Sınıf mücadelesinin iddialı bir aktörüyüz ve bu zeminde, yani sınıf mücadelesi kapsamında konuşup tartışıyoruz. Bireysel bir kavgamız yoktur, olamaz! Sınıf niteliği taşıyan bir kavgamız vardır ve bu kavga zemininde karşımıza dikilen her engeli, sınıf kavgamızın bir parçası, bir görevi ve hatta zorunluluğu olarak önümüzden kaldırmak durumundayız. Bizler buna yükümlüyüz. Ve bu, anlaşılmak zorundadır. Devrim bir oyun, bir eğlence, bencil egoların uğraş alanı değildir. Devrimci örgüt kendisini korumadan, devrimi koruyamaz.

Kendini savunmak herkese haktır. Saldırıya yanıt vermek herkessin meşru müdafaa hakkı olarak bakidir. Bunda anlaşılmayacak bir şey yoktur. Meseleleri bağlamından kopararak başka şeylerle alakalandırmak ise, eğer bir “melek” naifliği taşıyan biri değilse, alakalandırana has bir “kötü fend” işidir.

Doğru normlara ve devrimci teamüllere uygun davranmak, bireyleri muaf tutup kurum ya da kolektifi bağlayarak sorumluluk altına alan bir şart değildir. Kimseye imtiyaz tanımadığı gibi, herkese eşittir ve tek tarafa yönelik kast taşımaz. Bilimsel norm ve devrimci değerlere karşı kurumsal kimliklerin olduğu gibi, bireylerin de uymasını içerir bu sorumluluk. Sıfatı, ünvanı, niceliği ve niteliği ne olursa olsun, demokratik haktan yararlanan herkes sorumluluklar taşıma bakımından da bu demokrasi karşısında eşittir. Kimse imtiyazlı değildir, ayrıcalık istememeli, beklememelidir de.

Kimse bizden bize hakaret edenlere, bize meydan okuyanlara ve bize saldıranlara karşı alicenap davranmamızı, eli-kolu bağlı oturup beklememizi istememeli, en azından şimdiden sonra beklememelidir. “Biri bana saldırırsa, ben de ona saldırırım!”

Bize her türlü aşağılık saldırıda bulunanlara ve küstahça meydan okuyanlara karşı, son derece anlaşılır ve meşru yollardan savunma geliştirip karşımızdaki niteliğe uygun demokratik tavır geliştirmemiz ne fazla ne ileri ve ne de aşırı bir tutum olarak değerlendirilebilir. Hesaplaşma çağrısıyla meydan okuyanlara, “kabulümüzdür” diyerek yanıt vermemiz, kendi savunmamızı yapacağımızı ilan eden ve bu saldırılara kayıtsız kalmayacağımızı beyan eden tutumumuz, kaba baskıcı tutum olarak çarpıtılmakta veya kimi yoldaşlarca yanlış yorumlanmaktadır. Peki bu saldırılar karşısında ne yapmamız önerilmektedir? Ne diyelim ne yapalım? Biz, bize yapılan saldırılara karşı tavır geliştiriyoruz. Saldıran biz değiliz; bize saldırıları yoluyla bizi muhatap edenlerdir. Hesap sorulacaksa saldırganlara sorulmalıdır, meşru müdafaa refleksi gösterenlere değil.

Bize adi küfürler etmekten sakınmayan, aşağılık damgalamalarda bulunmaktan geri durmayan, yapılabilecek en ağır saldırıları yapanlara, “buyurun beyler sizleri içeriye alalım”, “hoş geldiniz başımız gözümüz üstünedir yeriniz” mi diyeceğiz? Hayır diyemeyiz, demeyeceğiz. Ve kararlıyız, boş meydanlarda bize saldıranlara meydan tanımayacağız. Zira biz, meseleyi sınıf mücadelesinin bir parçası olarak mütalaa ediyoruz. ‘’Bırakınız yapsınlar, bırakınız etsinler’’ demeyeceğiz. Ağır saldırılarla karşımızda pozisyona alan her kim nasıl davranıyor ve bununla nasıl davranacağımızı koşulluyor ise, o kimseye ve kimselere öyle davranmaktan geri durmayacağız! Bunların altını bir kez daha çizmiş olalım ki, düşman saldırılarına paralel gelişen saldırılara sesiz kalma uyuşukluğuyla yıkıcılığı es geçen dönemini kapattığımızı herkes bilsin.

