Bu Öfke Dinmez!

Gerici faşist hâkim sınıf iktidarı ve düzeninin devrimci zor yoluyla yıkılmasının gerekliliğiyle birlikte, devrimi hedefleyen bu sürecin silahlı mücadele biçiminde, devrim ile karşı-devrimin başından beri silahlı savaş içinde olması biçiminde gelişmesini de şart koşmaktadır. Karşı-devrimci faşist zor temelinde yaşanan, her türden demokratik tepki ve muhalefeti bile cani katliamlarla karşılayan, baskı ve saldırganlıkta ölçü tanımayan, kendi yasa ve hukukunu tanımayan bu faşist diktatörlüğe karşı mücadelenin silahlı mücadele ve silahlı eylem dışında ele alınamayacağı, tersini iddia edenlerin objektif olarak burjuva faşist sınıfların değirmenine su taşıdığı kesindir.

 HABER MERKEZİ (22.10.2015)-Gazetemizin 109.Sayısında yayınlanan ‘’Bu öfke dinmze’’başlıklı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz.

Ankara Barış Mitingi’nde kitlesel kıyım amacı ve niteliğiyle planlanarak gerçekleştirilen faşist katliam; demokrasi, özgürlük ve halk düşmanı vahşi bir katliam olarak tarihin utanç sayfalarına geçti. İki canlı bomba ile gerçekleştirilen bu barbar katliamda, an itibarıyla 102 insan yaşamını yitirirken, yüzlercesi de yaralanmıştır. Tedavi aşaması süren yaralılardan durumu ağır olanların hayatını kaybetmesinden endişe edilmektedir. Faşist katliamda ölümsüzleşen demokrasi, özgürlük, devrim savaşçılarını anıyor, onurlu mücadelelerini sahipleniyoruz. Aynı gerekçeyle faşist katliamın bilumum sorumlularını devrimci öfkemizle lanetliyoruz! Öfkemiz acımız kadar büyük!

Kitlesel kıyımla demokratik mücadeleyi kana bulayan bu faşist katliama karşı, büyük öfke seliyle sokakları fetheden kitlelerin devrimci isyanını selamlıyoruz. Yetinilmeden büyütülüp ileri taşınmasının gerekliliğine işaret ediyoruz. Söze sığmayan bu öfke faşizmi boğacak!

Unutulmasın, mazlumların dökülen bu kanı, kanla beslenen faşist düzenin sahiplerini boğacak! Faşist katliamların büyüttüğü bu öfke asla dinmez! Halkın adaleti devrimci eylemin hesap soran gücüyle uygulanacak! Kanla sulanan bu topraklara mutlaka ve mutlaka devrim doğacak!

Vahşi katliam ve çıplak gerçeklerin gösterdiği adres…

AKP iktidarının pervasızlıkta sınır tanımayan koyu bir faşizmle, Kürt ulusu ve ülke halklarına karşı savaş konseptiyle topyekûn bir saldırganlık içinde olduğu altı boş bir tespit değildir. Bu faşist saldırganlık ve savaş konsepti ülke genelinde uygulanan baskı, terör ve katliamlarla sabitken; Kuzey Kürdistan yerleşkelerinde uygulanan sokağa çıkma yasakları, şehirlerin kuşatılarak bombalanması, yakılıp yıkılması, bebek ve çocuk katliamlarına varan azgın katliamların gerçekleştirilmesi, HDP merkez binalarının yakılması, Kürt kimlikleri nedeniyle insanların linç edilmesi, yolcu otobüslerinin ırkçı faşist saldırılara maruz kalması, belediye başkanlarının tutuklanması ile basına dönük baskı altına alınmaya çalışılması, faşizmi resmeden tablodur. AKP’nin barış çağrılarına karşı savaşta ısrar ederek gerçekleştirdiği bu ırkçı faşist saldırganlık; Amed HDP mitingi ve Suruç’ta gerçekleştirilen katliamlar, katledilen kadın gerilla cesedinin çıplak biçimde teşhir edilmesi, başka bir gerilla cesedinin zırhlı araçların arkasına bağlanarak yerlerden sürüklenmesi ve çocukların canice katledilmesi gibi kafatasçı ırkçı faşist katliam ve eylemlerle en barbar, en azgın, en pervasız boyutlarıyla kanıtlıdır.

