Devletin asimilasyon yuvaları: YİBO’lar

İmam Hatip Liseleri’ne yoğunlaşan algının ne yazık ki gözden kaçırdığı gerçeklik bir devşirme fabrikası olan YİBO’lardır. Büyükşehirlere, metropollere yoğunlaşan algının yüzünü bir an önce YİBO’lara dönmesi ve burada yaşanılan bu vahim meselenin çözümüne yönelik yeni arayışlara girmesi elzem olandır. Çünkü YİBO’lar üzerinde yaşam bulan asimilasyon politikaları gelenekselleşmiş bir devlet yöntemi olmakla beraber olası iç savaşın da bir hamlesidir. Hâkim klikler bölgelerde üstünlük sağlama amacıyla yalnızca mülteci kamplarına başvurmuyor, aynı zamanda deyim yerindeyse kaleleri içten fethedip bölge gençlerini etkileri altına alarak yeni Truva atları yaratıyor ve hâlihazırda da yaratmaktalar

HABER MERKEZİ (30.07.2016) – Gazetemizin 126’ncı sayısında yer alan “Devletin asimilasyon yuvaları: YİBO’lar” başlıklı yazıyı okuyucularımızla bir kez de internet sitemiz üzerinden paylaşıyoruz.

Asimilasyon yaşadığımız coğrafya üzerinde egemen güçlerin yegâne ve değişmez politikalarından birisi olmuştur. Devlet asırlardır Türk-Sünni prototipinin dışında kalan tüm inanç ve milletlere bu politikayla saldırmış, kültürel anlamda çoğunu yok edip Türkleştirip, Sünnileştirmiştir. “TC” devletinin uyguladığı asimilasyon politikası bugün de geçmişi aratmayacak bir biçimde sürüyor, genç beyinleri resmi tarih anlayışına göre şekillendirerek onları yok ediyor. Tekçi faşist zihniyetin bugün Türkiye-Kuzey Kürdistan’da Türklük üzerinden yaptığı asimilasyon politikası YİBO’lar (Yatılı İlköğretim Bölge Okulları) aracılığıyla tüm hızıyla devam ediyor. 1980’lerle beraber daha belirgin bir şekilde göze çarpan köylerden kentlere göç etme durumu 1994’de sözüm ona çıkarılan “terörle mücadele” yasaları neticesinde beraber yaşanılan köy boşaltmalarıyla en üst seviyeye çıkmış, amiyane tabirle bölgedeki köyler birer viraneye çevrilerek insanlar zorla köylerinden göç ettirilmişlerdir.

Köylerdeki nüfusun üst seviyede olduğu dönemlerde tek bir yapı altında tüm ilköğretim öğrencileri karma olarak tek bir sınıfta eğitim görüyor ve kendilerine zorla Türkçe öğretilmekle beraber, öğrenmeyen ya da öğrenemeyenlere çeşitli cezalar uygulanıyordu. Son derece titizlikle yürütülen sistemde öğrencilerden bir veya birkaç kişi seçilerek konumlandırılıyor, sorumluluk verilen öğrenciler okul dışında da tüm gün köy içerisinde Kürtçe konuşan öğrencileri not edip ertesi gün öğretmenlerine şikâyet ederek cezalandırılmalarını sağlamakla görevlendiriliyorlardı. Bu cezalar kâh tahtaya çıkartılarak onur kırıcı cezalar vererek arkadaşlarının önünde küçük düşürmek kâh kaba dayakla ve hakaretler eşliğinde zorla Türkçe öğretmek şeklindeydi. 1980 AFC’si ile zorunlu hale gelen Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri yine Alevi köylerinde sancılı bir biçimde işlenmiş, Alevi öğrencilere zorla namaz kıldırmak ya da Ramazan aylarında oruç tutturmak gibi türlü türlü trajikomik pratikler yürürlüğe konulmuştu. Köylerin boşalmasıyla köylerdeki ilkokullar kapanmış, bunun yerine bölgelerdeki tüm öğrenciler toplanarak tek bir çatı altında öğrenim görmeye başlamış, buralarda da aynı biçimde sistematik olarak asimilasyona ve çeşitli dayatmalara maruz kalmışlardır.

