İstisnasız olarak her toplum alt-yapı ve üst-yapı unsurlarından oluşan bir ekonomik-siyasi sistem niteliğinde bir sınıf egemenliği olarak örgütlenir. Her toplumsal sisteme bir sınıfın egemenli damgasını vurur; her sınıf kendi sistemini kurar. Sistemi elinde tutan egemen sınıfın dışındaki diğer sınıf sistemin baskısı altında yönetilen pozisyonda toplumsal yaşamda yer alır. Dolayısıyla, her toplum mutlak suretle iki temel sınıftan teşekkül olur. Kapitalist toplum ya da sistemin belirleyici başat sınıfları burjuvazi ile proletaryadır. Bu toplumun belirleyici temel sınıfı burjuvazi, tali sınıfı proletaryadır. Çözülmüş olan diğer sınıf kalıntıları, ara katman ve tabakalar, toplumun omurgasını oluşturan bu iki temel sınıfın yedeği, parçası ve ittifak güçleri olarak yer alır, anlam kazanırlar.

Mutlak biçimde sınıf damgası taşıyan her toplumsal sistem, sınıfların eseri olan büyük-küçük karmaşık çelişki ve çatışkılar yumağıdır adeta. Bundandır ki, bu sistem altındaki toplumsal yaşam kesintisiz bir hareket ve dinamik bir süreç olarak gözle görünen ve görünmeyen bir dizi değişim ve gelişmelere yataklık eder. Siyasi zeminde sınıf çelişkileri ve çatışmalarının koşullayarak baskıladığı gelişim ve değişim dinamiği, nicel birikimler süreciyle nitel değişimleri hazırlar. Köklü nitel değişimler genellikle tedrici bir dizi nicel gelişmenin yaşanmasıyla hasıl olurlar. Ki, her gelişme ve mücadele süreci belli kazanımlarla ilerler. Demokratik kazanım ve ilerlemeler devrimci kazanımları koşullar ve devrimci mücadelenin sonuçları olarak anlam kazanırlar.

Gerici sınıf sistemlerindeki reform ve demokratikleşme safsataları, göz boyamaya dönük demokratik hak kırıntıları, ekonomik-akademik-sosyal taleplere dönük kısmi gelişmeler, burjuvazi tarafından ‘‘bir parmak bal ile peteği kurtarma“ siyasetini ifade etse de, bütün bunlar gerçekte devrimci mücadelenin kazanımları olarak ve bu mücadelenin burjuvazi üzerinde kurduğu baskının neticeleridir. Hiç bir gelişme kendiliğinden olmadığı gibi, demokratik zeminde elde edilen kazanım ve ilerlemeler de burjuvazinin isteyerek verdiği haklar değil, vermek zorunda kaldığı için tanıdığı haklardır. Toplumların bugünkü gelişim seviyesi ve burjuva sistemlerdeki demokratik hak kırıntıları devrimci mücadelenin kazanımlarından başkası değildir…

Sınıflı toplumsal yapı var oldukça karşılıklı zor-şiddet daima gündemde olacaktır

Devrimci sınıf mücadelesinin baskısı altındaki gerici sınıf iktidarları ve bunların temsil ettiği toplumsal siyasi sistem, ekonomik-siyasi niteliğine uygun olarak özel mülkiyet hukukuna dayanırken, bir ideoloji ve kültürü temsil eder, bunu yaratır, yayar, çeşitli araç ve yöntemlerle egemen kılar. Bu egemenliğin sağlanması, gerici sınıflar şahsındaki biçimiyle, baskı örgütü olan devletin şiddeti, bu devletin baskı ve zor kurumları olan ordu-polis-istihbarat, yargı-mahkeme, hapishane, işkence, katliam gibi bilimum saldırganlık ve cinayetlerle başarılır. Kuşkusuz ki, siyasi baskı ve şiddete paralel olarak ideolojik-kültürel faşizm ya da tasfiyeci kuşatma saldırılarıyla da yürütülüp pekiştirilir.

