DEVLETİ TAHKİM POLİTİKALARI HİÇ DURMADI Kİ!

İlkel komünal toplumun son aşamalarından başlamak üzere iyice derinleşerek egemenliğini tahkim eden özel mülkiyet dünyası ve sisteminin ekonomik alt yapı ve bunun üzerinden yükselen üst yapının tüm özelliklerini içerleyen devlet sistemlerinin varlığı hala sürmektedir. Kapitalizmle birlikte ulus devlet ve ardından da emperyalist kapitalizm ile uluslararası tekelci sermaye ve onun egemen devletler niteliği devam etmektedir. Bu durum yani devlet olgusu oldukça uzunca bir zaman da sürecektir. Devletten devletsizliğe, ancak sınıfların varlık koşulları ve tabi ki sömürü ve zulmün temellerinin ortadan kalkmasıyla mümkün olacaktır. Halihazırdaki devlet mekanizmaları bizzat hakim sınıfların egemenlik araçları olarak tüm ekonomik politikalarıyla varlığını korurken zira başka türlüsü de tasavvur edilemezdi.     
Sömürücü egemenlik odaklarının ilk süreçlerinden bugüne kadar devleti tahkim politikaları her bir sürecin verili objektif koşullarına uygun olarak sürekli dizayn edilmekten kendini kurtaramamıştır. Her bir verili sürecin ihtiyacına uygun olarak devletlerin de bir entegrasyonu ya da adaptasyonu söz konusu olmuştur. Zamanın ruhuna göre devletin adaptasyon süreçleri hiç bitmemiştir. Bütün bunların temelini ise bizzat ekonomik alt yapı oluşturmuştur. Ve tabi ki üst yapının tüm özellikleri de buna uygun olarak sürekli yeniden yapılandırmayı gerekli kılmıştır. Bütün bu durumu genel olarak sermayenin bizzat kendisinde de görmek mümkündür. Sermaye sürekli olarak kendini dizayn etmekten kurtaramadığı gibi sürekli surette yayılma özelliği, dinamiği de göstermektedir. Devlet de her bir zamanın ya da o süreçlerdeki verili objektif koşulların bir sonucu olarak kendini tahkim etmek durumunda kalmıştır. Hayat, toplum ve sistemler tabi ki bu şekilde düz bir seyir izlememiş diyalektiğin bu yasalarına ayak uydur-a-mayanlar ise uzun erimli bir varlık gösterememiştir.
Özellikle emperyalist kapitalizmin sürekli olarak kendini, ortaya çıkan yeni süreçlere uyarlama-adaptasyonundan bahsetmek istiyoruz. Bu durumu kapitalizm öncesi tarihsel ve toplumsal sistemlerden ve tabi ki devletlerden ayırıcı özelliğiyle vurgulamak gerekir. Uluslararası emperyalist sermaye kendi merkezileşme ve yoğunlaşmasına uygun olarak bir yandan kendini yeniden yapılandırırken diğer yandan ise ulaşabildiği ya da yörüngesi durumunda olduğu çevresi-dışında duran tüm olguları da buna göre yeniden yapılandırma ihtiyacı ve yönelimi içerisindedir. Lafı fazla uzatmadan emperyalizmin yarı-sömürgesi durumundaki komprador tekelci kapitalist Türk devlet sistemi de bu yeniden yapılandırmanın dişlileri arasındadır. Dolayısıyla özellikle Türk devletinin tüm ekonomik temelleri ve onun üzerinden yükselen bütün temel kurumlarındaki değişiklikleri bizzat uluslararası emperyalist sermayenin günümüz-mevcut durumundaki ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırıldığını belirtelim. Bu durumu daha doğrusu bir restorasyon olarak değerlendirirsek yerinde olur. Üretimden ticarete, tarımdan sanayiye, parlamentosundan yerel yönetimlerine, hükümetinden partilere, valisinden kaymakamlığına, ordusundan polisine, eğitimden sağlığa, ulaşımdan iletişime, içişlerinden dışişlerine, tekniğinden haberleşmesine, düşüncesinden eylemine, sendikasından sivil toplum örgütlerine vb. diğerlerine kadar Türk devletindeki değişimi bu düzlemdeki yani emperyalist sermayenin yeniden yapılandırma konseptinin birer parçaları olarak görülmesi gerekir. Erdoğan önderlikli devlete egemen olan hakim sınıf kliklerinin başkanlık sistemindeki ısrarını da bu eksende değerlendirmek yanlış olmaz. Türk devletindeki yasama, yürütme ve yargı mekanizması ve temsili parlamenter bürokratik cumhuriyetinde başkanlık sistemi merkezli bir yönetime doğru evriliş olsa da olmasa da bu durum devletin hiç dizayn edilmediği ya da başka biçimlerde yapılandırılmayacağı anlamı taşımamalıdır. Bütün bu gelişmelerin bir ilerleme, demokratikleşme hamlesi olarak tasavvur edilmemesi gerektiğini de