Ekonomik krizden siyasi krize

Emperyalist tekeller 2008 yılında düştüğü krize çareler ararken, Fransa’da ekonomik krizin giderek boyutlanması siyasi krizi de beraberinde getirecek gelişme dinamiklerini taşımaktadır

Emperyalist tekeller içine düştüğü 2008 krizinden bu yana, krizden çıkmanın çareler arayıp duruyor. Geçen altı yıllık süreçte uygulaya geldikleri önlem paketleriyle kimi ülkelerde istikrarı yakalamış gibi görünse de, varlığını devam ettirmektedir. Kimi emperyalist ülkeler kriz üzerinde belirli oranda kontrol sağladılarsa da, Fransa, Belçika, Hollanda gibi ülkeler halen sıkıntılarla boğuşmaktadır ve bir çare bulabilmiş değiller krize. Bu çaresizliğin yarattığı çıkmaz  Fransa’da siyasi kriz olarak kendisini ortaya koymaya başladı. Sarkozy döneminin yarattığı umutsuzluk içinde çare diye seçilip başa gelen Hollande ve ekibi, magazinsel skandallarının  yanında esas olarak ekonomik alanda hiçbir derde çare üretemedi. Bu da kitlelerdeki güveni ve umudu kırdı. Temsilcisi olduğu tekelleri de düş kırıklığına uğrattı. Bütün bunların kaçınılmaz sonucu olarak siyasai kriz de boy vermeye başladı. Bütün bunlar Fransız ekonomisinin her geçen dönem daha da kötüye gitmesinin kaçınılmaz bir sonucuydu.

2008 yılında patlak veren ABD merkezli kriz kısa zamanda diğer emperyalist ülkeleri de adım adım içine alarak büyüdü. Ekonomisinin omurgasının esasını üretim ve meta ihracı oluşturan Almanya ve İngiltere kriz şokunu kısa zamanda kontrol altına aldı ve bu krizi fırsata çevirerek rakiplerine göre daha avantajlı bir duruma geldi. Fransa gibi ekonomisinin temel omurgası daha çok sermaye ihracına dayanan ülkeler ise giderek derinleşen krizle boğuşmaya devam etmektedir. Sarkozy hükümeti ve politikalarından umudunu kesen Fransız tekeller, yeni bir umut olarak Hollande’a çare olarak sarıldı. Umutları üretim maliyetlerini düşürecek, sermayenin kar limitini yükseltecek politikaların geliştirilmesiydi. Ancak Hollande başa gelir gelmez vergi yasalarında yeni bir düzenlemeyle gelire orantılı vergi sistemini getirdi. Bu da sermayenin ve nakit paranın ülkeden daha hızlı bir şekilde kaçarak, daha çok kar edeceği pazarlara akmaya başlaması demek oldu. Fransız sermayesinin rakipleriyle varolan rekabet gücünü zayıflattı. Bu durum mevcut krizin kontrolünü ve yarattığı tahribatların onarımının koşullarını ortadan kaldırdı. İşsizlik, bütçe açıkları ve kamu borç stokları her yıl daha da artmaya başladı. Büyüme oranı her geçen yıl daha geriye düşmeye başladı.

Kriz büyüyor

Resmi işsizlik oranı yüzde 11’ler civarına kadar tırmandı. Ki, genç ve taze emekteki işsizlik oranı yüzde 25’lerde. Bütçe açığı 2013 itibarıyla yüzde 3,4. Bu oranın AB kriterlerine göre en fazla yüzde 3 olması gerekmektedir. AB Komisyonu toparlanamayan Fransa ekonomisine nefes aldırmak için iki yıldır AB ülkelerince kabul edilmesi için yoğun bir çaba içerisindedir. Bu tüm çabalara karşın bütçe açığı kapanmak yerine artmaya devam etmektedir. Ki, 2014 yılı için bu açığın yüzde 4’ü bulacağı ve hatta geçeceği öngörülmektedir. Fransa Sayıştay Başkanı  Didier Migaud, ‘Kamu borçlarının büyüklüğü açısından Fransa tehlikeli bir bölgede duruyor’ sözleriyle, Fransız ekonomisinin yaşamakta olduğu krizin ciddiyetini ortaya koymaktadır.

Meta ve hizmet ihraç ve ithalatındaki denge oranı her geçen dönem ithalat lehine artmakta ve açık yüz milyarın üzerine çıkmış durumdadır. Bütün bu eksiye doğru seyreden gelişmeler, doğal olarak ekonomideki gelişme oranlarını da aşağıya doğru çekmektedir. Bu yıl için tahmin edilen büyüme oranı yüzde 0,9. Bu oranın gerçekçi olmadığından dolayı tutturulamayacağı ve daha düşük olacağı da ekonomistler tarafından ortak kanı olarak ifade edilmektedir.

Bütün bu gelişmelere çare arayan Hollande hükümeti, kendi içinde çatlamaya başladı. İlk çatlak, mart ayındaki belediye seçimlerinde ırkçı Marie Le Pen’in beklenmeyen orandaki oy artışı ve ikinci emperyalist savaştan beridir sosyalistlerin elinde bulunan belediyelerin bile sağa kaptırılmasıyla alınan büyük yenilgiyle birlikte ilk siyasal kriz olarak ortaya çıktı. Eski hükümet istifa ederek yerini sosyalistlerin Sarkozy’si diye adlandırılan Manuel Vals’e bıraktı. Ancak siyasal hükümet krizi devam etti ve aradan dört aylık bir zaman geçmeden hükümet başta ekonomi ve maliye bakanları olmak üzere yeniden revizyona gitmek zorunda kaldı.

