Düzen-düzensizlikte emperyalizm gerçekliği ve Ortadoğu

Eşitsizlikle büyüyen, insanlığın bilim ve teknik birikimini elinde zorla tutan bu sistemin üstesinden gelmenin yegane yolu, bilinçli, sürekli ve doğru darbeleri vurmaktan geçer. Bunu uygulayacak olan ise proleter sınıf ve ona öncülük eden komünist partilerdir. Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da da Maoist hareketin ta kendisidir

Üzerinde yaşadığımız coğrafyadaki gelişmeler ve de bilinçli yaratılıp, tartıştırılan güncel konular olur olmaz bizleri de ilgilendiriyor. Türk devleti reorganize edilirken, egemenler kendi sınıf çıkarları ekseninde, işbirliği yapacak bütün kesimleri de bu “sürece” eklemleme uğraşını vermektedir. Sunulan projeler, yapılan çalıştaylar, numaralandırılmış paketler, bir gecede çıkarılan torba yasaların amacı, tamamen iktidarların ömrünü uzatmaya yöneliktir. AKP eliyle yapılan yasalardan tutalım da yürütülüp uygulanan saldırgan siyasete kadar, hepsinin bir bütün olarak emperyalist politikalara hizmet etmekte olduğunu akıldan çıkarmamalıyız. Bugün bulunduğumuz topraklardaki zenginlikleri ülkelerine daha rahat akıtmak için bütün yöntemleri kullanmaktadırlar.

Öyle ki, bizimkisi gibi yarı-sömürge, sömürge ve bağımlı ulusların ekonomik, sosyal kurtuluşunu hedefleyen örgütlü güçleri etkisiz kılmak amacıyla, toplumun bilincini bulandırmanın yöntemlerini de çok iyi uygulamaktadırlar. Mesela kendi sınıfının / ulusunun ekonomik, toplumsal kurtuluşunu / ilerlemesini isteyen devrimci güçleri zayıflatmak ve bulundukları topraklar üzerindeki üretim araçlarını ülke çıkarları için kullanma mücadelelerini ve itirazlarını ortadan kaldırmak –ya da marjinalize etmek- amacıyla emperyalist haydutlar o ülkenin egemen sınıfları aracılığıyla –veya kendi oluşturdukları kurumlarıyla- fonlar açıp, bir süreliğine o ülkenin ezilen, sömürülen, yoksul kitlelerine yardım akıtmaya başlarlar. Sonuçta kaşıkla verilenin karşılığı kepçeyle alınacaktır!

ABD emperyalizmi ve diğer emperyalist ülkeler dünyayı talan ediyor

ABD emperyalizmi başta olmak üzere, bütün emperyalist haydut güçler ve onların işbirlikçi rejimleri dünyanın tüm zenginliklerini talan etmek amacıyla başlattıkları saldırıların öncesinde, kitleleri kandırmak, bilinçlerini bulandırmak için – tüm kirli ve kanlı araçlarıyla- şu gerçekleri öne sürdüler / sürüyorlar: Komünizm, terörizm, insan hakları, özgürlük, demokrasi, refah ve kitle imha silahlarının yok edilmesi vs. vb…

Avantajlıyız… Artık sıraladıkları manipülatif gerekçelerin bir hükmü kalmamıştır. Ezilen, sömürülen ve yoksul kitleler bu haydut, kan emici emperyalist güçlerin kendi sermayedarlarının çıkarlarını, işgal ettikleri ülkelerin verimli kaynaklarından yararlanıp ve stratejik değerde bulunan askeri üsler oluşturmak amacında olduklarını çok iyi bilmektedir. Çünkü yakın zamanda Yugoslavya, diğer Balkan ülkeleri, Irak, Afganistan, Libya, Mısır, Tunus vd. saldırılarının mahiyetini ve sonucunu izleyip gördüler.

