Çeşitli kırılmalar ve iktidar ihtirasları üzerine!

Açık ki Türkiye demokratik ulusu yöneliminin kırılgan yanları çok fazla gizlenememektedir. Ve yine sistem içi pratik politikalarla demokratik özerkliğe varılamayacağı da yeterince anlaşılamamaktadır. Hatta temsili parlamenter-bürokratik cumhuriyetin bir sonucu olarak T.C.’nin Meclisi üzerinden ise böyle bir özerkliği elde etmeniz ham hayal bir yönelimdir. Aksine parlamento dışı asli mücadele araçları ve yöntemleridir demokratik özerkliğe götürecek yönelim

HABER MERKEZİ (01.07.2015) – 7 Haziran Genel Seçimleri ile birlikte başta koalisyon hükümeti senaryoları olmak üzere güncel siyasal gelişmelere yönelik çeşitli tartışmalar devam ediyor. HDP’nin barajı parçalayarak geçmesi ve önemli sayıda milletvekili çıkararak meclise girmeyi başarmasıyla her şey ama her şeyin “7 Haziran ve önceki süreçteki gibi olmayacağını” iddia edenler bile bulunmaktadır. Soyutlama babında elbette böyle bir yaklaşım doğrudur. Hiç bir şey durmaz, sürekli değişir çünkü sürekli gelişme ve hareket halindedir. Ve hatta an’daki bir durum da an’daki gibi kalmaz anında yani diğer bir an’da değişir. Bundan ötürü Herakleitos “Bir insan aynı suda bir kere yıkanır” sözüyle her şeyin durmaksızın değiştiğini vurgulamıştır. Bir salise sonrasında diğer saliseye geçildiği andan itibaren her şey ama her şey değişmektedir. Fakat bu soyutlama anlamında doğru olmakla birlikte diğer yandan her şeyi 7 Haziran’daki seçim sonuçlarına endeksli tasavvur etmek de bir o kadar yanlıştır. Nitekim 7 Haziran Genel Seçimleri ile birlikte ortaya çıkan sonuç itibariyle aynı zamanda eski ve geride ısrar eden statükoculuğun da bir karşılığı olduğu görülmelidir. Öyle olmasaydı ne AKP % 40, ne CHP % 25, ne de MHP % 16 oy alırdı. Zira hepsinin de toplumda bir karşılığı yani toplumsal temelleri bulunmaktadır. Tıpkı faşizminde bir kitle tabanı ve ruhu olarak içerisinde barındırdığı gibi. Her üç düzen partisine de sadece Türk hakim sınıf klikleri ve onlara mensup bir avuç azınlık sömürücü egemenler oy vermemiştir. Aynı zamanda değişik biçim ve içeriklerde etkide bulunan bizzat halk sınıf ve tabakalarına mensup kesimler de oy vermiştir. Öncelikle bu durumun görülmesi ve yeterince anlaşılması gerekmektedir. Demek ki değişim karşısında statükoculukta direnen ve bu yönlü eğilimler ortaya koyan kitleler de bulunmaktadır ve bizzat bundan dolayıdır ki burjuva düzen partilerine oy vermişlerdir. Yoksa hepsinin kandırıldığı şeklinde bir yaklaşım genellemeci ve kaba bir ele alış olurdu.

Türkiye Partisi!

