DHF’li adaylar: Hedefimiz kitlelere sosyalizmi anlatmaktır

DHF 7 Haziran’da olduğu gibi, 1 Kasım seçimlerinde de HDP ile ittifak kararı aldı. HDP’nin aday listelerinde bu kez DHF’li 4 aday yer aldı. Türkiye -Kuzey Kürdistan’da sosyalizm için mücadele yürüttüklerini ve proletarya ve emekçilerin ancak sosyalizmle kurtulabileceğini ifade eden sosyalist adaylar, seçimler ve parlamentoya taktik bir aracın ötesinde bir anlam yüklemediklerini belirttiler.  Genel siyasal gelişmeler ve 1 Kasım seçimlerine dair DHF’li sosyalist adaylarla bir röportaj gerçekleştirdik

DHF ve HDP 7 Haziran’ın ardından yeniden ittifak yaptı. Sizde bu ittifak süreciyle birlikte İstanbul 1. bölgeden aday oldunuz. Adaylık süreciniz nasıl gelişti, neden aday oldunuz?

Dilşad Canbaz: 7 Haziran seçimlerine katılmamız, asıl hedefimize yönelik ele aldığımız bir siyasal kampanyaydı. Biz Türkiye/Kuzey Kürdistan’da ve dünyada sosyalizm için mücadele yürüten, proletarya ve emekçilerin ancak sosyalizmle kurtulabileceğine inanan bir hareketiz. Demokratik Haklar Federasyonu olarak bu hedefimiz doğrultusunda kitleleri örgütleme çalışmalarında ilkelerimize uygun bütün araçları kullanıyoruz. Yerel yönetimler ve parlamento alanındaki çalışmalarda bu çerçevede ele alınmış durumda. 7 Haziran seçimlerine bu hedefimiz ve programımız doğrultusunda kitleleri örgütlemek, aynı zamanda iktidarda bulunan AKP ve bütün gerici egemenlerin, sermaye sınıfının tümünü coğrafyamızdaki bütün demokrasi güçleriyle ortaklıklar kurarak geriletmek, onların güçlerini parçalamak, onların halklarımıza yönelik yapmış oldukları planları bir şekilde boşa çıkarmak için sol/sosyalist bir aday olarak HDP-DHF ittifakından aday oldum.
AKP 7 Haziran’ın ardından savaş konseptini hayata geçirdi. Bu savaş konseptiyle birlikte yeni bir seçim kararı alındı. Topyekun savaş konseptinin Kürdistan’daki yansıması ise özyönetimlerin ilanı oldu. Siz özyönetim ilanları hakkında ne düşünüyorsunuz, özyönetimleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Başta Kuzey Kürdistan olmak üzere tüm ülkede sıcak bir savaş yaşanıyor. Bugün AKP iktidarı tarafından topyekun savaş konsepti devam ediyor. Kürt halkına yönelik bu savaş özelde sivil halk üzerinde yoğunlaşıyor. Sivil halk üzerinde gelişen bu haksız ve gerici savaşa karşı halkın inisiyatifiyle fiilen uygulamaya konan özyönetimleri destekliyor ve kendimizi bu öz yönetimlerin bir parçası olarak görüyoruz. Bugün Cizre, Nusaybin, Yüksekova, Varto, Şırnak başta olmak üzere 16 bölgede öz yönetimler ilan edildi. Öz yönetimin ilan edildiği bölgelerde egemen sınıflar katliamlara girişerek, çocuk, yaşlı, kadın ayırmaksızın bir çok kişiyi katletti. Ve bugünde katliamlar devam etmektedir. Egemenlerin başta Kürt olmak üzere sol, sosyalist kesimlere dönük tutuklama ve katliam politikalarının 1 Kasım seçimlerinin ardından daha şiddetli bir şekilde devam edeceğini düşünüyorum.