Avantajlıyız… Paslanmış, her yanında cerahat akan kapitalist sistem artık ölüm döşeğinde can çekişmektedir. Yaşadığımız anda ne kadar gizlemeye çalışsalar da, kaçınılmaz krizler ardı ardına birbirini izlemektedir. Kapitalizmin dünya çapındaki ilk krizi olan 1873-1896 buhranı, Ekim 1929’da tarımda ve sanayide aşırı üretim sonucu ABD’de başlayan, yine dünyanın bütün ekonomilerini etkileyen buhran… “Petrol krizi” olarak adlandırılan 1973-1976 krizine benzer, en büyüklerinin çıkışının engellenme çabası ayan-beyandır. Bu yoz, kan emici sistemin avukatlığını yapan burjuva liberal ekonomistler, babaları olan Keynes’in kısa süreliğine soluk aldıran, fakat tarihin çöplüğüne giden “makro iktisat teorisinden” (*) yararlanıp, ahlaksız ideolojik yöntemler ve tuzaklarla sistemlerinin ömürlerini uzatmaya çalışmaktadırlar. Ama nafile bir çaba!..

Hele ki bugün “emperyalizm çağında” kapitalizmin özgürlük, demokrasi ve refah havariliği iddiasından hiçbir hükmünün, etkisinin kalmadığını milyonlarca emekçi, işçi ve köylü görmekte ve de bu kokmuş cesede son darbeyi vuracak öfkelerini bileyip, örgütlü ve birleşik hale getirmektedirler. İşte Mısır’da Tahrir, ABD’de Wall Setreet, Brezilya’da Porto Alegre, Yunanistan’da Syntagma, Arjantin’de Congresso… Tunus, Tayland, Şili, Portekiz, İspanya meydanları… İşte milyonları sokaklarda buluşturan Gezi / Taksim Direnişi… Devrimci kitleler kapitalist sisteme ve onun hempalarına öfkelerini sokaklarda ve meydanlarda bileyip, alaşağı etmek için deneyimler kazanırken, yükseklerden şehirlere inecek olan ışıltının melodik sesini duymak istiyor!

Yalnız kapitalist sistemin kaçınılmaz, engellenemez krizleri doğurduğunu / doğuracağını söylesek de, bu sistemin kendiliğinden yok olmayacağını ve ortadan kalkmayacağını da bilmeliyiz. Devamında en geniş kitlelere mevcut durumu ve gelişmeleri uygun şekilde anlatmalıyız. Eşitsizlikle büyüyen, insanlığın bilim ve teknik birikimini elinde zorla tutan bu sistemin üstesinden gelmenin yegane yolu, bilinçli, sürekli ve doğru darbeleri vurmaktan geçer. Bunu uygulayacak olan ise proleter sınıf ve ona öncülük eden komünist partilerdir… Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da da Maoist hareketin ta kendisidir.

Suriye’deki iç savaş ve çelişkilerden yararlanan Rojava

Dünyada ve ülkemizde ekonomik bunalımlar sonucu meydana gelen yaygın bir kitle işsizliği ve bu “başı-boş” işsizlerin tehdidinden ürken egemenlerin, her daim yeni kaynak arayışına başladıkları bilinmektedir. Şu an en iyi kaynak, Tunus, Mısır, Libya, Suriye ve Afrika ülkelerinde olduğu gibi, haklı kitle itirazlarını tersine çevirmek, ondan yararlanmak ve hatta ihtiyaç duyulursa ajanlarınca kargaşa çıkarılarak iç savaş başlatmak ve planladıkları iç savaşın ihtiyaçlarına uygun üretime ağırlık vererek bir nebze de olsa, soluk alıp ömürlerini uzatmak isterler. Tam da bugün, Rojava’daki kazanımları yadsımadan değerlendirecek olursak, Suriye’de yaşananları buna örnek gösterebiliriz.

Emperyalistlerin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) olarak adlandırılan politikalarının önemli bir basamağı olan ve uluslararası sermayenin yeni düzenlenecek pazarı olarak hedeflenen Suriye’de, bundan yaklaşık 3 yıl önce başlatılan ve birçok emperyalist güç tarafından desteklenen iç savaş, bugün gelinen aşamada en kirli, en çirkin biçimiyle devam etmektedir.

Başta bizi alakadar ettiği için, Türk devleti olmak üzere, birçok emperyalist güç ve onun taşeron devletleri tarafından desteklenen şeriatçı-karanlık güçler, geri kalmış birçok ülkede olduğu gibi, Suriye’de de her türlü katliamı “mübah” sayarak, Ortadoğu’nun mazlum ve yoksul halklarına deyim yerindeyse kan kusturmakta, yerleşim yerlerinden uzaklaştırılarak zulme uğratılmaktadır. Emperyalistler her ne kadar kendi basın-yayın organlarında bahsi geçen gerici güçleri desteklemediklerini söyleseler de, bu örgütlerin kuruluşlarından tutalım da, hangi amaçla beslenip, büyütüldükleri ve kimlere hizmet ettikleri alenen bilinmektedir. ABD, İngiltere ve AB emperyalist haydutlarıyla beraber onların taşeronu S. Arabistan, Katar ile Türkiye’nin lojistik desteğini alan bu çeteler, özellikle de Kürtlerin yaşadığı bölgelere yönelerek katliamlar, toplu şekilde kaçırmalar ve tecavüzlerle Kürt ulusunun Rojava’da yürüttüğü özgürlük mücadelesini darbeleyerek boşa çıkarmaya çalışmaktadırlar.

