Türkiye ve Kuzey Kürdistan illerinde uzun süredir, daha önce olmadığı kadar işçi sınıfı eylemlerine tanıklık etmekteyiz. Görülen o ki, bu eylemler, ekonomik krizin derinliğini ve ücretli kesimlere yansımasını artırdıkça önümüzdeki dönemlerde bu grev, direniş ve sokak eylemlerinin artarak devam edeceğini işaret etmektedir.

Özelleştirme ve taşeronluk adı altında kölece çalışma koşullarına karşı, çalışma ve ücretlerin iyileştirme talebi ile başlatılan grev ve iş yavaşlatma eylemlerine karşın sermayenin, hak arayan ve itirazda bulunanların akdinin feshedilmesi seklindeki saldırıları da aynı oranda yaygın bir hal alırken, buna bir de devlet şiddeti eklenmektedir. Son dönemde yaşanan işçi eylemlilerinde, bağımsız sendikalar ön plana çıkarken, TÜRK-İŞ, HAK-İŞ ve DİSK gibi konfederal yapıların, devletle aynı kaygı ortaklığıyla sokaktan ve üretmekten gelen gücü kullanmaktan imtina etmelerini tarih kaydetmektedir.

Buna karşılık işçi direnişleri ve grevlerinin üretim alanlarında sokağa doğru taşınması, bir yandan sınıf kardeşlerini kendi sorunları ve direnişlerinden haber etme hizmeti görürken, sokağa taşan her emekçi direnişinin bu yolla açık ettiği çağrı, kendileriyle aynı sorunları yaşayan ezilen ve sömürülen emekçilerden talep ettiği destektir. Bu durum, sosyal bir yasanın mekaniğini harekete geçirmiş olarak, uzun bir süredir sokakları yasaklarla gasp eden sermaye iktidarının bu yasağını kırmakta ve gün geçtikçe daha çok şehirde ve bölgede sokaklar değişik üretim alanlarındaki emekçilerin direnişlerine şahit olmaktadır. İşçi sınıfını sokaklara taşan bu küçük ama yaygınlaşan eylemleri, yaratılan korku iklimini, onu yaratan sisteme ve sermayeye doğru bükerken, ekonomik bunalımın derinleşmesine koşut olarak bu durum, daha fazla işçi ve emekçinin sınıf kardeşlerinin bu pratiklerinden ilham almasına dönüşmektedir. Ve bir gerçeklik olarak bu durum, aritmetik olarak da ortadadır.

Örneğin son iki ayı kapsayan sürede özel sektör alanında 104 grev gerçekleşirken bunlardan 50’sine yakınının kazanımla sonuçlanması, işçi ve emekçilerin organik bir birlik halinde, eş zamanlı bir hareket içinde olmasalar bile, manevi olarak birbirlerini hissettikleri ve direniş ve grevleriyle birbirlerinin ilhamı olduklarının en dolaysız kanıtı olmaktadır. Bu da şu demektir ki, birbirinin direnişinden öğrenmeye, birbirlerinin direnişindeki kararlılığa güven duymaya başlayan işçi ve emekçiler, bu direniş ve tutumların toplamından bir sınıf olduklarının bilincine eriştikçe, süreç; değiştirilemez bir sosyal yasa olarak işçi ve emekçileri birlikte hareket edecekleri bir menzile taşıyacaktır.

Özel Ege Hanesi işçileri; Akkuyu Nükleer Santral işçileri, Soma Emekli Maden İşçileri; Mevsimlik ÇAYKUR işçileri, ataması yapılamayan öğretmenler; Migros işçileri, Yurt İçi Kargo çalışanları, Alpin Çorap işçileri ve Kayı İnşaat işçi eylemlerini takiben, süreklilik kazanan kamu emekçilerinin eylemselliklerinin kazanımla sonuçlanan grev ve direnişleri, sınıfın hareket birliğine doğru giden bir sürecin habercisidir. Hatta bazı üretim alanlarında işyeri işgalleriyle sonuçlanan direnişler, devletin karşı saldırılarıyla kırılmış olsa da bu asla bir “başarısız’lığa yorumlanamaz. Aksine lokal düzeydeki başarısızlıklar ve yenilgiler, kendi pratiklerinin sonuçlarını muhasebe eden işçilerde yaratacağı bilgiç sıçraması sayesinde, bugünün “başarısız” olmuş işçilerini sonraki direnişlerde, başarıyı ögrenmiş öncüleri yapacaktır.

