Eleştirinin eleştirisi!

Ülkedeki toplumsal sistemin egemen niteliğinin kapitalist nitelikte olmasına karşı çıkarlarken esasta parçacı bir yaklaşım ve eleştiri ortaya koymakta, bütünlüklü-köklü bir karşı koyuş sergileyememektedirler. Hem karşı çıkan ve hem de kapitalist değerlendirmeye açık kapı bırakan eklektik bir zeminde durmaktadırlar

Kongre sonuçları üzerine yürütülen tartışma ve eleştirilerde TKP/ML’nin en tipik tutumu parti içindeki karşı çıkıştan beklentiler içine girmesi veya buradan kendisine alan açıp bu sahadan çıkar elde etmeye yönelik yaklaşımlarında açığa çıkmaktadır. Bu boyutuyla pragmatizm, eleştirilerinde göze batan bir tarz oldu denebilir. Küçük hesaplar, faydacılık, zeminden yararlanma eğilimi ve bu bağlamda tribünlere oynama profili bu tarzın somut pratikleri olarak gündeme geldi.

İki eleştiri biçiminden söz etmek mümkündür. Biri, hataları eleştiren ama bütünü tutan-bütünle birleşen eleştiri biçimidir. İkincisi, bütünle birleşme vb eğiliminden tamamen tecrit duran ve bütünlüklü bir yermeyle içeriklenen eleştiridir. Birinin bağrında yoldaşlık taşıdığı açıkken, diğerinin bağrında küçük hesaplar büyüttüğü doğrudur. İlerleten ve ilerleyecek olan birincisidir. İkincisi kendisine kuyu kazan cinstendir.

Partimiz tarafından sakınmadan ve gizleme ihtiyacı duyulmadan alenen partimiz içinde farklı fikirlerin olduğu açıklanmasına, çeşitli konu başlıklarında özellikle farklı fikirlerin olduğu açık kitle toplantılarında beyan edilmesine ve genel olarak kararların oy çoğunluğuyla alındığı ifade edilmesine, dolayısıyla hemen her konuda farklı görüşlerin olduğu ve 3. Kongremizin önemli bir fikir mücadelesi içinde geçtiğine dikkat çekilmesine karşın, TKP/ML’li dostlarımızın ‘‘içinizde karşı çıkış ve bir direnç var” diyerek bunu da kitle yayın organındaki yazıları kanıt göstererek ispat etmeye çalışması kelimenin tam anlamıyla manidardır. Açıklamalarımıza karşın özellikle bu konu üzerinde durup son tahlilde Kaypakkaya’yı temsil etmediğimize dair slogansı ajitasyonlara başvurmaları, içimizdeki karşı çıkıştan yararlanmak istediklerini alenen ortaya koymaktadır.

Zeminden faydalanma siyaseti güdüp, bu zeminde birkaç insan kazanma-koparma kaygısıyla yapılan siyasetin etik ve seviyeli olmadığı açıktır. “Yangından mal kaçırma” telaşını anımsatan bu tutum itibar hak eden bir tutum değildir.

Yine bu tutum ve tutumun arka planındaki anlayış, objektif olarak Kaypakkaya yoldaşı indirgeyen, O’nu dar ölçülere sıkıştıran, kıstaslarıyla zayıflatan bir anlayıştır. Daha açık ifadeyle TKP/ML’li dostlarımıza ait olan bu tutum ya da anlayış Kaypakkaya yoldaşı sadece ülke şartlarını tahlil edip buna uygun devrim niteliği ve stratejisini tespit etmekle, buradaki mücadelenin alacağı biçimleri saptamakla anlamlandırıyor. Elbette ki bu çerçeve önemli ve ciddidir. Ne var ki, Kaypakkaya yoldaş somut parça devriminde ortaya koyduğu ideolojik-teorik-siyasi (örgütsel-askeri) tahlil tespit yeteneğiyle menzilsizleştirilecek kadar sınırlı bir ufuk değildir. Eğer sadece koşulları tahlil etmesi vb yeteneğinden söz edilirse, bu, onunla bilumum küçük-burjuva ve revizyonist akımlar arasındaki tayin edici bir ayrım olamazdı. Dahası somut şartları tahlil etmek ve buna uygun adımlar atmak tek başına komünist olmaya yetmez. Dolayısıyla O’nun komünist ideoloji ve ilkeler karşısındaki pozisyonu, sınıf mücadelesinde teori-pratiğiyle temsil ettiği komünist duruş ve nitelikliği, devrim ve komünizm yürüyüşüne dair berrak fikri ve pratiği, özellikle Kemalizm ve ulusal sorunda ülkedeki devrimci hareket ve tüm gerici paradigmaya meydan okuyan kopuşu, uluslararası komünist hareketin hatalarından sağladığı kopuşlar ve coğrafyamız devriminde açtığı çığır, revizyonizmle arasına kalın çizgiler çekerek militan devrimci çizgiyi bayraklaştırması ve revizyonizme karşı net duruş sergileyerek uluslararası komünist hareket saflarında yer alması, bütün bu tutumlarını doğuran anlayış ve çizgisi, sınıfların tahlili, devrimin ele alınışı vb vs konularda ortaya koyduğu fotoğraf komünist çizgi portresidir. Esas olan da budur.