Fiziki zor-şiddet, baskı, işkence ve katliam metotları, gerici sınıf egemenliğinin kurulmasında temel ve daim olan tarihsel ve bir o kadarda aktüel biçimlerdir. Elbette gerici sınıf egemenliğinin sürdürülmesinde de aynı metot ve biçimler değişmez olan asli kural ya da ilkeler olarak bilumum egemen gericiliğin vazgeçilmez esaslarıdır. Gericiliğin, faşist baskı, zor ve şiddetten başka somut bir dayanağı yoktur. Tahakkümünün asli garantörü baskı kurumlaşması veya kurumsal baskı mekanizmalarıdır.

Sınıflı toplumlar aşamasında sınıf baskısı ve zoru evrensel olarak her sınıf için de geçerlidir. Aradaki fark, birinin gerici, diğerinin devrimci olmasıdır. Gerici zor-şiddet, toplumların ve tüm insanlığın ilerlemesi önünde köstek olma muhtevasıyla haksız ve köhne iken; bunun aksine devrimci zor-şiddet ise tamamen haklı olup, toplumların ve tüm insanlığın tarihsel ilerleme yürüyüşünün zorunlu biçimi ve bizzat gerici sınıfların uyguladığı zor-şiddet tarafından koşullanan nesnel bir zaruriyettir. Sınıflar arası iktidar mücadelesinde somutlanan ve tarihin en köklü düşmanlığı zemininde tezahür eden sınıf savaşları, dolayısıyla sınıflar ve sınıf çelişkileri gündemde olduğu müddetçe, sınıfların karşılıklı olarak birbirine baskı, zor-şiddet uygulaması temel bir ilke olarak değişmeyecektir. Zorun tarihteki rolü, kanıtlanıp gerçekleşen bütün sonuçlarıyla ikna edici somut bir öğretmen olup, üstte işaret ettiğimiz bu gerçeğe dayanır, bunu açıklar, bu ilkeyi doğrular. Son tahlilde sınıflar arası iktidar mücadelesine dayanan sınıf çelişkilerinin çözümü devrim yöntemiyle çözülür. Ve devrim, bir zor-şiddet eylemi olarak, kesinlikle zor ilkesine dayanır. Bunun dışındaki her görüş, diyalektik mantığa aykırılıkla yanlış, yanılgılı ve devrim dışıdır.

Devrim ile karşı-devrim arasındaki çatışma zor-şiddet ilkesine uygun olarak biçimlenip sürse de, bu savaşımın diğer araç ve biçimlerle desteklenip geliştirilmesi, tahkim edilerek pekiştirilmesi kaçınılmaz bir ihtiyaçtır. Tek başına ilkeyle, stratejiyle, tek bir metot ve biçimle devrimin bütün görevleri yerine getirilemez, çözülmesi gereken bütün çelişkiler çözülemez, dört ayağı üzerine oturan bir savaş yürütülüp başarı elde edilemez. Tam da bundandır ki, siyaset, taktik, araç ve yöntemler bir ihtiyaç olarak devreye girer, sokulurlar. Kuşkusuz ki, bu zengin yelpaze tartışmasız biçimde devrimci görevlerin yerine getirilmesinde işlev görür, devrimin ihtiyaçlarına yanıt olur ve devrimin başarısına hizmet ederler. Bütün mesele, ilke ve strateji esasları ile siyaset ve taktik zenginlikler arasında amaca uygun bir uyum ve bağın doğru kurulması; amaç ile aracın aynılaştırılmamasıdır.

İdeolojik tasfiye, kültürel yozlaşma, yabancılaşma ve teorik hegemonyaya karşı ideolojik teorik mücadele kaçınılmazdır

İlke ve strateji temeli anlamında devrim perspektifi ve devrimin zorunlu, nesnel ve bilimsel zeminde temel dayanağı olan zor-şiddet ilkesinden kopmamak yaşamsal bir sorundur. Ve bu şartla, devrime hizmet eden amaca uygun en zengin araç, yöntem ve biçimlere başvurulması yadsınamaz bir gereksinim, devrimin mantığına uygun olan devrimci siyaset tarzıdır. Karşı-devrimle yürütülen siyasi mücadele ya da savaşta, bu zengin yelpazenin yanı sıra teorik mücadelenin yürütülmesi de elzemdir. Zira, burjuvazi veya karşı-devrimci sınıflar gerici şiddet ve baskı biçimlerini kurumsal örgütlenmeleri vasıtasıyla en güçlü biçimde uygulayıp siyasi mücadelesini bu unsurlar esası üzerinden sürdürse de, ideolojik, teorik, kültürel kuşatma ve saldırılarını bir an bile eksik bırakmaz, ideolojik-kültürel yozlaşma ve çürüme zemininde tasfiyeci erozyon saldırılarıyla tahakkümlerini derinleştirip egemenliklerini güvenceye almaya çalışırlar. Dahası, ideolojik tasfiye, kültürel yozlaşma, yabancılaşma ve teorik hegemonya yaratma zemininde geliştirdikleri stratejik saldırılarla, biat kültürünü geliştirip itaatkar toplum ve değerlerinden uzaklaşan teslimiyetçi kişiliği geliştirirler.