Suriye’de Esadların gerici BAAS (Arap Sosyalist Uyanış Partisi) rejiminin yıkılması amacıyla, El Kaide ve uzantısı çetelere her türlü desteği sunan emperyalist güçler, Ortaçağ artığı bu çeteleri Suriye’de Esad rejimiyle beraber Kürtlere karşı tetikçi olarak kullanmaya devam ediyorlar. Özellikle de son günlerde Rojava’ya saldırıların arttırılması, Kürt ulusunun bedel vererek elde ettiği kazanımları boşa çıkarmak amacıyladır. 12 Temmuz 2012’de harekete geçen Kürt ulusal güçlerinin 12 Kasım 2013 tarihinde Kurucu Meclislerini kurduğunu Qamislo’da ilan etmesi, Türkiye başta olmak üzere birçok gerici ve işbirlikçi faşist gücün tepki vermesini beraberinde getirdi. Aynı zamanda, stratejik bir konuma sahip olan Til Koçer sınır kapısının YPG güçlerince ele geçirilip, ardından Til Xelef’in de alınıp çetelerden arındırılmasından sonra Güney Kürdistan federe başkanı Mesut Barzani’yi de rahatsız etmiş oldu.

Rojava halkının kanı ve canıyla elde ettiği kazanımlar, yalnızca emperyalistlerce desteklenen şeriatçı güçlerce baltalanmıyor, Güney Kürdistan aşiretlerince, özellikle de Barzaniler tarafında da boşa çıkarılmak isteniyor. Hiçte yabancısı olunmayan Barzani’nin ihaneti, kendisini bir kez daha sınır kapılarını Kürtlere kapatarak, Rojava’ya ambargo uygulayarak-sınıf karakterini-göstermektedir. Gerek ABD ve İsrail gerekse de Türk devletiyle arasındaki “dostluk (!)” ilişkilerini tehlikeye atmadan, daha da pekiştirmek isteyen ve bu uğurda “dostlarının” isteklerini her daim uygulamaya hazır olan işbirlikçi-feodal Barzani-aşireti-yönetiminin şaşılmayacak, bilakis utanç veren bu tutumun uşağı olduğu efendilerince ayakta alkışlanarak, Amed’de olduğu gibi podyumlara çıkarılarak tezahuratlarla pohpohlanmıştır. Mesut Barzani ve şürekasının tutumu Arap şehirlerininkinden hiç de farksız değildir. Rojava’da PYD’yi etkisiz kılmak isterken, kendi uyducukları durumunda bulunacak yavru KDP’ler oluşturmaya çabalamaktadır. Ki, Amed’deki “düetli” şovun perde arkasında Kuzey Kürdistan’da da KDP benzeri bir yapılanmanın hazırlandığı açığa çıktı. Hatta gazete köşelerinde ve haberlerinde kimi şahsiyetlerin isimleri yazılıp, öne çıkarılmaya başlandı.

Suriye’nin durumuna dönecek olursak, Rusya ile ABD emperyalistlerinin anlaşmaları sonucu Esad rejimi bir süre daha efendilerine hizmetlerini sürdüreceğe benziyor. Fakat çok fazla sürmez, er ya da geç Esadların gideceği, emperyalistler tarafından üzerleri kalın çizgilerle çizilerek belirlenmiş bir gerçekliktir.
Rojava’da ise, en can alıcı noktanın önderlik sorunu olduğu görülmektedir. Bir taraftan Kuzey’de İmralı uzlaşmacılığı, diğer taraftan da İmralı’nın çizgisini yürüten Salih Müslim şahsında özdeşleşen Rojava’daki uzlaşmacı tutum, devrimin kazanımlarını geriye savuracağı sinyallerini vermektedir. Tabii ki silahlı mücadele sonucu elde edilmiş kazanımları ve mevzileri kitlelere önderlik eden çizginin uzlaşma, masa başında çözüm bulma arayışlarını, İmralı’da yürütülmekte olan “çözüm sürecinden” bağımsız ele almadan takip etmeliyiz.