1 Kasım süreciyle birlikte HDP’nin ve devletin alacağı pozisyonu, seçim sonrası siyasi tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dilşad Canbaz: 7 Haziran sürecinde HDP açısından bir baraj sorunu vardı. Ancak 7 Haziran seçimleri sonrasında baraj sorunu aşıldı. Bunu hazmedemeyen AKP iktidarı ve gerici egemenler bugün 1 Kasım seçimlerini tekrardan önümüze koyarak, halklara bu seçimi dayattılar. Bunu onlarda bir yenilgi olarak görüyorlar ama bu tesadüfî bir şey değil, bizimde beklediğimiz bir şeydi. 7 Haziran öncesinde biliyorsunuz başta Kürdistan olmak üzere tüm ülkede HDP’nin sandık başındaki müşahitleri polis baskınlarıyla gözaltına alındı ve tutuklandılar. Bunun içerisinde Demokratik Haklar Federasyonu’nun İstanbul yerelinde faaliyetçilerine dönükte polis baskınları gerçekleştirildi. Devlet terörü 7 Haziran öncesinde olduğu gibi bugünde devam etti.
Bugün evet, HDP yine ilerici güçlerle birlikte 1 Kasım’da barajı aşacak ve parlamentoya daha güçlü gireceğini düşünüyoruz. Ancak faşizm 1 Kasım’da da, 1 Kasım’ın ardından da devam edecektir. Sivil halka yönelik bu haksız savaş, katliamlar, gözaltılar ve tutuklamalar durmayacaktır. Sol, sosyalist, devrimci, demokratik güçlerde elbette bundan nasibini alacaklar. Biz faşizmin sadece seçimlere endeksli olmadığını düşünüyoruz. Bizim açımızdan seçimler, parlamento yalnızca bir araç olabilir. Bu aracın bir parçası olarak da parlamentonun bugün mücadelenin sadece yüzde beşi olduğunu tarif ediyoruz. Ama katliamıyla, topyekun saldırısıyla faşizm hep devam edecek, seçimlerin ardından çok şeyin değişeceğini düşünmüyoruz.

Aynı zamanda kadın kimliğinizle aday oldunuz. Bu noktasıyla seçimlere dair kadın mücadelesi açısından seçimleri nasıl ele alacaksınız?

Dilşad Canbaz: Genel olarak şöyle söyleyeyim, DKH’nin bir üyesiyim ve aktif çalışanıyım. Dünde, bugünde bulunduğumuz alanda kadın mücadelesi yürüteceğiz. Evet kadınlar olarak egemen sistemin ikinci sınıf insan olarak gördüğü bireyleriz biz. LGBTİ’ler üzerinde, bizim üzerimizde ki baskı çok daha fazla. Her gün kadın katliamlarıyla karşılaşıyoruz. Bugün aynı sistemin, faşist yönelimin saldırılarını biz seçim sürecinde de göreceğiz. Bundan sonra yapacağımız çalışma elbette esasta kadın çalışması olacak. Demokratik Kadın Hareketi olarak da kendi etkinliklerimiz, kendi mücadelemiz devam edecek aynı zamanda HDP ile ortak çalışmayı da esas alacağız. Ama bunun içinde kendi özgün, özerk çalışmamızı da durmaksızın yürüteceğiz. Bütün kadınlarla birlikte 1 Kasım seçimlerinde ve sonrasında daha örgütlü bir mücadele hattı örerek devam edeceğiz.

1 Kasım Genel Seçimlerinde neden aday oldunuz?

Servet Erçıktı: Yaşadığımız ülkede süre gelen ve halklarımıza dayatılan bir sömürü durumu söz konusudur. Başta işçiler, emekçiler, kadınlar, gençler olmak üzere egemen sınıflar tarafından azgın bir sömürü ve hak gasplarına maruz kalmaktayız. Yaşanan bu haksızlıklar karşısında sol, sosyalist biri olarak, egemenlerin halklarımıza dayattığı bu sömürü düzenine karşı durmak ve halklarımızla birlikte örgütlü mücadeleyi büyütmek, demokratik taleplerin dile getirilmesi adına aday oldum.
DHF – HDP ittifakını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Servet Erçıktı: Bugün hakim sınıflar başta Kürt Ulusal Hareketi olmak üzere devrimcilere, sosyalistlere, ilerici güçlere dönük top yekûn bir saldırı konsepti başlatmıştır. Bu saldırılar karşısında devrimci, yurtsever ve ilerici güçler 7 Haziran seçimlerinde olduğu gibi bugün de tüm farklılıklarına rağmen bir araya gelerek AKP iktidarının geriletilmesi için ortak hareket etmektedir.  Bu doğrultuda DHF ve HDP’nin yapmış olduğu ittifak, hâkim sınıfların teşhiri ve geriletilmesi, iktidarlarının sarsılması açısından önemli bir yerde durmaktadır. Aynı zamanda uzun yıllardır demokratik haklar mücadelesinin önemli bir parçası olan DHF, 1 Kasım seçimlerinde bir yandan ittifak güçleriyle ortak hareket ederken bir yandan da kendi siyasal-politik yaklaşımlarını da geniş kitlere götürerek geniş kesimlere ulaşacaktır.
1 Kasım seçimleriyle birlikte nasıl bir siyasi atmosfer oluşur?

