19. yüzyılın sonları kapitalizmin, emperyalizme doğru evrildiği yıllardı. Yaşamları cehenneme çevrilen işçi ve emekçilerle uluslar hapishanesi diye tarif edilen Rusya’da sosyal kaynaşma da başka bir çağın kapısını açmaya deviniyordu. 

Lenin, Rusya’yı “feodal- emperyalist” bir ilke olarak niteliyordu. Çünkü bir yandan kapitalist üretim ilişkileri ağırlık merkezine otururken, feodal üretim ilişkileri hala ciddi anlamda varlığını devam ettiriyor ve devlet yönetimi bir burjuva devlet yönetiminden öte krallıkla yönetiliyordu. Buradan hareketle Lenin, köylülerin, özellikle yoksul köylülerin desteği alınmadan devrimin mümkün olamayacağının altını çiziyordu. Bir yandan, işçi sınıfından vebadan kaçar gibi uzak duran Narondik’lerle, öte yandan köylülüğü görmezden gelen sözde “sosyalist”lerle büyük ideolojik kavgalar yürütüyordu.

Bu özellikleriyle dışardan görünümüyle Çarlık Rusya’sı, dönemin en güçlü imparatorluklarından biri gibi imaj veriyordu. Ancak, açlığın ve sefaletin kol gezdiği, köylülerin akın akın büyük şehirlere göçtüğü, bu yüzden işsizliğin, yoksulluğun her geçen gün arttığı, despot Çar’ın otoriter yönetimi, güçlü görünen İmparatorluğun temellerini dinamitliyordu. 22 Ocak 1905’de Papaz Gapon’un kışkırtmaları sonucu yaklaşık 200 bin kişilik bir kitle yaşanılan baskıları, açlığı ve yoksulluğu “Çar babalarına” duyurmak için, Çar’ın sarayına doğru yürüyüşe geçtiler. Ancak kitlelerin bu haklı ve barışçıl yürüyüşleri, askerlerin yaylım ateşiyle kana boğuldu.  500’ün üzerinde iççi ve emekçinin öldürüldüğü bu katliam Rusya tarihine “kanlı pazar” olarak geçerken yeni bir döneminde habercisi oldu: Rus halkıyla, Çar arasında ki manevi bağ ciddi anlamda zedelenirken, yönetilenlerin, yönetenlere olan bu güvensizliği Bolşevik Devriminin temeline yükselten misali oturdu.

1905 devriminin yenilgisinden sonra, arttırılan baskı ve devlet terörü karşısında kısa bir dönem devrimci harekette bir geri çekilme ve sessizlik süreci yaşansa da 1909’larda yeniden sokak gösterileri, özellikle işçi grevleri yeniden dalga dalga yayılmaya başladı. 1914’de başlayan I. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ilk birkaç ayında yükselen milliyetçi dalga, sınıf mücadelesinin yükselen rüzgarını bir nebze de olsa yavaşlattı. Bu durum uzun sürmedi. Çünkü savaşın başlamasından kısa sayılacak bir süre sonra, Rus ordusunun cephede yenilgiler alamaya başlamasıyla birlikte, milliyetçi dalga da dinmeye başlamıştı. Savaşın getirdiği açlık ve sefalet çığ gibi büyüyordu. Doğal olarak bu, yönetenlerle, yönetilenler arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi daha da derinleştiriyordu.

1917 Ekim Devrimi’nin ilk kıvılcımlarını 23 Şubat’ta Putilov işçileri yaktı. On binlerce kadınlı erkekli emekçiler başkentin merkezine yürüdü. İlk dönemler, işçilerin ve ezilen kitlelerin talepleri daha çok ekonomik ve demokratik talepler iken, çok geçmeden bu taleplerin yerini “kahrolsun Çar” sloganları aldı. Yani artık yürütülen mücadelenin talepleri yer değiştirmiş, demokratik taleplerin yerini proletaryanın iktidar olma talebi öne çıkmıştır. Bolşevikler önderliğindeki işçi, köylü ve asker Sovyetleri ülkenin her yanında örgütlenmiş durumdaydı. Ekim Devrimi’ne gidiş süreci açısından 27 Şubat 1917 tarihi büyük bir önem taşır. Çünkü bu tarihte Rus ordusu içindeki askerlerin önemli bir kesimi ayaklanmış ve bir hafta içinde Çar tahttan çekilmek zorunda kalmıştı. Rusya devrimi tarihinde ‘Şubat Devrimi’ olarak geçen bu fiili mücadele sürecinde, 1500 kişiye yakın insan hayatından olmuştu. Ödenen bu bedellerin kaçınılmaz sonuçları da oldu elbet.

