DEVRİMCİLER SAFLARINDA BİLİMSEL EĞİTİMİ KUŞANMALIDIR!

Her defasında, kadrolarımızın ve aktivistlerimizin siyasal seviyelerinin istenilen ve umulan düzeyde olmadığının tespitinde bulunuyoruz. Hay hay! Doğruya, kibre düşmeden hürmet etmek erdemliliktir. Bu tespiti zarfa koyalı da küre-i arzın her dönüşünde zarf yerinde kalıyorsa, tozlanmış bir sorunumuz yerli yerinde bulunuyor demek. Sorunu çözmek, yönelim oluşturmak ve müdahalede bulunmayı elzem kılar. Entelektüelin görevi, kriz yaratmak ise politik öznenin görevi de krizi çözecek yönelimi oluşturup eylemde bulunmaktır.
Her dönem aynı tespiti tekrarlamak istemiyorsak, yönelim oluşturup eylemde bulunmamız gerekir. Kadrolarımızın ve aktivistlerimizin siyasal seviyesinin istenilen ve umulan düzeyde olmadığının tespitini yineliyorsak; eleştirici, nitelik çıtasını merhale merhale yukarı çıkartan cevher ve potansiyelleri kendi başlarına işleten genel ve özel eğitim programlarını yaratmak, bunu diyalektik yaratıcılıkla birçok yöntem ve aracı kullanarak işlevselleştirip kitleleri de dâhil edip süreklileştirmeliyiz.
Bütün pedagojiler belirli bir toplumsal formasyonu yeniden ve yeniden üretecek bilinç\kültür yaratmayı amaçlar. Tek başına zor aygıtları ve ceza-i müeyyideleri kapsayan yaptırımların akıllara saldığı korkularla bir sistem ayakta kalamaz. Bekasını devam ettirecek ideolojik kodlarını, kültürünü yaratır. Toplum bireylerine bunu empoze ettirdiğinde varlığını sürdürür. Burjuvazi bugün ideolojik aygıtlarını daha yetkinleştirip işlevselleştirdiğinden başarı oranı geçmişe kıyasla daha fazla. Ama üretim araçlarının özel mülkiyeti ile üretimin bölüşümündeki çelişki, eşitsiz ve rekabete dayalı olması kapitalizmin sürdürülemezliğini ortaya koyarken iktisadi yapı üzerinde gelişen kliklerin makro düzeydeki siyasal çelişkileri, iktisadi, tarihsel, siyasal, sosyal çeliksiler pedagojide ve bir bütünüyle ideolojik aygıtlarıyla yoğunlaştırılmış ve yaygın burjuva bilinci\kültürü ne kadar başarılı üretip topluma empoze etse de yazgısından kurtulamaz.
Burjuvazi eğitim de empozeyi temel alır. Eğitim dokusuna yön veren ideolojik angajmandır. Çocukluktan erişkinliğe kadar eğitim tüm safhalarında tek yanlı empoze devam eder. Bireylerin zihinlerine zerk edilen bu ideoloji onların dünya görüşünü, politik seçimini, yaşam rotalarını ve kültürlerini şekillendirmede etkili olur. Bu tek yanlı empoze eğitimde, birey çok yönlü, mukayeseli, çapraz düşünüp sorgulayamaz ve özneleşemez. Nesnelliğin ve tarihin arı bilgisine ulaşana kadar örülen bu zarda kalır.
Empoze edici eğitimin izdüşümüne saflarımızda da rastlıyoruz. Devrimci cenahın monolitik ve farklılıkları yadsıyan parti modeli ve işleyişinde empoze eğitim esas alınıyor. Komünizm teorisi-felsefesinden uzaklaşmanın tezahürleridir bunlar.
Komünistlerin,  toplumun zihnine çöreklenen, onları özgürce düşünüp sorgulamalarına beis olan, araştırma ve incelemelerine bariyer oluşturan, özne olmalarını engelleyen tüm ideolojik ve kültürel bariyerlerin ortadan kaldırılmasını hedefleyen perspektifinin doğru olduğunu düşünüyoruz. Bu bağlamda, özellikle geçmişte saflarımızda görülen ve hala izleri bulunan sistem içi empoze eğitimden köklü kopuşlar sergilemeliyiz. Eğitimde yoldaşlarımıza felsefi-teorik ve politik belgelerimizi kuru kuru anlatıp ya da okutup ezberlemelerini istemek doğru bir yöntem değildir. Felsefi-teorik ve politik belgelerimizi okuyup ifade ettiklerinde kavrandığı anlaşılmasın. Kavrayış anlama, yorumlama ve pratik deneyimle geliştirmeyle açığa çıkar.
