ve hukuksuzluğun batağına batmış iktidarın hesap vermekten kaçışın suni bir projesi de değildir. Aksine, girişimcisinin kendisinin de yolsuzluk hırsızlık ve soygun batağındaki görüngüsünün yarattığı yanılsamaya rağmen “başkanlık sistemi”,”TC”   egemen kliklerinin tümünün sahici bir arayışıdır. Sistemin işlemez hale gelmiş olan iktisadi, siyasi ve sosyal ayarlarını yeni baştan yapabilmeye olanak sağlayacağına inandıkları bu yönetme biçimi olduğunu anlamak çok zor olmadığı gibi, aldatıcı “çatışma’dan kuşkuya düşmek de gerçekçi değildir

HABER MERKEZİ (16-01-2017)- Küçük bir el kitabı olarak bütün zamanların en çok basılan ve okuma onurunu da almış olan Komünist Manifesto; “Bugüne kadarki bütün toplumların tarihi sınıf mücadeleleri tarihidir” cümlesiyle başlar. Bu küçük ama bütün bir insanlık tarihini materyalist tarihi perspektifinden süzen kitapçık,  çağının analizi ve gelecek tasarımının sentezini yaptıktan sonra da, aklını kullanmayı öğrenen hiçbir insan, tarihi, bireylerin rolüyle açıklama budalalığı göstermedi.   Yine de Marks’ın zamanından beri kapitalizm, Fransa’da gelmekte olan işçi devrimini bastırma hazırlıklarını sermayenin sınıf karakterine uygun düşen III. Napolyon figürüyle başardıktan beri sermayenin tutumu hep aynı kaldı. 20. Yüzyıl boyunca, kişilikleri “deli” ve akıllı arası bir yerde tanımlanan Hitler ve Musolini örneğindeki figürlerle emperyalist tekeller, I. ve II. dünya savaşlarıyla dünyayı kana ve gözyaşına; ölüm ve yıkıma buladıktan sonra da, aynı araçlarla sömürge ve bağımlı uluslar üzerinde işlerini görmeye devam ettiler. Kapitalizmin emperyalizm aşamasına vardığı süreçten beri sermayenin doğası tüm burjuva özel mülkiyet sistemlerinde devlet aygıtının en sofistike tasarımı olarak faşizm karakterinde uygulanageldi. Kendi yurtlarında yenilgiye uğramış faşizm tecrübelerini, üzerinde, milyonlarca insanın kan izini taşıyan araçlarıyla birlikte Asya, Afrika ve Latin Amerika’nın yarı-sömürge ve bağımlı ülkelerine ihraç ettiler.  Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinden sonra bu geri ülkelerde ard arda iktidar biçimine dönüşen askeri faşist diktatörlükler, özel mülkiyet sisteminin kanlı karakterinin en çıplak dışavurumuydu.  Geri ve bağımlı ülkelerde tek başına  “sahip olmak” eğilimi, sermayeyi, bütün bir toplumu devasa bir itaat taburuna dönüştürme ve bir diktatörün hükmedici emirleri altında içtima etme amacından hiçbir zaman vazgeçirmedi.  Şimdi, Türkiye’de zamanın dili, argümanları ve yöntemiyle pazarlanan;  “istikrar”, “çıkış” ve “refah kapısının müjdecisi” gibi soyut kavramlardan ibaret bir elbise içinde vitrine konulan “başkanlık sistemi” de tarihteki benzerliyle aynı nitelikte olan sermayenin bu en bencil, katı ve kanlı dışavurumudur.

Marks’ın, siyasetle ekonomi ilişkisine getirdiği çözümleme, nasıl ki o günden itibaren kapitalist sistemin hareketine yaklaşımda temel referans olmuşsa bu çözümleme yarı sömürge ve komprador kapitalist Türk sisteminin biriktirdiği ve şimdi bir kaosa dönmüş açmazlarından kurtulmaya çalışırken aradığı “çözümler”de, aynı bilimsel yasanın diyalektiğine bağlı olmaksızın gerçekleşemez: “Tüm siyasal sorunların temelinde iktisadi sorunlar yatar.”  Ve doğal olarak, öte yandan olacak olan da şudur: sorunlu bir iktisadi sistemin çözüm dayatan hiçbir ciddi sorunu da; aynı sistemsel bütünselliği içermeyen bir siyasal müdahale olmadan çözülemez.  Öyleyse hangi ad altında topluma dayatılırsa dayatılsın, gerçekten sosyal çelişmenin ürünü olduğu halde, “toplumsal kamplaşma” görünümü yaratan başkanlık dayatmasını değerlendirirken de referansımız Marks’ın bu ekonomi politik perspektifinden başkası değildir. Olursa da eğer, bu gibi bir yaklaşımla aranacak  “çözüm” ün pratik bir karşılığı bulunmaz.

