DOR MODU

Devrim ve sosyalizm yürüyüşümüzde kahkahasını unutmayacağımız Xalo yoldaşımıza

Ufkunun varış menziline sınırsız dünyayı yerleştiren komünar, dervişane bir hırka bir lokma yaşayıp çağrıldığı yere vaktinde gidecek denli hafif olabilmelidir. Komünar kendini en uygun armoniyle akort edip yaşamında söz ile eylemleri arasında müzikal bir ahenk oluşturabilmelidir. Yunan kültüründe görüldüğü üzere dor modundadırlar. Bu armonik akordu tutturanlar argümanlarının hakkını vererek güvenilir, sevgiye mazhar olup sözlerine ve eylemlerine itimat edilip, zevk ve coşkuyla dinlenilir. Onları dinleyenler konuşmacıyla konuşmasının birliğini gözlemlerler. Ne yazık ki eşrefi mahlûkât çelişkiden mürekkeptir. Uzun yolculukta bazen içindeki karanlığa teslim olur ya da Dante’nin İlahi Komedya’sında görüldüğü üzere insan ve yılan birbirlerine sarıldıklarında birbirlerine dönüşürler, ak karaya dönüşürken önce esmerleşirler. Bunun politik karşılığı devrimci kadronun bürokratlaşmasıdır. Ak ve kara arasındaki esmer tondur onlar. Ya batacaklar ya da çıkacaklar. Başka yolları yoktur.

HABER MERKEZİ (24.11.2015)- Gazetemiz yazarlarından Cafer Çakmak’ın 111. Sayımızda yayınlanan ‘’Dor Modu’’ başlıklı makalesini okurlarımızla paylaşıyoruz.

Gitmek yoktur, çağrılmak vardır. Ufkunu özgürlüğün sonsuzluğuna açanlar çağrıldıklarını duyarlar. Geride kalanların bakışlarında gidenin ayak izleri görünür. Kuşaklar boyu kanatlarının şakırtısı kitap sayfalarında ve dilde duyulan Simurg’un yaratıcısı; firuzeler ve kılıçlar diyarı Nişapur doğumlu İranlı şair Feridûddin Attar’dır. Simurg öyküsü Attar’ın Mantık-ut-Tayr (Kuşların Dili) şiirinde geçer. Arkasında kan ve kıyamdan başka iz bırakmayan Cengiz Han’ın oğlu Tula’nın askerleri tarafından öldürülen Attar’ın şiire vurgun düşüp diyar diyar kendini ve hakikati aramasından evvel mesleği güzel kokular, şifalı bitkilerden yapılmış ilaçları satmakmış. Aynasında kendini karanlığından kurtarmak emeliyle olgunlaşma yoluna girmesine bir derviş ışık tutar. Öykü şöyle: Attar çiçek kokularıyla kurulu nizamında gündelik meşguliyetleriyle hemhal olduğu günlerden bir gün, seferi ayaklı derviş dükkânına girer. Alı al moru mor ilaç kutularına, güneşin huzmeleriyle salkım salkım rengârenk ışık demeti yayan şişelere bakar. Göz çeşmelerinde damlalar düşer yüzünün deltasına. Ağlarda ağlar derviş. Attar şaşırır, evvel arpacı kumrusuna bürünerek dervişin mecalsiz derde düştüğünü düşünür, ardından korkuya kapılarak endişelenir, çarçabuk gitmesini söyler dervişe. Çehresini saran bakır sakallarını sıvazlayarak başını kaldıran derviş, Attar’a; “Benim gitmem kolay, geride bir şey bırakmıyorum. Oysa senin, gördüğüm bu değerli şeylere veda etmen kolay olmayacak” yanıtını verir. Dervişin kelamı Attar’ın beyninde kentleri yıkar, gürültüyle yıkılan evlerin duvarları altında kalır. Çağrıldığı yere gider derviş. Ertesi gün şafak Attar için doğar. Yerleşik yaşamı, dükkânı bırakarak yollara vurur kendini.