Sistem içi empoze eğitimde, düşünce bütünlüğünden, evveliyatından, neden sonuç ilişkisinden, alt yapısından, iç dinamiklerinden ve dış etkilerden kopartılarak zerk edildi. “İnsanoğlu ahlaklıdır”, “gelenek ve örflerimize bağlı olmalıyız”, “askerlik vatan borcudur, yaşı gelen her Türk erkeği askere gidip vatan borcunu ödemelidir”, “hepimiz Müslüman’ız”, “çalışmak kutsal bir ibadettir, çalışın”, “evlilik öncesi cinsel münasebet zinhar günahtır”…vs. vb.
“İnsanoğlu” kavramı, buram buram eril cinsiyetçi zihnin ürünüdür. “Oğlu” doğuran da kadındır. İnsanın kadını da erkeği de var. İnsan demek neyinize yetmiyor… Tarihten toplumlardan/toplulukların sosyolojisinden koparılmış tek bir ölçüye ve mutluluğa dayanan ahlak var mı? Ahlaktan da kasıt muktedirin dikte ettiğidir. “Şükür etmek” de ahlaka içkindir. Sefalete şükür diyebilmek niye bizim ahlakımız olsun.
Örneğin“Gelenek ve örflerimize bağlı olmalıyız” kapsamında berdel de bir gelenektir. Kadının sevme, seçme hakkını elinden alan bu geleneğe saygı duymayı değil, isyan etmeyi salık vermeliyiz.
Çalışmak kutsal mıdır? Yeryüzünde eleştirinin tornasından geçmeyen bir tek kutsal dahi bulunmuyor. Çalışmayı /işi yüceltmek sömürenlerin özelde de modernitenin uydurması, zenginliğini/sermayesini büyütme perspektifidir. Karınca ve ağustos böceği masalı modernitenin bekası için küçük yaşta empoze edilir. “Karınca felsefesi” kapitalizme içkindir. Doğada tüm canlıların, çalışma hakkını kullanan ağustos böceklerinin de yeme hakkı bulunuyor. Kıt koşullarda yaşamayı tercih ediyorsa bu ağustos böceğinin sorunu, karıncaya ne? Karınca da maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılayacak değerde çalışmalı, bu değer birimi ne kadar azsa yani emeğin üretkenliğiyle ihtiyaçlarını ne kadar kısa sürede karşılayabiliyorsa bu o kadar iyidir. Geri kalan zamanını felsefi, sanatsal ve artistik üretimle geçirebilir. Çalışmanın kutsal ibadet olduğunu buyuran muktedirler önde buyurup ayakkabı kutularının koleksiyonunu yapan çocuklarını maden ocaklarına göndersin. Bu sistem içi eğitim izleri devrimci-sosyalist saflarda da görülüyor. Öğrenci öğretmen biçiminde tezahür edip, öğretmenin müfredatı yüklediği, öğrencinin de yüklenen niteliğinde sunulanı olduğu gibi aldığı format bunun bir versiyonudur. Geçmişten bir örnek verelim; öğretmen “bu ülke yarı-feodaldir. Bu tek doğru ve bilimsel gerçektir” dediğinde öğrenci de bunu olduğu gibi kabul ediyordu. Kabul edişte güvenin yanı sıra, öğretmenin buyurganlığı/kültürü ve sorgulamayı yaratacak donanıma haiz olmaması da vardı.