Devletin günümüzdeki asimilasyon karargâhı YİBO’lardır. Köylerden toplanan öğrenciler ilk etapta yoğun bir Türk tarihi propagandasına maruz bırakılıyorlar, tarihteki Türk hükümdarlarının ne kadar “cesur” ve “kahraman” olduğu bilincini alarak ödev adı altında çeşitli araştırmalarla en ince ayrıntısına kadar Türklüğün ve Türk olmanın “ayrıcalıklarını” öğreniyorlar. Akabinde ise doğalında yoğun bir Türklük propagandasına maruz kalan genç beyinlerde Türklüğe hayranlık, Türk olamamanın verdiği mahcubiyetle bir yoksunluk oluşturuluyor. Kürt öğrencilere aslında kendilerinin falanca Türk boyundan oldukları özelde ise Kürt-Alevi öğrencilere Aleviliğin bir Türk inancı olduğu ve kendilerinin Kürtçe bilen Türkmen topluluğu olduğu fikriyatı kabul ettiriliyor. Zaten yoksunluk hisseden ilkokul çocuklarının birdenbire Türk olduklarını “öğrenmenin”, “fark etmenin” verdiği “coşkuyla” ilk aşama bitirilmekle beraber bölgede çıkan Kürt isyanlarını başka bir bölgeden gelen Ermenilerin çıkarttığı ve bölgede kıyım yapan çetelerin mahkemelerde yargılanıp bizzat Mustafa Kemal’in emri ile idam ettirildikleri “hatırlatılarak” ilk etap tamamlanmış oluyor. Türkmen Alevi bölgelerinde hâlihazırda var olan Türklük kısmı es geçirilmekle beraber Kürt-Alevi bölgelerinde ise Kürt öğrencilerden birer Türk devşirerek bitirilen ilk etaptan sonra sıra Aleviliğin aslında yanlış noktaları olduğunun her Müslüman’ın namaz ve Ramazan ayında oruç tutmakla yükümlü olduğunun, bunun yanında Sünni inancının doğru ve mantıklı bir inanç olduğunun propagandası yapılarak iş Sünnileştirme boyutuna eviriliyor. Hatta ve hatta arkadaşları arasında sevilen öğrenciler ikna odalarına çekilerek kendilerinden sosyal medya hesaplarında “namaza gidiyorum” “oruç tuttum” gibi paylaşımlar yapmaları isteniyor. Bunu yaptıkları takdirde notlarını yükselteceklerini aksi takdirde ise sınıfta bırakılacakları bildirilerek tehdit yoluyla psikolojik olarak Sünni inancının ritüelleri yaptırılmak isteniyor. Tüm aşamalar tamamlandıktan sonra coğrafya üzerinde artık asırları aşan bir geçmişi olan devşirme yöntemi tamamlanmış oluyor. Vatana millete “hayırlı” Türk ve Sünni gençleri “olması gereken” bir bilince evriliyorlar.

Her dönem var olan asimilasyon politikaları bu dönemde YİBO’lar aracılığı ile hiç olmadığı kadar en üst kertelere ulaşmakla beraber, Türk-Sünni prototipi dışında kalan tüm kesimleri aleni bir biçimde asimilasyona maruz bırakmaktadır. Gımgım’ın (Maraş) Kürt-Alevi nüfusunun en yoğun olan bölgesi Pazarcık’a ya da yine aynı biçimde Kürt-Alevi nüfusunun en yoğun olduğu bölgelerden olan Dersim ve Koçgiri’ye yapılması planlanan mülteci kampları elbette tesadüfî değildir. Hâkim güçler olası bir iç savaşta bu bölgelerdeki denetimlerini ve varlıklarını kaybetmemek için böyle bir yönteme başvurmaktadır. Bugün gizli bir biçimde oluşturulan SADAT neyin ürünüdür? Kimleri eğitir? Cevabı çok açık ki hâkim klikler şimdiden olası bir iç savaşın tüm planlarını en ince bir biçimde masaya yatırıp adım atmaktalar. Şu açık bir gerçekliktir ki mevcut iktidar için iç savaş başvurulacak son çare olmakla beraber çıkartılması olasılık dâhilinde olan bir durumdur. IŞİD’e gönderilen silahların ortaya çıkıp dünya kamuoyunda IŞİD-AKP ilişkisinin bilinir hale gelmesi, Kürdistan’da teşhir olan vahşet ve katliam pratikleri, bunun dışında Rıza Sarraf davasında ortaya çıkan kirli ilişkiler, baskılanmaktan ve faşizmden deyim yerindeyse patlayacak yer arayan ezilen yığınların öfkesi elbette ki mevcut iktidarı kara kara düşündürmektedir. Bunun yanında mevcut iktidar ABD emperyalizmi tarafından artık ılımlı-İslam projesinin patlamasıyla beraber geçerliliği kalmamış, miadı dolmuş bir kukla halindedir. Dış politikada amiyane tabirle girdiği her kapıdan tekme yiyen mevcut iktidarın Rusya ve İsrail ile yaşanılan sorunların nihayete ermesi açısından çark edip tekrardan çözüm yolu araması, yine iktidar kanadından yapılan Suriye ile uzlaşı çağrıları, iktidarın artık ortada zikzak biçimini alarak dış politikada iflas ve hezimete uğradığının kanıtı olmakla beraber, yeni çıkış yolu bulma telaşının da teşhiridir. Aksi bir durumda başvurulacak çare tam da mevzu bahis iç savaştır. Olası aksi bir durumda en azami bir biçimde teyakkuz halini almış AKP iktidarı iç savaş çıkartmaktan bir an dahi imtina etmeyecek ve asla tereddütte olmayacaktır. Son kertede İmam Hatip Liseleri’ne yoğunlaşan algının ne yazık ki gözden kaçırdığı gerçeklik bir devşirme fabrikası olan YİBO’lardır. Büyükşehirlere, metropollere yoğunlaşan algının yüzünü bir an önce YİBO’lara dönmesi ve burada yaşanılan bu vahim meselenin çözümüne yönelik yeni arayışlara girmesi elzem olandır. Çünkü YİBO’lar üzerinde yaşam bulan asimilasyon politikaları gelenekselleşmiş bir devlet yöntemi olmakla beraber olası iç savaşın da bir hamlesidir. Hâkim klikler bölgelerde üstünlük sağlama amacıyla yalnızca mülteci kamplarına başvurmuyor, aynı zamanda deyim yerindeyse kaleleri içten fethedip bölge gençlerini etkileri altına alarak yeni Truva atları yaratıyor ve hâlihazırda da yaratmaktalar.

Önceki İçerik“Beyler” yine taarruza geçti! Davetleri kabulümüzdür!
Sonraki İçerikEmperyalizmin savaş örgütü NATO’nun 2016 zirvesi Varşova’da gerçekleştirildi