Şubat Devrimi, Rusya da ikili bir iktidar yapısını yarattı. Bir yandan, Çarlık Rusya’sının yasama meclisi olan liberal ve muhafazakâr burjuvazinin yönetimde olduğu “Duma Komitesi,” öte yanda da “İşçi, Köylü ve Asker Sovyetleri”nin ağırlıkta olduğu Sovyetler yönetimi. Bu ikili oluşumun ilk aşamasında, devletin yönetimi ağırlıklı olarak burjuva kesimin denetimindeydi. Kurulan liberal burjuva hükümetinin ilk icraatı, Sovyetlerin tersine, Rusya’nın I. Emperyalist Paylaşım Savaşı içindeki yerini alması, doğal olarak savaşa devam politikası oldu. Bu karar, savaşı, iç savaşa dönüştürme, emperyalist savaşın bir parçası olmama kararlılığıyla mücadelesini sürdüren Bolşeviklerin daha da güçlenmesine vesile oldu. Çünkü geniş halk kitleleri ve ordu içerisinde önemli bir askeri kesim savaşın yarattığı açlık, yoksulluk ve yıkımdan bıkmışlardı artık. Bu yüzden mevcut burjuva hükümetinden çok, Bolşeviklerin safında yerlerini alıyorlardı. Sürgünde olan Lenin’in nisan ayında ülkeye dönüşü de bu koşullarda gerçekleşti.

Ordu içinde, Bolşeviklerin en güçlü oldukları I. Topçu Birliğinin cepheye gönderilme kararına karşı temmuz ayında yeni bir ayaklanma dalgası bütün ülkeyi sardı. Bunun üzerine burjuva hükmet sıkıyönetim ilan etti ve birçok Bolşevik kadrosu, militanı tutuklandı. Aynı şekilde Lenin hakkında da derhal tutuklanma kararı çıkartıldı. Lenin tekrar yurtdışına, Finlandiya’ya kaçtı. Orada “Devlet ve Devrim” eserini yazdı. Geçici olarak burjuvazi bir başarı sağlamış gibi görünse de Bolşevikler güçlenmeye devam ediyordu. Çünkü somut duruma dahil kitlelere mal olmuş doğru politikalar savunuluyor ve pratikle buluşturuluyordu. Sonuçta, 1917 Ekim’in de geçici burjuva hükümetinin karargâhı olan Kışlık Sarayı bir gece kuşatıldı ve hükümetin başı olan Kerenski gizlice saraydan kaçtı. İşçi sınıfının iktidarı ele geçirmesi artık an meselesiydi. Lenin, “Bütün İktidar Sovyetlere” sloganını attı ortaya ve ardından Ekim Devrimi gerçekleştirildi. Geçici hükmettin ele geçen üyeleri tutuklandılar.

Sovyetler birliği komünist partisinin önderlik ettiği devrimle insanlık yeni bir zamana, yeni bir çağa giriş yaptı

