Dil ve düşünce denkleminde güncel bir yaklaşım sorunsalı

Düşünce dile vurur ya da dile yansıyan düşüncedir. Düşünce net ve belirgin değilse dil de belirsiz ve net değildir. Kısacası, kavram ve tanımlamalar çerçevesinde yaşanan dildeki kırılmalar düşüncedeki kırılmanın dışavurumudur. Özellikle belli kavramların kullanılmasında sorunların yaşandığı, yaşanan bu sorunlarda etkilenmelerin izlerinin görüldüğü bir gerçektir. O halde dil olarak kullandığımız kavram, tanım, belirleme ve tespitler üzerinde tartışma yürüterek sorunları gidermeye çalışmak zorunludur. Özellikle kavramların siyasi mücadelede bir silah etkisinde olduğunu düşünürsek bu tartışmanın zorunlu olduğunu teslim ederiz

Doğru fikirler gibi hatalı fikirler de yaşamdan bağımsız olmayan düşünce diyalektiğine uygun olarak bütün bir yaşam boyu var olurlar. Bunları reddetmek hatalı anlayış ve yöntemken, doğru metotlarla ikna eksenli dönüştürmeye dönük ideolojik mücadele yürütmek doğru olandır. Doğru düşünceler yanlış yöntemlerle savunulamaz. Yanlış yöntemler doğru mücadeleyi zayıflatmaktan öteye işlev görmez… Farklı/yeni fikirler, yeni kavram ve argümanlar son yılların modası olarak aktüeldir. Hepsi temelsiz ve anlamsız değildir fakat her yeni denilen şeyin gerçek manada yeniyi temsil etmediği gerçeği göz önüne alındığında bu “yenilerin” eleştirel süzgeçten geçirilmesi, dolayısıyla ideolojik mücadelenin bu alanda da yoğunlaşması isabetli olacaktır. Zira dildeki bozulmaların genellikle düşüncedeki bulanıklığın ürünü olduğu doğrudur. Daha etkili bir dilin kullanılması ise düşüncedeki sağlamlığın ifadesidir. Eğer dildeki bozulma popüler dilin kullanılması hastalığı değilse, kesinlikle düşüncedeki yozlaşmanın ifadesidir. Bundandır ki, sorunun küçümsenmeden ele alınması, ideolojik mücadele ve politik uyanıklığın yitirilmemesi yeni kavram, argüman ve kullanılan “yeni” dil konusunda önemli bir gereksinimdir.

Her Parti’linin görevi, siyasi piyasaya sürülmüş fikirleri doğru-yanlış denkleminde ele alıp bilimsel sosyalizm teorisinin ölçüsüne tabi tutarak analizden geçirmek ve ileri sürülen bu fikirler karşısında doğru-yanlış ekseninde tutum almaktır. Ama bu tutum, dar döngüde yürütülen sığ tutuma, ikna zeminini kaybeden damgalayıcı, kaba suçlayıcı, yerici, itici ve ilkel kavgacı tutuma dönüşmemek durumundadır. Önderlik konumları ve pozisyonu bu görevde birinci dereceden sorumludur. Yeni fikir, eleştiri veya görüşlere karşı dogmatik ezberci refleks temelinde tepki vermek yanlışken, bunlara bilimsel eleştiri ve analiz zemininde yanıt olmak şarttır. İleri sürülen fikirlerin doğru olması ne kadar gerekliyse, yanlış fikirlere karşı mücadelenin doğru olması da bir o kadar zorunludur. Yöntem veya metot sorunu biçimsel denilerek küçümsense de aslında son derece önemli bir konudur. Doğru fikirlerin savunulması da yanlış fikirlere karşı mücadele de doğru metotlarla yürütülmek durumundadır. Aksi halde doğru sonuçların alınması mümkün olsa bile son derece zor olur…

Gelişme sınırsızdır. Lakin somut tahlil ve tespitler de bir gerçektir, bir gerçekliği ifade eden gerekliliklerdir. Gelişmenin sınırsız olması, somut durumun belirsiz bırakılmasına gerekçe edilemez. Kavram ve belirlemelerin nesnel yaşamda bir karşılığı vardır ve her tanımlama, her kavram ve isimlendirme bir gerçeği ifade eder. Dolayısıyla gelişmenin sınırsız olması somut durum ve olguları net belirlemeyi yadsımaz, kavram ve tespitlerin belirsizleştirilmesine gerekçe olmaz. Gelişmelerin yaşandığı inkâr edilemez ve bu gelişmelere bağlı olarak yeni tespit ve fikirlere varmanın da ihtiyaç olduğu reddedilemez. Ne ki, yeni fikirler sınırsız ya da temelsiz bir zeminde ileri sürülemez, somut durum ve gelişmelere bağlı olarak sınırlanırlar. Değişim her şeyin değiştiği anlamına gelmeyeceği gibi, yeni fikirlere varmak da tüm fikirlerin reddedilmesi veya bağlayıcı referansların olmadığı anlamına gelmez…