Bu sonuçların kimi somut gelişmelerle cereyan ettiğine fazlasıyla tanık olmaktayız. O halde, ideolojik-kültürel çürüme, yabancılaşma ve devrimci değerlere ihanet etme zemininde seyreden her eğilim ve gelişmeye karşı kararlı bir mücadelenin yürütülmesi ertelenemez bir görev olarak telakki edilmek durumundadır ki, bu mücadele siyasi mücadelenin ideolojik-teorik mücadele alanındaki yansımasından başka bir şey değildir.

Faşist baskı ve şiddetin bir ürünü de korku egemenliğidir; korku egemenliğinin kurulması amaçlanan başlıca hedeftir. Bu hedef, tasfiyecilik ve teslimiyetin derinleştirilerek yaygınlaştırılmasıyla da anlamlıdır. Korkunun esiri olan toplum veya toplumsal hareket dinamiklerinin kararlı bir mücadeleye atılması ve devrime kalkışması adeta bir düşe dönüşür. Sokaklar sessiz, meydanlar boş, mücadele alanları sahipsiz kalır. Devrimci militanlık aranır olur, eylemsizliğin yarattığı pasifizim yakınmalar, iç didişmeler ve kopuşlar yoğunlaşır. Bencillik türer, bireycilik hortlayarak örgütlenmeyi baltalayıp örgütsel mücadeleyi marjinalleştirir. Tasfiyecilik kemirdikçe kemirir, erime ve daralma bacayı sarar. Lakin, baskı-şiddet, mahkeme ve hapis korkusu, insani değer ve özgürlük tutkusuna sahip olan insanın içsel etiğiyle barışık yaşamaz. Diyalektik yasa ve kanunlara uygun olarak, korkunun ağır basıncı altında ezilen insanda, özellikle sınıf bilinçli insanda patlamaya yol açar.

Korku çemberinin kırılmasıyla en gürbüz hareket ve kalkışmalar boy verir, korku kalelerinin karşısına dikilir. Muhakeme, sorgulama ve düşünme yeteneğine haiz olup, belli değerler temelinde sorumluluk bilinci taşıyan her insan korkunun utancıyla hesaplaşarak kabuğunu kırıp yangın çıkaran kıvılcıma dönüşür. Ve, devrimcilik devreye girer, özgürlük mizacı kuşanan devrimci tüm prangaları kırarak tereddütsüzce değiştirme eylemine dalar. Militan devrimci mücadelenin ifadesi olan bu pratik, her türden pasifizm ve tasfiyeciliği alt ederek devrimci alternatifin temel gücü olarak onu örgütler…

Komünist Parti önderliği devrimde ilkesel bir şarttır

Kapitalist toplumun alternatifi sosyalist toplumdur. Bu toplum, komünist ilkeler niteliğine oturan devrimci mücadele alternatifiyle örgütlenip inşa edilebilir. Devrimci alternatif, ilkelerle belirlenmiş kararlı devrim çizgisi ve buna bağlı mücadeleler toplamında ortaya konulan sistemli mücadele programı ve eylem çizgisiyle temsil edilip yaratılabilir. Toplumlar tarihini ilerleten bu zeminde gelişen sınıf mücadelelerinden başka bir şey değildir. Toplumlar tarihinde sıçrama yaratan bu savaşımdır; feodal ve kapitalist toplumdan halk cumhuriyeti ve sosyalist topluma uzanan köklü gelişme aynı savaşımın eseridir. Gerici sınıf toplumsal sistemlerinin köleci toplumdan kapitalist-emperyalist topluma ilerleyişi de, gerici sınıfların ilerleme dinamiği ve tercihiyle değil, bizzat sınıf mücadelelerinin tesiriyle mümkün olmuştur…