Sınıf mücadeleleri tarihinde ilk kez ezilenler doğrudan iktidara gelmişlerdi. Proletarya diktatörlüğü altında, asırlardır geniş halk yığınlarını açlığa, yoksulluğa ve adaletsizliğe mahkûm eden hâkim sınıfların haksız olarak elde ettikleri mal varlıklarına el konulmuş, kapitalist özel mülkiyete son verilerek kolektif mülkiyete geçilmişti. Tüm bankalar, fabrikalar büyük topraklar emekçilerin ortak mülkü olarak ilan edildi. Sovyetlerin denetimine devredildi. Ekonomide 5 yıllık planlamalarla yüzde 300’e varan ekonomik büyümeler gerçekleştirildi. 20 yıl içinde, devrim öncesi geri kapitalist- emperyalist bir ülke olan Rusya, devrimden sonra dünyanın en büyük, en güçlü ekonomilerinden bir haline geldi. Bilim, teknoloji, kültür, sanat ve özgürlükler noktasında önemli ilerlemeler kaydedildi. Onlarca ulus ve milliyetler topluluğunun bulunduğu bu coğrafyada eşit haklara sahip 15 cumhuriyetten oluşan bir federe cumhuriyetler birliğinden oluşuyordu SSCB. Bunların yanı sıra; 20 özerk cumhuriyet, 8 özerk bölge 13 ulusal bölge şeklinde yapılanan siyasi sistem, tüm ulusların, azınlıkların ve milliyetlerin özerkliğini olanaklı hale getirdi. Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkına saygı gösterildi. Sovyet iktidarının ilk icraatlarından biri de 3 Mart 1918’de imzalanan Brest-Litovsk anlaşmasıyla emperyalist paylaşım savaşından çekilmek oldu.

Sosyalizmin inşası kitlelerin lehine hızla ilerlerken, sağlık ve eğitim ücretsiz hale getirildi. Her emekçinin evden işine gidiş gelişleri ücretsiz olarak olanaklı kılındı. Hiçbir işçi, sendikaların veya meslek gruplarının izini olmaksızın işten çıkartılamıyordu. İşçilerin yıllık izinlerini rahat bir şekilde geçirebilecekleri tatil beldeleri yapıldı. Her çalışanın bir aylık resmi izini kanunlaştırıldı. Ücretler rahat bir yaşam sürdürebilme seviyesine çekildi. Örneğin bir işçi ortalama 270 ruble maaş alıyordu. Ev kiraları en fazla 5 rubleyi geçmezken, elektrik ve su faturaları 2 rublenin altındaydı. Kısacası çalışanlar gerçek anlamda tam olarak emeklerinin karşılığını almasalar da (ki bu ancak komünist toplumda mümkündür), sömürü mekanizmasının mihenk taşı kırılmış, sömürüye son verilmişti.

Sovyet ekonomi sistemini Stalin şu başlıklar altında özetliyor:

“1- Kapitalist sınıfın egemenliği yıkılmış ve yerine işçi sınıfının iktidarı kurulmuştur.

2- Üretim aletleri ve araçları, toprak, fabrikalar ve işletmeler kapitalistlerin elinden alınmış ve işçi sınıfıyla emekçi köylü kitlelerinin mülkiyetine verilmiştir.

3- Üretimin gelişimi, rekabet ve kapitalist karın güvence altına alınması prensibine değil, planlı yönetim ve emekçilerin maddi ve kültürel seviyelerinin yükseltilmesi prensibine tabi tutulmuştur.

4- Milli gelir, sömürücü sınıfların ve bunların çok sayıdaki asalak eklentilerinin zenginleşmesinin çıkarları doğrultusunda değil, işçi ve köylülerin maddi durumlarının sistematik olarak iyileştirilmesi ve kentte ve kırda sosyalist üretimin genişletilmesinin çıkarları doğrultusunda dağıtılır.

5- İşçi sınıfı ve emekçi köylülük ülkenin efendisidir, kapitalistler için değil, kendi emekçi halkı için çalışırlar.”

Ekim devriminin ilk icraatlarından biri de kadınlar üzerindeki baskının kaldırılması, kadın-erkek arasındaki eşitliğin sağlanmasına yönelik planlamalar oldu. Çalışma yasasında tam eşitlik, eşit işe eşit ücret ilkesi getirildi. Doğum izni, emzirme izni gibi haklar kabul edildi. Kadınları eve bağlayan ev işleri toplumsallaştırıldı. Ülkenin her yerinde büyük yemekhaneler kuruldu.