Ufkunun varış menziline sınırsız dünyayı yerleştiren komünar, dervişane bir hırka bir lokma yaşayıp çağrıldığı yere vaktinde gidecek denli hafif olabilmelidir. Komünar kendini en uygun armoniyle akort edip yaşamında söz ile eylemleri arasında müzikal bir ahenk oluşturabilmelidir. Yunan kültüründe görüldüğü üzere dor modundadırlar. Bu armonik akordu tutturanlar argümanlarının hakkını vererek güvenilir, sevgiye mazhar olup sözlerine ve eylemlerine itimat edilip, zevk ve coşkuyla dinlenilir. Onları dinleyenler konuşmacıyla konuşmasının birliğini gözlemlerler. Ne yazık ki eşrefi mahlûkât çelişkiden mürekkeptir. Uzun yolculukta bazen içindeki karanlığa teslim olur ya da Dante’nin İlahi Komedya’sında görüldüğü üzere insan ve yılan birbirlerine sarıldıklarında birbirlerine dönüşürler, ak karaya dönüşürken önce esmerleşirler. Bunun politik karşılığı devrimci kadronun bürokratlaşmasıdır. Ak ve kara arasındaki esmer tondur onlar. Ya batacaklar ya da çıkacaklar. Başka yolları yoktur.

20’inci yüzyıl sosyalizmi ve sosyalist partileri, bürokratizm ve bürokratlaşma tehlikesini bertaraf edemediler. Sosyalist devletler kısa zamanda bürokratik devletlere dönüşüp yetki zırhlarıyla korunan ensesi kalın bürokratlar yarattılar. Durum tespiti yapıp partinin-örgütün varlığı sürdüğü sürece bürokratizm ve bürokratlaşma tehlikesi olacağı bir gerçektir. Bu tehlikeye karşın, eğitim ve uyanıklık telkinleriyle yetinip medet ummak, bireylerin niyetine teslim olmak, sorun özgülünde bir şey diyememektir. Kuşkusuz sınırsız-sınıfsız düzleme erişinceye kadar parti-örgüt aracına ihtiyaç duyacağız. Tarihin bir kesitine dek bu araçlarla gitmek zorundayız. Tarihin büyük devrimcilerinden, devrimci partilerinden ve karşı devrim deneyimlerinden öğrenip damıta damıta cisimleştirdiğimiz soru, parti/örgütün yapısı, işleyişini iktidarlaşma eğilimlerinden, bürokratizmden ve bürokratlaşmadan formları nasıl yaratacağımızdır. Maoistlerin bu konuda, entelektüelleri ve kitleleri dâhil edecek geniş tartışmaları yapabilmeleri, dünya devrim ve devrimci partilerin deneyim ve teorilerinden öğrenmeleri gerekiyor. Yakıcı bir sorun olarak karşımızda duruyor.

Devrimci kadrolar da statülerini, mevkilerini, imtiyaza, mülke, koruma kalkanına ve olanaklara dönüştürüp devrimin ruhundan uzaklaşabilir. Geçmişte ve anda gani gani örnekleri bulunuyor. “Devrimci/komünist kişilikler nasıl tersine dönüşebilir?” safiyaneliğinde olmamalıyız. Sistemler bireylerin niyetleri, eğilim ve düzeyleri üzerine açıklanamaz, bunlara da havale edilemez. Mao yoldaşın belirttiği üzere, “Yaşım altmış, içimde aslan (olumlu) ve maymun (olumsuz) kavgası devam ediyor” perspektifinde, burjuva ve proletarya çatışması devrimci/komünist bireyde devam eder. Yalnız bu yüzyılda sınırlı değil bilincimiz. En azından beş bin yıllık sınıflı toplumların tarihi yansıması, birikimiyiz. Asırların tortusu bilincimizde yer tutar. Sınıflı toplumların iktidarlaşma güdüsü kılcal damarlarımıza zerk edilmiştir. Statü ve mevkiler, egoyu ve benlik duygusunu kaşıyarak bürokratlaştırmaya iltihak ettirebilir. Bir dönem terk ettiği mülk dünyasına geri dönebilir. Parlak üniformalı veya devrimci etiketli olması özü değiştirmez, o bir burjuvadır. Statüsünün ve mevkisinin yarattığı imtiyazları ve olanakları mülk haline getirip gözü gibi korur. Dervişin Attar’a söylediği gibi bu “değerli” eşyalardan kolay vazgeçemez.