Sosyalist toplum komünist toplumun ön aşamasıdır ve komünist toplum perspektifine bağlı olarak bu niteliği edinir. Dolayısıyla, gerçek devrimci alternatif komünizm perspektifi taşıyan sosyalizmdir. Sosyalizme damgasını vuran proletarya ve proleter önderliktir. Bu önderlik işçi sınıfı ve emekçi halk kitlelerini, bu sınıf kitlelerinin çıkarlarını ve iktidarları egemenliklerini temsil eden sosyalist devrimin komünist önderliğidir…

Sosyalizm, komünist toplumun bugünden inşa edilebilir biçimi, tarihsel şartlara bağlı olarak olanaklı olan ve proletaryanın temel sınıf olarak yer aldığı toplumsal sistemdir. Kapitalizme karşı sosyalizm alternatifini yükselten mücadele proleter devrimci mücadeledir ve bu, komünist devrimciler tarafından temsil edilir. Komünist toplum yürüyüşüne endeksli olmayan bir mücadele ve alternatif gerçekte sosyalist olamaz. Bundandır ki, sosyalist toplum mücadelesi komünistlerin önderliğinde mümkün ve bu önderliğe muhtaçtır. Proletarya devrimdeki ideolojik-politik-örgütsel önderliğini siyasi partisi olan Komünist Parti vasıtasıyla yürütür. Bundandır ki, Komünist Parti önderliği devrimde ilkesel bir şarttır. Bu, komünist devrimin bir ilkesi ya da komünist mücadelenin temel ilkelerinden biridir…

Proletarya sınanmış olan bayrağı altında büyük mücadeleler, kararlı savaşlar yürüttü. Bu savaşlarda ağır bedeller ödedi, kıyım ve katliamlarla büyük acılar yaşadı. Sınıf tavrı ve tutumunu terk etmedi. Kölece yaşamaktansa onuruyla ölmeyi yeğledi. Nitekim tarih yazan mücadele pratiğiyle devrimci sınıf mücadelesi ve insanlığa büyük bir kazanım, tükenmez bir miras bıraktı. Toplumlar tarihini ilerleterek sosyalist toplum gibi bir eser yarattı. Ne ki, sınıf sorunu, devrim görevi ve savaşımı son bulmadı…

Sınıflar ortadan kalkmadı, sınıf mücadeleleri bitmedi; tüm dinamik ve diriliğiyle devam etmektedir. Şimdi, bir kez daha ve kesinlikle sosyalist toplumu kurma, toplumsal sınıfları özgürleştirme ve tarihi ilerletme göreviyle yüz yüzeyiz. Tabiatıyla devrimin geliştirilip gerçekleştirilmesi sorumluluğuyla yükümlüyüz…

Komünist Hareketin sırtı yosun tutmuşken ve parçadaki tugayları örgütsel güç sorunu ve sancılar yaşarken, dahası devrimci eylem ve mücadele pratiğinde ciddi yetmezlikler gösterip devrimci militanlıkta kabızlık yaşarken; bu görev, sorumluluk ve yükümlülüğü nasıl omuzlayacağız?

Nasıl yanıt olmalıyız?

Komünist ilkelere sıkı-sıkıya sarılıp stratejik yürüyüşe bağlı kalmak, komünist teori ve ideolojiyi yeterince özümsemek, somut görev ve çalışmalarımızı bu ilke ve teori kılavuzluğunda biçimlendirip yürütmek, söz-eylem birliği tutarlılığını yaşamsallaştırmak, mücadeleyi pratikçi eylemle ele almak, bencil kaygıları geride bırakarak, cüretkar, kararlı duruş ve militan devrimci tutumla mücadeleye atılmak; işte bu kadarını gerçekleştirerek bile, görev ve sorumluluğumuzu yerine getirebilir, yükümlülüklerimizi omuzlayabiliriz.