vurgularsak yerinde olur. Çok kutuplu uluslararası emperyalist blok güçlerin günceldeki somut teorik ve pratik yönelimlerini de sermayenin kendini sürekli surette yapılandırma ve yayılmacı özelliğinden bağımsız ele alamayız. Bu yönelimi içerisinde tabi ki çelişki ve rekabet de ortaya çıkmaktadır ve bu da önemle ele alınması gereken başka bir durumu göstermektedir. Bugün Amerika, Rusya, Avrupa, Çin’de olan bitenlerde dahil dünyanın değişik bölge ve coğrafyalarındaki egemenlerin teorik pratiklerini de bu kapsamlarda değerlendirmek doğru olandır. Suriye, Irak, Ukrayna, Kırım, Donetsky, Luhangsk, Yemen, Libya, Afganistan, Türkiye-Kuzey Kürdistan, dört parçadaki Kürdistan, Mısır vd. bölge ve alanlardaki gelişmelerin hemen hepsini bu minvalde değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Barzani’nin ayrı ve “bağımsız” Kürdistan argümanı ve yönelimini de blierleyecek ana unsurun bizzat çok kutuplu emperyalist blok güçler denkleminde uluslararası sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda şekil alacağını söylemek gerekir. Tüm farklılıkları ve başta kadın olmak üzere üzerinde yükselinen nüfusun ezici çoğunluğunun çıkarlarını gözeterek başlı başına bir sosyal devrim niteliğinde olan Rojava statüsü gerçekliğinden bahsetmek isteriz. Bugün PYD önderliğindeki ilerici Rojava Özerk örgütlenmesi ve sistemine dayatılan da bizzat uluslararası emperyalist sermayenin ihtiyaçlarına biat gerçekliği değil mi? Daha önceki süreçlerde dayatılan da buydu. Cenevre-3 görüşmeleri kapsamında emperyalist- kapitalist dünya ve sistemine entegrasyon süreci ve dayatmasına karşı PYD’nin kendi özgücü ve özgüvenine bağlı bağımsız statüsü ve dışındaki tüm farklılıklara karşı da anayasal eşitlik ve özgürlük yönelimindeki ısrarı önemli ve geri adım atılmaması gereken bir durumu göstermektedir. Emperyalist-kapitalist kuşatma ve dayatmanın bir ürünü olarak PYD’nin işinin o kadar da kolay olmadığını biliyoruz ancak kendi kendini yöneten özerklik statüsünün kabulünün de imkansız olmadığını söyleyebiliriz. Bütün renkleri, farklılıkları içersinde barındıran ve temsil eden yerel ve bölgesel kendi kendini yönetim özerklikleri ve sistemleriyle aslında bir devlet olan Rojava’nın özerk ve kantonal mekanizmasının da emperyalist kapitalizmin ulus devlet ve onun burjuva medeniyetçi paradigmasından kopan bir yönelim-perspektifle merkezileşmiş devlet aygıtı şeklinde tahkim edilmesi gerekmektedir. Bunun için tüm mahalle, köy, belediye, ilçe, il ve bölgelerin doğrudan kendi kendini tam bir yönetim özerkliğini ve aynı zamanda tamamen gönüllü ve demokratik bir merkezileşmeyi teorik ve pratik toplumsal sistemine oturtması gerektiği yeterince açıktır.
Emperyalist kapitalizmin ve onun her bir bölge ve coğrafyalarda bizzat uluslararası emperyalist sermayenin ihtiyaçları temelinde kendi devletlerini yeniden yapılandırırken ilerici ve devrimci iktidarların ve yönetim mekanizmalarının da sürekli olarak kendini yapılandırma ihtiyacı vardır. İki ters zıt kutup itibariyle bütün bu gelişmeler devletten daha heybetli merkezileşme ve tekleşmeye doğru giden devletleşmeye mi yoksa devletten devletsizliğe mi gidileceğine yönelik kilit önemde bir halkayı oluşturmaktadır. Devletten devletsizliğe giderken sınıfları ve tüm sınıf farklılıklarını, onları ortaya çıkaran bütün üretim ilişkilerini ve onlar üzerinden yükselen geleneksel değer yargıları da dahi tüm üst yapı kurumlarıyla devlet de şekillenen egemenlik ve baskı araçlarının ortadak kaldırlması perspektifi asla gözardı edilecek ve ötelenecek bir görev olarak telakki edilemez. Bu bilinç ve perspektiften koparak emperyalist kapitalizm dünyasına ve onun devletinin daha da pekiştirilmesine çark etmemek için hiçbir neden yoktur. Bunun için, devleti tahkim ederken onun gereksizleştirileceği ve bizzat kitlelerin elinde bir oyuncak haline getirileceği bir yönelim bilinciyle hareket gereklidir.

Önceki İçerikSARAYLARINIZI BİR GÜN MUTLAKA BAŞINIZA YIKACAĞIZ
Sonraki İçerikDEĞERLİ DOSTUMUZ/YOLDAŞIMIZ HÜSEYİN ARSLAN’IN ANISINA!