Değiştirme eylemi olarak devrim bilinci!

Devrimin kendisi değiştirme eylemi olduğuna göre, devrimci ve devrimcilik kaçınılmaz olarak değişimi tanır ve değiştirme esasına göre biçimlenir. Duygularla yoğrulmuş nostaljik devrimcilik ise, mantalitesine uygun olarak yeninin veya değişimin öne sürdüğü ihtiyaçları rahatsız edici telakki ederek eskiyle yaşayıp yürümede ısrar eder. Eskinin bağlarından kurtulamayan ve değişime ayak uyduramayan duygusal devrimcilik objektif olarak bilinçli devrimciliğin önünde ayak bağı durumuna düşer. Bu, niyet sorunu değil, bilinçli tutum ile duygusal tutum arasında doğru tercihten yana yaşanan bocalamanın reel sonucudur

İnsan dünyasına ait yaşamda büyük değişim ve gelişmeler yaşanmaktadır. Yaşam her gün yeniliklere tanık olmakta, istisnasız bir devinim hareketi içinde değişime maruz kalmaktadır. Bu değişim ve gelişmeler tek yanlı dinamik ve nedenlere dayanmayıp, dünya sistemini kontrol eden uluslararası emperyalist tekellerin talan ve egemenlik ihtiyaçlarının daha elverişli standartlarda karşılanması, bu talan ve egemenliğin daha rasyonel şartlarda pekiştirilerek azami kar ilkesine tabi biçimde üretimin planlanması ya da ”modernleştirilmesi” ve üretim ilişkilerin bu zeminde güncellenmesi, aynı zamanda toplumsal yaşamın dayattığı kaçınılmazlıklar ile egemenlerin pazara dönüştürdükleri bu yaşam veya sistemlerinin sürdürülebilmesinin ihtiyaçlarına bağlı olarak pozitif bilimlerdeki gelişmelerden kaçınamaması ve en önemlisi de gerici sınıflara karşı devrimci sınıfların ekonomik, siyasi zeminde demokrasi ve özgürlük eksenli mücadelesinin egemen sistem üzerindeki basıncı ya da doğrudan gelişme dinamiği olarak oynadığı rol temelinde cereyan etmektedir. Değişim ve gelişmelerin üretim ilişkileri ve bunların siyasi zemindeki yansımaları temelinde ekonomik-siyasi zeminde seyrettiği kabul gören genel bir doğrudur.

Girdiğiniz suya ikinci kez girme şansınızın olmadığı felsefi diyalektiğin derin gerçeği kavrandığında değişim ve gelişmenin ne denli gerçek olduğunu tartışmaya gerek kalmayacaktır. Kuşkusuz ki, bu değişim diyalektiğine karşın, değişimi destekleyen ve köstek olan dinamiklerin rolü de göz ardı edilemez diğer gerçektir. Değişim sürecinin takip ettiği hız ya da değişimin somut niteliği tamamen köstek olan ile ivme kazandıran dinamikler tarafından tayin edilir. Ancak değişim asla durmaz, durdurulamaz. Tam da bura da, “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” aforizmasını hatırlamak, anlamını kavramak yerinde olacaktır.

Değişimin nesnel ve öznel olmak üzere iki koşulu vardır. Nesnel koşul insan iradesinden, dolayısıyla değişimin önünde köstek olan gerici sınıflar ile değişimi hızlandıran devrimci dinamiklerden bağımsız bir koşul ya da süreçtir. Öznel-sübjektif koşul ise, insan iradesine bağlı olup gerici sınıflar ile devrimci sınıfların temsil ettiği koşul veya süreçtir. Dolayısıyla insan iradesine bağlı olarak siyasi zeminde yaşanan gelişme, insan iradesinin lehte-aleyhteki pozisyonuna göre oynadığı rolle yavaşlatılıp hızlandırılabilirken, insan iradesinden bağımsız olan nesnel koşul, siyasi sürece karşın durmaksızın değişim temelinde işleyen dinamik bir süreçtir. Bu durumda sınıflı toplumlar aşamasında nesnel koşulun ekseriyetten devrimci olduğu söylenebilir. Sübjektif koşulun ise, nesnel koşuldan bağımsız olmamak kaydıyla devrimci ve gerici olmak üzere iki yandan karakterize olduğunu söylemek yanlış olmaz. Aynı biçimde siyasi eksendeki değişim, bu sürecin ikili dinamiklerinin niteliğine bağlı olarak ileriye doğru-devrimci ve geriye doğru-gerici olmak üzere iki nitelikte ifade bulur. Gerici sınıflar gerici nitelikteki değişimlere öncülük yaparken, devrimci sınıflar devrimci nitelikteki değişime imza atarlar…