Düşünce dile vurur ya da dile yansıyan düşüncedir. Düşünce net ve belirgin değilse dil de belirsiz ve net değildir. Kısacası, kavram ve tanımlamalar çerçevesinde yaşanan dildeki kırılmalar düşüncedeki kırılmanın dışavurumudur. Özellikle belli kavramların kullanılmasında sorunların yaşandığı, yaşanan bu sorunlarda etkilenmelerin izlerinin görüldüğü bir gerçektir. O halde dil olarak kullandığımız kavram, tanım, belirleme ve tespitler üzerinde tartışma yürüterek sorunları gidermeye çalışmak zorunludur. Özellikle kavramların siyasi mücadelede bir silah etkisinde olduğunu düşünürsek bu tartışmanın zorunlu olduğunu teslim ederiz.

***

Ulusal hareket ile sınıf hareketi temelden farklı iki siyasi cenahta biçimlenen iki farklı ideolojik-siyasi formattır. Haliyle argümanları, kavram ve tanımlamaları, içerik ve biçimleri ve benzeri de farklıdır, farklı olur, olmak durumundadır. Sınıfsal yapı ve bileşenleri, ideolojik-siyasi karakterleri ve örgütsel anlayışları, amaç ve hedefleri, ilke ve dayanakları, demokrasi ve devlet tasavvurları, nihayet varlık gerekçeleri gibi tüm temel meselelerde ulusal hareketler ile sınıf hareketleri tamamen farklıdırlar. Öyle ki, bu ikisi arasındaki farklar o kadar kuvvetli ve berrak ki, bunları açıklamak bile gereksizdir. Dolayısıyla ikisini karıştırmamak isabetken, karıştırmak ise proleter devrimci siyasette ana sınıfına gitmektir, sığ ve yavandır…

Dil ile düşüncenin kopmaz biçimde ilişkili olduğu aşikârdır. Bu ilişki, dilin düşünceyi ifade etme aracı olmasında anlam bulur. Sınıf hareketinin kendisine göre argümanları ve dili vardır. Aynı biçimde ulusal hareketin de kendisine has argüman ve dili vardır. Sınıf hareketiyle ulusal hareketin dil ve argümanlarda ortaklaşması düşüncede ortaklaşması anlamına gelir demek yanlış olmaz, bilakis isabet olur. Elbette belli argümanların buluşması da inkâr edilemez gerçektir ki, bunlar daha çok özgün veya tipik olmayan ortak unsurlardaki aynılıklardır. Hiçbir aynılık tanımayan mutlak bir dil ve argüman ayrılığından söz etmek elbette yanlıştır. Ne ki, ideolojik-siyasi tipiklerde belirgin bir dil ve argüman ayrılığının olduğu da kesindir…

Kürt Ulusunun ileriye dönük her adımını destekleriz

***

Genel bir hatırlatma babında ifade edelim. Ulusal hareketin, ulusal hareket olma realitesine uygun olarak ideolojik çizgi, stratejik yönelim veya genel siyasi çizgisi itibarıyla silahlı reformist olduğu tespitimiz geçerlidir. Buna karşın ulusal hareketin kesinlikle demokratik muhtevaya sahip olup, demokratik nitelikte olduğu da tartışmasız gerçektir. Dahası, ulusal hareketin ideolojik doku ve kırılganlıklarına, ulusal hareket olma doğasından ileri gelen total özelliklerinin sınıf hareketlerinden köklü ayrışımı ifade etmesine karşın, bu ulusal hareketin mevcut siyasi atmosferde politik olarak devrimci rol oynadığı inkâr götürmez gerçektir.

Ulusal hareketin proleter devrim hareketinin yedeği olması, demokratik özelliğe sahip olması, haklı ve ilerici muhtevasının olması, politik olarak oynadığı rol ve edindiği biçim ya da özellik gereği Kürt Ulusal Hareketi dostumuzdur. İttifak edeceğimiz, ortak mücadele ve eylem birlikleri gerçekleştireceğimiz, demokratik muhtevası kadarıyla destekleyeceğimiz bir güçtür Kürt Ulusal Hareketi. Kürt ulusal sorunu çerçevesinde Kürt Ulusal Hareketi ve ulusuna dönük yaklaşımımız, demokratik niteliğe sahip olup haklı bir mücadele yürüttüğü, dolayısıyla desteklenmesi gereken bir dinamik veya hareket olduğu biçimindedir. Kendi kaderini tayin etme hakkı zemininde bağımsız devletini kurma hakkını savunurken, bu hakkını hangi yönde kullanacağı tercihine de saygı göstermekten başka bir şey düşünemeyiz. Genel yaklaşımımız, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin etme hakkını kayıtsız şartsız tanımakla ve tanınması ile u(ama burjuva iktidar altında birlikte yaşamayı tercih etmesi değil), kendi kendini yerinde yönetim ve geniş bölgesel özerklik zemininde sosyalist çözüm şeklindedir. Elbette siyasi sürecin aşamalarında ileriye dönük kazanım ve ilerlemeleri reddetmek anlaşılamaz bundan. Bilakis, Kürt ulusunun ileriye dönük her kazanımını destekleriz…