Devrimci değerleri koruyan bir ciddiyetle irademizi ortaya koyacağız!

Bir tek haksızlık yapmadan, devrimci olmayan tek bir yönteme başvurmadan ama devrimci değerleri koruyan bir ciddiyetle irademizi ortaya koyacağız. Bununla yanlış bir şey mi yapmış olacağız? Hayır, bilakis herkese özgü olan hakkı biz de kullanmış olacağız: Hepsi bu.

Ne ki, bu temel ve genel siyasetimize egemen olan bir boyut değildir. Sadece ifade ettiğimiz nitelikteki unsurlara dönük bir iradedir. Örgüt dışında olan ya da örgüte olağan eleştiriler yürüten, örgütle belli bir siyasi ahlak içinde ideolojik mücadele yürüten, farklı fikir ve örgütsel tutumlarla objektif olarak karşımızda görünen ama dost olan, ama saldırgan olmayan hiç kimse irademizin ve eleştirilerimizin hedefi-muhatabı değildir, olamaz da. Biz dostu da düşmanı da iyi tanır, ayrıt ederiz, kimsenin kuşkusu olmamalı. Sadece, örgüte karşı düşmanca eğilimler taşıyan, dostluğa sığmayan ağır saldırı, küfür, hakaret, karalama, teşhir, deşifrasyon yapan ve dahası bu niteliğiyle meydan okuma cüretinde bulunan adresler muhataptır.

Dolayısıyla, genel siyaset ve somut yönelimimiz; örgütten ayrı düşen, kopuk kalan, kalmak zorunda bulunan, demokrat veya devrimci kalan, en azından temiz, dürüst ve halkın değer yargılarına uygun yaşayan eski-yeni her yoldaşla, her dostumuzla ve bizle hareket etmek isteyen herkesle birleşmeyi benimseyen kazanma ya da birleşme eksenlidir. Kazanma siyasetimizin temel ayaklarından biri budur. Mümkün olan ve uygun kıstaslar taşıyan ve elbette isteyen her yoldaşla ve tabanımızla birleşmek, bünyemizi genişleterek büyütmek temel siyasetimiz ve somut görevimizdir. Basit gerekçe ve sorunlar nedeniyle gözden çıkaracağımız, kaybedeceğimiz bir tek yoldaş olamaz, yoktur. Örgütlü-örgütsüz her yoldaş değerlidir, değerimizdir. Bu siyaset ve anlayışımızdan kuşku duymak, bizleri tanımamak, yanlış yorumlamak ve hatta haksızlık yapmaktır.

Temel meselemiz, birliğimizi geliştirmek, büyütmek, yoldaşlaşmaktır. Her yoldaşla, uzakta yakında kalmış her devrimci dinamikle, devrimci olan her grup ve bireyle birleşme iradesi ve ısrarı gösterdik. Bundan bir adım geri atmış, siyaset yönelimimizden vazgeçmiş değiliz. Devrimcilere karşı hoyrat olma, pervasız davranma, öteleyici olma tavrı benimseyemeyiz, benimsemedik de. Her devrimci bizdendir, her yoldaş bizimdir, bilinciyle hareket ettik; edeceğiz de. Örgütün somut görevler planlamasında, yoldaşlarla, devrimcilerle, dışarda kalmış eski-yeni yoldaşlarla, en geniş tabanımızla ilişkilerin kurulup birleşmenin sağlanması görevi yer almaktadır. Bu gerçekliğe karşın, kaba, sekter, yıkıcı ve öteleyici davranmamız düşünülemez, düşünülmemelidir. Devrim ve parti kaygımız siyasetimize, davranış ve yönelimimize yön veren kaynaktır. Bağlayıcı değerde kesin ilkelerimiz vardır ve biz bunlardan şaşmayız, şaşmamalıyız.