Servet Erçıktı: 1 Kasım seçimlerinin ardından HDP’nin daha güçlü çıkacağı kanısındayım. Herhangi bir gerileme olacağını düşünmüyorum. Ülkemizde artık insanlar uyanmaya başladı. Gerici egemen sınıfların emekçilere karşı çevirdiği oyunların, entrikalarını artık halkımız bilince çıkarmaya başladı.

7 Haziran seçimlerinin ardından AKP bir savaş politikası ortaya koydu. Bunun karşısında ise ulusal hareket Özyönetim hamlesini hayata geçirdi. Özyönetimler hakkında düşünceleriniz neler?

Servet Erçıktı:  Demokratik özyönetimi tamamen haklı buluyorum. Bir halkın kendi kendini yönetmesi, doğru olun budur. Bizim mücadelemizde bu doğrultudadır. Düşünün, atanmış bir vali bir şehrin yönetimi için bir karar aldığında, o karar halka sorulmadan hayata geçiriliyor. Bugün ulusal hareketin ortaya koyduğu öz yönetim biçimi ise halkın kendisinin dahil olduğu meclisler aracılığıyla bir yönetme biçimidir.  Bu doğrultuda halkın kendi yaşadığı alanın sorunlarına doğrudan söz söylemesi ve bu sorunlara doğrudan bire bir söz söyleyerek müdahil olması en doğru olandır. Bu doğrultuda ilan edilen öz yönetimler haklı ve meşru bir zemindedir. Sahiplenilmeliyiz ve meşru bir zeminde savunmalıyız.

Kadınlar cephesinden seçim sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Derya Öz: Yaşadığımız ülke ve dünya genelinde yani yaşamın her alanında egemenler bizleri sömürüyor, eziyor, kimliklerimizi yok sayıyor. Bir kadın olarak hem cinsel kimliğimizden ötürü hem işçi sınıfı olarak hayatın bütün alanlarında baskıya, şiddete, gericiliğe iki kez maruz kalıyoruz. Dolayısıyla kadının özgürlüğü, kadının yaşam içerisinde egemenlerin dayattığı o kalıpların dışına çıkması, bence ancak mücadele içerisinde aşılabilir. Dolayısıyla da seçim sürecine dair, bir kadın olarak parlamentoda, kadının yaşadığı sorunlara dair, ötekileştirilmiş, bastırılmış, susturulmuş, toplum içerisinde yer edinmeyen, yok sayılan kadınların aslında yaşamın her alanında var olduğunu ve ancak kadınlarında mücadele içerisinde aktif katılmasıyla dünyanın değişebileceğine inanıyorum ve bu noktada kadınların da parlamentoda olması gerektiğine, bu alanda kadınların kendini özgürleştirmesi noktasında, halkların özgürleştirilmesi noktasında kullanılması gerektiğine inanıyorum. Yani bu sistemin mevcut iktidarının kadına bakış açısı ortadadır. Kadının evden dışarı çıkmaması, 3 çocuk doğurması veya kadının kapanması… Bu noktada kadının hayatına bir şekil veriyorlar ve kadını kendi yarattıkları bir kadın figürünün içerisine hapsetmeye çalışıyorlar. Dolayısıyla parlamentoda da olup, toplumda kadına bu bakış açısıyla kadını hapsetmeye çalışan zihniyeti teşhir edip, bunları toplumun her alanında, tıpkı diğer mücadele alanlarında olduğu gibi halka deşifre edip, kadının zincirlerini kırması ve özgürleşmesi noktasında bu alanında değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu yüzden seçimlerde yer alma kararı aldık.