Fransız sermayesi ve AB, yeni hükümetin önüne krizi aşmak için gerekli olan yasal düzenlemeleri yapma görevi koymuş durumdadır. Bunların ilki, reform diye adlandırdıkları Fransız sermayesinin rekabet gücünün artırılması için gerekli olan vergi yüklerinin düşürülmesi, istihdamın yüklerinin ve dolayısıyla işsizliğin düşürülmesi, sıkı bir ekonomik politikayla kamu borçlarının azaltılması…

Anlaşılacağı üzere, her zaman bağımlı ülkelere dayatılan ve bizimde yılar yılıdır mağduru olduğumuz ve çok iyi bildiğimiz acı reçete, bugün Fransa için gündemde. Avrupa Komisyonu başkanı J. Manuel Barroso bu acı reçete için ; ‘Reform uygulayarak yola devam etmek Fransa ve diğer ülke ekonomilerinin ihtiyacı haline geldi’ diyor.

Reform diye adlandırılan bütün bu yasal düzenlemelerle, Fransız proletaryasının uzun yıllar mücadele ederek ve bedeller ödeyerek kazanmış oldukları haklar gasp edilecektir. Örneğin; çıkarılan işgücü maliyetlerini düşürmeyi öngören Sorumluluk Antlaşması yasasıyla çalışanların emeklilik, sigorta ve sağlık için patronların ödedikleri primler düşürülecektir. Bu yasayla emekçilerin lehine olan yasalar kaldırılarak, yurt dışına giden sermayeyi yeniden geri getirmek amaçlanıyor. Yani sermayenin emekçileri dilediği gibi sömürmesinin önünü açan yasalar çıkarılacaktır. Ve üstelik bu yetkililer tarafından ; ‘sendikalarla her hangi bir anlaşma sağlanamasa da yapacağız’’ diye açıklandı.

Ha keza kamu borçlarının azaltılması için, 50 milyar euroluk tasarruf paketiyle, işsizlik parasından ve yapılan diğer tüm yardımlara kadar hepsinde kısıtlamalara gidilecektir. Ki, bu yasa Tasarruf Yasası olarak yeni hükümet tarafından onaylandı bile.

Emek cephesinde ise şimdilik fırtına sessizliği hakim

Sendikalarla uzun zamandan beridir yapılan uzlaşma görüşmeleri, sendikaların bu yasaları kabul etmeyişinden dolayı tıkandı ve ara yol bulunamayınca da kesildi. Sendikalar huzursuz. Avrupa toplumları içinde en geniş örgütlülüğe sahip olan Fransa proletaryası, gelişmeleri şimdilik büyük bir kaygı ve dikkatle izlemektedir. Emekten yana vaadlerle işbaşına gelen Hollande’ın yaratmış olduğu düş kırıklığından dolayı, büyük bir umutsuzluk yaşayan Fransız emekçi halkı, belediye seçimlerinde yüzde 50’leri aşan bir oranda sandığa gitmedi.

Örgütlü olduğu sendikaların daha önceki yıllarda gasp edilen haklarını savunmak için mücadele etmek yerine orta yolu seçip, hükümetler ve patronlarla anlaşmaya varmalarından dolayı, sendikalara olan güvenleri de sarsılmış durumdadır. Dolayısıyla krizin bir başka biçimi de sendikaların içinde yaşanmaktadır. Ama her halükarda, Fransız proletaryasının tarihsel deneyimlerinden öğrendiklerinden yola çıkarak sokakları ve meydanları dolduracaklarından kimsenin şüphesi yok. Başta hükümet ve patronlar cephesi bu beklentiden dolayı oldukça tedirgindir. Gelecek olan sınıf hareketinin nasıl engelleneceğinin planlarını yapmaktadır. Bunun için öncelikli olarak, bu acı reçetelerin çalışan emekçiler lehine olduğu noktasında toplumu ikna etmeye çalışıyorlar. 

Arnaud Matebourg’un yerine gelen yeni Ekonomi Bakanı Emmanuel Macron, bakanlığa gelir gelmez ayağının tozuyla; ‘Şu an zor bir dönemden geçtiğimizi kabul ediyoruz’ açıklamasını yaptı.

Evet, Fransa her açıdan zor bir dönemden geçmektedir. Ekonomik olarak zor bir dönem, siyasal olarak zor bir dönem, hükümet yani yönetmede zor bir dönem, bunların yarattığı ve yaratacağı zor bir dönemin içindedir. Bu zor dönem, büyük hareketliliklere gebe. Sürecin kimin lehine işleyeceği ise, güçlerin örgütlülüğüne, hedeflerine ve hareket kabiliyetine bağlıdır. Yaşayıp göreceğiz.

Önceki İçerikDevrim devrimci sorumlulukla gelişir!
Sonraki İçerikORTADOĞU DERSLERİNE KISACA SON BİR DEĞERLENDİRME!