İktidar kliğinin ön çekişiyle “Başkanlık sistemi” olarak toplumun önüne koyduğu şey,  bir megalomanın hezeyanıyla açıklanamayacağı gibi,  yolsuzluk, hırsızlık ve hukuksuzluğun batağına batmış iktidarın hesap vermekten kaçışın suni bir projesi de değildir. Aksine, girişimcisinin kendisinin de yolsuzluk hırsızlık ve soygun batağındaki görüngüsünün yarattığı yanılsamaya rağmen “başkanlık sistemi”,”TC”   egemen kliklerinin tümünün sahici bir arayışıdır. Sistemin işlemez hale gelmiş olan iktisadi, siyasi ve sosyal ayarlarını yeni baştan yapabilmeye olanak sağlayacağına inandıkları bu yönetme biçimi olduğunu anlamak çok zor olmadığı gibi, aldatıcı “çatışma’dan kuşkuya düşmek de gerçekçi değildir.

Tartışma sahasına sürüldüğü günden beri, “TC” sisteminin kurucu partileri CHP ve MHP nin yürüttüğü muhalefetin özü bir yandan halk kitlelerini aldatmaya yönelikken,  öte yandan da kitleleri bu sistemin kabulüne hazırlama karakterinde bir muhalefettir. Ki buna, sınıfsal konumları gereği, sistemin tadilatından öteye bir temel değişime rıza göstermeme eğilimindeyken, HDP nin içinde fazla etkili de olmayan bir kanadın varlığını eklemeyi de unutmamak gerekir. Gerçeklik öz itibarıyla budur. İşin özü bundan başka olmuş olsaydı, dünyanın başka herhangi bir ülkesinde yaşanması halinde örneğin: Roboski’de olmadıysa; Gezi ayaklanmasından sonra bu iktidar olmazdı.  Kobane’yi sahiplenme ayaklanmasında olmadıysa; 17-25 Aralık büyük soygun, hırsızlık ve rüşvet deşifresyonunda bu iktidar ayakta kalmazdı.  Haziran seçimlerinin verdiği fırsatta olmadıysa; Kürdistan kentlerinin “milli ordu”yla yıkımı ve yüzbinlerin sürüklendiği iç göz ve kıyımdan sonrada bu iktidarın esemesinin bile şimdi okunmamış olması gerekirdi… Görüldüğü gibi süreçler ve fırsatlar, sosyal yasaları boşa çıkarırcasına,  iktidar muhalefet denkleminin çelişmesinde, muhalefetin lehine muazzam fırsatlar sunduğu halde, AKP hükümeti güç yitirmek yerine güç artırdıysa, “TC” sistemin egemen kliklerinin kitlelerin karşısında sahneledikleri “itirazcı” rolün, kapalı kapılar ardında gerçek bir işbirliği olarak yaşanmasının sonucudur.  Daha dün olduğu halde, şu da unutulmuşsa hatırlamaya değerdir:  “kaçak saraya gitmeyeceğiz” diyen muhalefet, kendi seçmeniyle alay ederek diktatör dedikleriyle, yeni kapıda kurulan sahne üzerinde kucaklaştı. Kucaklaşma sahnesi kuruldu.  Ya şu yeni kapı kucaklaşması kime karşıydı.  Daha enteresanı da “Vatan Partisi’nin tavrı değil mi?  “Mustafa Kemalin askerleri” ve komutanlarının örgütlendiği bu partinin Başkanı Perinçek’in yeni karargâhını da merak eden olursa eğer, “kaçak saray”da odasının kapı numarasını öğrenmekte zorlanmaz… Dahası ne olabilir ki!

