Düşürülen Rusya uçağı ve derinleşen emperyalist dalaşta “yeni” çatışma

Emperyalizm ve bölgesel gericilikler, kan deryasına çevirdiği Ortadoğu coğrafyasında, ezilen halklara, yarattıkları büyük sorunlar üzerinden gerici “çözümler” dayatmaktadırlar. Biri; mutluluğu “cennette” vaat eden, şeriatçı, Sünni İslam bayrağı altındaki yaşamdır. Diğeri de; emperyalist dünya gericiliğinin bölgeyi paylaşımda, ezilen halklara verdiği, kayıtsız, şartsız itaat rolüdür. Bunun somut karşılılığı, bölgenin yeniden paylaşımı, emperyalist gerici savaşta ezilen halkların “taraf” olmaya zorlanması, olağanüstü askeri yönetimlerle, toplumun kılcal damarlarına kadar yaygınlaştıran sömürü yönelimleridir. Her iki durum da barbar emperyalist gericiliğin hegemonyasına hizmettir. Anti-emperyalist, anti-feodal, anti-faşist, anti-kapitalist toplumsal dinamiklerin mücadelesi, emperyalizmin tüm toplumsal gerici ittifak güçleriyle birlikte bölgeden çıkarılması, bölge halklarının barış içinde yaşamalarının tek çözümüdür

Türkiye-Suriye sınırında, Türk devleti tarafından düşürülen Rus savaş uçağı ve akabinde yaşanan gelişmeler ile bu fiili durum üzerinden “taraf” olarak irade beyan eden uluslararası gerici güçlerin süreci ele alış biçimleri; bölgede, emperyalist gerici güçler arasındaki dalaş ve çatışmanın ne kadar derinleştiğini ve bu çatışmanın bundan sonra nasıl bir politik strateji ile uygulanacağı konusunda birçok veriyi “yeniden” güncellemektedir.

 Her şeyden önce bu sorun, “sınır ihlali” gibi askeri-teknik bir sebepten dolayı yaşanan bir   “uçak düşürme” vakası değildir. Askeri-teknik bir sorun olma özelliğini, bölgede ve uluslararası alanda yarattığı sonuçlarla aşan meselenin asıl özü, emperyalist bloklar ve bu emperyalist gerici blokların bölgedeki işbirlikçi güçleri arasındaki çatışma ve hegemonya savaşının neden sonuç ilişkisidir. SU- 24 tipi Rus savaş uçağının Türk devleti tarafından düşürülmesinin ardından, uluslararası, bölgesel ve Türkiye-Rusya iç siyaseti nazarında ortaya çıkan tepkiler ve yönelimler; bu “sorunun” bölgenin yeniden paylaşımı için hegemonya çatışmasında olan büyük emperyalist güçler (ABD ve Rusya merkezli karşıtlı gerici güçler) ve bölgesel gericilikler arasındaki hegemonya savaşının bir devamı olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Yoksa “sınır ihlali”, uluslararası ve bölgesel düzeyde, ülkeler arasında ilk kez gündeme gelen bir sorun değildir. Bu gibi “ihlaller”, “uçak düşürme” biçiminde sonuçlanmadığı gibi, karşılıklı yönelimlerde uluslararası boyuta bu biçimiyle hiç taşınmamıştır. Salt bu yön bile ele alındığı zaman, Rus uçağının Türkiye-Suriye sınırında düşürülmesinin arka planında, derin emperyalist çelişkiler ve bölge üzerindeki stratejik planların var olduğu kolaylıkla anlaşılmaktadır.