Bütün bu katliam ve ırkçı faşist saldırganlığa imza atarak, “kökünü kazıyacağız”, “yerle bir edeceğiz” açıklamalarıyla da bu faşist eylemlerini alenen savunup arkasında duran Erdoğan/AKP iktidarının bu faşist karakteriyle Ankara Barış Mitingi katliamını gerçekleştirmekten sakınmayacağı aşikârdır. Dahası bu katliamı gerçekleştirdiği, en azından tetikçiler kullanarak ya da kirli örgütlenmeleri üzerinden gerçekleştirdiği açıkken, katliamdan sorumlu olduğu kesindir. Barış diyenleri PKK’li ilan eden, HDP’yi PKK olarak açıklayıp hedef gösteren, barışa karşı savaşta ısrar ederek bunda çare arayan, savaş üzerine iktidar hesapları yapan, her vesileyle Kürtleri hedef haline getirerek ırkçı Türk milliyetçiliğini kışkırtıp geliştiren, faşist saldırıları teşvik eden AKP/Erdoğan güruhunun bu katliamdan sorumlu olduğu gün kadar açıktır. Katliamla ilgili soruşturma sürecine gizlilik kararı alınması ve katliamla ilgili haberlere yayın yasağı getirilmesi AKP sorumluluğunun bir başka göstergesidir. Şeffaflık yerine gizlilik ve yasak kararları alınarak, katliam, kapalı kapılar arkasında yapılan derin kurgu ve senaryolar temelinde kılıfına uydurulup bir çerçeveye oturtularak AKP’nin sorumluluğu silinmek istenmektedir. Öyle ki, katliam mağdurlarının katliamla suçlanması bile mümkün olacaktır. Bu devlet ve iktidarın elektronik ortamda deliller yaratma, dosyalara koyma, düzmece delillerle yargılama yapma vb. tecrübesine bakıldığında bu tamamen mümkündür. Ki, Davutoğlu ilk açıklamalarıyla PKK’yi işin içine sokma işaretleri vermişti. Bu devlet ve iktidardan her şey beklenir.    

Erdoğan/AKP iktidarı topyekûn bir savaş saldırganlığı başlattı. Tüm baskı ve katliamlar gibi Ankara katliamı da bu savaşın neticeleridir. Bu savaş saldırganlığının bu denli pervasız olacağı beklenmese de, beklenmesi gerektiği bir kez daha açığa çıkmıştır. Kısacası, nasıl bir komplo ve entrika, nasıl bir araç ve nasıl bir kılıf kullanılsa da son tahlilde gerçekler ışığında görülen adres Erdoğan/AKP güruhunun künyesidir. Canlı bombacılar bilindiği halde bunların tutuklanmaması, engellenmemesi AKP iktidarının bu katliama davetiye çıkararak gerçekleşmesini sağladığına dair açık bir kanıttır.

AKP iktidarının, özel olarak da Erdoğan’ın kaderini seçimlere bırakmayacağı sır değildi, seçim hilelerine başvursa da çıkacak sonuçlardan emin olamayacağı ve olmadığı, bu anlamda en vahşi katliamlar pahasına da olsa seçimleri kazanmayı garantilemek istediği, bu şartla yargılanıp suçlu sandalyesine oturmaktan kurtulabileceğinden hareket ettiği bilinmektedir. 7 Haziran Genel Seçimleri’nde HDP’nin barajı aşarak AKP’nin tek başına siyasi iktidara gelmesini ve Erdoğan’ın başkan olmasını engellemesi sonrasında barış-çözüm sürecini bitirerek topyekûn savaş saldırganlığını tırmandıran aynı Erdoğan’ın kendi deyimiyle “milli iradeye” dayattığı 1 Kasım seçimlerini kazanmak için katliamlara başvurması son derece beklenir bir durumdur. Seçimleri kazanma kaygılarıyla burjuva medyaya operasyonlar çekerek bunları terörist ilan eden, gazete ve medya kurumlarını basıp gazetecileri tutuklatan ve fiziki saldırılar yaptıran bu iktidarın, ilerici, demokratik ve devrimci kesimlere karşı daha büyük saldırı ve katliamlar yapacağı ve yaptığı sır değildir.