Çocuk bakımı için kreşler açıldı. Sovyet parlamentosunda ve üst düzey yönetimlerde yüzde olarak kadınların oranları hızla yükselmeye başladı. Örneğin 1950’lerde bu oran %30’ ların üzerine çıktı. Bunun yeterli olmadığı elbette söylenebilir. Ancak yüz yıllardır ikinci sınıf muameleye tabi tutulmuş kadının bütün sorunlarının dört dörtlük çözümünü beklemek hayalcilik olur. Çünkü teorik olarak, ya da yasal olarak çözümler önermek yetmez, pratik olarak da hayat hakkı bulması gerekir. Bu da toplumsal aydınlanma, toplumsal ilerleme ile doğrudan ilintili bir durumdur. Elbette sosyalizm her bakımdan bir ilerleyiştir, ama hala sınıfların varlığı, kimi eşitsizliklerin mevcudiyeti gerçeklerini de atlamamak gerekiyor. Hiçbir engelin bulunmadığı gerçek eşitlik ve özgürlükler sınıfsız ve sınırsız bir toplumsal formasyon döneminde mümkün olabilecek şeylerdir. Sosyalizm, böylesi bir topluma, yani komünizme geçişin ön aşamasıdır. Doğal olarak hala sorunlar, çelişkiler bir biçimde eski toplum yapısı dönemindeki kadar veya benzer biçimde olmasa da var olmaya devam ederler. Ne zaman ki iktidardaki işçi sınıfı ve onun diktatörlüğü ihtiyaç olmaktan çıkar, devlet sönümlenir işte o zaman mevcut çelişkilerin tamamen çözüldüğünden söz edilebilinir. Artık toplum yeni çelişkilerle ve onların çözümüyle yüzleşir.

Ekim Devrimi 105. yılında öğretmeye devam ediyor!

Ekim devrimini bir bütün olarak her yönlü anlatmak, bir makalenin altından kalkacağı bir iş değildir “sosyalizm öldü”, “Ekim Devrimi yenilip tarihe karıştı” diyenlerin aksine, sınıflar ve sınıflar arası mücadele var oldukça sosyalizmin dünya halkları, ezilen tüm emekçiler ve proletarya için tek kurtuluş yolu olma özelliğini koruduğunu proletarya ve ezilen emekçilerin bu ilk iktidar deneyimi üzerinden özet bir gerçeklik hatırlaması yapmaktır.  Ekim Devrimi’nin 105. yılında sosyalizm için mücadelede ısrar etmek, sosyalizme olan inancımızı, haykırırken, Ekim Devrimi’nin işçi ve emekçilerin yanı sıra, aynı zamanda gadre uğramış tüm ulus ve halkların yaşamlarına kattığı değerli katkıları hatırlamaktır. Bolşevik Parti tarihi ve Sovyet anayasaları incelendiğinde, halkın yaşam koşullarında, kültürel ve sanatsal alanlarda, sağlık ve eğitimde, mülkiyet ilişkilerinde kısa zaman içinde halkın lehine nasıl iyileştirmelerin yaşandığını herkes görüp anlayacaktır. Özellikle o günün koşullarında ve bir ilk olması da dikkate alındığında, Ekim Devrimi işçi ve emekçilerin yaşamında olağan üstü iyileşmeler, toplumsal değişim ve dönüşümlerin öncülüğünü yaptığı gerçeğiyle yüz yüze geliriz.

Ekim Devrimi sadece Rusya coğrafyasında değişim yaratmadı. Aynı zamanda, Avrupa’da “sosyal devlet” adı altında uygulamaya sokulan yarım yamalak demokratik ve sosyal hakların uygulanmasında da etkeni oldu. Daha da önemlisi uluslararası proletarya ve ezilen halkların sömürüye, baskıya, sömürgeciliğe ve emperyalist bağımlılığa karşı büyük ve dönüştürücü mücadele ve devrimlerin ilhamı oldu.  Fakat bütün bu tarihi ölçekteki kazanım ve başarılarına rağmen bu süreç de dümdüz ve hatasız yürümedi. İlk deneyimin koşulladığı hatalar gibi, emperyalist kuşatma altında bulunmanın ve eski sistemden gelen düşünce ve alışkanlıkların beslediği ciddi hatalar da oldu. Başka bir ifadeyle, sınıflar arası mücadele, kendi özgün koşulları altında sosyalizmde de devam etmektedir. Bundandır ki, hatalar, eksiklikler ve yetmezlikler kaçınılmaz olarak olacaktır. Önemli olan bunlardan ders çıkartmayı bilmektir.

