Efendinin buyruğu, kulun “itirazını” aşar!

Kuşkusuz, emperyalist güçlerle gerici bölgesel güçler arasındaki politik-diplomatik ilişkiler, bu gerici güçlerin stratejik çıkarlarını koruma ve geliştirme üzerine şekillenmektedir. Bu gerici güçler arasındaki “uyum” ve “uyumsuzluk”, çıkarlarının niteliğine göredir. Son Obama-Erdoğan görüşmesi de, gerici katliamcı güçlerin, kendi gerici çıkarlarının tayin ettiği süreçlerine dair gerçekleştirdiği görüşmedir. ABD ile “TC” arasında, bugün “uyumsuzluk” olarak var olan bölgesel politik farklılaşma, ister bir “uzlaşıya” dönüşsün, isterse bir dönem daha “uyumsuzluk” olarak devam etsin, bu didişmenin her biçiminden, sömürülen halkların, mazlum ulusların ve ezilen inanç gruplarının payına biçilen; katliamdır, yağmalamadır, sömürüdür, köleliktir. Devrim lehine, düşman güçlerin çatışmalı halinden faydalanmak, bu temel siyasetin belirlediği devrimci stratejik konumlanışı her alanda esas almakla mümkündür

HABER MERKEZİ (23.04.2016) – Gazetemizin 120’nci sayısında yer alan “Efendinin buyruğu, kulun “itirazını” aşar!” başlıklı yazıyı, bir kez de internet sitemizden okuyucularımızla paylaşıyoruz.

ABD’nin başkenti Washington’da düzenlenen “Nükleer Güvenlik Zirvesi”, öncesi ve sonrası yaşanan tartışmalarla emperyalist ve bölgesel gerici güçler arasındaki dalaş ve çatışmalar açısından, stratejik politik hesaplaşmaların yaşandığı bir oturum oldu. Her şeyden önce, “zirve” , nükleer “güvenlik” adı altında, emperyalist güçlerin nükleer gücü, çıkarları için nasıl daha etkili kullanacakları konusundaki bir planlamanın oturumu olmuştur. Emperyalist ve bölgesel gerici güçlerin, stratejik hegemonya politikalarının yol haritasını belirleme konusunda, son dönemlerde gerçekleştirdiği birçok “gizli” görüşmelerin yaşandığı sürecin devamı, bu kez nükleer silahların gölgesinde gerçekleşti. Kısacası, “zirveye” katılan tüm gerici güçler, gerici çıkarlarını dosyaladıkları klasörlerle, stratejik planları açısından önemli gördükleri görüşmeleri gerçekleştirmenin hesaplarıyla Washington’daydı. Bu çerçevede, özellikle Ortadoğu ve Suriye merkezli, farklılaşan politik yönelimin tartıştırdığı, Türk egemen güçleri ve ABD emperyalist güçleri arasında gerginleşen “stratejik müttefik”  ilişkileri “normalleştirme” açısından, bu “zirve”, özellikle Türk hâkim güçleri açısından özel bir önem arz ediyordu. Ki özellikle, Türk hâkim gericiliğinin, fiili “başkan”, diktatör Erdoğan temsili ile bu “zirveye” katılması, söz konusu önem ve beklenti olarak yaratılmak istenen sonucun verisidir. Daha nükleer “zirve” başlamadan, Obama-Erdoğan görüşecek mi, görüşmeyecek mi polemiği ve bunun üzerinden yapılan değerlendirmeler, “TC” ile ABD arasında sürece dair “ortak” bir politik plan çıkarma gayreti olarak ele alınmalıdır.

“Nükleer Güven(siz)lik Zirvesi” öncesi, ABD ve Türk yandaş medya organlarında, konunun ele alınış biçimi, son dönemlerde “stratejik müttefik” ekseninden kayan ABD-“TC” ilişkilerini manşetlere taşımaktaydı. Irkçı Turancılığın, güncelleşmiş halinin en saldırgan temsilcisi olan Erdoğan’ın ziyareti öncesi, ABD basınının AKP-Erdoğan diktatörlüğü konusunda teşhir edici haberler yapması, ABD kongresinde Erdoğan karşıtı tavır ve açıklamalar, “TC”deki basına, Kürt ulusuna ve muhalif güçlere karşı geliştirilen saldırılar merkezli şekillenen politikaların gündemleştirilmesi, ABD’nin, “TC” ile olan güncel çatışmasının dışa vurumu olduğu kadar, olası bir Obama-Erdoğan görüşmesinde, ABD’nin, stratejik politik üstünlüğünün yanında, diplomatik üstünlüğü de, ele geçirme taktiği olarak algılanmalıdır.