Dünyada, Ortadoğu’da ve ülkemizdeki heyecan verici gelişmeler, bir kez daha ideolojik ve politik çizginin ne kadar önemli olduğunu, özellikle de MLM ideolojiyle donanmış komünist partinin mevcut devrimci mücadeleye / savaşa önderlik etmesinin önemini ortaya sermektedir. Öyle ki, bugün de bu boşluğu iyi değerlendirip, sınıf çelişkisi kapatılmak / perdelenmek veya geri planda tutulmak amacıyla cinsel, ulusal, dinsel-mezhepsel çelişkilerin, esasmış gibi ön plana çıkarılmaya çalışılması masumane değildir! Aynı zamanda unutmamak lazım, ulusal kurtuluş mücadeleleri, toplumsal ilerleme için yürütülen sınıf eksenli mücadeleleri gölgeler ve toplumsal ilerleme için yürütülen sınıf eksenli mücadeleleri gölgeler ve bazen de yutar.

Her halükarda, mazlum Kürt ulusunun savaş alanlarında kazandığı her zafer, elde ettiği en ufacık kazanım, gelecek politik zaferin hızlanmasına katkı sunacaktır / sunmaktadır.

Derinleşmeliyiz

İnkar edemeyeceğimiz ve sırtımızı dönemeyeceğimiz ölçüde sorun ve sıkıntılarımız var. Önemli olan mevcut problemleri doğru ele almakken, özenle üzerinde durarak duygusal ve ferdi yaklaşımları bir kenara koyup, hatta yanı başımızdan uzaklaştırarak soğukkanlı bir analizle, gelişimin ve ilerlemenin önünde engel teşkil eden yönelim ve hataları tarih perspektifimizdeki yerine oturtmaktır. Çünkü bugün karşı karşıya kalınan can sıkıcı problemler ve yetmezlikler geçmişte benzer yaşananlarla ilgili ve de birbiriyle kenetlenmiş ilişki içerisindedir.

Derinleşmeliyiz! Çünkü gelişimin ön koşuludur derinleşmektir. Kırk yıllık birikimimiz ve şehitlerimizin ve halen kavga içerisinde bulunan yoldaşlarımızın bize sunduğu değerler pırlanta ışıltısıyla yolumuzu aydınlatıyor. Başarabiliriz… Başarmak zorundayız.

Evet, tarihsel deneyimlerimizden de çıkaracağımız gibi, egemen birleşik güçlere karşı başlattığımız / yürüttüğümüz mücadele uzun, güç, zorlu ve bir o kadar da çetindir. Amaçlanan en büyük toplumsal dönüşüm olan, yani üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin ve insanın insan tarafından acımasızca sömürülmesinin son bulmasının öyle basit ve kısa zamanda gerçekleşebileceğini sanmak, tarihsel deneyimlerden öğrenmemektir. Bunun doğru bilincine erişenler için geçmiş tarihsel süreçler birikimseldir. Yine, devrimci mücadelede ezilen, yoksul emekçi halklarımız lehine olan gelişmeleri, doğruları ve olumlulukları biriktirmek esastır. Sorunların üstesinden gelip çözebilecek birikimle ve açmazları doğru yönelimlerle aşabilecek taktik esneklikleri devreye koymamız halinde, bugün açığa çıkmış avantajları kazanımlara dönüştürebiliriz.

Sonuç olarak günümüzde devrimcilik yanı başımızda cereyan eden gelişmelere duyarlılığı ve bükülmez, sağlam bir cüretle derinleşip hedefe kilitlenmeyi gerektirir.

*İngiliz iktisatçı Keynes’in “makro iktisat teorisi”, kapitalist ekonomide her zaman krizlerin olabileceğini ve bu krizleri atlatmanın ancak ekonomiye devlet müdahalesiyle mümkün olabileceğini göstermeye çalışır.

 

Önceki İçerikGüncel siyasal gelişmelerde öne çıkanlar ve perspektifimiz!
Sonraki İçerikDoğru ve Devrimci Nesnel Gerçek İlerlemeler Perspektifiyle Yürüyüşümüzü Sürdürelim!