Maoist Komünist Parti kadın dava tutsakları, Sincan Kadın Kapalı Hapishanesi’nde kalan PKK dava tutsağı Nilüfer Şahin ile “Gün Işırken” isimli ilk kitabı üzerine röportaj gerçekleştirdiler.

Mektup yoluyla elimize ulaşan röportajın tamamı şöyle;

Sizi tanıyabilir miyiz?

Okurlarınızın bildiği bir yerde Kürecik’te (Malatya’da) doğdum. İstanbul’da büyüdüm. 1992 yılında mücadele saflarına katıldım. 2004 yılında gözaltına alındım ve tutuklandım. Esaret 17 yılı buldu daha da var.

“Gün Işırken” adlı bir romanınızı geçtiğimiz günlerde çıktı. İlk kitabınız olması ve tarihi bir direnişi anlatmanız açısından önemli bir yeri vardır sizde. Kitabınızı da hapishane koşullarında yazdınız. Kuşkusuz yazma, kaynağa/bilgiye ulaşma zorlukları da yaşamışsınızdır. Bu noktada karşılaştığınız zorluklar nelerdi? Yazma sürecini anlatır mısınız?

Hapishanede yazmanın zorlukları teknikidir. Eski usul elle yazmak oldukça zahmetli ihtiyaç duyulan kaynaklara ulaşmak da öyle. Heves kırıcı olabilir çok zorladığında. Fakat bir şekilde alıyorsunuz. İstek emek ve inat olunca aşılıyor.  “Gün Işırken”i yazarken ben de bu güçlüklerin bir bölümünü yaşadım. Yanımda arkadaşlarım vardı neyse ki.  Onların desteği ile bu tür engelleri aşabildim. Birkaç kez yazmak nüshalarını çıkarmak gerekti. Tashihi, imlası hepsinde kadın arkadaşlarımın emeği var.  Bu vesileyle teşekkürlerimi bir kez daha dile getirmiş olayım sizin aracılığınızla.

Teknik açıdan sıkıntıları bir yana bırakırsak hapishanede yazmanın avantajlı olduğunu söyleyebilirim kendi adıma. Buraların kendine göre yoğunluğu olsa da disiplinli çalışarak dikkatiniz dağılmadan saatlerce kesintisiz çalışabilirsiniz.  Dışarıda böyle Tam zamanlı çalışma koşulu olduğunu sanmıyorum ve yazabilmek için esas gerekli olan dikkati verebilmektir. Dışarıda olan ve yazma niyetinde olanları hapishaneye özendirmek istemem ama içerde yazmak dışarıya nispetle daha olanaklı, sadece fiziksel emeği daha fazla zannediyorum. Kararlılık olduğunda zahmeti de tali hale gelir yazmak isteyenler için.

Öz yönetimleri direnişinin bir parçası olan Sur direnişini anlatıyorsunuz kitabınızda. Sizi bu kitabı yazmaya iten nedenleri anlatabilir misiniz?

Tüm yazmaların ardındaki sebep elbet anlatma isteğidir. Benim yazma sebebim de bu; direnişi direnişçileri anlatma isteğidir. Direniş yerinden duyduğum haberlerdir. Mutlaka yazılması gerekiyor, bellek oluşturuyor çünkü yazmak.

Direnişin siyasi askeri boyutları, dışarıda ne kadar tartışıldı ne kadar yazıldı, anlatıldı bilmiyorum… Bu sınırlı alandan görebildiğim özyönetim direnişleri o süreç birçok boyutuyla çok anlaşılmadı. Kürdistan tarihi, özgürlük mücadelesinin diyalektiği yeterince bilinmeden 24 Mart MGK kararlarını, dönemin devlet stratejisi analiz edilmeden anlaşılması güç elbette. Bu yönlü değerlendirme ve analizler devrimci siyasetin konusu bugünden bakarsak. Fakat edebiyat ayrı bir kulvar.  Edebiyat aracılığı ile insanın derdini anlatma olasılığı daha yüksektir. Ben de direnişin belli bir kesitini edebiyatın imkânlarından yararlanarak anlatmak istedim. Gün Işırken’de, Sur Direnişi’nin son günleri anlatıldı daha fazlasını yazan olur diye düşünüyor, umuyorum.