Ortadoğu başta olmak üzere, Arap Yarımadası, Kafkaslar, Asya ve Latin Amerika gibi,  sıcak gelişmelerin yaşandığı bölgelerde, emperyalizmin egemenlik kurma savaşı, büyük çatışmalar üzerinden şekillenmektedir. Emperyalist gerici güçler ve ittifakı konumundaki bölgesel gerici işbirlikçilerin, din, mezhep, ulus üzerinden, gerici zeminde kışkırttığı çatışmalar ortamı, sadece Ortadoğu’yu değil, yerkürenin her coğrafyasını çatışmalar ve savaş ortamına sürüklemiş durumdadır. Din, mezhep, ulus vb. gibi toplumsal kategoriler üzerinden kışkırttığı bu çatışmaların arka planında, Ortadoğu’nun yeniden paylaşımı, petrol ve doğalgazların denetimi ve enerji kaynaklarının naklediliş yollarının güvenliğini kontrolü altına alma hedefleri vardır. Yani özünde, Ortadoğu ve Arap Yarımadası başta olmak üzere, emperyalizm; sürecini “yeniden” örgütlüyor, dalaş ve çatışmalarla, egemenliğine göre bölgeyi “yeniden” dizayn etmeye çalışıyor. Ve bütün bunların sonucu olarak, Suriye; üzerinde derinleşen çatışma, gericiliğin dalaşı ve hegemonya savaşı açısından “merkez üs” olmuş durumdadır. Rusya’nın Suriye’ye askeri fiili müdahalesi, İran, Esad, Rusya merkezli gerici blokun Ortadoğu başta olmak üzere, emperyalist hegemonyanın sürdüğü tüm sosyal-siyasal alanlarda aktif rol alma hamlesiydi ve bu hamle Rusya için, Suriye özgülünde niteliksel bir avantaja dönüşmüştü.  Suriye-Türkiye sınırında düşürülen Rus uçağı, bu “üste” cereyan eden gerici emperyalist çatışma ile ele alındığında, gerçek tanımlanmış olur. Ki son dönemlerde yaşanan birkaç gelişme, emperyalistler arasındaki dalaşın, sosyal pratikteki karşılığı bağlamında güçlü bir referans noktası olmaktadır.

Kısa başlıklarla;

Türkiye-Kuzey Kürdistan, Lübnan, Suriye, Irak, Pakistan vb. coğrafyaların ardından, Paris’te kitlesel bir katliam gerçekleştiren IŞİD gericiliğinin saldırısı, uluslararası alanda ve bölgede oluşmuş statüleri yerinden oynattığı gibi, yeni gerici statülerin oluşmasına da zemin yaratmıştır. Ki IŞİD merkezli saldırılar, sadece bu gerici örgütün cihat sloganları üzerinden şekillenmiyor. Yüzyıllardır bölge üzerinde süren gerici emperyalist talanın ve emperyalist kamplaşmanın, toplumu yoksulluğa, açlığa mahkûm ettiği, katliamlarla, mezhep ve ulusal çatışmalarla gerici savaşın bir parçası haline getirdiği zemin üzerinden, Arap-Sünni İslam ideolojisiyle beslenen IŞİD, sadece bölgesel çelişkilerden bir “dinamik” oluşturmuyor. Geniş Ortadoğu coğrafyasında, emperyalist-kapitalist sistem ve onun gerici bölgesel dikta rejimlerinin dayatmalarını kabul etmeyen bölge halklarının isteklerini, gerici dünyalarında istismar eden IŞİD, sadece bu zeminden güçlenmiyor. Aynı zamanda uluslararası emperyalist kliklerden, bazı bölgesel gerici devlet ve örgütlenmelerden aldığı destek, bu gerici örgütün siyasal ve askeri kapasitesini oluşturmaktadır. Bu durum emperyalist bloklar ve aynı zamanda aynı blokta yer alan güçler arasında, bir çatışma zeminidir. G-20 zirvesinde Putin’in, “İŞİD terör örgütü uluslararası güçlerden ciddi destek almaktadır. Bu destek veren güçler içinde G-20 üyesi olan ülkeler de var” yönlü söylemi bu çatışmalı durumun dışavurumudur.

