Doğmadan çöküş dönemine giren “Yeni Osmancılık”


“TC” devleti gerek Rusya uçağını düşürmeyle gerek Akdeniz’deki gemileriyle ve gerekse de Irak’a asker sokmakla çatışmanın asli unsuru ve hedefi haline gelmiş, getirilmiş durumdadır. Bu pozisyondaki “TC”nin her an bir savaşa girmesi mümkündür. “TC” ve onun AKP iktidarı, olası bir savaşın eşiğindedir ve olası bir savaşta savaşın ilk başlatanı veya saldırıya uğrayanı olarak işin merkezinde-hedefinde bulunmaktadır. İşte bu zeminde gelişebilecek bir savaş-çatışma Erdoğan’ın imparatorluğunun-sultanlığının çöküşünden başka bir anlama gelmez. Ki, şimdiden bu çöküş süreci işlemektedir. Rusya’nın uyguladığı ve uygulayacağı yaptırımlar, AKP iktidarının ekonomik ve dolayısıyla siyasi olarak batağa saplanıp patinaj yapmasına, istop etmesine gidecek kadar ciddi bir eğilim taşımaktadır. Ne reform zırvalıkları ne de ırkçı faşist katliamcılık bu süreci kotaramaz. Ki Rusya emperyalizmini takip eden aynı bloktan tavır ve yaptırımlar, Erdoğan/AKP güruhunu o “hasta adama” dönüştürecektir. Dahası Rusya’nın uluslararası hukuk ve diplomasi sahasında atacağı veya atması mümkün olan kimi adımlar da, bu güruhu iyice mecalsiz bırakacak tehditlerdir


HABER MERKEZİ (22-12-1015)-  
Gazetemizin 113. sayısında yayınlanan„“Doğmadan çöküş dönemine giren “Yeni Osmancılık” başlıklı yazıyı okurlarımızla paylaşıyoruz.

“Türk tipi başkanlık sistemi” söyleminin Sultanlık özlemine dayandığı ve Erdoğan/AKP iktidarının ortaya koyduğu tüm irade ve uygulamaların bu doğrultuda olduğu görülmekte, anlaşılmaktadır. Saraydan, sarayın ihtişamından, rengârenk elbiseleriyle saray merdivenlerine dizilen soy ağacı askerlerinden, Yavuz ismiyle projelendirilen boğaz köprüsünden, “Külliye” isimlendirmelerinden, nam-ı belli tarihlerle açıklanan hedeflerden, asker-polisin “tekbir” çekişlerinden, tem adam sultasının alenen uygulanmasından, tek adamın yasalara-hukuka rağmen belirleyici olmasından, öğretim sistemi ve derslerdeki düzenlemelerden, Türk ve Müslüman dünyasıyla salt bu kimlikler ve “genişleme” hayali nedeniyle sürdürülen ilişkilerden, “Osmanlı Ocakları” derneklerinden, “Osmanlı Spor”dan ve hatta çocuk çizgi filmlerinden “Yeni Osmanlıcılık” iradesi ve özleminin toplumsal yapıya yerleştirilip geliştirildiği rahatlıkla gözlemlenebilmektedir. “İkinci Cumhuriyetçilik” tezlerine karşı “Yeni Osmanlıcılık” tezinin güdüldüğü söylenebilir.

AKP/Erdoğan sultasının, özünde Erdoğan sultanlığı olarak hüküm sürdüğü söylenebilir. Ne var ki, bu sulta ve sultanlık daha ilkbaharına girmeden patinaj ederek çökme dönemini yaşamaktadır. 1 Kasım Erken Genel Seçimleri’nde alınan oy oranı formel olarak bu sultanın güçlü olduğu ya da güçlenme döneminde olduğu izlenimini verse de gerçeğin tam tersi olduğu açıktır. Bu formel başarının nasıl elde edildiği ise sır değildir. Dolayısıyla ilgili başarının gerçeği yansıtmadığı, gerçeğin tersi olduğu 7 Haziran Genel Seçimleri’nin ortaya koyduğu sonuçlarla da ispatlanmıştır. 1 Kasım’da elde edilen biçimsel başarının ırkçı faşist baskı, katliam ve savaş saldıranlığının özel etkisi veya korku nüfuzuyla elde edildiği düşünüldüğünde, bu başarının gerçeği yansıtmadığını söylemek yanlış olmaz. Erdoğan/AKP güruhu, baskı, savaş saldırganlığı ve siyasi cinayetlerle, etkisi derinleştirilen devasa katliamlar vasıtasıyla biçimsel olarak güç olmayı başarıp diktasını sürdürse de, bu diktasını Sultanlık saltanatına  -“Yeni Osmanlıcılık” biçimindeki bir toplumsal biçime- taşıma hayali boş bir hayaldir. Tarihin geri götürülmesi mümkün olmayan bir hayaldir. Tarih olmuş imparatorluk veya sultanlık sisteminin toplumsal sistem olarak geri getirilmesi veya kurulması tüm diyalektiğe terstir. Toplumsal gelişim düzeyi, üretim ilişkileri ve üretim tarzı tarafından belirlenir. Günümüz toplumunun üretim ilişkileri, tarih olmuş sultanlığın-imparatorluğun (isterse “Yeni” eki önüne koyulmuş olsun) bir toplumsal sistem ve buna uygun üretim ilişkilerinin kurulmasına olanak tanımaz. Hiçbir toplumsal sistem alt yapıdan-ekonomik alt yapıdan bağımsız olarak gelişmez, inşa olmaz ve edilemez. Dolayısıyla “Yeni Osmanlıcılık” ve sultanlık hayalinin egemen kılınması mümkün değildir. Adına “Türk tipi başkanlık sistemi” de dense sultanlık düşünden başka bir şey olmayan bu sistem, mevcut toplumsal bilinç ve bu bilinci belirleyen üretim biçimi ve ilişkilerine uyum sağlayamayarak kabul göremez.