Kitabın ana teması Sur Direnişi üzerinde ilerliyor. Kitaptaki yaşanmışlıkların, direnişte yer alan savaşçıların yani direnişin kendisinin gerçeklikle bağı var. Yaşanmışlıkları anlatırken zorlandınız mı?

Her ne kadar dışarıdan bir gözle, bakışla anlatmak için çabalasam da o dünyanın bir parçası olmam sebebiyle kendimi tamamen soyutlamam mümkün olmadı. Duygusal açıdan çok kolay olmadığını söylemekle yetineyim, okuyucu eminim anlayacaktır beni.

Bununla birlikte yazarken duygularım doğrultusunda yazma eğilimimi olabildiğince frenlediğimi söylemeliyim. Okuyucuya yazarın duygularını ajitasyonunu sunmak anlamlı bir tutum değildir edebiyat açısından. Hikayenin kendisi bu potansiyele sahipse zaten etkiler. Bu dengeyi kurmaya çalışmak en zor taraflarından biriydi diyebilirim. Bununla birlikte romanı bu kusurlardan tamamen arındıramadığımı da söylemeliyim

Kitabınızdaki direnişçilerin mücadeleleriyle ilgili anlatımlarınız çarpıcı ve etkileyiciydi. Aslında kitabınızdaki ana tema diğer özyönetim direnişleriyle de bağlantılı ve yaşanmışlıkları, değişimi mümkün kılan irade ve başka bir geleceği kurma inancı açısından benzerlikleri var. Kitabınızdan yola çıkarak özyönetim direnişlerini değerlendirebilir misiniz?

Özyönetim direnişlerini söyleyişi sınırları içinde değerlendirmek olası değil. Dahası içinde bulunduğum koşullar nedeniyle dışarıda yaşanmış bir direnişle ilgili analiz yapmam da isabetli olmayacaktır. Sadece şunu söyleyebilirim Kürt halkına diz çöktürme hedefi ile başlatılan stratejik bir saldırı karşısında Kürt halkı, özgürlük hareketi, Kürdistan Fedaileri direnişle yanıt verdi. Rejim batıda da daha düşük yoğunlukta saldırılar geliştirdi ve sindirdi de.  Kürdistan’da ise halk bedelini çok ağır ödediği direnişin moral değerleri ile çöktürme planlarını boşa çıkardı. Geniş açıdan görebildiğim bu.

Kitabınızdaki direnişçiler arasında yer alanlar sadece hayal ürününüzün karakteri değil sanırım. Birebir o direnişte yer alan Çiyager ve Roza bu direnişçilerden sadece ikisi ve bir direnişteki rolleri de önemliydi. Direnişçilerle ilgili bilgiye ulaşmaya çalışmışsınızdır mutlaka. Direnişçilerle bağ kurarken siz etkileyen şeyler oldu mu?

Doğrudur. Roman esas olarak direnişin gerçek kahramanlarını anlatıyor. Sadece Çiyager, Roza değil Nurcan, Harun, Delil, Devrim, Reber, Şenda..  adlarını öğrenemediklerim her biri direnişin kahramanları. Her birinin hikayesini ulaşma imkanım olmadı ne yazık ki. Fakat dediğim gibi Gün Işırken direnişin sadece bir kesiti ve amaç direnişçilerin o günleri nasıl geçirdiklerini anlatmaktı. Bu açıdan Nurcan, Bınefş ya da Çiyager aynı zamanda tüm direnişçileri temsil ediyor.

Roman kahramanları ile bağ kurma herhangi bir hikayede de yazan için kaçınılmazdır. Hal böyleyken gerçek bir direnişin kahramanları ile yazan arasında bağ oluşmaması mümkün değil tabii. Bu açıdan her anları etkileyiciydi. Zor olan ise onları yaşatma dürtüsüydü. Romanda da olsa yaşamlarını sağlamak ile bunun imkansızlığını bilmenin gerilimi baştan bittiği ana kadar devam etti ve o anları yazmak pek kolay olmadı. Acıyı tazelenmiş oluyorsunuz kahramanların son anlarını yazarken. Bir taraftan yazabilmek için aranıza mesafe koymanız gerekiyor, bir taraftan da anlamanız duyumsamanız. Bir doktorun kendi çocuğunu ameliyat etmesi gibi bir nevi.

