Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve sonuçları üzerine notlar!

Erdoğan bu seçimlerle salt cumhurbaşkanlığı koltuğunu kazanmadı, aynı zamanda başkanlık sistemine giden taşları da döşedi. Hatta “çözüm-barış sürecinin” daha etkili yürütmenin avantajlarını, Gülen Cemaati’yle mücadelede daha sağlam mevziler edinme olanaklarını ve düzeni gerici sınıf ve iktidar çıkarların temelinde yapılandırma bağlamında da bir dizi avantaj sağlamış ve kazanmış oldu

Cumhurbaşkanlığı seçimleri bildik sonuçlarla tamamlandı. İster seçim hileleri olsun, ister adaylar Erdoğan lehine eşitsiz koşullarda yarışsın ve isterse muhalefetin çatı adayının isabetsiz tespit edilmesi olsun son tahlilde Erdoğan ‘halk tarafından seçilerek’ cumhurbaşkanı oldu. Onu aşkın burjuva düzen partisinin ortak muhalefeti, yenilgisini izah etmek için dillendirdiği bu itirazlarına karşın, Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını meşru görerek kabullendi.

Yukarıda belirtilen eşitsiz yarış koşulları, rüşvet ve parayla oy satın alma, seçim-oy hileleri vb vs tüm gayrimeşru politika ve pratikler bir gerçekti. Ancak Erdoğan yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık, sömürü, baskı ve nihayetinde faşist sınıf karakteriyle gerici dünyanın parçası olma özellikleriyle asla meşru bir cumhurbaşkanı değildir. O, öncelikle yargılanmak durumundadır. İktidar gücüyle yargılanmasını engellese de onun suçlu olduğu her bakımdan açıktır. En önemlisi de açık bir halk düşmanı olmasından ötürü hiçbir sıfatıyla meşru olamaz. Ancak köhnemiş ve kokuşmuş burjuva düzende bundan başka bir uygulama da beklenemez. Dahası, sadece Erdoğan değil, diğer faşist düzen partileri ve liderleri de Erdoğan gibi meşru değil, olamaz. Hepsinin ortaklaştığı payda faşist sınıf temsili ve niteliğiyle halk düşmanlığı gerçekliğidir… Burada önemle bir parantez açmalıyız ki, Selahattin Demirtaş bütün bu tartışmaların dışındadır. Zira O’nu düzen partileri ve sınıf temsilcileriyle kesinlikle ayrı nitelikte değerlendirmekteyiz. Seçimlere girmiş olması onun sınıf niteliğini asla değiştirmez.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ortaya koyduğu bazı sonuçları sıralarsak; bunların başında seçimin tutarlı sonucu olarak bir cumhurbaşkanı seçilmiş oldu. Seçilen cumhurbaşkanının Erdoğan olması şaşırtıcı veya sürpriz değil, bilakis beklenendi. Erdoğan bu seçimlerle salt cumhurbaşkanlığı koltuğunu kazanmadı, aynı zamanda başkanlık sisteminin taşlarını da döşedi. Hatta “çözüm-barış sürecinin” daha etkili yürütmenin avantajlarını, Gülen Cemaati’yle mücadelede daha sağlam mevziler edinme olanaklarını ve düzeni gerici sınıf ve iktidar çıkarların temelinde yapılandırma bağlamında da bir dizi avantaj sağlamış ve kazanmış  oldu. Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanmış olması tek adam diktatörlüğünün daha sağlam tesis edilmesi anlamına da geliyor. Aynı zamanda daha fazla baskı ve sömürü, daha fazla gerici yaşam ve kültür dayatması vb vs anlamına da gelmektedir…

Erdoğan AKP’nin başından cumhurbaşkanlığına geçerken, aslında AKP’nin liderliğini bırakmış değildir. AKP’nin başına ve başbakanlığa getirilen Davutoğlu’nun beyanları ve Erdoğan’ın Davutoğlu’nu tercih etmesinin nedenlerini açıklayarak ona yüklediği görevlerden, yine Davutoğlu’nun Erdoğan’a bağlılık konuşmaları ve onun davalarının lideri olduğunu açıklaması vb vs her şey göstermektedir ki, Erdoğan Davutoğlu şahsında temsil edilecektir. Erdoğan’ın gizli de olsa başbakandan bakanlara kadar tüm hükümeti belirlemesi hükümet üzerindeki otoritesini ispatlamakta, göstermektedir.

Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesi başkanlık sisteminin yolunu açtı

AKP ve hükümetin başına getirilecek kişinin tayininde yaşananlar AKP içinde belli huzursuzlukların olduğuna da ışık tuttu. Abdullah Gül’ün siyasete-AKP’ye yönelik açıklamasına karşın, Erdoğan’ın Gül’ü devre dışı bırakan AKP kongresi tarihini saptayarak açıklaması bu iç çelişkinin en bariz görüngülerdendi. Ağlayan bakanın (B. Arınç’ın) “yeni yetmelere” dair konuşmaları ve verilen yanıtlar başka bir göstergeydi…

Buna karşın ve hatta Erdoğan AKP’nin başından giderse AKP zayıflar öngörülerine karşın, AKP esasta gücünü koruyacak ve özellikle ‘’çözüm-barış sürecini’’ geliştirmesiyle bu gücünü-pozisyonunu sağlama alacaktır. AKP, “Çözüm-barış sürecinde”  atılacak adımlara koşut olarak Kürtlerin önemli bir oyunu da alacaktır. Dolayısıyla AKP ve Erdoğan yol haritasını hiç de kadere bırakmadan belli düzeyde güvenceye almış durumdadır. Elbette Erdoğan’ın ayrılması AKP’de belli bir erimeyi ve zayıflamayı gündeme getirecektir ancak bu güç kaybı belirleyici olmayacaktır. AKP’nin politikaları ve muhalefetin gerçekliği göz önüne alındığında Erdoğan’ın AKP eliyle başkanlık sistemini getirerek başkanlık koltuğuna oturacağı şimdiden görülebilir bir durumdur. Ancak bunun kesin bir yargı olduğu söylenemez. Tersi gelişmelerin yaşanması da muhtemeldir… Fakat bir kez daha altını çizmekte fayda var ki, Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı ve muhtemel olan başkanlığı dönemi baskıların derinleşerek sürmesi, sömürünün azgınca devam etmesi, toplumsal yaşamın renk değiştirmesine kesinlikle sahne olacaktır. Erdoğan ve AKP yerine başka bir düzen partisi ve liderinin gelmesi de kuşkusuz tersi gelişmelere tanıklık yapmayacaktır. Ancak Erdoğan ve AKP’nin tüm muhalefete karşın yenilmemesinin ürünü olarak kendisini güvende ve güçlü hissetmesi onun daha da pervasız olmasına yol açacaktır.

Diğer bir sonuç ise seçimlerin muhalefete yansımalarıydı. Muhalefetin halkın karşısına çıkacak yüzü kalmadı dense yanlış olmaz. Zira 15 partinin ortaklaşarak çatı adayı çıkarmasına karşın seçimler bu muhalefet için hezimet oldu.

CHP içerisindeki muhalefetin yok sayılamayacağı anlaşıldı

Erdoğan/AKP karşısında defalarca yenilgi alarak acze düşen muhalefet, CHP/Kemalist klik şahsında da olsa iç tartışmalara boğuldu. Nitekim CHP içindeki muhalefet olağanüstü kongre çağrısı yaparak açıktan muhalefet yürüttü. Muharrem İnce liderliğinde ifade bulan ve arka planında Baykal gibilerinin olduğu muhalefet, Kılıçtaroğlu’nun “resti görerek” olağanüstü kongreye gideceğini açıklamasıyla istediğini ilk etapta elde etmiş oldu. Ne var ki, kongrede genel başkanlık anlamında istediği sonucu alamayarak yenilgiyi kabul etti. Ancak muhalefetin gücünün yok sayılamayacağı da ortaya çıktı. Nitekim Kılıçdaroğlu’nun listesi delinebildi. Ve Kılıçtaroğlu CHP içindeki muhalefeti tehdit ederek bunları partiden temizleyeceğini ifade etti… Eklemek gerekir ki CHP içindeki muhalif kanadın cumhurbaşkanlığı seçimlerinde çatı aday için çalışmadığı yine muhalefet tarafından alenen kabul ve ifade edildi. Bu, sonucu değiştirmezdi ama CHP’nin iç durumu için bir işaretti.

CHP’nin tüm söylemine ve hatta Kılıçdaroğlu’nu olumlu değerlendirerek yanılsamadan kurtulamayanlara karşın, Kılıçdaroğlu’lu da olsa ve onun liderliğindeki politikalarıyla CHP’nin ne kadar sağ ve faşist bir parti olduğu bu seçimler döneminde bir kez daha açığa çıkmış oldu. Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı için gösterdiği adayın tüm niteliği, MHP başta olmak üzere gerçekleştirdiği ittifak, seçim çalışmalarında yaptığı kurt işareti, bu niteliğin sadece bir iki göstergesiydi.