“Her türden milliyetçiliği ayaklar altına aldık” diyerek böbürlenen Erdoğan bu söylemiyle bir taraftan Kürt Ulusal Hareketi’ni tasfiye etme planını uygulamaya çalışırken, diğer taraftan da Osmanlı’nın Türk egemen bir imparatorluk olmasına karşın diğer ulusları da kapsayan özelliği itibarıyla Osmanlı imparatorluğuna öykünüp “Yeni Osmanlıcılık” rüyasını gerçekleştirme peşindedir. Ne var ki, “her türden milliyetçiliği” denilerek etnik milliyetçilik ve “dinsel-mezhepsel milliyetçiliği” kast ederken, bugün bu söylemlerinin tam aksine özellikle Kürt ulusuna karşı ırkçı Türk milliyetçiği ve Alevi mezhebine karşı da Sünni-İslam şovenizmini benimseyip uygulamaktadır. “Milli irade” lafzına sarılırken de “her türden milliyetçiliği ayaklarımızın altına aldık” sözünü açıktan yalanlayarak tükürdüğünü yalamaktadır. Kısacası “Yeni Osmanlıcılık” zırvasıyla düşlediği sultanlık hayali, Erdoğan’ın yaşamın gerçeği karşısında falsolar çizip kendisini yalanlamasına neden olmakta, açmaza sürüklemektedir. Yaşam veya toplumsal gerçekler Erdoğan’ın “sessiz devrim”inin gerçekleşmesi-gerçekleştirilmesine izin vermiyor, vermeyecek. Çünkü tarih ve toplumların akışı ileriye dönüktür, tarih çarkının geri döndürülmesi imkânsızdır. Tersini tasavvur etme, yalnızca ve yalnızca dinci gericilik ve onun beslendiği idealizmin, burjuva idealizminin işidir.

Özellikle emperyalist dünya sistemi şartlarında iç içe geçen ekonomik bağımlılık ve bağlaşıklık durumu “Yeni Osmanlıcılık” hayali olan imparatorluğun toplumsal siyasi sistem haline getirilmesine olanak tanımaz. Ne yayılmacılık yapısıyla ne üretim tarzı ve ilişkileri yapısıyla ne de toplumsal yapı açısından imparatorluk sistemine geri dönüş-geçiş uluslararası sermayenin nüfuzu ve çıkarları bakımından olanaklı olmaz. Emperyalist güçlere rağmen “Yeni Osmanlıcılık”ın Suriye, Irak, İran ya da başka bir ülke topraklarını işgal ederek veya başka türlü kendisine katması, dolayısıyla yayılmacılık politikası gütmesi düşünülemez. Kapitalist üretim ve sömürünün geri-ilkel biçimlere çekilmesi de hiçbir açıdan mümkün olamaz. Çünkü Erdoğan’ın imparatorluk ve sultanlık düzeni, gelişen dünya şartlarıyla bağdaşmadığı gibi dünyaya hükmeden emperyalist haydutların çıkarlarıyla da örtüşmez. Her ne kadar Erdoğan’ın tasavvur ettiği sultanlık (Yeni Osmanlıcılık ya da imparatorluk) emperyalist gericiliğin nüfuzundan kurtulma ya da ondan bağımsız olma zemininde olmasa da, emperyalizmin, devleti yapılandırma eyleminden de anlaşılacağı üzere bir imparatorluk veya sultanlık sistemini benimsemeyeceği kesindir.

Kuşkusuz ki, Erdoğan eski klasik imparatorluk dönemi üretimine, ekonomisine, üretim ilişkilerine vb. geçerek böyle bir toplumsal sistemi düşünmemektedir. Ancak siyasi bakımdan ve belli başlı değerler bakımından, özellikle de tek adamcı kişisel sultasının tartışmasız egemenliği ve buna uygun yasal düzenlemeler bakımından yeni tipte bir Sultanlık-İmparatorluk tasavvur etmektedir. “Türk tipi başkanlık sistemi” modeli bunun biçimidir.

Öyle ya da böyle bu sultanlık düşü gerçekleşemez olup, “Yeni Osmanlıcılık” doğmadan çökmüş bir düştür, ölü doğmuştur. İktidarda en güçlü oy desteğiyle bulunduğu halde çöküşe hızla ilerleyen “hasta adamdır” o. Suriye batağında aldığı rol ve oynadığı “Rus ruleti” bu imparatorluğun çöküş macerasıdır.