Ankara Barış Mitingi’nde gerçekleştirilen vahşi katliam, AKP/Erdoğan iktidarının savaş saldırganlığını sürdürme kararlılığına işarettir. Gerici-haksız savaştaki bu ısrar PKK’nin eylemsizlik kararını boşa çıkarmak ve savaşı sürdürmek için bu canice katliama başvurmuştur. Ki katliamın eylemsizlik kararına denk gelmesi rastlantı değildir. Aynı şekilde katliam öncesi Kuzey Kürdistan’da bulunan asker ve polislere verilen “ailelerinizi güvenli yerlere gönderin” talimatı da bir rastlantı değildir. Erdoğan’la aynı resim karesinde Rize’de miting yaparak AKP’ye oy isteyen mafya şefi faşist Sedat Peker’in “oluk oluk kan akacak”, “ırmak gibi kanları akacak ondan sonra anlayacaklar” şeklindeki açıklamaları da rastlantı değildir. Böylesi bir saldırı ve katliamın özellikle HDP ve demokratik güçlerin mitinginde yapılması da rastlantı değildir. AKP’nin güdümündeki iktidar “STK”larının yakın tarihte gerçekleştirdiği yürüyüşler ve mitinglerde böylesi bir saldırının olmaması ama HDP ve demokratik güçlerin gerçekleştirdiği Barış Mitingi’nde bu cani saldırının yapılması tesadüf olamaz! Elbette hiçbir kitle yürüyüşü veya mitinginde bir saldırının yapılmasını istemeyiz fakat tesadüf olmayan bu çelişkiye dikkat çekmek için bu kıyaslamayı yapmanın gerekli olduğu açıktır. Öte yandan (ironi yaparak söylüyoruz), Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun neden daha önce yaptığı gibi Ankara katliamı karşısında STK’lara çağrı yapıp teröre karşı miting yapmadığı özellikle sorulmalıdır.

Erdoğan ve AKP iktidarının kullandığı savaş dili, ırkçı Türk milliyetçiliğini geliştiren dili karşılık bulmuş, ırkçı faşist Türk milliyetçiliği kudurgan boyutlara vararak her türden linç ve katliamın yapılmasını olanaklı hale getirmiştir. Öyle ki, katliamı protesto eden kitlelere, kraldan daha kralcı kesilen bu ırkçı faşist güruhlar saldırarak IŞİD/AKP denkleminde gerçekleştirilen katliama rağmen “Kahrolsun PKK” sloganı atmaktadırlar.

Erdoğan/AKP iktidarı uyguladığı faşist baskı ve katliamlardan çekinmemekte, alenen tiranlık yapıp koyu faşist bir baskı ve terör diktatörlüğü estirmektedir. Bu baskı ve katliamcı terörle korku salıp tüm toplumu sindirmek, demokratik Kürt Ulusal Hareketi ve devrimci mücadeleyi bastırmayı hedeflemektedir. Ancak AKP/Erdoğan iktidarının faşist baskı ve katliam halkaları devasa boyutlara ulaşarak boynunu koparacak kadar ağırlaşmıştır. Hiçbir baskı, zulüm, katliam ve terör bu iktidarı kurtarmaya yetmeyecektir. Ki, mevcut faşist iktidarın bu azgın baskı, terör ve katliamları yaşadığı korkuların ürünü olmakla birlikte, son çırpınışlarını anlatmaktadır. Dahası, ABD emperyalizminin piyonu olarak Ortadoğu’da uygulanan, özellikle de Suriye ve IŞİD bağlamında izlenen siyasetin ülkeyi savaş batağına sürüklemesiyle birlikte, Erdoğan/AKP iktidarının tasfiye süreci anlamına geleceği açıktır.

Erdoğan/AKP iktidarının bilinen hedefler doğrultusunda sergilediği saldırganlık, bu hedefler uğruna her türlü vahşet ve katliama başvurduğu tüm pratiğiyle sabittir. Bu zemindeki somut gerçekler Erdoğan/AKP iktidarının katliamdan sorumlu olduğunu çıplak biçimde ortaya koymaktadır. Bu sorumluluk bizzat bombaları patlatmasını gerektirmiyor. Katliamın yapılmasına yol vermek, katliamın yapılmasını teşvik etmek, katliamların yöneleceği hedefi göstermek ve faşist saldırganlık dili kullanarak algı yönetmek vb. katliamdan sorumlu olmasına yetmektedir. Bu sorumluluğun başka bir göstergesi de, daha önce gerçekleştirilen Roboski katliamı, Sakine Cansızlar katliamı, Amed mitingine dönük katliam, Suruç katliamı, Cilvegözü katliamı ve diğer birçok katliamın sorumlularını açıklamaması, gereken hukuksal süreci yürütmemesi, bilakis katliamların aydınlatılmasını önleme tavrıdır. Katliamları sürece yayarak unutturma veya davalara yayın yasağı getirip belirsizliğe sürerek istediği kıvama getirme ve son tahlilde hiçbir katliamı açıklamadan, hesabını vermeden mahkeme dosyalarına gömerek sorumluları ve sorumluluklarını örtmektedirler. Açık ki, Erdoğan/AKP iktidarı Ankara Barış Mitingi katliamından sorumludur. Hatta bürokratlarını görevden alması da bu sorumluluğun başka bir itirafıdır. Her ne kadar kendilerini kurtarmak için bürokratları kurban etseler de, bunun suçluluk psikolojisi olduğu açıktır.
Katliamın bir numaralı sorumlusu Erdoğan/AKP iktidarıdır