İkinci olarak; “Suriye krizine çare” bulma manüpilasyonu ile ardı ardına üç toplantı tarzında yapılan Viyana görüşmelerinin ortaya çıkardığı tek sonuç; bu geniş coğrafyada emperyalistlerin ve gerici bölgesel işbirlikçilerinin bölgeyi “yeniden paylaşımında” uzlaşacakları bir noktanın olmayışıdır. Yaşanan her süreç, bölgedeki çatışmaları daha da derinleştirmekte ve güçler arasındaki çelişkileri keskinleştirmektedir.

Emperyalistler arasındaki dalaşın yarattığı derin siyasal-sosyal sorunların ve emperyalistlerin stratejik çıkarlarına ciddi tehlike arz eden toplumsal dinamiklerin güçlenme zeminlerini yaratan, emperyalist gerici siyasetlerin gölgesinde Antalya’da toplanan G-20 “zirvesi”, sadece çözümsüzlüklerin deklare edilmesi rolünü oynadı. Birkaç “ekonomik kalkınma ve gelir dağılımının eşitsizliğinin giderilmesi” söylemi üzerinden esas gündem, “Suriye ve Ortadoğu’nun paylaşımı”, “Mülteci sorunu”, “Paris katliamı ve IŞİD başta olmak üzere radikal İslam terörü” gibi ana başlıklar üzerinden “terörizmle ortak mücadele” vurgusuyla genel söylemleri aşamadı. Her emperyalist ülkenin ve gerici işbirlikçisinin, “teröristi” ve “müttefiki”nin ayrı gerici güçler ve örgütlenmeler olduğu düşünüldüğünde, bu genel “birlik” söyleminin ne denli uzlaşmaz çelişkileri içerdiği ortaya çıkmaktadır. En güncel anlamıyla, IŞİD gerici terörüyle PYD’yi aynı kefeye koyarak asıl niyeti olan Rojava devrimini tasfiye etmek isteyen Türk hâkim sınıflarının, uluslararası güçleri, PKK ve PYD önderliğindeki Kürt dinamiğine yönlendirmeye çalışması, kendi gerici çıkarlarının en basit siyasetidir. Bölgedeki her gelişmede, gerici çıkarlarını korumak için, Kürt ulusunu boğmayı hedefleyen Türk hâkim sınıfları, bölgedeki gerici güçler dengesinden kaynaklı destek bulamamıştır. Ama bu gerici emperyalist güçlerin, Kürt ulusu özgülünde ilerici zeminde oldukları anlamı taşımamaktadır. Bu tamamıyla emperyalist gerici güçlerin, gerici çatışmasından kaynaklı ortaya çıkan bir durumdur. “Denetim” altına alınmış bir Kürt “dinamiğini”, bölgeyi dizayn etmede, her iki emperyalist blok da kullanmak istemektedir. Rojava özgülünde Kürt dinamiğine temkinli yaklaşım bundan kaynaklıdır. Gelişmelerin ekseninde, çıkarlarına zarar veren Kürt Ulusal dinamiğine yönelim ihtimaller dahilindedir. Ama somut proje olarak, Türk devletinin mevcut siyaseti, emperyalist güçler nazarında karşılık bulmamıştır.