Peki, DHF – HDP ittifakını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Derya Öz: Bu ülkede HDP’nin ortaya çıkması ya da Kürt ulusunun özelde yaşadığı sorunlar -yok sayılması, ötekileştirilmesi-,  işçi sınıfının emek kesiminin sömürülmesi, kadının yok sayılması, çevrenin katledilmesi bunların hepsi aslında yaşadığımız dünya düzeni ve ülkemiz genelinde iktidarların kendi çıkarları doğrultusunda sömürdüğü ve kullandığı alanlardır. Ve bu noktada Kürt ulusunun vermiş olduğu haklı bir mücadele var. Kısmen geri yanları olsa da ileri yanları, demokratik temel haklar noktasında seçim süreci var ve bu seçim sürecine girerken de aslında sosyalist çevrelerin, çevrecilerin, aydınların, LGBTİ’lerin vb. HDP içerisinde var olması ve bizimde sosyalist bir gelenekten geliyoruz olmamız bu ittifakın güçlendirilmesi noktasındaydı. Öyle de düşünüyoruz ve 7 Haziran seçimlerinde de gördüğümüz gibi, bu ittifak süreci aslında halklarında benimsediği bir ittifak süreci olmuştur ki, 7 Haziran seçim sonuçları ortadadır.

7 Haziran seçimlerinin ardından topyekun bir savaş süreci yaşanıyor. Bu savaş süreciyle birlikte ilan edilen özyönetimler mevcut. Bu özyönetim ilanlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Derya Öz: Özyönetimlerin ilanlarına dönük baktığımız zaman Kürt Ulusal Hareketi’nin esasta, çözüm sürecinin rafa kaldırılmasına dönük adımları içerisinde olduğunu görüyoruz. Kürt hareketi özyönetim ilanlarını AKP iktidarını, çözüm sürecini tekrar döndürmek ve masaya oturtmak için taktik bir araç olarak ilan etmiş olsalar da halkların bu talebi noktasında baktığımızda devrimci ve ilerici bir yönü de var. Dolayısıyla da desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum ben. Ki bunun birçok yönü var aslında, dünya genelinde baktığımızda birçok ülkede öz yönetim mantığıyla ülkeler yönetiliyor. Halkların seçmiş olduğu kişilerin seçildikleri bölgeleri yönetmesi gerekirken, günümüz iktidarı tepeden vali ve kaymakamları atayarak halkın iradesini yok sayıyor. Bundan ötürü halkların seçmiş olduğu kişilerin halkla birlikte, halk meclisleriyle özyönetimi ilan etmesini devrimci ve ilerici buluyorum. Bu noktasıyla özyönetim ilanlarını desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum.

Seçim bölgeniz İzmir’de nasıl bir çalışma yürüteceksiniz?

Derya Öz: Emek, kadın, çevre bu sorunlar aslında birbirinden ayrı düşünülemeyecek sorunlardır. Bu sorunları bir bütün olarak ele almak gerekiyor, dolayısıyla halklarımızın var olduğu her alanı yaşadıkları bütün sorunların üzerine eğilmek ve bu alanlarda ciddi anlamda örgütlü bir mücadelenin verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Tabii ki bir kadın olarak, kadınların bu süreçte çok daha fazla aktif bir şekilde görev alması, yer alması, bu sisteme karşı kendini var etmesi, kadınlar buradadır deyip gerici egemenlerin dayattığı her şeyi reddederek bu dayatmacı zihniyeti yok edip kendi benliğiyle ortada durması, kendi özgürlüğü ve halkların özgürlüğü için mücadele etmesi noktasında çalışmaların yürütülmesi gerektiğini düşünüyorum. Yani bu süreç yalnızca bir aylık bir süreç olarak ele alınmamalı. Aslında bu süreçle beraber kadınların daha aktif görevler alabilmesi üzerine tabi ki çalışmalarımız olacak. Ama ben bu ülkede yaşanan bütün sorunları yani emek çevresi, kimlikler sorunu, cinsel kimlikler, inanç sorunu, çevre sorunu.. bunların hepsi bir bütündür ve ayrı düşünülemez diye görüyorum. Ve bu noktada her alanda mücadele etmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Sizce 1 Kasım Genel Seçimlerinin ardından nasıl bir siyasi tablo ortaya çıkar, mevcut tablo değişir mi?

