“Çanlar Kimin İçin Çalıyor”

Katliam politikalarının uygulandığı bu süreçte devrimci ve sosyalist hareketin daha büyük sorumluluklar alarak rol oynaması önemli bir sorun olarak önümüzde durmaktadır. Bu güçlerin ortak zeminlerde ortak eylemlerde bulunması, ittifak, cephe gibi değişik biçimlerde birlikler gerçekleştirmesi sürecin görevlerini göğüslemek için yaşamsal bir ihtiyaçtır. Ve elbette devrimci eylemin sınıf cephesinden daha etkili olarak ortaya konulup devrimci savaşın geliştirilmesi değişmez bir görev olarak bu güçlerin önünde durmaktadır. Unutulmamalıdır ki, devrimci ve sosyalist hareket bir sınavla karşı karşıyadır. Bu sınavda sergilenen faaliyet niteliği, gelecekte söz sahibi olup olmamakla doğrudan ilintili olacaktır!

Yaşanan siyasi gelişmeler Erdoğan/AKP güruhunun yükselme döneminden hızlı bir iniş ve hatta düşüş dönemine geçtiğine işaret etmektedir. Bu güruh için “çanların çaldığını” söylemek çok yanlış olmaz. Yanlış olamaz çünkü geniş yelpazede yaşanan gelişmelerin mevcut ip uçları takip edildiğinde veya bu gelişme halkaları bir araya getirildiğinde kısa vadede olmasa da orta-uzun vadede bu güruhun baş aşağı gittiği görülecektir. Erdoğan/AKP güruhunun içinde bulunduğu ve karşı karşıya kalacağı muhtemel durumu anlamak için hem genel konjonktüre, hem de “içerdeki” şartlara, gelişmelere bakmayı gerektirir.

Gerici savaş batağı bu güruhun çırpındıkça battığı zemindir. Elbette bir dizi etken bu güruhun çöküş yolunu döşerken, gerici savaş realitesi çöküşü hızlandıran ve burjuva manipülasyonlarla önlenemeyecek bir yıkılışın kuvvetli zeminidir. Gerici savaş batağı, Kürt ulusuna karşı yürütülen işgalci, katliamcı ve soykırım saldırganlıkla belli bir karşılık bulurken, esasta da Suriye eksenli savaş zemininde sürüklendiği örtülü savaş batağıdır ki, bu savaşın açık savaş biçimine geçmesi bu güruhun ipinin çekilmesi anlamına gelecektir. Ancak mevcut durumda da bu güruh için çan iplerinin çekildiği söylenebilir.

Kısaca bakarsak; Suriye‘de ABD emperyalizmi ile Rusya emperyalizmi geçici de olsa öngördükleri çerçevede bir ateşkesin sağlanması konusunda anlaşmaya vardılar. Bu anlaşma kalıcı ve köklü bir uyumu ifade etmese de belli konulardaki uzlaşmanın ifadesidir. Rusya ile ABD’li emperyalistlerin sınırlı çerçevede karşılıklı çıkarlar ekseninde göreli anlaşmaya vardılar. Genel bir uzlaşma-anlaşma olmamakla birlikte, Suriye’de iktidar sorununun nasıl biçimleneceği, bu bağlamda IŞİD’e karşı savaş ve Kürtlerin statüsü-Kürt politikası gibi konularda belli bir anlaşmanın sağlandığı söylenebilir. Sağlanan ateşkesin sorunsuz ve uzun vadeli olmayacağı aşikâr. Zira Suriye’deki kaos ve karmaşa orada herhangi bir politikanın kolayca sürdürülemeyeceğinin uygun zeminidir. Ateşkesin ise bu karmaşa ve kaos şartlarına uygun olarak değişik güçlerin provokasyon ve kışkırtmalarına da uygundur. Misal “TC”nin belli işbirlikçisi güçler üzerinden ateşkesi sabote etmesi son derece mümkündür. Elbette salt “TC” açısından değil, birçok aktör veya odak tarafından da aynı koşullar aynı amaçlarla değerlendirilebilir, ateşkes sabote edilebilir… Bir yığın gerici hesap, strateji, çıkar ve gerici gücün mevcut olduğu bu karmaşık ve kaotik şartlarda siyasi istikrarın korunması çok kolay değildir. Ki bunun gerçek sorumlusu doğrudan bu şartları yaşatan emperyalist güçlerdir…

