Dogmatizmde ısrar Bismarck’ı aratır

Gazetemizin 90. Sayısı’nda yayınlanan Partizan Dergisi’nde yayınlanan “Tasfiyecilikte yeni bir aşama olarak MKP 3. Kongresi’’ ve “Kenan Evren’den Bismarck yaratmak’’ başlıklı yazılara verilen cevap yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz

HABER MERKEZİ (24.10.2014)- Gazetemizin 89. Sayısı’nda yayınlanan Partizan Dergisi’nde yayınlanan “Tasfiyecilikte yeni bir aşama olarak MKP 3. Kongresi’’ ve “Kenan Evren’den Bismarck yaratmak’’ başlıklı yazılara verilen cevap yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz.

 “ Partizan’ın eleştirilerini yürütürken kullandığı dilin, siyasal- teorik bir tartışma yürütme dili olmadığını ifade edip, aynı seviyeden bir üsluba düşmemeye özen göstereceğimizi öncelikle ve özellikle belirtelim.

Değerlendirme “Tasfiyecilikte yeni bir aşama olarak MKP 3. Kongresi’’ ve “Kenan Evren’den Bismarck yaratmak’’ olarak iki ana başlıktan oluşmaktadır. Değerlendirmeler her ne kadar iki ana başlık altında kaleme alınmışsa da, farklı cümlelerle aynı dogmatik düşünce sistematiğinden malüller. Öylesine malüller ki, başından bugüne kapitalist ve emperyalistlerin güdümündeki bir ülkenin ekonomik gelişim ve değişim seyrini incelemeyi, kendi ilkel birikimini yaşayarak feodalizmi tasfiye eden kapitalist Almanya’yla kıyaslamaktadırlar. Türkiye- Kuzey Kürdistan’daki feodalizmin çözülüp kapitalist üretimin egemen hale gelmesi için Almanya’daki gibi bir Bismarck olmasını şart görmektedirler.

Partizan yazarlarının öncelikle şunu kavramaları gerekir; başından beri ilkel birikim sürecini yaşamış ve kendi iç dinamikleriyle feodalizmi tasfiye ederek kapitalist üretimi egemen kılmış ülkelerdekiyle, yarı-sömürge ülkelerdeki ekonominin değişim ve dönüşümü aynı yolla olmaz. Aynı seyri izlemez. Bu nedenle de, birbirlerine örnek teşkil etmez. Çünkü kapitalizmin gelişimi birisinde iç olgudur, bağımlı ülkelerde ise esas olarak dış olgudur. Birisi, kendi ilkel birikim sürecindeki sermaye birikimine dayalı olarak sanayisini geliştirmiştir. Yarı- sömürge yarı- feodal ülkede ise kapitalizme (emperyalizm aşamasından itibaren de emperyalist tekellere) bağımlı ve onun çıkarları doğrultusunda gelişen bir kapitalizm söz konusudur. Dolayısıyla ne feodalizm aynı yollarla çözülmektedir, ne de kapitalist üretim aynı yollarla egemen hale gelmektedir. Doğallığında Türkiye- Kuzey Kürdistan’daki feodalizmin çözülüş ve komprador kapitalizmin egemen hale gelme süreçlerini ele alıp incelerken, emperyalist kapitalist ülkelerin tarihlerine bakarak hareket etmek, aynı Partizan yazarları gibi, yanlış sonuçlara varmaktan kimseyi kurtaramaz.

Eğer aynı yollar izlenmiş olsaydı, gelişen ve egemen olan kapitalizm de aynı nitelik ve karaktere sahip olurdu. Farklı yollar izlendiği içindir ki, birisi uluslararası kapitalist karakterlidir, diğeri komprador kapitalist karakterlidir. Bu temel farklılıklardan hareket edilmesi halinde bile ‘algılar’ hemen Bismarck’a uzanmazdı. Başından itibaren emperyalizme bağımlı bir ülkede Bismarck arayışı, ufuk daralmasından başka neyle izah edilebilir!!!