 Ekim Devrimi’nin 105. yılında da devrimin yarattığı etkiler ve günümüze bıraktığı dersler tartışılmaya devam etmektedir. Etmesi de gerekir. Hayat durağan olmadığına ve toplumsal gelişmeler durmaksızın devam ettiğine göre, bu tartışmaların yapılması ve gelişmelere denk düşecek Marksist açılımların olması gerekli ve zorunludur.

Emperyalizmin bugün üretim güçleri ve üretim ilişkilerinde ulaştığı seviye; bununla birlikte, daha çok sıklıkla içine düştüğü ekonomik ve siyasal krizlerden de kaynaklı, işsizliğin, yoksulluğun geniş halk kitlelerine yaşamı, cehenneme çevirdiği bu süreçte, dünya halklarının genelde emperyalist sisteme, özelde bulundukları tek tek ülkelerde devlete olan güvensizliklerinin arttığını görüyoruz. Bunu şu gelişmeler üzerinden görebiliyoruz: Uzun yıllardır sürdürülen bölgesel emperyalist savaşlar sonucu dünya kan gölüne çevrilmiş durumdadır. Bu yetmezmiş gibi, bunları aşırı boyutlarda arttırılarak sürdürülen silahlanma politikaları ve 3. Dünya Savaşı tehditleri, sistematik bir biçimde yükselen işsizlik, açlık ve yoksulluk ve peşi sıra faşizmlerin yükselmesi.  Emperyalist işgal ve ilhaklardan kaynaklı göç ve göçmenlik sorunları, doğanın talanı, ekolojik dengenin bozulması, demokratik hak ve özgürlüklerin kısıtlanması veya yok sayılması, kısacası dünya bir avuç sermayedar için cennete çevrilmişken, milyarlarca emekçinin iki ayağı bir pabuca sokulmuş durumda. Bütün haksızlıklar, adaletsizlikler, milyonlarca insanın hayatına mal olan savaş ve göç yollarındaki toplu kıyımlar, bu tüketici sisteme güven olarak dönmez tabi.  Tam aksine, dünya halkları hak ve özgürlükleri için canlarını dişlerine takmış mücadele içindedirler. Bunun siyasi iktidar mücadelesine dönüştürülmesi komünist hareketin görev ve sorumluluğudur.

Komünist hareketin süreç itibarıyla henüz bu güce sahip olmaması, onların eksikliklerinden çok sürecin karakteriyle ilgilidir. Dünya genelinde özellikle Maoist’lerin hamleleri, mücadele çabaları elbette gözlerden ırak tutulamaz. Ancak bunun yeterli olmadığı da aşikâr. Devrim için objektif durumun giderek daha da elverişli hale geldiği bu süreçte, subjektif gücün, yani komünistlerin birincil görevi, kitleleri doğru mücadele yöntemleriyle iktidar mücadelesine hazırlamak olmalıdır. Bunun için hem tek tek ülkelerdeki KP’leri kendi coğrafyalarında somut duruma denk düşecek politikalarla sınıf mücadelesine fiili olarak önderlik etmeliler, hem de acil olarak uluslararası proletaryanın enternasyonal birliğini sağlayıcı pratik adımlar atmalılar.

“Dünyaya yeni bir şekil vermek büyük, karmaşık ve zahmet dolu bir süreçtir. Bu büyük görev, büyük bir sınıfı gerektirmektedir. Yalnız büyük gemiler uzun yolculuğa çıkarlar.” (Stalin)

Çelişkiler yoğunlaştıkça ve sınıf mücadelesi keskinleştikçe, Ekim Devrimi yol göstericiliğine devam edecektir. Geçici yenilgiler alsa da sosyalizmin tarih sahnesi, bütün bir insanlığı kardeşleştirene kadar açık duruyor. 1917 ekiminde açılan bu perde, komünizmi taktim edene kadar da kapanmayacaktır. Bu hem temel sosyal bir yasa hem de tarihsel yürüyüşün gereğidir…

Önceki İçerikBirliğin Kapısına Vurulan Kilit Bilime Değil Önyargıya İşarettir- 1
Sonraki İçerikMKP: Devrimci Kıvılcım Gerici Saldırılarla Söndürülemez!