Burada anlatmak istediğimiz şu: Bir; Suriye’de yaşanan bu gelişme esasta Erdoğan/AKP güruhunun Suriye’de oynamak istediği rol açısından boşa düşmesi anlamına gelmektedir. İki; bu gelişmeler bu güruhun gerici politikaları, çıkar ve hesaplarının tersine olan gelişmelerdir. Üç; bu gelişmeler bu güruhun Kürt politikasında emperyalist dünya ile karşı karşıya geldiğini ifade etmektedir. Dört; aynı gelişmeler bu güruhun IŞİD politikası ve bu eksendeki gerici çıkar ilişkilerini baltalayan gelişmeler durumuyla bu güruhu boşa düşürmektedir. Beş ve belki hepsinden de önemlisi; yaşanan gelişmeler bu güruhun gerici hesaplarının suya düşmesinin yanı sıra, büyük bir tecrit yaşayarak emperyalist politikalar karşısında acze düşmesi demektir. Avrupa’ya karşı kullandığı mülteci kartından başka bir kart ve kozu kalmamıştır -ki bu koz da ABD ve özellikle Rusya, İran vb. açısından para etmemektedir zaten. Altı; Suriye ile sınırlarının en azından orta vadede Kürt yönetiminin denetimine geçeceği (esasta geçmiştir) belli olmuştur ve bu güruh bunu önleyemeyeceğini far etmiştir. Kendisi için tehdit gördüğü Kürt yönetimi bu güruhun iradesine rağmen sınırlarında yükselen bir yönetim olacaktır, gelişmelerin gösterdiği budur. Yedi; bütün bunlar toplamında (ve özellikle bu güruhun IŞİD ile ilişkileri nedeniyle) emperyalist dünyanın esasta bu güruhla mesafeli olup yeni partnerlerle iş tutmaya yöneldiği ve daha açık yöneleceği anlaşılmaktadır… Bu anlamda bu güruhu zorlu günlerin beklediğini söylemek abartı olmaz.

Suriye eksenli IŞİD politikası, Kürt politikası ve önemli oranda Esad iktidarına dönük politikalarda tüm dünyayla ve emperyalist aktörlerle karşı karşıya gelerek tecrit yaşadığını, dolayısıyla da akıbetinin iyi olmadığını gören Erdoğan/AKP güruhu bu durumu kotarmak için yeniden IŞİD kartını devreye soktu. Mülteci kartını sınırlı güçlere karşı koz olarak kullanabilen bu güruhun, ABD’den Rusya’ya ve daha geniş dünyaya karşı kullanabileceği kart olmadığından IŞİD kartını devreye soktu. Ki, IŞİD‘in başından itibaren örgütlenip geliştirilmesinde Erdoğan’ın doğrudan rol üstlendiği, gizli ilişkilerinin her alanda sürdüğü bilinmektedir. Bugün de bu zemin üzerinde yeniden IŞİD kartını daha açık biçimde kullanmaktadır. Bütün bu gelişmeler yaşanırken, gerileyerek zayıflayan IŞİD’in devreye girip Tel Abyad’a saldırması bir rastlantı değildir. Erdoğan/AKP güruhunun Suriye’de karşı karşıya kaldığı tecrit ve etkisizlik durumu ile aleyhine yaşanan gelişmeleri bir nebze de olsa önlemek ve emperyalistlere karşı pazarlık gücü elde etmek için IŞİD’i yeniden devreye soktuğu söylenebilir. İşte IŞİD’in Tel Abyad’a yaptığı son saldırının bu zeminde geliştiğini söylemek yanlış olmaz. Bilakis belli bir gerçeği ifade eder. Elbette IŞİD’in saldırısında farklı hesap ve etmenler de vardır fakat Erdoğan’ın önemli bir rol oynadığından söz etmek doğrudur. Ne var ki, Erdoğan’ın bu hesabı ters tepecektir. ABD, IŞİD saldırısına karşı derhal bombalamalara başlayarak sessiz kalmayacağını ve PYD’i “TC”ye rağmen destekleyeceğini açıklamış oldu. Dahası, IŞİD‘in arkasında Erdoğan ve güruhunun olduğunu çok iyi bilen ABD emperyalizmi, bu saldırılarının arkasında da aynı güruhun olduğunu bilmektedir. Bu anlamda Erdoğan’ın bu komploları elbette hanesine yazılarak onun karanlık tünellerde gireceği yolculuğun nedenlerinden olacaktır.