Kimi zaman görülür bir alanda yönetim organına getirilen birisi, yoldaşlarıyla ve halkla arasında duvarlar örer, ulaşılması zor birisi haline gelip idare-i maslahatçılığı devreye sokarak kapalı kapılar ardında buyruklar yağdırmaya, biat edip pışpışlayanları etrafında konuşlandırarak mükâfatlandırmaya, itiraz edip eleştirenleri aforoz etmeye başlar. Bu parlak üniformalıların bazıları o kadar ileri giderler ki, halkı geçtik yanında yöresinde bulunan yoldaşlarına bigâne olup, kurguladıkları mitomani dünyalarında, dev aynalarında kendilerini görmeye başlar, talimatnameler ve şişirilmiş irrasyonel raporlarla zevahiri kurtarmaya çalışırlar.

Bürokratlaşmaya karşı mücadeleyi, Okan Ünsal yoldaşın pratiği üzerinde açıklayalım: Okan yoldaş yorgunlukla gazete bürosuna geldiğinde iki kadın yoldaşı sandalyelere kurulmuş bekler görür. Tanışıp hasbıhal eyler, kimi ve neden beklediklerini sorar. Kadın yoldaşlar başka bir ilden geldiklerini, ilgili yoldaşlarla kısa bir işlerinin olduğunu kendilerine ilettiklerini, bekleyin dediklerini ve yaklaşık üç saattir de beklediklerini söylerler. Kuzu kuzu oturup isyan ve itiraz haklarını kullanmayan kadın yoldaşlar bu bürokratik davranışa çanak tutmuşlardır. Okan yoldaş kadın yoldaşları salonda bekleten çalışanların yanına gider, kafalarını dergilere gömüp okuduklarını görür. Takriben on dakika sonra Okan yoldaş gazetede bulunanları toplayıp bekleten yoldaşları, bekletilen iki kadın yoldaşın huzuruna çıkarıp eleştirir, eleştirilmesini ve bekletenleri de özeleştiriye davet eder.

Bürokratlaşmanın panzehirlerinden ilki; yönetim organlarında bulunanları Atine site devletlerinde görüldüğü üzere agoraya, yani kitlelerin özgürce fikirlerini söyleyip, eleştiri tufanını estirebilecek periyodik toplantılar düzenlemektir. Bürokratlar ve bürokratik eğilimleri taşıyanlar, sıfat ve mevki kalkanlarını kenara bırakıp kitlelerin huzuruna çıkmaktan ürkerler. Kitlelerin kendilerini tepeleyebileceklerini bilirler. Böylesi toplantılardan köşe bucak kaçarlar ya da toplantılara mani olmak için bin dereden su getirenler rengini belli eder. Biz kitlelerin bürokratlarının bugün de yarın da tepelemelerini canı gönülden isteriz. Özgürce sıfat ve mevki kalkanlarından soyunup kitlelerin karşısına geçenler, özgüvenleri sağlam, söz ve eylem ahengini yakalayan, kitlelerin gerçek öğrencileri olup halkın ve devrimin çıkarlarını el üstünde tutanlardır.

Demokratik kitle kurumlarında tepeden atananlar zırhlıdırlar. Bu zırhlar, aktivistler ve kitlelerin onlara karşı özgürce konuşup eleştirmelerini engeller. İvedilikle atama yöntemi terk edilmelidir. Kitlelerin kendilerini eleştirmediklerini düşünenler bulunuyorsa tebdili kıyafetlerle kitlelerin içine girmelerini, korunaklarından çıkmalarını salık veririz.

Bu makalemizi atfettiğimiz, duruşuyla bir halk emektarı olan Hüseyin Dinç, nam-ı diğer Xalo yoldaşımız 15 Ekim 2015 tarihinde tutulduğu Kandıra 2 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde yaşamını yitirdi. 23 yıldır hapishanelerde, başta 19 Aralık Direnişi olmak zere sayısız direnişte yoldaşlarıyla ve siper yoldaşlarıyla omuz omuz mücadele edip devrimin sıra neferi oldu. Zor dönemlerde bile kahkahasını esirgemeyen, fırtınalarda gemisini terk etmeyen, kargaşa zamanlarında nerede duracağını bilen kararlı bir devrimciydi. Anıları bizlerle olacak, mücadelenin her anında gülümsemesini göreceğiz.

Önceki İçerikYeni savaş Hükümet’i kuruldu
Sonraki İçerikİlga edeni İlga etmek