Bütün sorun, devrim ve devrimciliği, ‘‘profesyonel devrimci-lik‘‘ tarifine uygun olarak yaşamak, yaşam tarzı olarak benimsemek ve teori-pratik birliğinde temsil etmektir. Mücadele için kullanılmayan her zaman dilimi devrim için büyük bir kayıptır. Mücadele ya da devrimci yaşamın diğer yaşama bağlı düzenlenmesi ya da arta kalan boş zamanla sınırlanması devrimcilik adına kabul edilemez. Bir ayağı devrimde, öteki ayağı burjuva yaşamda olan ikircikli tarz devrimcilikle bağdaşmaz. Devrim ve mücadele esastır. Devrimci, tüm yaşamını devrim ve mücadele görevlerine göre planlar, planlamalıdır. Devrimin çıkarları bağlamında, proletarya ve emekçi halk kitlelerinin çıkarları her şeyden ütündür.

Sorun, mücadelenin militan devrimci tarz, komünist ilke, devrimci strateji ve zengin taktikleri odak alan istikrarlı siyasi çizgi ışığında, kitlelere güven veren ve onları birleştiren somut görevlerle planlanıp saptanmış program temelinde kararlı biçimde yürütülmesidir. Mücadelenin teori-pratik zemininde tutarlı tavır ve sistemli bir çizgiyle hayata geçirilmesi elzemdir. Devrimci mücadele mutlak suretle bir program ve uygulanabilir olan bu programa bağlı görevlerin somut planlar temelinde yürütülmesiyle gerçekleştirilebilir.

Sorun, son tahlilde ve tamamen devrimci insan sorunudur. İnsan etkinliği ve iradesi dahilindeki her şey, öyle ya da böyle insan eliyle, insan tarafından gerçekleştirilir ve insan aracıyla maddi güce dönüştürülür. Teoriyi, pratiği, programı, planı, araç ve görevi belirleyerek yürüten, temsil eden bu insandır. Bu insanın, sınıf bilinci, ahlakı, sorumluluğu ve tavrı temelinde istikrarlı bir politik nitelik edinmesi, komünist devrimci karakter ve değerlere sahip olması ideal olan gereksinimdir. Onun değiştirme eylemine hakkıyla katılması bununla mümkündür…

 Sorun, feda ruhuna sahip olmak ya da olmamaktır. Bencil, imtiyazlı, ‘‘rahat yaşam‘‘dan feragat etmek ya da etmemektir. Burjuva bencil yaşam dünyasının sunduğu sahte yaşam zenginlikleri ve güzelliklerine esir olmak ya da olmamaktı sorun. Emeğin dünyası ile sömürü-zulüm dünyası arasında berrak bir tercih yapmaktır sorun. Emekten ve emekçiden mi yana olacağız, kan emici azınlığın zorba ve haydut barbarlığından mı yana olacağız; işte mesele budur…

Devrim görev, örgüt, kolektif araç, mücadele ve ilkedir

Soruna yanıt olmak için kuşkusuz ki, daha fazlasını yapmalıyız. Proletaryanın tarihsel tavır ve kararlılığını sahiplenmekle yetinmeyip, bunu bizzat mücadele pratiğine dökme bilinciyle hareket etmeli, bu iradeyi göstermeliyiz. Devrim uğruna mücadelede ölümsüzleşen yoldaşlarımızın bilimsel cüret ve kararlılığını taşımalı, onlara bağlılığımızın göstergesi olarak mücadele bayraklarını yükseltmeliyiz. Bu, devrimin zorunlu bir gereksinim olduğuna bilimsel inancın taşınması, keskin devrim bilincine sahip olunmasıyla mümkündür. ‘‘Canını verenlere karşın, parasını vermekten sakınanlar‘‘ gerçeği, her devrimci tarafından mütaala edilmesi gereken acı bir durumdur.

Devrim görev, örgüt, kolektif araç, mücadele ve ilkedir. Devrimcinin somut kılavuzu budur. Bu, her devrimcinin, devrime karşı keskin sorumluluk bilinci taşıması, mücadele tavrında net olması ve yaratıcı seçkin kişilik olarak biçimlenmesi demektir. Yetinmeci, idare edici, yakınmacı, statükocu ve günü kotaran kendiliğindenci tarz değiştirme pratiğini geliştirip gerçekleştiremez. Her türlü bireycilik ve bencillikle ilişkinin kesilmesi zaruridir. Bireyclik ayrı, birey olmak ayrı bir değerdir. İkisi arasındaki hukuk bağdaşmazdır. Bireyin devrimci olması devrimci kolektifin parçası olmakla daha anlamlıdır. Devrimci birey ya da kolektif birey olmak yeğdir, fakat örgüt-örgütlenme esas ve stratejik tercih, tutum olmalıdır. Örgütlü mücadele ve örgütlü devrimcilik, devrimci tavra sahip bireylerin kolektif iradesi, devrimciliğin nitel düzeyi ve araçsal ifadesidir. Bu bilinç ve tavra uygun davranmak bugün çok daha önemli ve elzemdir…