Rusya ise uçağının düşürülmesinden sonra zaten Erdoğan/AKP iktidarına karşı tavrını açıklamış, bu iktidarı hedeflediğini yansıtmıştır. Nitekim geliştirdiği yaptırımlar ve aldığı sınırlı önlemlerle Erdoğan/AKP güruhunu ciddi derecede sıkıştırmış, zora sokmuştur da. Ki, Rusya’nın Erdoğan/AKP güruhuna daha ağır fatura ödeteceği de beklenmelidir. Rusya’ya paralel olarak İran’ın da bu güruhun IŞİDci damarı nedeniyle karşıt pozisyonda olmak kaydıyla ciddi bir rol oynadığı söylenebilir. Kısacası Rusya ile yaşanan “uçak krizi” Erdoğan/AKP güruhuna pahalıya patlayan ve bu güruhu tuzağa düşüren bir stratejinin parçasıydı. Erdoğan/AKP güruhunun etrafındaki çemberin giderek daraldığını söylemek tamamen mümkündür. “Komşularla sıfır sorun” politikasından sıfır komşu realitesine gelme başarısı bu güruhun geldiği durumu resmetmektedir. Bu yalnızlık-tecrit durumu, ekonomik krizden siyasi krize kadar ciddi sorunların temeli durumundadır.

Kuşkusuz ki, ABD emperyalizmi “TC” gibi bir pazarı gözden çıkarmayı tercih etmez. Dolayısıyla stratejik işbirlikçisi durumundaki “TC”ye karşı açıktan bir tavır geliştirmeyi çıkarları gereği benimsemez. Ancak mevcuttaki herhangi bir iktidarı gözden çıkararak yerine başka bir iktidarı tercih edebilir, eder. Özellikle Rusya ile yapacağı anlaşmalar söz konusu olduğunda, bu anlaşmayla Erdoğan/AKP iktidarını geri planda tutarak bu iktidar aleyhine politikalar benimseyeceği açıktır. Ki Suriye eksenli gelişmeler düzleminde IŞİD ve Kürt politikalarında Erdoğan/AKP güruhuna ters politikalar izlediği de bilinmektedir… Dünya hegemonyası uğruna çatışan emperyalist gericiliğin bu kapsamdaki stratejilerinde Erdoğan/AKP iktidarını gözden çıkarması tamamen olanaklıdır. 