Hemen G-20 “zirvesinin” ardından, ABD-AB emperyalist güçlerinin başını çektiği gerici emperyalist blokla, Rusya’nın başını çektiği Çin, İran, Esad blokunun, bölgeyi kendi çıkarlarına göre dizayn etme stratejisine uygun askeri ve politik yönelimlere girmesi, masa başlarındaki “uzlaşı” söylemlerinin hamasi birer çığlık olduğunu alenen ilan etti. Gazetemiz sayfalarında da değerlendirildiği gibi, Rusya’nın Suriye özgülünde askeri müdahale ile attığı adım, Rusya’yı bölge siyasetinde avantajlı hale getirmiştir. Rusya bu avantajını genişletmek, İran ve Esad rejimi üzerinden bölgede “kalıcı otorite” sağlamak için, askeri operasyonlarını IŞİD’le beraber diğer “muhalif” güçleri de içine alarak yaygınlaştıracaktır. Sonuçta, Rusya, İran ve Esad güçlerinin, ÖSO, Bayırbucak Türkmenleri başta olmak üzere, ABD-AB ve Türkiye gericiliğinin üzerinden stratejilerini planladığı güçlere vurması, hem pratik anlamda ABD-AB emperyalist blokunu geriletmiş hem de bu blokun iç bileşenlerinde “güven” sorunu yaratmıştır. Yani Suriye özgülünde Rusya’nın lehine işleyen bir süreç mevcuttu. Açık askeri bir duruşla Rusya’nın başını çektiği gerici blok karşısında durmak, ABD-AB gericiliğinin stratejik planlarına uymayan sosyal sonuçlar yaratacaktı. Bu aynı zamanda emperyalist gerici güçlerin en büyük korkusudur. 3. Emperyalist Paylaşım Savaşı’na dönüşecek bir çatışmanın, emperyalistler açısından yaratacağı tehlikeli toplumsal devinimler, emperyalistleri, çelişkilerini bölgesel çatışmalar üzerinden “çözmeye” ya da bir düzeye çekme siyasetine itmektedir. Ama bu bir kural olarak böyle olacağı anlamına gelmemelidir. Kendi çıkarlarında sınırsız ve kuralsız olan, hegemonya amacında akıl tutulmasına sahip olan emperyalist güçler, çatışmanın derinleştiği bir aşamada, “intiharı” pahasına, her türlü çılgınlığa başvurabilir. Nükleer savaşlarla dünyanın sonunu hazırlamak başta olmak üzere.

Bugünkü koşullarda bu süreci işletmeme yönünde hareket etmeye çalışan emperyalist bloklar, Rusya’nın askeri olarak boyutlanan müdahalesini ve bölgede geniş alana yayılan stratejik siyasetini frenleyecek, uluslararası krizle askeri yönelimlerini yavaşlatacak bir müdahale yapmak istedi. Bölgede Türkiye-Rusya merkezli bir kriz, tam da Rusya’nın askeri saldırganlığını frenleme, en azında bugüne kadar genişlediği alanda tutma konusunda, bir rol oynayacaktı. Bu hem emperyalistler arasındaki çatışmayı bölgesel düzeyde tutacak hem de bölgenin dizaynı konusunda avantajlı duruma geçmiş Rusya-İran-Esad ittifakına karşı, ABD-AB emperyalist bloğunun zayıflayan inisiyatifini biraz daha güçlendirecektir. Ki, Rusya’nın hamlesiyle, ABD ile birlikte hareket eden, hatta stratejik müttefik olarak görülen bazı güçlerin, nerde duracaklarını tartıştıkları bir kesitte, Türkiye-Rusya düşmanlığı, ABD’nin bu kesimleri kendi çatısında tutmasını sağlayacaktır.

Türk devleti tarafından düşürülen Rus uçağı, ABD-AB emperyalistlerinin stratejik planlarının önünü açmıştır