Özyönetim direnişlerinde kadın direnişçilerinin önemli bir rolü vardı. Kadın direnişçilerin üzerinizde nasıl bir rolü oldu? Kadınların mücadelenin her alanında özneleşmesinin ve önderleşmesinin deneyimlerini gelecek mücadeleler açısından nasıl değerlendirmek gerek.?

Kürdistan devrimi aynı zamanda bir kadın devrimi.  Kadınlar için bir devrim değil, kadınların yapıcı, inşacı olduğu bir devrim dünya devrimleri tarihinde kadınların rol aldığı devrimler var ama kadınların özne olduğu devrimi Kürdistan’da görüyoruz. Özyönetim direnişlerin de kadının yeri de böyledir, rol alan değil bizzat yapıcı kurucudurlar her aşamasında. Belki bu gerçekliğin içinde yaşamanın yarattığı bakış açısından kaynaklıdır; bakın kadınlar nasıl direndi diye özel olarak yazmadım. Çünkü bu konudaki gerçek benim işaret etmeme ihtiyaç duymayacak kadar açık ve görkemli.

Kürdistan kadın özgürlük mücadelesinin deneyimleri (buna özyönetim direnişleri ve dahil) elbette Türkiye, Ortadoğu ve dünya kadın mücadeleleri için bir hazinedir. Fakat yüzeysel bir ele alış var. Siyaseti ve veya askeri düzeyi tartışılıyor gözetiliyor. Oysa İkisi de sonuç. Meselenin esası ideolojiktir. Kürt kadınları mücadelenin her alanında özneler evet ama nasıl oluyor bu?  Kaynağını nereden alıyor bu noktada ideolojik dayanaklar gözden kaçırılıyor ve deneyimden yararlanma imkanı zayıflıyor. Bu yüzden sonuçlardan ziyade bu sonucu doğuran temele odaklanmak deneyimlerden yararlanma imkanı verecektir

Toplumsal şekillenişin kadın yazarlarına, ürünlerine, yaklaşımına ve bu noktada kadın yazarların karşılaştığı zorluklara dair ne düşünüyorsunuz? Genç kadın yazarlara ne önerirsiniz?

Bu soru cevaptan çok soru işaretleri doğuran bir soru oldu. Şu an bu coğrafyada yekpare bir “toplumsal şekilleniş” var mı diye düşünüyorum.  Zannediyorum yok. Toplumdan ziyade toplumlar ve farklı şekillenişler var. Dolayısı ile kadınların yaratımlarına karşı (özel olarak tercih edip etmediklerinden emin olmasam da) daha fazla benimsendiğini düşünüyorum. Tabi yayınlama, tanıtım süreçlerinde erkeklerde aynı fırsatlara sahip olup olmadıkları ayrı bir boyut.  Bu konuda somut bilgilere sahip değilim. Sadece bu alanında bir endüstrisi olduğunu, ayrıca sosyal sermaye alanı olduğunu ve bu erkeklerin daha fazla fırsata sahip olduğunu tahmin ediyorum.  Kadınlar yazmak istiyorsa gerçek bir istekse mutlaka yazacaklardır. Kendilerine inanmalarını ve denemekten korkmamalarını önerebilirim yalnız.

Kadınların bir anlatıcı olarak insanın duygu ve düşüncelerine dokunmakta daha başarılı olduğıunu düşünüyor musunuz?

 Kadınların duyarlılıkları erkeklere oranla daha yüksek. Bu çok açıktır. Kadın doğası enerjisi etkileyicidir. Fakat bu özelliği her durumda mutlaka açığa çıktığını söylemek abartılı olur. Mesela her kadın yazarın bu duyarlılığı yansıttığını iddia edemeyiz.  Diğer taraftan kadınlara atfettiğimiz derinlikte yazan erkek yazarlar da vardır. Misal Sabahattin Ali’de, John Berger ‘de görebiliriz. Ama elbette özgürlüğü vardır kadınların, özgürlüğe varmadığı müddetçe doğrudur diyebilirim

Son olarak söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?

Teşekkür ediyorum sorularınız için. Okurlarınıza selam ve sevgilerimi iletiyorum…

Önceki İçerikMKP dava tutsaklarından İzmir’de HDP’ye yönelik saldırı ve Deniz Poyraz’ın katledilmesine ilişkin açıklama
Sonraki İçerikHBDH: “Kürt Halkına Dönük Katliamların Hesabını Misliyle Soracağız!”