Buradan da anlaşılacağı gibi, devrim bilinci veya devrimcilik değişime kayıtsız kalmazken, değiştirme pratiğini esas alır. Zira onu devrimci kılan da değiştirme pratiğine girmesidir. Değişim karşısında vazife edinmeyen devrimciliğin, süreci takip eden pozisyona düşüp kuyrukçu ve devrim adına yeteneksiz kalması bir rastlantı olmayacaktır. Tersi durum ise devrimciliğin başarı çizgisini destekleyeceği aşikârdır. Marksizm’in tarihi ve gelişme serüveni ya da devrimci teori ve pratiğin ilerleme çizgisi bunu doğrulamıştır, doğrulamaktadır.  

Değişim ve değiştirme eylemi

Değişim ile değiştirmenin belirgin nüanslarla birbirinden ayrılan iki farklı kavram olduğunu belirtelim. Değişim kavaramı esasen kendiliğinden bir süreç olarak tanımlanabilir. Nesnel olarak ya da diyalektik yasaya göre işleyen ve dıştan iradi müdahale gerektirmeyen bir süreçtir bu. Daha özlü olarak bu değişim süreci pasif değişim biçimi olarak da ifade edilebilir. Fakat değiştirme kavramı doğrudan iradi müdahaleyi çağıran ve bu müdahalenin marifetiyle gerçekleştirilen bir eylem sürecidir. Pasif değişim değil, devrimci süreçtir değiştirme pratiği. Değişim kendiliğindenci, değiştirme devrimcidir demek mümkündür. Kendiliğinden eylem değişimi, devrimci eylem ise değiştirmeyi içerir…

Devrimcilik olgusunu bilinçli-sübjektif devrimcilik ve objektif-nesnel devrimcilik olmak üzere iki nitelikte tanımlamak mümkün. Objektif devrimcilik, niteliği devrimci bilinçten bağımsız olarak sınıf, mülkiyet ve üretim araçları karşısındaki pozisyona bağlı olan ve pasif diyebileceğimiz kendiliğinden devrimcilik biçimidir. Halk kitleleri objektif olarak devrimcidir. Çünkü yöneten sınıflardan baskı görüp ezilmekte ve sömürülmektedirler. Çıkarları da tabiatıyla devrimden yanadır. Bilinçli devrimcilik niteliği ise, nesnel koşullardan tamamen bağımsız olmasa da esasta sınıf bilinçli bir tercih olarak ideolojik-siyasi zeminde güdülen devrimcilik niteliğidir. Bu devrimcilik biçimlerinden olan bilinçli devrimcilik cephesinde değişik siyasi format, nitelik ve biçimde değişik devrimcilikler tarif edilebilir. Mevcuttur da. Bunlar içinde ideolojik-siyasi sahada sağlam görünen fakat sadece görünen ama esasta tutucu olan özgün devrimcilik biçimi dikkat çeker. Bu devrimcilik biçimini “eski devrimcilik” ah’ları çekmesiyle izah etmek yeterli değildir. Eskinin bugüne gelişini anlayıp kabullenmeme, dolayısıyla tüm değişim gerçeğine karşın her şeyi eskisi gibi/eskide olduğu gibi tasavvur edip istemek ve savunmak nostaljik devrimciliğin temelidir. Yani değişimi tanımamak, görmemek ve istememek ama eskide kalmak, her şeyi eskide olduğu gibi istemek bu devrimciliğin tipik özelliğidir.