Mesela 7 Haziran’dan sonra hiçbir şeyin 7 Haziran’dan önceki gibi olmayacağını iddia edenlerin, diğer yandan 12 Eylül askeri faşist darbesinden kalma mevcut (yani 7 Haziran öncesi) sistemi işletecek bir hükümet kurarak ülkeyi yeni çatışmalar içine sürükleyeceğini söylemeleri önemli bir çelişkiyi yani handikabı barındırmaktadır. Bu anlamda her şey eskisi gibi olmayacak derken önceki ve eskide, aynı zamanda statükoda ısrar edenlerin olacağı ve kendilerini dayatacakları hem de güçlü bir şekilde tekçi faşist hegemonyasını sürdürme kararlılığını göstereceği gözlerden kaçırılmamalıdır. Bu durum karşısında orta bir yol olarak HDP’nin de 7 Haziran seçimlerinden başarıyla çıkması karşısında “HDP artık bir Türkiye partisidir” diyerek işin içinden çıkılacağı düşünülüyorsa bunda da önemli bir yanılgı içerisinde olunduğu görülmelidir. Buna paralel Türkiye-Kuzey Kürdistan’a yaklaşık yüzyıldır dayatılan Türk devlet ulusunun 7 Haziran’da çıkan ya da alınan sonuç itibariyle aşılmaya ve yerine Türkiye demokratik ulusunun şekillenmeye başladığına yönelik tasavvurların da yanlış olduğu gerçekliği görülmek durumundadır. Bunu, Türkiye’nin demokratik yeniden yapılanma süreci olarak genellemeler ya da soyutlamalarla ifade etmek de önemli bir kırılmaya işarettir. Her şeyden önce HDP ya da başka özgüllerde olsun bu aşamaya 7 Haziran seçim süreçleri ve yasal-parlamenterist demokratik mücadele yoluyla gelinmemiştir. Esas olarak başta gerilla savaşı olmak üzere illegal ve silahlı olarak verilen can bedeli mücadelelerle birlikte bu başarının yolları açılmış ve diğer mücadele araçlarıyla birlikte tümleştirilip geliştirilmiştir. Şimdi kalkıp bu sonucu Türkiye demokratik ulusu üst kimliğinde birleşen bütün ulusal ve dini kimliklerin kendilerini açıkça ifade ediyor olmaları yönlü atıf ve T.C.’nin 95 yıl önceki “Kurucu Meclis”ine de gönderme de bulunularak bunun Kurucu Meclis olabileceği şeklinde nitelemelere meyletmenin sakınca ve çeşitli sapmaları barındırdığı açıktır. Bir kere Türkiye demokratik ulusu şeklinde ifade edilen tabirde bile Türk ulus gerçekliğinin eşitsiz ve imtiyazlı durumu vardır. Ve böylesi bir üst kimlik vs. tasavvurlarıyla da aslında tekçiliğin yeniden üretimi konseptine tav olma yönelimi olduğu gerçekliği görülmelidir. AKP’nin son olağanüstü kongresinde de Yeni Türkiye, Türkiyelileşme gibi argümanların sloganlaştırılarak bayraklaştırıldığı asla unutulmamalıdır. Bu bağlamda HDP % 10 barajını aştı diye “Artık Türkiye partisi olduk” demek, tekçiliğe yeniden kapı aralayan bir yan taşımaktadır. Bu noktada HDP, Türkiye-Kuzey Kürdistan partisidir dense anlaşılır bir durumdur. Fakat sadece Türkiye partisidir denmesi, hiç kuşkusuz ki içerisinde hakim ve imtiyazlı Türk ulus gerçekliği şemsiyesi altında alt kimlikler olarak Kürdü ve Kürdistan gerçekliğini de bir kenara bırakarak Türkiye partisi argümanıyla düşmanına geri statükoda uzlaşmak için taviz verme yönelimidir. Kuşkusuz ki Türkiye denilirken her şeyden önce bir coğrafya kastedilmektedir ancak böylece içerisinde Türk ulus gerçekliğini de otomatikman kabul etmiş olmuyor musunuz? Hayır, biz içeriğini farklı dolduruyoruz diyorsanız o zaman biçimi ve kavramları da ona göre kullanmanız gerekmiyor mu?  Bu şekilde bir demokratik özerklik perspektifi ve tasavvuru açık ki Türk ulus devlet paradigmasından köklü ve bütünlüklü kopamayarak aslında eski ve geri tekçi statükonun çeşitli reformlarla dizayn edilmesi ya da yeniden yapılandırılarak üretilmesidir. Tabi ki bu konsept yeni bir tanımlamayı gerektirmektedir ancak önceki ya da karşıtından köklü kopamayarak aslında onun reforme edilerek orta bir yerde uzlaşma yönelimidir. Bunun neresinde tekçiliğin her türlüsüne karşı seküler bir gerçeklik vardır? Bunun neresinde tüm dillere, ulus ve milliyetlere, inançlara ve tabi ki inanmayanlara kendi öz iradeleri ve özgüçleriyle gönüllü tam bir demokratikleşme vardır? Aksine Türk sünni İslam şemsiyesi altında bir paradigma söz konusudur ve bunun da çok kültürlülük, tüm farklılıklar ve zenginliklerin eşit ve demokratik bir arada yaşama gerçekliğiyle de uzaktan yakından bir alakası yoktur. Açık ki Türkiye demokratik ulusu yöneliminin kırılgan yanları çok fazla gizlenememektedir. Ve yine sistem içi pratik politikalarla demokratik özerkliğe varılamayacağı da yeterince anlaşılamamaktadır. Hatta temsili parlamenter-bürokratik cumhuriyetin bir sonucu olarak T.C.’nin Meclisi üzerinden ise böyle bir özerkliği elde etmeniz ham hayal bir yönelimdir. Aksine parlamento dışı asli mücadele araçları ve yöntemleridir demokratik özerkliğe götürecek yönelim. Nitekim bunun bilincinde olan Kürt ulusal hareketinden dostlarımız HDP’nin koalisyon hükümetinde yer almasını istemediği gibi düzen partisi olma ihtimalini de bizzat dile getirerek tehlikeyi görmektedir.