“Başkanlık sistemi” hangi sorunların çözüm aracı olarak tanımlanır 

Özeti şudur: Türkiye faşist sistemi, Kürtlerin ulusal özgürlük mücadelesiyle yırtıp attığı inkâr, asimilasyon ve sömürge perdesini yamayacak araçlarını tüketti. ABD emperyalistlerinin başını çektiği büyük Ortadoğu projesinin hayata geçirilmesinden itibaren Türk hakim sınıfları, bu projenin eş başkanı sıfatındaki T. Erdoğan’ın rolü nedeniyle, kuzey Afrika ve Ortadoğu’ya kanlı müdahalelerinden bugüne kadar hayata geçirdikleri mezhep savaşlarının tüm hassasiyetlerini bağrına taşıdı ve Ortadoğu tarzı siyaset özelliklerinin bir parçası olma sürecine girdikten beri de sistem, AKP iktidarı eliyle pratik dönüşüme uğradı. MHP liderinin  açık sözlülükle ifade ettiği gibi, fiiliyata tek adamla yönetilmekle geriye dönülmez bir noktaya gelmiş bu sistem değişikliğine uygun düşen anayasal değişim kaçınılmaz oldu.  Ortadoğu’daki diktatörlüklerin sistemini kopya eden AKP iktidarı, Suriye’nin yağmalanması sürecine aktif olarak katılmakla kalmadı, sistemin ürettiği sorunları çözme sürecinde, kanlı olanın dışındaki her tür yöntemi dışarda bıraktı.   İnsanlık tarihinin en kanlı ve kuralsız terör örgütü İŞİD’e verdiği maddi, askeri ve siyasi desteğin yarattığı tepki ve nefreti Kürtlere uyguladığı katliam ve ırkçı söylemle aşmaya çalışan Erdoğan, Kürtlerin “kanma” alışkanlıklarını bir daha tekrarlanamayacak bir kerteye vardırdı.  Ama daha fazlasını da yaptı: Kürtlere uyguladığı sistematik zulüm ve imha yoluyla eski devletle anlaşmayı sağlama alan Erdoğan, yeşil kuşak kadroları olarak birlikte iktidar oldukları Fetuhllah gülenle pasta paylaşımının anlaşmazlığını uzlaşmaz bir kerteye ulaştırdı. Böylece hükümet olduktan itibaren Erdoğan’ı hızla devletin derinliklerine ulaştıran bu klik, sadece Erdoğan’ın değil, yeni sistemin her an silahlı muhalefetine dönüşebilen bir zemine itilmiş oldu. 

Suriye’nin yağmalanmasıyla birlikte gerçekleşen büyük kitlesel göçü,  Türkiye’de mezhep çatışmasına maddi temel oluşturmak üzere demografik bir mühendisliğe dönüştüren AKP devleti,  dinsel kuralları ön palana çıkararak hayat tarzına karşı gerçekleştirdiği yasal ve çevresel baskı üzerinde toplumda ciddi bir kamplaşma oluşturdu. Üretim ekonomisi yerine ikame ettikleri tüketim ekonomisiyle ulusal gelirin bürokratik mekanizmada hortumlanmasına ortam hazırladı. Yolsuzluk, hırsızlık ve rüşvetle karakterize olan AKP hükümeti,  sistemin kuruluş kurgusu içinde sürdürdüğü iktisadi dengeleri bir daha tamir edilemeyecek şekilde tahrip etti. Cumhuriyet” in kuruluşundan 2000 yılına gelene kadarki 80 yılda sistemin uluslararası ilişkilerde tanımladığı temel ittifakların birçoğunu tahrip etmekle sınırlı kalmayan bir istikrarlılıkla içerde de, yeşil sermayeyi iktidara taşıma sürecinde birçok sermaye kliğini sistemden beslenmekten mahrum ederek, klikler arasındaki çelişmenin kırılganlığını arttırdı. Böylece AKP-Erdoğan iktidarı boyunca daha fazla yoksullaşan ve öfke mayalayan halk kitlelerinin iktidar üzerinde yarattığı baskıya sermaye kliklerinin iktidarın devrilmesi yönünde doğacak fırsatları kullanma riskleri eklendi…

İşte bütün bunlar AKP kligi  ile eski Kemalist klik, birbirleriyle derin çelişmelerine rağmen, sistemin bekası için;  bundan böyle Türkiye’de her sabah başka bir şokla uyunmayı koşullayan birbirinden değişik, birbirinden ağır ve birbirine geçişkenlikler ve birinden türemeler de içeren ağır sorunların baş gösterdiği çatışmalı süreçte ancak askeri düzenin yasaları içinde yönetilecek bir devleti ve kan ve barutla korunacak bir sistemi korumak için ihtiyaç duydukları en uygun yönetim olarak başkanlık sisteminden karar kılmışlardır….özetin özeti de şudur ki, Türk egemen sınıflarının sistemi ömrünü doldurmuştur…. Bu sürecin gösterdiği istikamet ezen ve ezilenin Anadolu’da nihai hesaplaşmaya doğru güçlerini yeniden organize etmeye acele edecekleridir…

 

Önceki İçerikDerya Okatan derhal serbest bırakılsın!
Sonraki İçerikOkurlarımıza ve devrimci demokratik kamuoyuna