Kürt cephesi tarihi boyunca en yüksek oy oranına ulaştı

Öte taraftan MHP’de de kendi açısından olmak kaydıyla benzer gerekçelerle belli çatlaklar gündeme geldi. MHP, CHP gibi kuvvetli bir iç tartışma veya muhalefete sahne olmadı. Ancak çatı aday ve ittifaklar politikası vb, MHP’de de belli hoşnutsuzluklara yol açtı. Bu hoşnutsuzluk MHP’de belli erimelere yol açabileceği gibi, iç muhalefetin boy göstermesine de varabilir.

HDP cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gösterdiği adayı Selahattin Demirtaş şahsında, önemli bir başarı elde etti denebilir. Aldığı oy oranı Kürt cephesinin tarihi boyunca aldığı en yüksek orandır. Bu başarı Kürt cephesine cesaret ve moral verirken, Selahattin Demirtaş’ın nezaketen de olsa Erdoğan’ı alkışlaması dışarıdan da olsa müttefik kesimler arasında ciddi eleştirilere neden oldu. Demirtaş’ın seçimler sürecindeki performansı AKP ve Erdoğan’a yönelik eleştirilerde de pozitifti. Fakat Erdoğan’ın ayakta alkışlanması başarılı süreci baltaladı denebilir. HDP’nin seçimlerde ve önümüzdeki seçimlerde de AKP iktidarıyla yürüttüğü “barış-çözüm sürecinin’’ yükümlülükleri altında hareket ettiği-edeceği açıktır. Bu, Kürt cephesinin en zayıf halkası olarak rol oynamaktadır. “Barış sürecinin olumlu ilerlemesi” adına AKP ve Erdoğan’a karşı ılımlı bir seyir izlemesi, “barış-çözüm sürecine” olumlu katkılar sunsa da onu zayıflatan halka olarak da rol oynayacaktır.

HDP’nin/Kürt cephesinin “barış süreci” bağlamında kendi hedefleri doğrultusunda politikalar izlemesi anlaşılırken, bu politika veya sürecin doğru olup olmadığı ayrı bir tartışmadır. Ki, tartışma da bu noktalarda gereklidir. Elde edilecek kısmi haklar vb uğruna faşist bir iktidarın meşrulaştırılması ve onunla uyumlu ilişkiler içinde olunması, stratejik açıdan zayıflatıcı bir realitedir.

Boykot tavrının ne kadar isabetli olduğu ortaya çıktı

Bir diğer nokta da sandık başına gitmeyenlerin dikkate değer oranıdır. Ki bu oranın, boykot tavrının ne kadar isabetli olduğunu ortaya koyduğu söylenebilir. % 25’lik bir kesimin sandıklara gitmemesi elbette çeşitli sebeplere bağlıdır. Bilinçli bir boykottan vb söz edilemez. Sandığa gitmeyen bu kesimlerin, çeşitli gerekçelerle sandığa gitmediği açıktır. Ancak açık ki, büyük bir bölümünün düzen partileri ve onların adaylarından umutlu olmayıp bir beklenti taşımadığı belirtilmesi gereken önemli bir gerçektir.

Sonuç olarak; Cumhurbaşkanlığı seçimleri pek tabii olarak burjuva düzen partileri arasındaki iktidar dalaşına sahne oldu. İktidar kliği iktidar avantajlarını da kullanarak muhalefeti yenilgiye uğratarak bir adım daha atarak hedeflerine yaklaştı. İktidar kliğinin kendi hedeflerine doğru bir adım daha atma imkanı yakalaması sadece Kemalist kliğin “bunalıma” sokulması veya daha da zayıflatılması anlamına gelmiyor, aynı zamanda halk kitleleri üzerindeki faşist diktatörlüğünü “halktan destek alarak” daha azgınca yürütmesi anlamına gelecektir.

Komünist ve devrimci hareketin mütalaa etmesi gereken temel halka, devrimci halk kitlelerinin nasıl örgütleneceği, bu gerici düzenden nasıl kurutulacağının pratiğidir. Daha somut olarak da, önümüzdeki seçimlerin daha sağlıklı ve iyi değerlendirilmesidir. Gerici faşist iktidarın yıkılmasında her bir mücadele biçimi ve yönteminin kavranıp bilince çıkarılması şarttır. Devrimci güçler arasında ittifakların yaratılıp geliştirilmesi ve militan devrimci çizginin yükseltilmesi hayati bir meseledir. Devrimci alternatif yaratılmadan burjuva muhalefetle sonuç almak mümkün değildir.

 

Önceki İçerikSARAYLARINIZI BİR GÜN MUTLAKA BAŞINIZA YIKACAĞIZ
Sonraki İçerikDevrimci savaş ve örgüt bilinci üzerine