AKP- ABD ve ikinci bir İsrail Devleti kurgusu

Erdoğan/AKP güruhunun temsilindeki “TC” devleti, ABD tarafından bölgede “ikinci bir İsrail” olarak kurgulanıp hazırlanmaktadır. Ki, Erdoğan/AKP güruhunun İsrail Siyonizm’i ile ilişkileri de koşullanmış durumdadır esasta. “İsrailleştirme” esprisi, “TC” devletinin bölgede saldırgan bir odak veya bölgenin saldırgan bir gücü haline getirilmesini anlatmaktadır. ABD emperyalizmi kendi güdümünde bölgenin saldırgan gücü olarak AKP iktidarı eliyle “TC” devletini hazırlarken, bir taraftan İsrail’i hedeften düşürmekte, öte taraftan “TC”yi savaşa sokarak bölge planlarını hayata geçirmektedir. Emperyalist haydutlar adına savaşan uşak iktidar-bağımlı devletler olduğu sürece, emperyalistlerin savaşa girmeden savaşmaları mümkün olmakta ve bir dünya savaşına girmeleri gereksizleşmektedir. Rusya emperyalizmi esasta kendi adına piyonlar kullanırken, ABD emperyalizmi de aynı biçimde maşalarını kullanmaktadır. Ne var ki, bu defa çatışmanın kapsamı biraz daha ciddi ve büyük olacağa benzemektedir. Çünkü bölgedeki güç dengesi veya bölgede uygulanan politik süreç, emperyalist blok ve güçler arası durumu genel anlamda belirleme değerindedir. Bu çapta yaşanan çatışma elbette daha ciddi bir çatışma olacaktır. Şimdinin emareleri de bunu teyit etmektedir.

‘Erdoğan/AKP güruhunu o “hasta adama” dönüştürecektir’

“TC” devleti gerek Rusya uçağını düşürmeyle gerek Akdeniz’deki gemileriyle ve gerekse de Irak’a asker sokmakla çatışmanın asli unsuru ve hedefi haline gelmiş, getirilmiş durumdadır. Bu pozisyondaki “TC”nin her an bir savaşa girmesi mümkündür. “TC” ve onun AKP iktidarı, olası bir savaşın eşiğindedir ve olası bir savaşta savaşın ilk başlatanı veya saldırıya uğrayanı olarak işin merkezinde-hedefinde bulunmaktadır. İşte bu zeminde gelişebilecek bir savaş-çatışma Erdoğan’ın imparatorluğunun-sultanlığının çöküşünden başka bir anlama gelmez. Ki, şimdiden bu çöküş süreci işlemektedir. Rusya’nın uyguladığı ve uygulayacağı yaptırımlar, AKP iktidarının ekonomik ve dolayısıyla siyasi olarak batağa saplanıp patinaj yapmasına, istop etmesine gidecek kadar ciddi bir eğilim taşımaktadır. Ne reform zırvalıkları ne de ırkçı faşist katliamcılık bu süreci kotaramaz. Ki Rusya emperyalizmini takip eden aynı bloktan tavır ve yaptırımlar, Erdoğan/AKP güruhunu o “hasta adama” dönüştürecektir. Dahası Rusya’nın uluslararası hukuk ve diplomasi sahasında atacağı veya atması mümkün olan kimi adımlar da, bu güruhu iyice mecalsiz bırakacak tehditlerdir.

Yukarıdaki duruma paralel olarak Kürt Ulusal Hareketi’nin mevcut direniş ve mücadele çizgisinin sürdürülmesi de Erdoğan/AKP güruhunun soluğunu kesecek dinamiklerdendir. Bu güruhun ebediyetle katliamlar yapma durumu söz konusu olamaz, bu mümkün değildir. Devam eden direniş ve savaşın faturasını da hesapladığımız da, durumun sultanlık hevesine kapılan zat ve şürekâsı açısından feci olduğu açıktır. Halk kitlelerinin bunca baskı ve saldırganlığa sonuna kadar sessiz kalması da düşünülemez. Halk kitlelerinin demokratik muhalefet ve mücadeleleri de dinamik zemine sahiptir. Devrimci durum, koyu gerici faşist baskılara, savaş saldırganlığı ve katliamlara rağmen hazır zemin olarak beklemektedir. Devrimci mücadele ve kitle hareketlerinin gündeme gelmesi de tamamen mümkündür. Baskı ve korkuyla bir yere kadar bastırılan devrimci öfke mutlaka patlak verecek, halk kitleleri yeni Gezi-Haziran Ayaklanması gibi pratiklerle tarihsel gücünü ortaya koyacaktır. Kısacası bu iktidar bu kadar suyu çekmez…  Başkanlık, yarı-başkanlık biçiminde tasavvur ettikleri sultanlık hevesi bir yana, Erdoğan’ın evdeki bulgurdan da olacağı açıktır.

 

Önceki İçerikAmed’de 13 yaşındaki çocuk polis kurşunuyla katledildi
Sonraki İçerikHapishaneler tarihi ve 19 Aralık