“TC”nin AB ile yakaladığı uzlaşı siyasetini ABD ile de yakalaması tıkanan siyasetlerine nefes borusu olacaktır

Ortadoğu, Suriye, Türkiye-Kuzey Kürdistan sahasında, askeri ve politik olarak ciddi bir çıkmaz yaşayan Türk hâkim gericiliği, ABD ile gerilen ilişkileri yumuşatarak, daralan alanını genişletmek istemiştir. Tarihsel ve politik gücünü, “liberal-parlamenter” değerlerle şekillendiren Batı emperyalist-kapitalist sistemi, AKP-Erdoğan yönetimiyle, özellikle “mülteciler” ve bölge siyaseti konusunda, bazı “ortak” çalışmalar üzerinde anlaşması, AB ile “TC” arasındaki çatışmaların molası niteliğindedir. Bölge ve Türk hâkim gericiliği üzerindeki siyasetini, rejim kaygıları ve Erdoğan’ın açık diktatörlük ilanı durumlarına, eleştiriler üzerinden baskılanmaya dönüştüren AB emperyalistlerine karşı, “meydan okumanın” gölgesinde, konjonktürel politik kaygılarla gerçekleştirilen anlaşmalar, aslında kendi içinde var olan çelişkiler yumağına bir çözümsüzlüktür. Kuşkusuz ki sorun AB emperyalist güçleriyle AKP-Erdoğan gericiliği arasındaki “değer” sorunu değildir. Özellikle, gelişiminde emperyalist güçlerin direk ilişkisi olan, cihadist gerici örgütlerin kitlesel katliamlar biçiminde gerçekleşen eylemleri gerekçe haline getirilerek, “devletin güvenliğinin”, halklar üzerinden baskıcı-otoriter uygulamalara dönüştürüldüğü Batı ile “TC” arasında, göreceli olarak var olan fark ortadan kalkmıştır. Geliştirilen ırkçılık ve militarize güçlerle sağlanan “güvenlik”, AB ile “TC” arasında bir çatışma konusu değil, uzlaşma konusudur. Bütün bunlardan öte, bölge siyaseti ve çıkarları konusundaki farklılaşma, bu güçler arasındaki çatışmanın ana yönünü tayin etmektedir. Konjonktürel siyasetin ihtiyaçları doğrultusunda AB ile “TC” arasında yakalanan “uzlaşıyı”, yine reel politik eksende ABD ile sağlanan “uzlaşılarla” genişletmek, Türk hâkim güçleri açısından tıkanan siyasetlerine nefes borusu olacaktır. Erdoğan-Obama görüşmesine bu denli önem verilmesi, yüklenen bu rolden kaynaklıdır.

Bölgesel stratejisine göre, gerici müttefiklerine, niteliğine uygun roller veriyor. Köklü stratejik müttefikleri dâhil, dönemsel konjonktüre göre, öncelikleri değişiyor. Önceliklerinin değişmesi, direk ittifak güçlerinin değiştiği anlamına gelmez. Ama özellikle bölgesel gerici güçler özgülünde, konjonktürel ihtiyacına göre hangi kesimini, hangi politikanın öne çıkarılacağı meselesi, stratejik politikasının taktiksel manevralarıdır. ABD’nin bu kapsamlı emperyalist stratejik planında, taktik manevralarla kendisine yer bulmaya çalışan ya da bu taktik manevralarla yönlendirici olmaya çalışan Türk egemen güçleri, AB emperyalist güçlerinden aldığı icazetle, zedelenen ABD ilişkileri akabinde daha güvenilir bir ortaklık yaratmaya çalışmaktadır. Planlanan bu güvenilir ortaklık, “TC”nin kendisiyle sınırlı değildir. İsrail, (Türk hâkim gericiliğinin, Mavi Marmara meselesinden sonra,  İsrail ile ilişkileri düzeltmeye çalışması, başlatılmaya çalışılan bu sürecin parçasıdır), Suudi Arabistan (ABD ziyareti sonrası Suudi Kralın “TC” ziyareti ve gerçekleştirilen “görkemli” karşılama, bu stratejik ilişkinin devam eden ayaklarıdır) ve Katar’ın ABD’nin başlatmış olduğu “yeni” sürece dair belirli kaygıları söz konusudur ve süreç içinde gerilen ilişkilerle, bu kaygılar “güvenilir stratejik ortaklıklarla” aşılmaya çalışılmaktadır. Lakin Washington’un başlattığı “İran” açılım hamlesi, “stratejik” müttefiklerini huzursuz etmektedir. İran’ın bölgede artan nüfuzunu engellemeye çalışan “TC”, Suudi Arabistan, Katar gerici egemenliği, muhalefetiyle ABD’yi dengelemeye çalışıyor ve ABD’yi “sapan stratejisinde” uyarmaya çalışıyor. Fakat ABD stratejisini sadece Ortadoğu üzerinden şekillendirmiyor. Asya-Pasifik stratejik planıyla uluslararası kapsamlı bir strateji planlıyor. Bunun için İran ve Esad’ın dâhil olduğu bir Ortadoğu dizaynı, stratejisinin dönemsel konjonktürüne uygun geliyor. Türk egemen güçleriyle yaşanan faklılaşma, bu fay hattından besleniyor ve Türk egemen güçlerinin bölge üzerindeki planları somutunda bir didişmeye dönüşüyor.