Her şeyden önce bu şöyle anlaşılmamalıdır: Başından beri uçak düşürme işi planlandı demek, teknik olarak somut verilere dayanmalıdır. Bu teknik meseleden öte, sorun şöyle ortaya konulmalıdır. Rusya’nın bölgedeki yayılmacılığı ve askeri müdahalesi, bir gerekçeyle Türk devletiyle karşı karşıya gelecektir. Yayılan, çeşitli askeri manevralarla hareket alanını genişleten ve karşıtının teknik-askeri gücünü sınayan Rusya’nın hareket ve eylem planı, bir biçimiyle somut çatışma zeminine vesile olacaktı. Bu karşı karşıya geliş, uçak düşürme biçiminde de olabilirdi, sınıra yaklaşan bir tankın, bir askeri aracın ya da personelin imha edilmesi biçiminde de olabilirdi. Bu tamamıyla somut askeri gelişmelerin belirleyeceği bir durumdu ve askeri bombardıman uçağında bu somutluk oluştu. Uçağın düşürülmesi, iki emperyalist blok ve işbirliği konumundaki gerici bölgesel güçlerde her blokun çıkarlarına uygun tavırlarla ele alındı. Ve her kamp karşı kampı suçlayarak, kendisi açısından fırsata dönüşecek hamleler gerçekleştirdi. “Türkiye, her ülke gibi toprağını ve hava sahasını savunma hakkına sahiptir” çıkışıyla Obama, ABD’nin, NATO şemsiyesiyle Türk devletinin yanında olduğunu deklare etmiştir. Hemen akabinde Rusya’nın “Askeri hareket ve uçuş koordinatları konusunda ABD’yi bilgilendiriyoruz” açıklamasını, düşürülen uçak özgülünde, ABD’nin yalanlaması, ABD’nin stratejik planları açısından yaratmak istediği avantajı ifade etmektedir. Yine, NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, Rusya uçağının düşürülmesi ile ilgili, “Elimizde olan bilgi diğer müttefikler ile uyumlu ve Türkiye’nin bilgilerinin doğru olduğunu gösteriyor. Tansiyonun düşürülmesi gerekiyor. NATO üyesi Türkiye’yi herhangi bir tehlikeye karşı savunacağız” diyerek Rusya’yı hatalı bulmuştu. NATO ve ABD’den gelen bu açık destek, Türk devletinin, Batı stratejisine tam bağlanmasının hamleleridir. Bu iki emperyalist gücün askeri jandarması konumunda olan Türk devletinin, bu olayla sırtını tam olarak ABD ve NATO’ya dayaması ve bunu Rusya düşmanlığı üzerinde gerçekleştirmesi, uzun vadede ve stratejik olarak ABD ve NATO gerici güçlerinin işine yaramıştır. Türkiye-Rusya krizi üzerinden, İncirlik Üssü’ne Almanya’nın da keşif uçaklarını yerleştirme planları, Fransa’nın IŞİD’e müdahalede, Türk hava sahasını kullanması kararı, ABD’nin askeri hareketini “yeniden” organize etmesi ve en önemlisi, Rusya’nın askeri stratejik planlarını daraltma maksadıyla, boğazlarda Montrö Sözleşmesi’nin hükümlerinin dillendirilmesi bu stratejik planın hamleleridir. Boğazlarda Montrö Sözleşmesi uygulanır uygulanmaz oluşu, bu çatışmanın düzeyine göre gündeme gelecek meseledir. Ama bugünden Rusya’ya karşı gerçekleştirilecek hamlelerin gündemleştirilmesi, Rusya’nın hareket planında “temkinli” hareket etmesi sağlanmak istenmektedir. Türk devletinin bu süreçte oynadığı rolün “mükâfatı” gibi, AB-Türkiye “zirvesi”, bu süreçteki stratejik planın bir ayağıdır. Türkiye’nin AB üyeliğinin “canlandırılması”, “mülteciler sorununda yardım paketi” ve vizesiz AB seyahati, aslında uzun vadeli Türkiye-AB arasındaki müzakerelerin ve gelişmelerin sonucunda gerçekleşecek bir durumdur. AB-Türkiye “zirvesiyle” vaat olarak bu meselelerin gündemleştirilmesi, bölgedeki emperyalist dalaşta, Türk devletiyle, stratejik olarak “zayıflayan” bağlarını “yeniden” güçlendirme adımlarıdır. Gerek uluslararası emperyalist güçler ve gerekse Türk devleti, Rusya’yı Karabağ sorunuyla meşgul etmek için, Azerbaycan-Ermenistan çatışması üzerinden bir süreci gündemleştirmesi ihtimaller dahilindedir. Temel strateji, Rusya’yı Suriye özgülündeki müdahalesiyle, aktif müdahaleci güç olma özelliğini zayıflatmak ve çatışma alanını genişletmektir. Aynı mantıkla Ukrayna’daki çatışmaların alevlendirilmesi, önümüzdeki süreçte gündeme gelecek muhtemel gelişmelerdir. Muhtemel gelişmelerdir, çünkü emperyalist gericilik, çatışmanın düzeyi ve koşulların uygunluğunda, elinde tuttuğu kirli silahları sosyal yaşama geçirecektir. Bunun karşısında Rus emperyalist gericiliği de stratejik oynamaktadır. ABD-AB’nin bu hamlelerini farkında olarak, Suriye’deki üslerini güçlendirmesi, yeni savaş gemilerini ve füze sistemini bölgede konuşlandırması, askeri uçaklarında iletişim ve koordinasyon konusunda teknik donanımını güçlendirmesi ve bu hazırlıkları, Türkmen güçleri başta olmak üzere, Suriye’deki tüm “muhalif” güçleri askeri operasyonlarla vurması, ABD ve Batı’nın bu hamlesine karşı hamledir. Rusya “geri” adım üzerinden bir “uzlaşının”, stratejik planlarına zarar vereceğini bilmektedir. Aynı durum ABD-AB emperyalist gericiliği için de geçerlidir. Uçağının düşürülmesiyle prestij kaybı yaşasa da, mevcutta sürecin kaybedeni Rusya değildir. Uçak düşürülmesi ABD-AB’nin stratejik planlarının önünü açsa da, ABD-AB bu sürecin kazananı değildir. IŞİD dahi bu gerici emperyalist güçlerin çatışmasından faydalanarak nefes alırken, Türk devleti bu sürecin kaybedenidir. “Yeni Osmanlıcılık” hayalleriyle, bölgede ürettiği siyaseti iflas eden Türk devleti, “büyük devlerin” kapışması arasında, Rusya’ya düşmanlaşarak, ABD-NATO’nun kölesi olma statüsü pekişmiştir. Ve artık Türk devletinin elinde Batı’ya karşı kullanacağı “Rus kozu” da yoktur.”Suriye Krizi”nde masa başında kendisini pazarlayacağı ve diyalog kurarak siyasetini dillendireceği zemin kalmamıştır. Bunu yerine ABD-AB stratejisine tam bağımlılık ve itaat geçmiştir.