Bu özet yaklaşımdan sonra ekleyelim ki, Kürt ulusu ve hareketiyle ilgili bu değerlendirmelerimize, yaklaşım ve somutta devam eden ilişkilerimize, ittifak ve ortaklıklarımıza rağmen, ideolojik-siyasi zeminde aramızda büyük ayrılıklar mevcuttur. Bu ayrılıklar köklü ideolojik-siyasi-örgütsel çizgide ifade bulurken, bu zeminden bağımsız olmamak kaydıyla dil ve argümanlarımızda da temelden farklılıklar taşımaktayız. Birlik olduğumuz yanlar olduğu gibi, nitel anlamda ayrılıklarımız da vardır. Dayanıştığımız ve dost olduğumuz kadar, ayrılıklarımız ve eleştirilerimiz de vardır. Kısacası, birleştiğimiz kapsam bir bütün birleşme kapsamı değildir elbette. Soyutlama olarak ifade ettiğimiz bu gerçek unutulamaz.

***

Koşulların canlı türü üzerinde kesin bir etkiye sahip olduğu evrim teorisiyle ispatlanmıştır. Bu ispat sosyal yaşam pratiğinde de desteklenmiştir. Koşullar insan üzerinde etkide bulunur. Aynı biçimde insanın üretim süreci, kullandığı araç ve yöntemler de insan üzerinde bir etkiye sahiptir. Ama diğer canlı türlerine ters olarak insanın başka bir özelliği vardır. Bu özellik koşullardan etkilenmekten muaf olmamakla birlikte, koşulları değiştirme gücü ve gerçeğinde ifade bulan özelliktir. Ki, bu da bilinç veya devrimci teoriden ileri gelen temel bir özelliktir. Dolayısıyla, siyasi parti ve örgütlerin içinde bulunduğu koşullar, yaşadığı ilişkiler, kullandığı araç ve yöntemler gibi süreçler bu partileri etkiler, üzerlerinde belli etkiler yaratırlar. Ne var ki, bu partilerin devrimci teori ve bilinci, ilgili etkiye karşı irade ve direnç göstermesinin büyük bir silahı olarak onları istenmeyen etki veya ters orantılı değişimden korur, koruma gücüdür. Buna karşın, bu etkiyi tümden yok etmek her zaman mümkün olmaz. Bu, tamamen istenmeyen etkiye karşı koruyucu silah olan devrimci teori ve bilinci kullanmasına bağlıdır.  Devrimci teori ve bilinçte zayıflık ya da kırılmalar mevcut ise istenmeyen etkilenme kaçınılmaz olur. Bilinç zayıflığının oranı etkinin de oranını belirler. Ve eğer devrimci teori ve bilinçte sağlam bir duruş mevcut ise, etki o derece ötelenmiş, etkilenme yerine etkide bulunma gerçekleştirilmiş olur. Demek ki, tüm mesele devrimci fikir ve teorimizde yetkin olup olmamamıza bağlıdır…

***

Etkinin düşünce ve dolayısıyla dilde yansıması kaçınılmazdır. Kullanılan dil ve argümanlar düşüncenin bir yansıması olduğu kadar, değişen dil ve argümanlar yaşanan etkinin bir göstergesi olabilirler. Bu etkiyi somut bazı kavram ve argümanlarda ele almak yararlı olacaktır. Örnekleyerek vereceğimiz argüman veya kavramları geniş yorumlamadan özet şekilde hatalı olduklarını vurgulamakla yetineceğiz. Zira bu yazı kapsamında daha geniş yorum yapmanın olanağı yoktur.

Mücadelede yaşanan zayıflıklar ve gerilemeler sağ fikirlerin gelişmesine tanıklık yapar

Sınıf mücadelesinde yaşanan zayıflıklar ve gerilemeler dönemi genel olarak sağ fikirlerin gündeme gelmesine tanıklık yapar. Mücadeledeki tıkanıklıklar, zayıflıklar ve yetersizlikler tabiatıyla bir arayışı koşullar. Ne var ki, bu arayış egemen olan geri koşullardan etkilenerek esasta sağdan savrulma, bozulma ve kırılmalar biçiminde tezahür eder. İçinden geçtiğimiz dönem bu özellikleri barındırmaktadır. Doğru arayış ve sorgulamalar gibi, hatalı arayış ve sorgulamalar da gündemdedir. Özellikle dil, argüman ve kavramlarda belli bir bulanıklığın gündemde olup sınıf orijinli dili ve keskin devrimci bilinci silikleştirme zemininde geliştiğini söylemek mümkündür.