Emperyalizmin analizi

Emperyalizm, her yoğunlaşma sürecinin belirli bir aşamasında, arz ve talep arasında ortaya çıkan orantısızlıklardan kaynaklı olarak krizlerle karşı karşıya gelir. Her bir kriz, dönemin tarihsel koşulları ve uluslararası tekellerin birbirleriyle olan güç dengelerine bağlı olarak geliştirilen krizi aşma politikalarıyla aşılmaya çalışılır. Bu aşma politikaları da esasta bağımlı ülkelerin zenginlik kaynaklarını, hammaddesini, ucuz emeğini ve üretim olanaklarını kendi çıkarlarına göre yeniden düzenlemek üzerine kuruludur. Hammaddesi bol, emeği daha ucuz, üretim olanakları ve pazar alanı açısından daha avantajlı ülkelere yönelir. Bu yönelim sermaye ihracıyla olduğu gibi, son yıllarda daha çok öne çıkan biçimiyle doğrudan yatırımlar şeklinde olmaktadır. Bu yönelim hangi amaçla olursa olsun, girdiği her bir ülke ekonomisinde ve üretim tarzında değişiklikler yaratmaktadır. Artık çıkarlarına uymayan eskiyi parçalayıp, yerine yenisini inşa etmektir bu yönelim. 1950’li yılların sonlarında başlayan sermayenin göreli yoğunlaşma süreci, 70’lerde petrol krizi olarak patlak verdi. Bunun aşılması için geliştirilen çözüm politikası neo- liberalizm oldu.

ABD’ de R. Reagan ve İngiltere’de Teatcher’la başlayan neo- liberal ekonomi- politikaların Türkiye- Kuzey Kürdistan’daki izdüşümü de 24 Ocak Kararları oldu. Partizan yazarları bizim düşüncelerimizde Bismarck aramak yerine, enerjilerini 24 Ocak Kararlarının Türkiye- Kuzey Kürdistan ekonomisine ne gibi etkilerinin olduğunu, krizlerini aşmak için emperyalist tekellerin Türkiye- Kuzey Kürdistan’a biçtikleri rolün neler olduğunu ve bu rolün ekonomik alanda, üretim tarzı ve üretim ilişkilerinde ne gibi sonuçlar doğurduğunu ortaya çıkarmak için harcasalardı, saplanıp kaldıkları dogmatizm girdabından kurtulurlardı. Ancak bu dostlarımız hala kolay olanı tercih edip, değişimi ve dönüşümü inceleme zahmetine girmemektedir.

Kapitalist ekonominin dinamik özünü görmemek diyalektiğin inkarıdır

Dahası, kapitalizmin temel ekonomik yasasının azami kar yasası olduğu gerçeğini kavrayamayışından dolayı ekonomiyi, emperyalistlerin çıkarlarına göre biçimlendirdiği dinamik bir olgu değil, statik bir olgu olarak ele almaktadır. Bundandır ki, Lenin’in yüz yıl önce söylediklerini bile kavramaktan uzaktır.

Lenin; “Kapitalizm, kapitalizm olarak kaldıkça… dış ülkelere, geri kalmış ülkelere sermaye ihracı yoluyla bu karları artırmaya yönelir. Geri kalmış ülkelerde kar her zaman yüksektir…bu ülkelerde büyük demiryolları yapılmıştır ya da yapılmak üzeredir, sınai gelişmenin vb. gerekli koşulları yaratılmış bulunmaktadır.(abç)’’ (Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Sf:64) diyordu.

Gayet açık bir şekilde anlaşılacağı üzere, Lenin emperyalist kapitalizmin meta ihracı yerine emperyalizmin temel olgularından birisi olan daha yüksek kar amacıyla yapılan sermaye ihracına yönelmesi ve demiryollarının yapımının sınai yani kapitalizmin gelişmesi için gerekli koşulların oluşturulduğunu belirtmektedir. Gelişmesi için gerekli koşulları oluşan kapitalizmin belli bir sınırda durması mümkün müdür? Bunu mümkün görmek, kapitalist ekonominin dinamik özünü görmemek, statik bir olgu olarak ele almaktır. Bu da diyalektiğin inkarıdır, felsefi olarak da idealizmdir.

Emperyalizm adlı eserinin ilerleyen sayfalarında Lenin, “İhraç edilmiş sermaye, ihraç edildiği ülkelerde, kapitalizmin gelişmesini etkiler, hızlandırır (abç). Böylece sermaye ihracı, ihracatçı ülkelerdeki gelişmeyi bir parça durdurma eğilimi taşısa da, hemen bütün dünyadaki kapitalizmi derinlemesine ve genişlemesine geliştirmek pahasına olduğunu unutmamalı’’ (Sf: 66) demektedir. Lenin yoldaşın bu oldukça açık vurgularından yola çıkarak Partizan yazarlarına sormak gerekmektedir; yıllar yılı emperyalistlerce Türkiye- Kuzey Kürdistan’ a ihraç edilen milyarlarca dolarlık sermaye ihracıyla gelişen komprador kapitalizmin sınırı neresidir? Yarı- feodalizmde çakılıp kaldı mı? Ya da kapitalizmin “gelişmesini etkileyip’’ , “hızlandırarak’’ ilerici mi oluyor? Lenin yoldaş kapitalizmin ilerici rolünü yitirip gerileştiğini bilmiyor muydu acaba?