Değişim süreci objektif olarak analiz edilmeden değiştirme pratiğinin başarılı bir süreç olarak gerçekleştirilmesi zorlaşır. Bu ikisi arasında bilimsel denklem kurulmadan da devrim bilinci yerli yerine oturtulamaz. Değiştirilmek istenen gerçeğin niteliğini tahlil etmek ne kadar gereksinim ise, o gerçeği değişim içindeki mevcut durumuyla tanımlamak veya andaki somut durumuyla tahlil etmek de bir o kadar zorunludur. Hedefi isabetle seçmek veya düşmanı doğru tanımak, hedefin veya düşmanın değişim sürecini takip etmek ve değişmiş olan niteliğini tespit etmekle mümkündür. Değişen hedef ve düşman gerçeği, yeni siyaset, strateji, taktik ve planların devreye sokulmasını koşullar. Kullanılan yol-yöntem ve araçlar tesadüfi ya da keyfiyete dayalı bir tercihle belirlenmez. Bilakis somut şartlara endeksli olarak belirlenirler ki, bu da somut koşulların somut tahlilini yapmak anlamına gelir.

Yukarıda ki özetten sonra iki konu önümüze çıkar: Bir; devrimcinin veya devrim bilincinin değiştirme eylemi ve pratiğinden bağımsız olamayacağı, dolayısıyla buna başvurmasının zorunluluğu, iki; değişimi tanımayan devrim bilinci veya devrimciliğin nostaljik bir devrimcilik olarak eksik devrimcilik gerçeği… Birincisi benimsenmesi gerekenken, ikincisi aşılması gerekendir…

Devrim kendini değiştirme eylemidir

Devrim bilinci ya da bilinçli devrimcilik, değişimi yadsıyarak atlayan nostaljik devrimcilikle yetinemez. Yani bilinçli devrimcilik eskiyip geride kalanı ketumca yaşayıp değişimi esas almayan anlayışla bağdaşmaz. Devrimin kendisi değiştirme eylemi olduğuna göre, devrimci ve devrimcilik kaçınılmaz olarak değişimi tanır ve değiştirme esasına göre biçimlenir. Duygularla yoğrulmuş nostaljik devrimcilik ise, mantalitesine uygun olarak yeninin veya değişimin öne sürdüğü ihtiyaçları rahatsız edici telakki ederek eskiyle yaşayıp yürümede ısrar eder. Eskinin bağlarından kurtulamayan ve değişime ayak uyduramayan duygusal devrimcilik objektif olarak bilinçli devrimciliğin önünde ayak bağı durumuna düşer. Bu, niyet sorunu değil, bilinçli tutum ile duygusal tutum arasında doğru tercihten yana yaşanan bocalamanın reel sonucudur.

Marksizm ilk evresine çakılıp kalmayarak üçüncü nitel gelişim düzeyine kadar ilerledi. Yaşam dünde kalmayarak ilerledi. Yani, özü kalmakla birlikte, teorisi pratiğiyle Marksizm değişti. İnsan dünyasına ait yaşam devasa boyutlarda değişimlere uğradı. Bu değişim ve ilerlemenin sonsuz bir helezon olarak süreceği de kesindir. İnsanın ihtiyaçlarına dayalı üretim sürecinin devam etmesi ve insanın bilinçli dinamik rolünün tarihte gördüğü işlev, değişimleri ve değiştirme eylemleri temelinde gelişip ilerleme gerçeğini kaçınılmaz kılar. Tarihi durduran, tekerrüre boğan ve sonunu ilan eden burjuva idealizminden başkası olamaz.

Değişimin veya değiştirme eyleminin ihtiyaçlara bağlı bir süreç olduğu söylenebilir. İhtiyaçlar değiştikçe değişim ve değiştirme pratiği de aktüel olup gündeme gelir. İlerlemeler bu sürecin ürünü olarak yaşanır. Yeni ihtiyaçlar, yeni biçimler, yeni fikirler, yeni projeler, yeni ilişkiler değişim ve ilerlemenin muhtevasını oluşturur. Bu zeminde somut koşullar ve şartlar da değişir…