Derya Öz:  Aslında baktığımız zaman HDP’ye dayatılmış olan ya da HDP ile birlikte ittifak güçlerine dayatılmış bir baraj sorunu vardı ve bu noktada onların dayattığı baraj halkların iradesiyle yıkılmış durumda. Dolayısıyla artık 1 Kasım sürecinde bir baraj sorunu yaşanabileceğini düşünmüyorum. Çünkü halklar AKP kliği de olsa devletin dayatmacı siyasetine, baskısına, terörizmine, yok saymasına karşı artık bir refleks oluşturmuş ve bu noktada direnişin en güzel örneklerini sağlıyor. Dün Cizre bugün Beytüşşebap’ta olduğu gibi. Halk artık kendi iradesiyle bir şeyler yapmaya çalışıyor, dolayısıyla da bu noktada HDP’de birçok çevrenin bir araya gelip ortaya koyduğu bir siyaset var. Dolayısıyla da tablonun çok değişeceğini düşünmüyorum HDP açısından. Yani baraj bir sorun olmayacaktır artık. Ama sistem partileri tarafından düşündüğümüz zaman AKP, CHP ya da MHP kliği için tabi ki değişmeler olabilir ama HDP açısından herhangi bir değişme olmayacaktır. İleriye dönük olabilir ama geriye düşeceğini düşünmüyorum.
 
7 Haziran’da HDP ile DHF ittifak adayı olarak seçime girdiniz ve sizde mecliste yer aldınız. Daha sonra yapılan koalisyon görüşmelerinin ardından erken seçim kararı çıktı. Sizde yeniden aday olarak bu sefer yer değişikliği ile İstanbul 3. bölge 3. sıradan aday oldunuz. Yeniden aday olmanız hangi kriterler üzerinden gelişti ve 7 Haziran ile 1 Kasım arasındaki süreci değerlendirebilir misiniz?