Erdoğan/AKP güruhunun Suriye’de sürüklendiği bu gerici örtülü savaş batağından daha da tayin edici yerde duran ikinci gerçeklik ise, Kürt ulusuna karşı amansızca yürüttüğü gerici savaş ve soykırım saldırganlığıdır. Ki, bu saldırganlık bu güruhun çöküşünü hızlandıran en gerçek zemin durumundadır. Kürt ulusunun özyönetim alanlarında lokal direnişlerle ortaya koyduğu büyük direniş bu güruhu acze sokmuş, çaresiz bırakmıştır. Tankı, topu ve katliam mangalarıyla gerçekleştirdiği soykırım katliamlarına, kentleri yerle bir eden vahşete rağmen özyönetim direniş alanlarına esasta giremediği, bu direnişlerin hala sürüyor olması bu güruhun korkularındaki haklılığını gösteriyor. Bu güruhun daha pervasız saldırı ve katliamlara başvurmasının gerçek nedeni de bu korkudur. Daha da önemlisi, bu güruhun açıkladığı gibi direnişin baharda yaygınlaşacağı gerçeğidir ki, bu olasılık bu güruh için tam bir kâbus durumundaki gelişmedir. Baharda özyönetim direniş alanlarının yaygınlaşarak daha büyük boyutlara varacak olan Kürt ulusal direnişi, siyasi istikrarsızlığı derinleştirerek bu güruhun gerçek manada yönetemez duruma gelmesine yol açacaktır. Kürt direnişinin Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci ve sosyalist hareketi tarafından daha etkili olarak desteklenmesi veya bu direnişin öznesi olarak içinde yer almaları önemli bir rol oynayacaktır. Direnişin Kürdistan coğrafyası dışındaki illere de şu veya bu biçimde yansıması, işçi sınıfı hareketinin gelişmesi, köylülerin maden arama ve HES’lere karşı direnişlerinin yükselmesi bu güruhun yönetsel felcine yol açacaktır. Özyönetim direnişinin yaygınlaşmasının yanı sıra, bu şartlarda büyüyen siyasi istikrarsızlıkla birlikte kaçınılmaz olarak derinleşecek olan ekonomik kriz toplumsal muhalefetin gelişmesine yol açarak Erdoğan/AKP sultasına yaşamı adeta dar edecektir. Devrimci koşulların önümüzdeki bu dönem daha da uygun hale gelerek devrimci hareket ve dalgayı geliştireceğinin tüm koşulları mevcuttur. Dolayısıyla büyük kitlesel direnişlerin gündeme gelmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Özellikle Maoist Hareket’in baharla birlikte gerilla savaşı ve silahlı-silahsız mücadele kapsamında direniş içinde daha etkili yer alması anlamlı olacaktır. Kuşkusuz bir dizi devrimci-sosyalist yapı da etkin olarak direniş içinde yer alacaktır. Bu zemin demokratik, devrimci ve sosyalist güçlerin ortak direniş ve mücadelelerde birleşmesi bakımından son derece değerli bir gelişmedir ki, bu gelişmenin siyasi süreçte önemli bir rol oynayacağı muhtemeldir. Her demokratik ve devrimci gelişmenin mevcut gerici iktidarlar aleyhine olduğu düşünüldüğünde ve özellikle de bu gelişmelerin somut siyasi hedefinin Erdoğan/AKP iktidarını alması düşünüldüğünde önümüzdeki sürecin bu güruh için ağır olacağı rahatlıkla söylenebilir.

Haksız savaş koşullarının yarattığı sonuçlara paralel olarak burjuva klik çatışmaları da derinleşmekte, keskinleşme eğilimi taşımaktadır. İktidar pastası üzerine yürütülen dalaş Erdoğan sultasının mevcut otoritesi altında tamamen bu güruh lehine işleyip diğer burjuva klikleri daraltarak imtiyazlarını kısıtlamakta ve bir nevi tasfiyelerini derinleştirmektedir. Kuşkusuz ki, bu durum iktidar güruhu dışındaki sermaye ve bu sermayenin siyasi temsilcileri-partilerinin muhalefetini keskinleştirmektedir. Yeni anayasa ve esasta da başkanlık sistemi burjuva klikler arasındaki çatışmanın aktüel konusu olacaktır ki, daha şimdiden uzlaşmazlık yeni anayasa ve başkanlık tartışmalarına damgasını vurmuş durumdadır. Siyasi iktidarda olmayan burjuva kliklerin hem uluslararası alanda ve hem de Kürt ulusuna dönük katliamlarında teşhir olan faşist Erdoğan/AKP güruhuna karşı muhalefetlerine ara vermeden, bilakis daha etkili olarak muhalefet edecekleri anlaşılmaktadır. Ki bu kliklerin bağlı oldukları emperyalist güçler düşünüldüğünde ve bu güruhun emperyalist güçler tarafından benimsenemez duruma gelip tecrit yaşaması gerçekliği de muhalefetin etkili olup Erdoğan/AKP güruhunun zor günler yaşayacağına işaret etmektedir.