Çoğu yerde asgari sınıf örgütlülüğünden yoksun olarak, bu süreçte, gerçekleştirdikleri direniş ve grevlerle ortaya koydukları talep ve hedeflere ulaşmış olma ya da olmama nedeni ve düzeyi ne olursa olsun, ortaya bir hareket koymuş olmaları en temel kazanım olarak tarihlerine kaydolmaktadır. Zira, mevcut mücadelenin esasen bir sınıfın diğer sınıfa karşı mücadelesi olduğunu doğrudan öğreten öğretmen, kendi pratiklerinden başkası değildir. Bu doğrudan deneyimlerinin göstereceği yol sayesindedir ki, sınıf kardeşleriyle birleşmek yeni bir uyanış merhalesi olarak bilinçleri tetiklerken, kolaycı ve ilk hamlede sonuç bekleyen sınıf dışı eğilimlerini de aldıkları yenilgilerle birlikte gömdüklerinde, bu eğilimlerin müsebbibi küçük burjuvazinin incinmesi kadar incinmeyecek; yenilgilerin, hayal satanlardan daha büyük bir öğretmen olduğunu göreceklerdir!

Hiç kimse bilmese bile, ve hatta bu gibi “başarısız kalmış” görüngüler sermaye ve sistem sözcüleri tarafından bilinçsiz emekçilerin direnme isteğinin manipüle edilmesinde kullanılsa bile, sınıf bilincini edinmiş işçiler, tarihsel ve sosyal yasaların gelişme diyalektiğinden bilirler ki, burjuva sınıfına karşı nihai zaferi elde edene kadar, işçi sınıfı sayısız başarısızlık ve yenilgilerle mücadeleyi ögrenir ve en nihayet bu yenilgilerin toplam tecrübesi üzerinde kendisini ezen ve sömürün burjuvaziyi, sistemiyle birlikte mezara gömer!

Somut ve güncel gerçeklik direniş alanlarına sosyalist mücadelenin rengini taşımanın tanıtlamaktadır

TC devletinin siyasal kimliğine faşizm karakterini veren sistem, işçi ve emekçilerin sınırsız sömürülmesi ve tüm ulusal zenginliklerin yağmalanmasıyla beslendiğinden, olguları asgari bir doğrulukla değerlendirenler açısından mevcut TC sisteminin yürütme organı olan faşist iktidarın bütün bir devleti, işçi ve emekçiler ile burjuva egemen klikler dışında kalan toplumun tüm öteki sömürülen kesimleri karşısında bir şiddet mekanizması olarak örgütlemiş olması ve artık halka doğru ürettiği tek şey olarak ölüm, şiddet, hapis ve zulümden başka bir çıkış bulamamış olmasına şaşılacak bir şey yoktur. Zira devlet kapitalist sistemin çıkarlarını korumaya uygun bir mekanizma ise, devletin “halkına” zulmetmesi, soyması ve açlık ve sefalete sürüklemesi bu gerçekliğin bilincinde olmayanları şaşırtabilse de devrimcileri ve komünistleri şaşırtmamalıdır.

Nitekim, çoğu direnişlerde şaşkınlık içinde sık sık dile gelen haykırışlarda; “yazıklar olsun, halka şiddet uygulanır mı, gaz sıkılır mı, derelerin, ormanların suların kirletilmesine göz yumulur mu?” ya da çevre hareketlerinde köylülerin kendileri bastırmaya gelen askerlere “askerden bunu beklemezdik, bizi engelleyeceğine yaylamızı, meramızı yağmalayan şirketi engelle, bu nasıl bir iştir, yazıklar olsun…” yollu yakınmaları, devlet hakkında, yine, devletin propaganda makinesinin onlara öğrettiği devlet algısının beslediği seslenmelerdir. İşte süreç bütün bu tersine gösterilmiş gerçeği, düşünce ve inanç dünyalarında doğruymuş gibi gören tüm kapitalizm mağduru kesimlerin, aldatılmışlığını da fark edeceği bir süreç olarak yaşanıyor.