Oluşturulması gereken yanıt konusunda sadece başarısızlıklardan bahsetmek eksik olur. Elbette aynanın diğer yüzünde bir dizi olumluğu görmek tamamen mümkün. Yani, sorunlar taşıyan yanıt konusunda, sorunları aşmaya dönük stratejik yönelime bağlı önemli çalışmalar yürütülmektedir. Taktir toplayan kurultay ve çalıştaylar dizini, demokratik halkçı yönetim çalışmaları, üretim ve üretici örgütlenmelerindeki kurumsallaşma, örgütlenmelerin yaygınlaştırılarak geniş ilişkiler ağına oturtulması, takvimsel-geleneksel etkinliklerde kitlesel eylemlerin ortaya koyulması, TV, dergi, gazete gibi basın-yayın çalışmaları ve devrimin diğer mücadele alanlarındaki faaliyetler toplamı, devrimci alternatifin yükseltilmesine dönük yanıtlardır. Ki, bu çalışmaların kazanımları inkar edilemez biçimde gözler önündedir. Hatta gerici orijine sahip çapsız hezeyanlar ve bizzat devletin ilgili kurumlarınca geliştirilen saldırı kampanyasının da bu gelişmeleri baltalamak için gerçekleştirildiği söylenebilir…

Özcesi, nesnel devrimci koşullar bir dizi avantajla mücadelenin geliştirilmesine elverişli durumdadır. Komprador tekelci burjuva iktidar beyin ölümünü tamamlamış, bitkisel yaşam yatağındadır. Aynı sınıflar muhalefeti halk kitlelerinin gerçek açlık ve faşist baskılar altında kabaran öfkesini arkalayarak alternatif olarak kendisini sunmaktadır. Devrimci irade bu oyun ve manipülasyona kayıtsız kalamaz. Fakat devrimci mücadele dinamikleri tek cephede birleşerek kitlelerin taleplerine yanıt olmaktan esasta uzaktır. Mevcut birlikler değerli olmasına karşın, reel olarak biçimsel ve maddi güç olmaktan uzak kalmaktadır. Devrimci cephenin dağınıklığı, özellikle Maoist güçler açısından esasta hüküm sürmektedir. Bu birliklerin tesis edilmesi ivedidir. Çünkü bu birlik somut bir talep ve devrimin ve mevcut koşulların devrim lehine çevirilmesinin anahtarı, devrimci cepheyi diriltecek bir dinamizmi temsil etmektedir.

 Sözün kısası, alternatif cephe zayıflıklar taşımakla birlikte, uygun olan devrimci koşul ve fırsatları yeterince değerlendirmemektedir. Hareketimiz alternatif devrimci cephenin zayıflıklarından tecrit olmasa da, yukarıdaki faaaliyet performansıyla daha olumlu zeminde bulunmakta, ilerlemektedir. Ne ki, bu yetmez. Daha sıkı ve daha yoğun çalışma eforuyla mücadeleyi büyük ilerlemelere taşıma perspektifiyle hareket etmemiz zorunludur.

Kazanacak mücadele tarzı devrime endeksli geliştirilen radikal mücadele niteliğidir ki, bunun canlı öznesi parti bilinci ve irade-eylem birliği temelinde Maoist önderlik altında kenetlenmiş olan militan devrimci kişiliktir. Taraftarından örgütlü militanına kadar hareketimizin mevcut tabanı ve tüm bileşeni bu potansiyeli taşımaktadır. Geçici durgunluk militan akışa dönmektedir; gelişmenin yönü budur. Gerçek budur, gelecek buradadır!…

Önceki İçerikMafya, Çete ve Cemaatler İlişkisinde “TC” Devleti Hakim Sermayesinin Kimlik Tarifi!
Sonraki İçerikJ.V. Stalin’in Marksist İktisatçılarla Görüşme Tutanağı | Ekonomi Politik Sorunları Üzerine-Ekonomi Politiğin İnceleme Nesnesi Üzerine 1. Bölüm