Öyle ki, katliama maruz kalan kitlelere hemen patlama anında, ölü ve yaralılar yerde yatıyorken üzerlerine gaz sıkan-sıktırmaktan geri durmayarak sorumluluğunu tescilleyen faşist bir iktidar gerçeğiyle karşı karşıyayız. Katliamı protesto eden kitlelere saldıran, sivil faşist uzantılarıyla protestolarda bulunan kitlelere saldıran faşist bir iktidardan söz ediyoruz. Bu iktidarın timsah gözyaşları, göstermelik ulusal yas ilanları, iki yüzlülükten öteye, sorumluluğunu gizleme çabasından başka bir şey değildir. Canlı bomba istihbaratı isimleriyle ellerinde bulunmasına karşın hiçbir tutuklama ve engellemede bulunmayan iktidar bu katliamdan kesinlikle sorumludur. Davutoğlu ellerine istihbaratın geldiğini itiraf ederek katliamdaki sorumluluklarını da itiraf etmiş durumdadır. “Makul şüphe” gerekçesiyle keyfi tutuklamalar yapan bu iktidarın ve Davutoğlu’nun, “Eyleme geçmedikleri için tutuklayamıyoruz” savunması özrü kabahatinden büyük bir itiraftır. Anlaşılıyor ki, iktidar, “katliama yol açtı”, “katliam yapsınlar ondan sonra tutuklarız” dedi ve katliama fiilen yataklık yaptı.

Bu iktidarın, katliamın bir numaralı suçlusu ve sorumlusu olduğu çıplak gerçektir. Hatta MİT ve özel örgütlenmesi vasıtasıyla IŞİD gibi piyonları kullanması da tamamen mümkündür. IŞİD ile AKP’nin belli bir anlaşma içinde olduğu eskiden beri açıkken, bu katliamda da bu ortaklıktan söz etmek yanlış olmayacaktır. Yani dolaylı sorumluluktan ziyade doğrudan sorumlu olduğu yabana atılamaz bir gerçektir. Sakine Cansızlar katliamı, Roboski katliamı ve diğerleri aynı zeminde gelişmedi mi? Öyleyse bu katliamlara imza atan iktidarın bu katliamı planlaması da tamamen mümkündür. Erdoğan’ın MİT üzerinden “derin devlet” tabiriyle bilinen katliam ve suç çeteleri temelinde örgütlendiğini bilmeyen yoktur. Devletin tipik örgütlemelerinden olan bu illegal örgütlenmesi bugün Erdoğan’ın elinde özel bir işlev görmektedir ve bu örgütlenmenin işi; komplo, provokasyon ve katliamlar gerçekleştirerek iktidar ya da Erdoğan’ın siyasi ihtirasları doğrultusunda koşullar yaratmaktır. “Suriye tarafına geçip iki roket bu tarafa sallarım” diyen zihniyeti deşifre olmuşken, bugün Ankara katliamını planlamaması düşünülemez. Şimdi Erdoğan’ın “derin devlet yapmıştır” şeklinde açıklama yapması bir gerçeği ifade ediyor ama bu “derin devletin” bizzat Erdoğan’ın “derin devleti” olduğu da açıktır.

Mevcut süreç bir kez daha zora dayalı devrimci yolu zorunlu kılmaktadır

Somut gerçeklerin işaret ederek doğruladığı başka bir sonuç ise; Kürt ulusunun haklı mücadelesine, demokratik muhalefete, devrimci mücadele ve devrimci halk kitlelerine karşı en ağır baskı ve saldırganlık uygulamaktan geri durmayan, faşist terörünü günbegün tırmandıran, halk kitlelerine savaş, gözyaşı ve acıdan başka bir şey vermeyen bu düzenin, bu iktidarın, bu sınıfların devrimci yolla zora dayalı tasfiye edilmesinin zorunluluğu ve bu zorunluluğun hiçbir şüpheye yer bırakmayacak keskinlikte kendisini dayatmasıdır. Yukarıda belli uygulamalarıyla dikkat çektiğimiz bu azgın faşist diktatörlük ve düzenin, silahlı mücadele esasında Sosyalist Halk Savaşı’na dayanan bir mücadele ve devrimle yıkılmasından başka bir yol yoktur.