Öte taraftan Erdoğan/AKP güruhunun azgın faşist baskıları toplumsal hoşnutsuzluğu derinleştirmekte, kitlesel patlamalara uygun koşullar yaratmaktadır. Tüm demokratik şartları ortadan kaldıracak düzeyde koyu faşizm ve baskı diktatörlüğünü tırmandıran ve tam manasıyla tek adam sultasını uygulayan bu iktidarın içte geniş muhalefetle tanışması kaçınılmazdır. Nitekim Kuzey Kürdistan’da en barbar katliamların gerçekleştirilmesi, bununla yetinmeyerek milletvekillerinden belediye başkanlarına kadar her düzeyde seçilmişlerin terörist olarak damgalanması, tutuklanması, tehdit edilmesi, gazete ve televizyon kanallarının kapatılması, baskıya maruz bırakılması, gazetecilerin tutuklanıp hapsedilmesi, doğasını koruyan köylülere azgınca saldırılması gibi her alanda uygulanan ağır baskı, diktatörlüğü giderek derinleşmektedir. Bu durumun karşıtını geliştirmesi kaçınılmazken, çığırından çıkan bu baskıların aynı zamanda son çırpınışlar olarak en zayıf duruma da işaret olduğu söylenebilir. Bu gidişatı fark eden ve belli düzeyde rahatsız da olan eski AKP’li kadroların bilinen hareketi de bir tesadüf değil, aksine görülen çöküşe alternatif olarak yeni bir yapının adımıdır. AKP kadrolarının başlatmış olduğu bu hareket de “çanların kimler için çaldığını” anlatmaya yeterli bir veridir. Çanlar mevcut Erdoğan/AKP iktidarı için çalmaktadır. Bilal Erdoğan’a açılan kara para aklama davası, Anayasa Mahkemesi’nin Erdoğan’a rağmen Erdem Gül ve Can Dündar hakkındaki kararı ve hatta Avrupa Parlamentosu ve BM gibi uluslararası kurumların bu iktidara dönük tavır ve uyarıları aynı çanın çaldığına kanıttır. Bunca katliam ve vahşete karşın bu iktidarın daha fazla ayakta kalması veya bu kadar teşhir olmuş bir iktidara daha fazla referans tanınması düşünülemez. Eğer bu iktidar savaş ve insanlık suçlarından ötürü çeşitli düzeylerde yargılanarak ya da zayıflayarak veya bir seçim veya erken seçim ile düşmez ise, kitlesel ayaklanma hareketleriyle düşürülmesi büyük bir olasılıktır. Zaten dinamik olan Kürt Ulusal Hareketi’nin daha güçlü çıkışlarla iktidarı zorlaması mümkünken, buna paralel olarak bir kitlesel ayaklanma hareketinin gelişmesi iktidarını düşmesi için yeterli olacaktır. Bu kez Gezi gibi olmayacak ama Gezi’den daha büyük kazanımlar elde edilecektir. Ne ki, bunun arkasında yine emperyalist stratejiler ve yerli burjuvazi olacaktır.

İşte bu gelişmeler veya süreçte devrimci ve sosyalist hareketin daha büyük sorumluluklar alarak rol oynaması önemli bir sorun olarak önümüzde durmaktadır. Bu güçlerin ortak zeminlerde ortak eylemlerde bulunması, ittifak, cephe gibi değişik biçimlerde birlikler gerçekleştirmesi sürecin görevlerini göğüslemek için yaşamsal bir ihtiyaçtır. Ve elbette devrimci eylemin sınıf cephesinden daha etkili olarak ortaya konulup devrimci savaşın geliştirilmesi değişmez bir görev olarak bu güçlerin önünde durmaktadır. Unutulmamalıdır ki, devrimci ve sosyalist hareket bir sınavla karşı karşıyadır. Bu sınavda sergilenen faaliyet niteliği, gelecekte söz sahibi olup olmamakla doğrudan ilintili olacaktır!

 

Önceki İçerikEmperyalist gerici savaşlara karşı tek panzehir devrimci savaşlardır
Sonraki İçerikGelecek Gericiliğe Emanet, Proleter Devrimcilere Men Edilmiş Değildir!