Bu emperyalist ablukayı ezilen halkların mücadelesi parçalayacaktır

Emperyalizm ve bölgesel gericilikler, kan deryasına çevirdiği Ortadoğu coğrafyasında, ezilen halklara, yarattıkları büyük sorunlar üzerinden gerici “çözümler” dayatmaktadırlar. Biri; mutluluğu “cennette” vaat eden, şeriatçı, Sünni İslam bayrağı altındaki yaşamdır. Diğeri de; emperyalist dünya gericiliğinin bölgeyi paylaşımda, ezilen halklara verdiği, kayıtsız, şartsız itaat rolüdür. Bunun somut karşılılığı, bölgenin yeniden paylaşımı, emperyalist gerici savaşta ezilen halkların “taraf” olmaya zorlanması, olağanüstü askeri yönetimlerle, toplumun kılcal damarlarına kadar yaygınlaştıran sömürü yönelimleridir. Her iki durum da barbar emperyalist gericiliğin hegemonyasına hizmettir. Anti-emperyalist, anti-feodal, anti-faşist, anti-kapitalist toplumsal dinamiklerin mücadelesi, emperyalizmin tüm toplumsal gerici ittifak güçleriyle birlikte bölgeden çıkarılması, bölge halklarının barış içinde yaşamalarının tek çözümüdür.

 

Önceki İçerikTaşın Muamması
Sonraki İçerikBüyük özgürlük ütopyası uğruna…