Gerici faşist hâkim sınıf iktidarı ve düzeninin devrimci zor yoluyla yıkılmasının gerekliliğiyle birlikte, devrimi hedefleyen bu sürecin silahlı mücadele biçiminde, devrim ile karşı-devrimin başından beri silahlı savaş içinde olması biçiminde gelişmesini de şart koşmaktadır. Karşı-devrimci faşist zor temelinde yaşanan, her türden demokratik tepki ve muhalefeti bile cani katliamlarla karşılayan, baskı ve saldırganlıkta ölçü tanımayan, kendi yasa ve hukukunu tanımayan bu faşist diktatörlüğe karşı mücadelenin silahlı mücadele ve silahlı eylem dışında ele alınamayacağı, tersini iddia edenlerin objektif olarak burjuva faşist sınıfların değirmenine su taşıdığı kesindir.

Gerici faşist diktatörlüklerin varlığı silahlı mücadelenin yeterli bir gerekçesiyken, günümüzde derinleştirilerek tırmandırılan ırkçı faşist saldırganlık ve savaş konseptinin kitlesel katliamlar düzeyinde pervasızlaştığı somut şartlar, silahlı mücadelenin ve devrimci savaşın çok daha aleni gerekçelerle kuvvet kazandığını tanıtlar. Bütün bu gerçeklere gözünü kapayarak silahlı mücadele düşmanlığı yapanların iflah olmaz reformist burjuvalar olduğu su götürmezdir. Faşizmin yaşam hakkı tanımadan kitlesel katliamlarla saldırılarını tırmandırdığı günümüz koşullarda, silahlı eylemle hesap sorma bilincinin pratikleştirilmesi her türlü tartışmayı eskiterek büyük bir meşruluk kazanmıştır.

Kitlelerin sokağa dökülmesi, istikrarlı bir tepkinin ortaya konması, demokratik tepkinin tüm topluma yayılması devrimci refleksin bir yanıyken, esas olan silahlı mücadele ve eylemin daha etkili olarak devreye sokulup faşist iktidardan hesap sorması yakıcı bir ihtiyaçtır. Bugün tüm örgütlülük ve güçlerimizle bedel ödemeyi göze alan devrimci bir pratik benimsemekten daha uygun bir zaman ve koşul yoktur.

Olağan koşullarda böylesine vahşi bir katliam karşısında toplumsal bir ayaklanmanın yaşanması gerekirken, gösterilen tepki nispeten sınırlı ve zayıf kalmaktadır. Bu durum toplumun manipüle edilerek aldatıldığını göstermektedir. Nitekim bütün katliamlara ve bu hunharca katliama rağmen kitlelerin büyük bir bölümü AKP/Erdoğan iktidarına yedeklenmiş durumdadır. Hatta katliama rağmen katliam protestolarına saldıran durumdadır. Diğer burjuva partilerin arkasına takılan kitleler düşünüldüğünde ayaklanmaya kaldıracağımız veya öfkeyle ayağa kalkan kitleler belli bir çoğunluğu oluşturmaktadır ki, bu çoğunluk bir ayaklanma hareketi için yetersizdir. Bu kitlenin oluşturduğu çoğunluk katliama karşı gösterilen protestolara katılan kitlelere yakın bir miktardır. Bu durumda zemin uygun olmasına karşın ayaklanmaya kaldırabileceğimiz mevcut kitleler ne yazık ki yeterli çoğunlukta değildir. Buradan çıkan ders şu ki, kitlelere giderek onları örgütleme görevinde daha ciddi bir çaba içinde olmamız gerekmektedir. Uzun vadeli bir devrim hareketini örüp geliştirme stratejisiyle devrimci ayaklanmaya hazırlanmalıyız. Mevcut güç ve hazırlıklarla nesnel koşullar ne kadar uygun olursa olsun başarılı bir ayaklanmaya gidemeyeceğimiz açıktır. Kitleler kazanılmadan ayaklanmanın başarılamayacağı gibi, iktidarlarıyla birlikte gericileri yıkmak da olası değildir. Fakat bu gerçekliğe rağmen kitlelerin sokağa dökülmesi, her alanda bir direniş ve çatışma çizgisinin hayata geçirilmesi gerekli olan devrimci tutumdur. Bunda en önemli görev demokratik, devrimci ve sosyalist güçlerin eylem ve güç birlikleri temelinde hareket etmelerinin sağlanması ve geniş devrimci cephenin oluşturularak etkili bir mücadele pratiğinin sergilenmesidir.

 

 

 

 

Önceki İçerik3 TİKKO gerillası ölümsüzleşti
Sonraki İçerikZindanlar kahkahalarınla yıkılacak!