Burada sorun ağır ekonomik ve siyasal bunalımın yaşam kaygıları üzerinden uyandırdığı işçi ve emekçilerin, tetiklemeyi gerçek hayat şartlarının zorlamasından ortaya çıkan mücadelelerini, kendiliğindenciliğin doğasına terk etmemektir. Halk kitlelerinin, sınıf çıkarlarının örgütlenmiş biçimi olan siyasal bir önderlikle buluşmasının olmadığı tüm zamanlarda olduğu gibi, buğun de, bu eksiklik nedeniyle yalnızca yaşam pratiğinin öğrettikleriyle sınırlı bir kendiliğindenci öğrenmeyle yetinmeleri anlaşılabilir; ancak, devrimci ve komünistlerin tarihsel doğruları ve gerçekleri dar deneyimleriyle ölçme lüksü olmaz. Koşullar, devrimci ve komünistlerin halk kitleleriyle doğrudan ilişkileri öncelemelerine sonuna kadar açık haldedir. Devrimci ve komünistlerin, bu en ağır ekonomik ve ahlaki yıkım koşullarında bile sendika ve meslek örgütlerinin kendi kaderlerine bıraktıkları işçi ve emekçilerle birleşmelerine daha önce ancak 15-16 Haziran direnişleri tarafından sunulan tarihi fırsattan daha fazlasını vermektedir.

 Güncel gerçeklik, direniş odakları ve mücadele potansiyeli taşıyan hayat alanlarında odaklanmayı acil ve gerçek devrimci çalışma olarak tanımlamaktadır. Mevcut iktisadi ve siyasi bunalımın sosyalist alternatifin daha yüksek sesle anlatılmasına açtığı kapı, komünistlere, sömürü baskı ve zulmün yaşamlarını tahrip ettiği işçi ve emekçilere ulaşmanın, onların sistem manipülasyonu tarafından devrimcilere ve örgütlülüğe kapalı hale getirilmiş düşünsel dünyalarına girme olanağı yaratmışken, bu ülkede, halk kitlelerinin kapitalist sistemin yarattığı bunalım döngüsünün kurtulmanın, bu sisteme son vermekten geçtiğinin anlatılması halinde, bu çalışmanın karşılığını alacağı, bundan daha iyi koşulları olmamıştır.

Meclis tipi örgütlenme şimdiki koşullarda aciliyetin tanımıdır

Öte yandan, mevcut yaygın işçi ve hak direnişlerinin sermayenin saldırıları karşısında genel devrimci çalışmalar ve örgülü mücadeleyle uyumlulaştırılarak sermaye saldırılarına karşı genel bir koordinasyona dönüşmesi, şartların yaratacağı fırsatlara ve koşullara bağlı olsa da, işçi ve emekçilerin direnişlerine; yaylalarını, sularını, üretim ve yaşam ortamlarını korumaya çalışan köylülere karşı, uluslararası tekellerin ve yerli işbirlikçilerinin çıkarlarına koşulmuş olan devletin ordu ve polisinin bu mücadelelerde şiddet ve terörle ortaya koyduğu halk düşmanı tutum; bu devletin gerçek işlevinin teşhirinde paha biçilmez veriler sunuyor.