Gelişmesi için gerekli olan koşulları oluşan kapitalizm, feodalizmi adım adım çözerek ilerler. Azami kar hırsının sınırı nasıl yoksa feodalizmi çözmesinin de belli bir sınırı yoktur. Belli bir denge hali, yani her iki üretim tarzının iç içe geçerek belirli bir zaman diliminde yan yana var olması hali geçicidir. Birlikte var olmalarını sağlayan şartlara bağlıdır. Bu şartlar kalıcı değil geçicidir. Bu diyalektiğin abc’sidir. Çıkarlarına uyduğu için daha önceki dönemlerde iş birliği yapmak zorunda olduğu feodal güçler, gelişmesinin belli bir aşamasında daha çok kar elde etmesinin engeli haline geldiğinde, onları adım adım dönüştürerek kapitalist üretimin parçası haline getirir. (Burada Partizan yazarlarına Marks’ın Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı adlı eserinin o ünlü özsözünü bir kez daha hatırlamakta fayda görmekteyiz). Bunu yaparken de herhangi ilerici bir rol üstlenmez. Çünkü bağımlı ülkelerdeki tüm zenginlik kaynaklarına el koyup, rakip tekellerin sömürü ve egemenlik alanlarını daraltmak için yani gerici çıkarları için bunu yapmaktadır. Bunu yaparken, niyetinden bağımsız olarak, feodal üretim ilişkilerini çözer, çözdüğü parçaladığı eski üretim ilişkilerinin yerine yenisinin, yani komprador kapitalizmin gelişmesi sonucunu yaratır. Bunun için yeni Bismarcklara ihtiyacı yoktur. Temel yasası olan azami kar yasasının doğal sonucu olarak, Bismarck rolünü emperyalist tekellerin bizzat kendileri oynamaktadır. Buradan yola çıkarak emperyalist tekellere ilerici bir sıfat biçmek, abesle iştigal etmektir.

Partizan yazarı “Kapitalistleşme sürecini tamamlamış ülkelerin verilerini alıp bizim ülkeyle kıyaslayıp ortak paydalar bulmak bir şeyi ispat etmez” (Sf: 117) demektedir. Ancak kendisi hemen hemen tüm düşünce sistematiğini bunun üzerine kurduğundan dolayıdır ki, aklına hemen, Alman kapitalizminin egemenliğinin tesis edilişinde simge olan dönemin öncülüğünü yapan Bismarck geliyor.

Yazar, yaptığı alıntıları bile anlamaktan yoksun bir halle durumu ortaya koymaktadır. Şöyle ki, Lenin yoldaştan yaptığı “tüccar ve tefeci sermayesinin bağımsız gelişimi, köylülükteki farklılaşmayı geciktirir’’ (Sf:118) alıntıyı bile doğru okuyup doğru yorumlamaktan muzdarip.

Lenin yoldaş, yaptığı bu alıntıda tüccar ve tefeci sermayesinin varlığından ve gelişiminden dolayı köylülüğün, yani feodal üretim tarzı ve ilişkilerinin değişmeyeceğini söylemiyor. Sadece, bu değişimin hızla olmayacağını, ağır olacağını, kapitalist ülkelere göre daha uzun bir zaman alacağını belirtmektedir. Fakat dostlarımız, uzun yıllara yayılacak olan bu farklılaşmayı, donma olarak, değişmezlik olarak okumakta ve algılamaktadır. Sormak gerekiyor; Lenin’in belirttiği gecikme hali ne kadarlık zamanlık bir tarihi kapsıyor acaba? Yüzlerce veya binlerce yılları bulur mu, yoksa sonsuz mudur bu? Diyalektik ve tarihsel materyalist bakış bunun neresinde? Bilen beri gelsin…

Lenin “ihraç edilmiş sermaye, ihraç edildiği ülkelerde kapitalizmin gelişmesini etkiler ve hızlandırır’’ demişti değil mi? Hem de “ihracatçı ülkelerdeki gelişmeyi bir parça durdurma eğilimi taşısa da.”

Fazla söze ne hacet…”

     

Önceki İçerikKatledilen onlarca eylemci ve Kürt Ulusal Hareketi’nin yumuşak karnı!
Sonraki İçerikCumartesi Anneleri 500. Haftada eylemdeydi