Bugüne kadar, birleştirici, kavrayıcı ve kucaklayıcı olma ve birleşme adına kabul edilemez ve sindirilemez hakaret ve saldırılara maruz kaldık. Esasta liberal denilebilecek yaklaşım ve tutumlarla esnek ve sesiz kaldık. Partiye çete diyen değersiz kişiliklere, partiye iftira atan ve partiyi karıştırarak bölmek isteyen bilumum yıkıcılara karşı bir tek kaba ve sekter tutumda bulunmadık. Aksine liberal diyebileceğimiz tavır ve yaklaşımlarla geçiştirdik. Rencide eden tek bir davranış, kaba bir tavır almadık. Esasta doğru yaptık. Fakat doğrunun tamamını değil, yarısını yapıp yarısını yapmadık…

Peki ne oldu? Saldırılar, teşhir, deşifrasyon, karalama, yıpratma, hakaret ve küfürler çığ gibi büyüdü. En geniş özgürlük içinde kuşatıcı bir etkiye dönüştü. En önemlisi de enerjimizi heba etti, örgütsel güçlerimizi kemirerek ideolojik-kültürel-örgütsel tasfiyecilik ve erozyon üretti. Kalemi eline alan ya da klavyenin başına geçen örgüte sayıp saydırdı, kadrolarımızı hedefe koyarak düşman saldırılarına açık hale getirdi ve bu da ciddi bir güvenlik sorunu olarak bize döndü.

Bir kez daha soralım; ne yapalım? Biz, örgütü, devrimci normları, devrimi, devrimci değerleri, elbette devrim ve partiyle birlikte, kadrolarını da korumak istiyoruz. Bu fazla mı, yanlış mı? Bizden istenen nedir? Bu korumayı bize fazla görenler ne yapmamızı istiyor?

Kuşkusuz ki, seçici olacağız ve olmak durumundayız. Eleştiri normu taşıyan eleştiriler saldırı değildir. Bu normlarda eleştiri yürüten veya ideolojik mücadele yürütenler saldıranlar değildir. Hata yapan yoldaşlar aynı kategoride olamaz. Her yanlış davranış aynı potaya koyulamaz. Öte taraftan, kavrayış sorunundan yanılgıya düşüp etkilenen veya yalan ve manipülatif bilgiler nedeniyle bu saldırı furyasından etkilenerek hataya düşen, yanlış yapan yoldaşlar ve taraftarlarımız asla eleştirilerimizin hedefi değildir. Çünkü bu tutumlar saldırı mekanizmalarıyla bir ve aynı değildirler. Çeşitli sebeplerle hata yapan ya da yanlışa düşen yoldaşlarla asla bir hesaplaşma içinde olamayız, bunlar alacağımız tutum ve eleştirilerimizin muhatabı değildirler. Bu yoldaşlara karşı her zaman birleşme perspektifimiz vardır, geçerlidir. Ve bu yoldaşları kendi dışımızdakiler-karşımızdakiler olarak telakki etmemekteyiz.

Varlığını örgüte saldırma üzerinden biçimlendirip sürdüren, hiçbir bağlayıcı kural ve etik tanımayan, hakaret ve saldırıda sınır bilmeyen, sistemli olarak ve iflah olmaz biçimde örgüte saldıran yaklaşımlar hoş görülemez, bir hak olarak değerlendirilemezler. Ve özellikle, bilinçli olarak, hatta doğrudan niyetli olarak davranan, aynı zamanda siyasi bir iddiası olmadığı halde, örgütü dağıtıp yıkmaya yönelen, bunun için uğraşan, bunda hiçbir fırsatı kaçırmayan, yalan ve üretilmiş bilgilerle karışıklık ve kaos yaratma peşinde koşanlar, uluorta yerde örgüte karşı bayrak açma ve tanımama tavrını teşvik ederek propaganda edenler, “çatlaklara” oynayarak kışkırtıcı ve karıştırıcı görev üstlenenler asla ve asla anlayışla karşılanamazlar. Bize ‘’savaş’’ açanlara “savaş” açıyoruz; Buna rağmen muğlaklık yaratarak hedef saptırmaya çalışanlar; aradan sıyırmak umuduyla yoldaşları örgütle karşı karşıya getirmeyi deneyebilir ama bu çabanın dolduracağı bir kap kalmadı artık bunu da bilmeliler.

Önceki İçerikDevrim ile Karşı Devrim Arasındaki Mücadelede Rüzgar Devrimin Lehinedir!
Sonraki İçerikHBDH: Hepimiz Hrant’ız Hepimiz Ermeni’yiz