İşsizliğin ve açlığın yarış içinde at başı birbirini ürettiği ve çorba parasına yetmeyen ücret sisteminin tükettiği on milyonlarca ücretlinin gerçeği ortadayken, Türk-İş, Hak-İş ve DİSK gibi işçi sınıfının sırtına kene olmuş işçi aristokrasisinin, masalarda ve devlet protokollerinde laf çevirmekle sınırlı olan “sendikacılıkları”, böylesine teşhir olduğu başka hiçbir tarihsel süreç olmamışken ve zaten genel olarak dünyadaki tüm sendikalar Amerikan sendika sisteminin bir kopyası olarak, işçi sınıfını dizginlemek, birliğini bölmek ve kapitalist sömürü sisteminden kurtulma eğilimlerini savuşturmak görevini yüklenmiş sermayenin aparatları oldukları yüz yıldır biliniyorken, yapılacak şey, zaten tanımı yapılmış “meclis tipi” örgütlemeleri, tüm ezilenlerin bağrına yaymak olduğu halde, bu çalışmada gösterilen atalet de, ezilenlerin cephesinde sorgulamayı gerektiren yeri işaret eder. Bu yer, İşçi ve emekçilerin genel kurtuluşu davasına kurulmuş olan devrimci ve komünistlerin kendi sorgulamalarını yapması ihtiyaç olan ana halka durumudur.

Göz göre göre gelen, ve zaten nerdeyse devrevi olarak her on yılda bir kapitalist emperyalist sistemin doğası tarafından üretilen iktisadi ve siyasi krizler varken ve öngörülüyorken ve kapitalist sistem ayakta durduğu müddetçe bu bunalımlar kendini tekrar ediyorken; daha da önemlisi, burjuva sınıfın her bunalımdan “kurtulma” süreçlerinde, onun en sadık cihazı olan devletin yanı sıra, kullandığı siyasal ve örgütsel enstrümanlar da sendikalar, sosyal demokrasi, dış krizler ve veya iç düşman üzerinden toplumsal kutuplaştırma yoluyla zaman kazanma stratejisini uğuldadığı da biliniyorken, aslında tüm bu pratik süreçlerin deneyimlerinin zihinsel yansıması olarak tanımlanmış meclis tipi örgütlemedeki çalışmalı yoğunlaştırmaktır. Bu tip örgütlemenin siyasetine ve belgesine sahip olanların, bu örgütlemeyi güce dönüştürmek, onu yaygın hayat sahalarına ve özgün çelişmelerin harlı ocaklarına taşımak için ne bekledikleri, şimdiye dek yüksek sesle sorgulanmadıysa bile şimdi şimdi sorgulama ile iç içe pratiğe dökülmelidir.

Hem Türkiye ve Kuzey Kürdistan satında hem de genel olarak dünyada ortaya çıkan ve çelişmelerinin tanımından da anlaşılacağı gibi, kapitalist sömürü, yağma ve talanın neden olduğu mücadele odakları çeşitlenmişken, meclis ve konsey tipi örgütlenme üzerinden ezilenlerin örgütlenmesindeki bu tutukluk, aşılmayı talep eden en hantal kasımız durumundadır. Faşizme, sömürüye, baskı işkence ve tutsaklığa karşı mücadele ederken ve ulusal, sosyal, kültürel cinsel ve yaşam tarzından gelen farklılıkların baskı ve zülüm nedenine dönüştürüldüğü bugünkü dünya gerçekliğinde, meclis ve konsey tipi örgütleme, mevcut örgütlenmeler içinde en demokratik ve uygulanabilirliği sınırsız yayılma potansiyeline sahip genel halk birliğinin motoru durumundadır ve şimdiki koşullarda ise aciliyetin tanımıdır!

Geleceğe doğru, sömürü ve baskıdan özgürleşmeye doğru ve kapitalist sömürü sisteminden nihai kurtuluş için ezilenlerin ihtiyaç duyduğu fırsat, olanak, araç ve yaratıcılık adına çıkacak ne varsa bu çalışma ve örgütlenme tarzından çıkar, çünkü burada milyonların hayat tecrübesi, üretim tecrübesi, sınıf mücadelesi tecrübesi ve bu sistemden kurtulma beklentisinde, sömürü baskı ve zulümden biriktirdiği yıkıcı öfkesi vardır.

Önceki İçerikFaşist İktidara Karşı Burjuva Muhalefet Değil, Devrimci Tercih Şarttır!
Sonraki İçerikMKP: Ferhat ve Metin yoldaşlar ölümsüzdür