Edal Ataş: 7 Haziran’da hedeflediğimiz gibi, bizimde dâhil olduğumuz HDP bileşenleri önemli bir başarı elde ettiler. AKP tek başına iktidar olma durumunu yitirdi. Kitleler birlikte mücadelenin güçlü yanını gördüler. 7 Haziran’da sağlanan başarı ezilenlerin kendi cephesinde kendi haklarına ve alternatif toplum projelerine yönelik, kurtuluşlarına yönelik sürdürmüş olduğu mücadelelerin önemli oranda bu son yıllarda yani Gezi Ayaklanması ve diğer süreçlerle birlikte güçlenmesinin sonucunda ortaya çıkan enerjinin seçimlere yansıması biçiminde algılanmalıdır. 7 Haziran seçimleri demokrasi güçlerinin sürdürdüğü ve elde etmiş olduğu mevzilerin bir yansıması olarak şekillendi. 7 Haziran sonrasında gerici egemenlerinde yönelimleri bunun üzerine şekillendi. Tabi ki dünyadakinden bağımsız bir Türkiye /Kuzey Kürdistan değişimi ifade edilemez. Tüm gelişmeler birbirini etkiliyor ve dünya ile Ortadoğu’daki gelişmeler, Türkiye /Kuzey Kürdistan’daki hem egemenleri hem de ezilenleri önemli oranda etkiliyor ve kendine göre şekillendiriyor. Daha doğrusu oraya yönelik tavır ve tutum almayı gerekli kılıyor.
7 Haziran seçimleri sonrasında bütünlüklü olarak başlatılan bir saldırı konsepti var. Ama bu konsept çok önceden planlanmış durumda. Seçimlerle birlikte bir dönem askıya alınmış daha sonraki süreçte seçimlerin özellikle son süreçlerine doğru saldırıların başlatılmasının da zeminde döşenmeye başlandı. Yapılan saldırılarda bunu gösteriyor. Egemenler mevcut saldırıları sadece AKP’nin iktidardan düşmesi üzerine bir saldırı olarak görüyor. Bu işin bir yanıdır, evet, AKP kendi efendisi olan kliğin temsilcisi olarak önüne koymuş olduğu projeyi ve hedefleri gerçekleştirmek için tek başına iktidar olmak istiyor. Diğer burjuva kesimler ile koalisyon yapıp bu meseleyi sürdürmek yerine kendisi tek başına iktidar olmak istiyor. Çünkü aynı tutumu sergileyen, onunla istediği her noktada birlikte yürüyebilecek MHP ile pekâlâ bu koalisyonu yapıp bu işi sürdürebilirdi. Ama onu yapmak yerine mevcut mücadelede iç sallantıya düşmemek için 1 Kasım seçimlerini yaparak tekrardan tek başına iktidara gelip belki 19 sonrasında 23’e kadar iktidarını sürdürmek istiyor. Yani sürekli iktidarda kalıp kendi planları doğrultusunda bu coğrafyadaki mevcut yaşamı, ekonomiyi, siyaseti, politikayı örgütlemek istiyor. Ama bu işin belki de yüzde beşidir. Diğer sermaye kesimlerinin, Amerika’nın, Avrupa’nın, TÜSİAD’ın bütün bu yönelime rağmen sessiz kalmaları, bu konuya müdahale etmemeleri CHP’nin, MHP’nin tüm bu belli itirazlara rağmen gidip AKP ile birlikte aynı kulvarda bu meseleyi sürdürmesi ve seçimler ile saldırı politikalarını desteklemesi başka bir daha bütünlüklü planın Ortadoğu’da ve dünyada egemenler arasında, yani büyük emperyalist güçler arasında süren mücadelenin bir şekilde bu coğrafyada da yansımasını bulmasına bağlı olarak aldıkları tavır üzerine ancak ifade edilebilir. Nedir bu arka plan? Egemenler Türkiye/Kuzey Kürdistan’da ezilenlerin büyük oranda güçlendiği bu süreçten rahatsız olmuş durumdadır. Bir tanesi Gezi Ayaklanması’yla birlikte sosyalist hareketin toplumda yeniden alternatif bir proje olarak tartışılır hale gelmesi, kapitalizmin karşısında sosyalizmin gerçek kurtuluş olduğu anlayışının aydın kesimde, genç kesimde, bütün diğer emekçi kesimlerde canlanıp tekrar tartışılmaya başlaması ve bu güçlerin önemli oranda sosyalist güçlerin etrafına gelmesi onları rahatsız eden ve geriletilmesi gereken bir nokta olarak ele alınıyor. İşçi sınıfının sarı sendikalara ve devlet yanlısı örgütlenmelere yönelik tepkileri ve giderek sosyalist kesimlere, alternatif kesimlere, mücadeleci kesimlere yönelmeleri onları rahatsız eden bir diğer nokta oluyor. Kürt Ulusal Hareketi’nin girmiş olduğu bir biçimde, masada o işi halletme siyasetleri istedikleri gibi gitmedi. Kürt Ulusal Hareketi önemli oranda güçlendi ve halklar nezdinde meşru bir zemine oturdu. Bu da onların projelerini boşa çıkarmış durumda.
Egemenler ulusal ve sınıfsal hareketleri genel olarak şu planla yok etmeye çalışıyordu; sürece yay, teslim al, zayıflat, kitleler nezdinde meşruluğunu düşür sonrada herhangi bir gücün bu meseleyi inkâr ettiğini, diğerinin iyi olduğunu ve gelip halklara bu hakları verdiğini kabul ettirmeye çalışıyorlardı. Bu plan Türkiye/Kuzey Kürdistan’da tutmadı. Yani Türk devleti AKP eliyle PKK’yi teslim alma, onun üzerinden mevcut meseleyi kendilerine mal etme siyaseti uygulamaya çalıştı. Alevi hareketi ya da oradaki hakları kendine mâl etme siyasetleri vardı, bu tutmadı. Hem Alevi örgütlenmeleri önemli oranda güçlendi, bağımsız hareket etti ve AKP karşıtı bir duruş sergiledi hem de Kürt hareketi Ortadoğu’daki ve Rojava’da ki gelişmelerden kaynaklı önemli oranda güç kazandı ve tasfiyesi engellenmiş oldu. Bu onların masada daha fazla hak elde etmelerini, gelişmelerde alınan her hakkın ulusal harekete ve diğer kesimlere mâl olmasına neden oldu. Bu egemenleri rahatsız etti ve bir şekilde bu güçlerin zayıflatılması isteniyordu. Saldırıların bir boyutu da bunun üzerine gerçekleşmiş oldu. Diğer bir boyutta HDP ile birlikte gelen 1,5 – 2 milyon insan var, bunların örgütlü güce dönüşmesini istemiyor. Irkçı politikalarla halkları birbirine düşürdükleri gerçekliği üzerinden bakıldığında Alevilerin, Sünnilerin, Hıristiyanların, Ezidilerin, Materyalistlerin bunların önemli oranda ortak eşitlik temelinde bir araya gelmeleri onları rahatsız ediyor. Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Ermeni, Abaza’ların bir araya gelmesi, kardeşleşmesi, birlikte mücadele etmesi onları rahatsız ediyor. Bütün bu saldırıların tümü hem 1 Kasım seçimlerini tekrardan gündeme getirdi hem de mevcut saldırı konseptini derinleştirdi.