Ne var ki, değişim süreci sonsuz olup somuttaki her değişim görelilik taşır. Değişmiş olan şey yeni değişimlere gebe kalır, gebedir. Her yeni şey eskimek üzere mevcut olur ve istisnasız olarak eskir. Miadını tamamlayarak yerini yeniye bırakan değişim süreci, miadını doldurmamış olgular için tamamlanmış değildir. İhtiyaç olmaktan çıkmamış şeylerin somutta değişiminden bahsedilemez. Gerçekleştirilmemiş ve gerçekleşmemiş olan ihtiyaç ve hedefler değişmemiş olarak yerini korurlar. Bir araç olarak Parti belirli tarihsel koşullar ortadan kalkmadan bir ihtiyaç olmaya devam eder. Parti, somut şartlara bağlı olarak biçimde, nitelikte bir dizi değişikliklere uğrasa da, araç olarak Parti ihtiyacı tarihsel koşul ve sürece bağlı olarak devam eder. Devrim, izlediği metotta, izlediği yol-yöntemde, biçimde, nitelikte değişimler gösterse de, devrim ihtiyacı sınıflı, sınırlı, sömürülü toplumsal şartlarda temel olarak devam eder. Öz değişmeden biçim ve nitelikte değişimler yaşanır. Parti’yi ve devrimi zorunlu bir ihtiyaç haline getiren sınıflı toplum gerçeği dünya ölçeğinde değişmeden Parti de devrim de diğer tüm değişimlere rağmen ihtiyaç olarak gündemde kalır. Siyasi devrim gerçeğinin değişmesi veya ortadan kalkması dünya ölçeğinde büyük özgürlüğün egemen olması koşullarına bağlıdır. Dolayısıyla değişim konusu olan şeyin değişimi kendine has şartlara-koşullara bağlı olarak gerçekleşir. Basit değişimler anlık gerçekleşirken, stratejik değişimler süreçsel değişimlerle tamamlanır…

Bütün değişimleri somut mesele olarak kabul etmek tek doğrudur. Sınıflar ortadan kalkacak demek ayrı, sınıflar ortadan kalkmıştır demek ayrı şeylerdir. Koşulların nitel bazda değişmiş olduğunu anda tespit etmek ayrı ama değişeceğini öngörmek ayrı şeylerdir. Kırk yıl önce ülkenin o gün itibarıyla kapitalist olduğunu iddiayla tespit eden görüş, on yıl sonra kapitalizmin hâkim hale gelmesiyle haklı çıkmış olmaz. Sosyalist Devrimi 1970’lerde geçerli gören yaklaşım, on yıllar sonra Sosyalist Devrim’in geçerli hale gelmesiyle haklı çıkmış olmaz. Bunun gibi, bugün Sosyalist Devrim’i öngörmek Demokratik Devrim’in tüm ödevlerinin ortadan kalktığı anlamına gelmez. Koşulların değiştiğini ileri sürmek, koşulların değişmemiş boyutlarının olduğunu yadsımaz. Nitelik değişse de öz değişmemiş ya da nitelikte değişime muhtaç yanlar olabilir… Özcesi, değişimi kabul eden yaklaşımın her şeyin değiştiğini iddia etmesi, değişimi reddeden yaklaşım kadar olmasa da yanılgılıdır. Değişim adına Marksizm’i reddeden, komünizmi belirsiz biçimde kategorize ederek birinci aşamasını kapatıp ikinci aşamasını baştan, sınıf mücadelesi ve sınıf devrimini belirsizleştirerek sivil toplumculuğa meyleden, sınıf mücadelesiyle ulusal mücadeleyi aynı kefeye koyarak harmanlayan, devrimci teorinin temel ilkelerini silikleştirerek reel gerçeği her şey gören, siyaset ile stratejiyi/taktik ile ilkeyi/somut süreç ile stratejik süreci karıştırarak nüanslarını anlamsızlaştıran, andaki faydayı esas alarak uzun vadeli çıkarları ana feda eden oportünizm türevlerinin tümü sapma içindeki yanılgılardır.

Değişimleri devrimci amaç ve ilkeler ile planlayarak belirli politik pratik siyasi mücadelelerle değiştirme eylemi temelinde ele almak devrimci bilincin hüneridir ve bu, devrimcilik ile kendiliğindencilik, devrimci yol ile reformist yol arasındaki keskin ayrım noktasıdır. Bugün ihtiyaç olan değişim zeminini objektif olarak değerlendirip bu değişim zemininde değiştirme pratiğine pürüzsüz bir bilinçle girmektir. Devrimcilik tam da budur. Değiştirme pratiğine girmeyen, devrim bilinci ve bilinçli devrimcilik açısından noksandır. Değiştirme pratiğine giren her birey, bu pratik karşısındaki yetersizliklerini gidermek için öncelikle kendisinde değişimi gerçekleştirmek durumundadır.

 

Önceki İçerikİbrahim’in Kemalizm tahlillerine giden yolu döşeyen taşlar
Sonraki İçerikDHF’de Sivas anmasına çağrı