“TC” ile ABD arasındaki ilişkiler açısından belirleyici bir hale gelen bir başka mesele de, Suriye ve Irak’taki dengeleri belirlemede ana güç haline gelmiş Kürt ulusudur. PYD-YPG önderliğindeki Kürt ulusal dinamiği, ABD ve “TC” açısından karşılıklı ilan edilmiş “kırmızı çizgilerdir”.

Türkiye-Kuzey Kürdistan, Suriye ve Ortadoğu siyasal gündemi konusunda bir yığın beklentiyle, Erdoğan’ın ABD’ye gerçekleştirdiği “çıkartma” hareketi, ABD tekellerine sunulan rüşvet niteliğindeki paketlerle, ekonomik altyapısı güçlendirilmeye çalışılmıştır. Ama ilk hamle, ABD’nin bu konuda daha yaptırımcı davranacağını gözler önüne sermiştir. Havaalanında Dış İşleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile birlikte, bir manga ABD askeri gücü tarafından karşılanması, ABD’nin sürece dair siyasetine uyum konusunda Erdoğan’a bir mesajıydı. Tek vatan, tek bayrak, tek devlet, tek millet dörtlüğünü, şahsiyetinde diktatörlük olarak merkezileştiren Erdoğan’ın danışmanları ve Türk hâkim gericiliğinin ilgili kurumlarının hummalı faaliyeti sonrası Erdoğan-Obama görüşmesi, sorunlu da olsa gerçekleşti.

Öngörüldüğü gibi, görüşme masasında PYD, Güvenli Bölge ve “mülteciler” sorunu tartışılmıştır. PYD’nin özgülünde Kürt ulusunun uluslararası “terör” statüsünde değerlendirilmesi, Türkiye-Kuzey Kürdistan ve Suriye sınırında “tampon bölge” ve “mülteciler” konusunda ABD’den beklenen yardım (ABD %30’luk gümrük vergisinden vazgeçerse, “TC”de kurulacak fabrikalarda, % 30 Suriye’den göç etmiş insanlar çalıştırılacak. Bu çalışma koşulları ve sosyal haklara yeni bir saldırı demektir), arka planda yukarda sıraladığımız ABD’nin stratejik planlarına dair yapılan “muhalefetin” zemini haline getirilmiştir.

Ama Erdoğan özgülünde Türk hâkim gericiliğinin, ABD politikası karşısında muhalefet edecek gücü yoktur. Türk hâkim gericiliğinin “muhalefeti”, ABD’nin stratejik politikaları içinde kendisine daha “ileri” zeminde yer bulma kadardır. Yani elindeki bazı pazarlık kozlarıyla “ileri” düzeyde bir entegrasyon, ancak ki tartışma konusu olabilir. Erdoğan’ın elde etmek istediği sonuçta buydu özünde.

Ama Washington, politik üstünlük gibi, diplomatik üstünlüğü de başından ele geçirme konusunda hazırlıklı davranmıştır. “TC”deki demokrasi sorunları başlığı altında, gazeteci Can Dündar ve Erdem Gül’ün yargılanması, gazetecilere mahkemede destek veren konsolos ve büyükelçilerin Erdoğan tarafından hedef alınması, akademisyenlerin tutuklanması, Kuzey Kürdistan’daki sivil katliamlar, milletvekili dokunulmazlığı, en ufak demokratik muhalefetin militarize güçlerle bastırılması gibi Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki faşist uygulamalar ve şuursuz gerçekleştirilen katliamlar, günlerce ABD basını aracılığıyla kamuoyunda güncellendirildi. ABD emperyalizmi açısından sorun, bu faşist uygulamalara tutum alma sorunu değil tabi ki. Efendi kul ilişkisinde, haylazlık yapan kulunu hizaya getirme sorunudur. ABD’nin eski iki büyük elçisi Morton Abramowitz ve Erıc Edelman’ın Erdoğan mektubunu imzaya açması, yine Erdoğan’ın “haylazlığını” terbiye etme maksatlıdır.