Örneğin Birleşik Devrim’den söz edenlerin, “Türkiye’nin özgürlüğü Kürdistan’ın özgürlüğünden geçer” demesi hem birleşik devrim argümanı bakımından tutarsızlıktır ve hem de dil, dolayısıyla etkinin ürünü olarak düşüncedeki değişimdir. Öte taraftan bu görüş iki ayrı devrimden bahsetmektedir. Ama bir devrimi veya bir yerin devrimini diğer yerin devrimine endekslemektedir. Bu temel bir hatadır. Kürdistan’ın özgürlüğünden kasıt Kürdistan’da bir devrim ise, mevcut durumda Kürdistan’daki Kürt Ulusal Hareketi bir devrimle özgürleşmekten değil, belirli ulusal taleplerinin karşılanması koşuluyla mevcut düzen içinde birlikte yaşamaktan söz etmektedir. Dolayısıyla “Türkiye’nin özgürlüğü Kürdistan’ın özgürlüğünden geçer” diyen görüş hiçbir açıdan sağlam ve tutarlı değildir…

Hatalı bir kavram da “Türk egemenlik sistemi” ifadesidir-dilidir. Sistemin emperyalist kapitalist gericiliğin parçası olarak Türk menşeli olduğu doğrudur. Fakat bir bütün olarak Türk olanların hepsinin (tüm Türk milletinin) değil, aksine Türk hâkim sınıflarının egemenlik sistemidir. Bu ayrımı bulanıklaştırmak sınıf siyasetini bulanıklaştırmak olduğu kadar, milliyetçiliğin de etkisini yansıtmaktadır. Sosyalistler olarak bizlerin hiçbir milletle olduğu gibi Türklerle de bir problemimiz olamaz, problemimiz gerici sınıflar veya gerici egemen sınıflar ve bunların sistemiyledir… “Türk egemenlik sistemi” yerine, “Türk hâkim sınıfları egemenlik sistemi” demek daha isabetli olup devrimci sınıf siyasetine uygun olandır.

Başka bir popüler argüman da “Radikal Demokrasi”dir. Argüman olarak “Radikal Demokrasi” kavramı Marksist teorinin yetersizliği öngörüsünden çıkarak alternatif oluşturma arayışının bir sonucu olarak doğan bir kavramdır. Sosyalist demokrasi, sınıf devrimi, sınıf iktidarı gibi sosyalist teorinin savunularını silikleştiren, anlamsızlaştıran ve yerine düzen içi iyileştirmeyi esas alan tutmturaklı kavramdan ileri bir şey değildir “Radikal Demokrasi” argümanı. Eğer öyle değilse, sosyalist demokrasi yerine “Radikal Demokrasi” demenin manası nedir? Ve neden sosyalist demokrasiden geri adım atarak “Radikal Demokrasi” diyerek kavram kargaşasına meyledelim? Hangi ihiyacın ürünü olarak sosyalist demokrasi yerine “Radikal Demokrasi” kavramını benimseyelim?

Uzatmayalım: Demokratik Modernite, Özgür Yaşam, Özyönetim, Ekolojik Toplum, Medya Savunma Alanları gibi bir dizi argüman ve kavram aynı zeminde sınıf siyasetinin tespit, tarif ve kavramsallaştırmalarını bozan, yumuşatan, revize ederek belirsizleştiren ve silikleştiren bir dili temsil etmektedirler. Ne yazık ki, popüler dil hastalığı gerekli seçiciliği göstermeden bu argümanları kullanmakta, düşüncedeki bulanıklığını diline yansıtmaktadır.

“Komünist adını almayalım kitleler tepki duyar” anlayışının bir türevi de ‘Diktatörlük demeyelim bu kitlelerde tepkiye yol açar, diktatörlük yerine devlet diyelim’ yaklaşımıdır. Bütün bunlar bir geri çekilme veya ödün verme yaklaşımıdır. Ve nerede duracağı belirsiz bir eğilimdir. Öyle ya kitleler devrim sözünden de ürker, o halde devrim yerine de başka bir şey diyelim yaklaşımı kaçınılmaz olarak gündeme gelir… Oysa ilkeli duruş ve ilkelere bağlı kalmak şarttır.

 

Önceki İçerikFransa: “Gece Ayakta!”
Sonraki İçerikGezi Halk Hareketi’nden öğrenecek miyiz?