Ekonomi-politik bilimine en azından asgari düzeyde vakıf olmayan birinin bırakın sosyo-politik yapısını tahlil edip hükme varmasını mahallesinin sosyo-politik yapısını çıkaramaz. Sunduğumuzun nesnel mesnetleri olmalı ki ekonomi-politikte buna bilimsel denilebilsin. Bütünlüklü bir araştırmanın verileri olmadan ve bir takım gözlem, yalınkat donelere ve iktisatla kültür alt başlığa indirgeyerek hipotez oluşturamayız. İlla oluşturmak istenirse bilimi ters yüz edip kıymeti kendinden menkul ayakkabıya göre ayak arayışıyla yaratırız. Bazıları bunda pek “mahir”dir. Komprador tekelci burjuva Sabancı Holding’i toprak ağası yapacak yetenekteydiler. Eğitimimizde bir önermeyi sunarken alt yapısını, tarihsel sürecini, içkinliğini ve yan kuvvetlerini, çapraz önermelerini genişçe sunarak muhakeme yapılmasını, sorular sorarak derinlik kazandırtmalı, araştırma yapılmasını teşvik ederek yargılara varılmasına yardımcı olmalıyız
Eğitim kavramı zikredilince, zihinde uyanıp parlayan kitap oluyor. Yerleşik kanıyla çok kitap hatmeden rafine ve doğru bilince sahiptir. Geçmişte bu konu daha bir yaygındı. Mektepli muallime münevver, münevvere filozof payesi biçilir, hürmet-i ikramda kusur edilmezdi. Hiç kuşkusuz kitap okumak, okumayı ekmek gibi, su gibi temel bir gereksinim görmek olumluluktur, ama kitabi bilgi edinmek, eş deyişle ansiklopedik bilgiyle küpünü doldurmak ne rafine ve doğru bilince sahip olduğumuzu ne de toplumsal konumlanışımızın doğru olduğunu gösterir. Tek başına kitabi bilgi kâfi olsaydı, komünizm bayrağını Kaypakkaya yoldaş değil, Hikmet Kıvılcımlı dalgalandırırdı. Kıvılcımlı yaşı itibariyle de Kaypakkaya’dan kat be kat fazla kitap hatmetmişti. Ama Kıvılcımlı her fırsatta Kemalizm’e asker selamı çakmaktan, aydınlanmacı felsefeyle ordudan ilerici bir darbe yapmasını ummaktan, Kürt isyanlarını “feodal gericilik” ile damgalayıp şovenizme dümen kırmaktan ve Sovyet revizyonizminin yolunu yol bellemekten hiç geri durmadı. Kitabi bilgiyi doğru yanlış bağlamda tahlil edebilmeli, deneyimlerimizden ve okuyarak öğrendiklerimizi bütünleştirerek bilgiyi mukayese edip yorumlamalı, tezin anti-tezini de okumalı, elde edilen bilgiyi nesnelliğe yeniden daha üst biçimde geliştirmeliyiz. Bu bilginin işlevliliğinin ve bilimsel/yaşamsal deneyime yani pratiğe açık olduğu anlamına gelir. Örneğin eğitimde “tahlil” konusu irdelendiğinde her aktivist herhangi bir olgu ya da olayı tahlil ederek kuvvetlendirmeli, praksis yapabilmelidir. Bu eğitim metodolojisi; kavrayışımızı derinleştirip perçinlerken, çözümleme, çözüm üretme, çözümü hangi yöntem ve araçlarla işlevselleştirme yetilerimizi de geliştirecektir. Eğitimde diyalog yöntemini öne çıkarmamız gerektiğinin kanısındayım. Diyalog yöntemi, eğitimde bir kişinin müfredatvari sunum yaptığı diğerlerinin kuru kuru dinlediği empozeci yöntemi dışlar. Diyalogda eğitime katılanların birikim ve tecrübelerini canlı bir tartışma atmosferinde sunup fikirlerini, fikirle/yorumla ve de sorularla çatıştırıp sentezleme sürecine çekip örneklemeler ve pratik sergilemelerin çözümlemesiyle öğrenme ve öğretme, dönüşme ve dönüştürme ilişkisini bir arada yürüten bir metottur. Diyalogda, “devrim ve özgürlük senin için elzemdir, devrimci olmalısın” kipli belirlemeler yapılmaz. “Devrim ve özgürlük senin için neden gereklidir” sorusuyla yol alınarak düşünmeye, empoze edileni sorgulayıp araştırmaya, yorumlamaya tahlil edip senteze çıkılmaya çalışılır.
Bugün eğitim olanaklarımız ve araçlarımız geçmişe nazaran oldukça fazla. Atölyeler ve akademiler kurulabilinir. Bürolarımız, derneklerimiz, kültür merkezlerimiz vs. birer eğitim alanı. İnternette konferans sistemiyle aynı anda bulunduğumuz yerde yüzlerce kişiyle eğitim toplantılarına katılabiliriz.   

Önceki İçerikZOR VE ANLAMLI İŞ GÜZELDİR!
Sonraki İçerikSavaş ve siyaset