Evet, başında cumhurun başı olan Erdoğan’ın yer aldığı devletin ve tabi ki onun şimdiki durumdaki yürütmesi AKP hükümetinin 7 Haziran seçimleriyle ilgili A planı çökmüş yani ağır bir yenilgi almıştır ve şimdiki durumda B planı devreye sokulmuş görünüyor. B planı olarak erken seçime ve orada yeniden çoğunluğu elde ederek tek başına hükümet-iktidar olmaya kilitlenilmiş durumdadır. Ancak bunun gerçekleşmesi ya da oraya varılması içinde şimdiden ülkede ve özellikle de Kuzey Kürdistan’da hayata geçirilen özel savaş konsepti görülmek durumundadır. Son gerçekleşen provokasyonlar, bombalamalar ve özellikle kamuoyuna yönelik bunun üzerinden medya organlarındaki algı yönetimi ve manipülasyonlar ile düğmeye çoktan basılmıştır. Aslında yaklaşık 10 yılı geçen AKP hükümeti-iktidarıyla özel savaş hükümetinin bizzat uluslararası emperyalist sermaye tarafından tesis edilip hükümete getirildiğini daha ilk süreçlerden itibaren vurgulamıştık. Bu durumu çok geçmeden zaten Erdoğan “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’nin eş başkanıyım” demesinden de anlaşılmıştı. Keza tezkere yasaları ve diğer birçok yasal ve yasal olmayan uygulamalarla AKP’nin özel savaş hükümeti olduğu tartışma götürmeyecek derecede netti. Şimdiki durumda da AKP’nin aynı şekilde bir yönelim içerisinde olduğunu vurgulamak isteriz. Nasıl olsa tekçi faşist T.C. egemenlerinin ellerinde oyun kartları çoktur ve bu düzlemde ihtiyaçları temelinde her gelişen somut ve özgün sürece ve objektif koşullara göre kartları oynama durumundadırlar. Zira Osmanlı’dan T.C.’ye ve bugünlere tekçi faşist egemen sınıflar ve hakim sınıf kliklerinde oyun çoktur. Ancak ezilen ve sömürülen kitlelerin gerçek devindirici ve alaşağı ederek alt üst eden devrimci gücü tekçi faşist T.C.’nin oyunlarını bozacak niteliktedir. Ne diyelim gerçek kahraman halk kitlelerinin tüm tekçi paradigma oyunlarını daha fazla bozması bilinci ve yönelimiyle hareket etmek yeğdir.                     

Önceki İçerikAVUCUN GÖZYAŞLARI
Sonraki İçerikKavramlar ve sınıf mücadelesi