Obama-Erdoğan görüşmesinde Türk hâkim gericiliği beklediği sonucu alamamıştır

Bütün bu karşılıklı politik ve diplomatik hamlelerle gerçekleşen Obama-Erdoğan görüşmesinden, Türk hâkim gericiliği beklediği sonucu alamamıştır. PYD konusunda “Farklı düşünüyoruz diye birbirimize küsecek değiliz. Biz stratejik müttefikiz” yönlü Çavuşoğlu patentli açıklama, süreci diplomatik olarak yumuşatmamıştır. Çünkü ABD, stratejik politikalarında, Türk egemenlik sistemine karşı buyruk tutumdan taviz vermek istemiyor. Bu duruşla, Türk egemenlik sisteminin siyasetini kendisine entegre etmek istemektedir. Hemen görüşmenin akabinde Obama’nın, “Türkiye’deki bazı eğilimlerden rahatsızım” yönlü açıklaması, bu hedefin ilanıdır. Yine hemen Obama’nın açıklamasının arkasında, PYD tartışmalarının sıcaklığında, ABD koalisyon güçleri sözcüsü Steve Warren’ın sözleri, ABD “TC” ilişkilerinin gelecek süreci açısından önemli veridir: Warren’a göre Suriye Demokratik Güçleri Rakka ve Deyr ez-Zor’u ele geçirecek en iyi güçtü. Anlaşılıyor ki, TÜSİAD-Erdoğan-AKP kurmaylarıyla gerçekleştirilen Washington ziyareti, diktatör Erdoğan yönetimi açısından pek de sonuç getirici olmamıştır.

Ziyaret sonrası Erdoğan’ın şuursuz saldırganlığı bunu başka açıdan doğrulayan bir durumdur. ABD’de Erdoğan’a karşı gelişen protestoları hazmedemeyen Erdoğan, PKK, YPG, ASALA, Paralel Yapı yan yana idi çıkışıyla, hem kendisine karşı gelişen protestoları “etkisiz” hale getirmeye çalışmıştır, hem de “stratejik müttefikine”, “teröre” destek verme serzenişinde bulunmuştur. ABD ile politik ilişkilerinde bu durum böyle bir rol oynasa da, Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasında gerçekleşecek devlet katliamları konusunda çok vahşi bir uygulamanın startı anlamına gelmektedir bu açıklama. Birbiriyle alakasız örgütleri yan yana koyarak, gerçekleştireceği katliamlara “milli şuur, milli çıkar” nitelemesi altında toplumsal “meşrutiyet” kazandırmak, bu açıklamanın arka planındaki kirli emeldir. Açıklamanın bir gün sonrası yurtsever gençleri katlederken, “Bakın bunların evinde Fethullah Gülen’in yayınları var. Bunlar beraber hareket ediyor” açıklaması, bu kirli planın icraatıdır. Yine Azeri gazeteci üzerinden, gazetecilik mesleğine verdiği nasihat, aba altında sopa gösterme siyasetidir. Mesaj açıktır: Sürecime uymayan her kurum ve akademik mesleğe, her türlü demokratik-sivil toplum kurumuna, cüssemin el verdiği oranda, faşist niteliğime uygun hesap soracağım!

Kuşkusuz, emperyalist güçlerle gerici bölgesel güçler arasındaki politik-diplomatik ilişkiler, bu gerici güçlerin stratejik çıkarlarını koruma ve geliştirme üzerine şekillenmektedir. Bu gerici güçler arasındaki “uyum” ve “uyumsuzluk”, çıkarlarının niteliğine göredir. Son Obama-Erdoğan görüşmesi de, gerici katliamcı güçlerin, kendi gerici çıkarlarının tayin ettiği süreçlerine dair gerçekleştirdiği görüşmedir. ABD ile “TC” arasında, bugün “uyumsuzluk” olarak var olan bölgesel politik farklılaşma, ister bir “uzlaşıya” dönüşsün, isterse bir dönem daha “uyumsuzluk” olarak devam etsin, bu didişmenin her biçiminden, sömürülen halkların, mazlum ulusların ve ezilen inanç gruplarının payına biçilen; katliamdır, yağmalamadır, sömürüdür, köleliktir. Devrim lehine, düşman güçlerin çatışmalı halinden faydalanmak, bu temel siyasetin belirlediği devrimci stratejik konumlanışı her alanda esas almakla mümkündür.

Önceki İçerikFaşizme ve gericiliğe karşı; Birlik Mücadele Zafer!
Sonraki İçerik‘Vahşet bodrumu’nu tanığı anlattı