1 Kasım seçimlerine yaklaşık bir aylık bir süre kaldı. AKP’nin Kürdistan’da sandıkları taşıma, birleştirme gibi bir yönelimi var ve sandıklara yönelik birçok kaygı ortaya çıktı. Açık bir şekilde HDP baraj altında bırakılmak isteniyor. Peki, sizce 1 Kasım’la birlikte nasıl bir tablo ortaya çıkar?

Edal Ataş: AKP’nin ve AKP’nin temsilciliği yaptığı burjuva kesimlerin iktidara gelmesi için bir şekilde HDP’nin, CHP’nin ya da MHP’nin gerilemesi gerekiyor. Bütün planlarda bunun üzerine kuruluyor. AKP bu hedefine ulaşmak için eksik olan vekillerin bir bölümünü HDP’den, bunu sandık taşıma, savaş konseptini yükseltme, insanların üzerinde baskı kurma, insanların oralardan bir şekilde göç ettirme siyaseti üzerine elde etmeye çalışıyor. Bir bölümünü tırmandırılan milliyetçilik üzerinden, MHP’den almaya çalışıyor. Bir bölümünü de az oyla kaybettiği büyükşehirlerde CHP’den elde etmeye çalışıyor. Yani tek başına iktidar olmak için gereken 20 vekili bu şekilde tamamlamak istiyor. Bizim genel yaklaşımımız bunu başaramayacağı yönündedir. Elbette büyük oyunlar oynanacak ama hem demokrasi güçlerinin hem Ortadoğu’da konjonktürel durumun, uluslararası güçlerin birbiriyle kavgasının hem de mevcut Türkiye’de burjuvazinin parçalı durumundan kaynaklı bu meseleyi gerçekleştiremez. Ama biran için bu meselenin olduğunu düşünelim. Bu bitiş filan değil. Yani HDP seçimlerden çekilse bile, boykot yapsa ya da bir şekilde kapatılsa ya da yanlış bir politika ve kötü bir seçim çalışmasıyla başarısız olsa bile mevcut mesele mücadelenin sonu değil. Zaten bir meclisle elde edilmiş olan hakların esasının, yüzde doksan dokuzunun yerel yönetimlerle ya da seçimlerle elde edilmiş kazanımlar olarak görmüyoruz. Bunlar halklarımızın asıl mücadele alanlarında yani sokaklarda, tarlalarda, köylerde, dağ başlarında sürdürdüğü mücadele sonucunda elde edildiğini biliyoruz. Yani can bedeliyle sürdürülen mücadelelerle elde edildiğini biliyoruz. Bu sürdürülen mücadelenin aynı güçlerle devam ettirileceğini biliyoruz. Bizlerde bunun bir parçası olarak kırk yıllık mücadele geleneğiyle bu coğrafyada ilk defa seçimlere katılıyoruz kendi adaylarımızla. Ama biz asıl olarak bu coğrafyada sosyalizm doğrultusundaki mücadelenin her alanda dediğimiz gibi, fabrikalarda, tarlalarda, sokaklarda bütün mücadele mevzilerinde sürdürdük. Haklarımızı kazanmaya yönelik mücadelemizi bundan sonrada sürdüreceğiz. Koşullar bizden yanadır. Yani seçimlerde olumlu yada olumsuz sonuçların dışında mevcut koşullar bizden yanadır. Bu yüzdende asıl olarak buralara yüklenmek lazım.

 

 

 

 

 

Önceki İçerikOvacık’ta özel harekatçılardan linç girişimi
Sonraki İçerikDHF: 1 Kasım 2015 seçimlerine ilişkin yaklaşımımız