TKP/ML’nin bu faydacı ve basit tutumuna karşın bizlerin tutumu şöyledir. İçimizde eleştiri yürütüp karşı çıkış tavrı sergileyen (az sayıda da olsa bu tutumun varlığı doğrudur) tek tek yoldaşlar mevcuttur. Somut olarak herhangi bir tavır netleşme anlamında gelişmemiş olsa da, mevcut eleştiri ve karşı çıkış tavırlarının muhtemel bir tavır alma durumlarında, salık verdiğimiz şudur-şu olmuştur; ‘‘karşı çıkışınızla birlikte mücadeleden kopmanız doğru olmaz. Şayet partiden kopma gibi bir eğiliminiz olursa-varsa, görüşlerinize yakın olan yapı –TKP/ML- vardır, oraya gitmeniz doğru olandır. Bırakıp evinizde oturacağınıza, TKP/ML’ye gitmeniz, devrimcilik yapmanın en doğrusudur” demekteyiz. Ancak bugüne kadar herhangi bir yoldaş kopma tavrını netleştirmiş, tavır alıp parti dışına çıkmış değildir ve TKP/ML’ye geçme eğilimi de söz konusu olmamıştır. Özcesi, TKP/ML’nin gayret göstermesi boş olduğu kadar yaklaşım olarak doğru yerde durmamaktadır.

Elbette ki tek bir yoldaşımızın partiden kopmasını istemeyiz. Elimizden gelen tüm çabayı göstererek yoldaşlarımızın parti içinde kalarak tartışma sürecini tüketmelerini ve ikna olmalarını sağlamaya çalışırız. Yoldaşlarımız partimizin kolayca vazgeçeceği değerler değildir. Fakat yaşanan süreçten dolayı ikna olmayıp ille de partiden kopma eğilimine girecek olan yoldaşlara son olarak önereceğimiz şey, mücadele dışında kalmayıp devrimci bir partide örgütlenmeleri olacaktır. Devrimci parti ve örgütleri hasım değil, sınıfdaşlarımız ya da esasta sınıfsal müttefikler, sosyalizmin kuvvetleri olarak görüyoruz. Anlayış ve yaklaşımımız budur. Ama TKP/ML’li dostlarımız ‘içinizde karşı çıkış var, direnç var‘diyerek Kaypakkaya güzergahında olamayacağımızı, revizyonist tezler savunduğumuzu propaganda ederek eleştirel tutuma sahip olan yoldaşlarımıza oynamakta, birkaç yoldaşımızı saflarına katmayı büyük bir kazanım ve dava haline getirmektedirler adeta. Bu durum tek kelimeyle üzücü ve acınacak bir durumdur.

Biz partimize ve davamıza bağlılığımızın gereği olarak burjuva faydacı hiçbir siyasete çanak tutmayız. Ancak devrimciliğin bırakılmasındansa, devrimci örgütlerde devrimciliğin yürütülmesini tercih ederiz. Devrimcilik yapılmasını, yapılmamasına kesinlikle yeğleriz; başka devrimci örgütlerde de olsa yapılmasını isteriz. Çünkü halkın ve devrimin çıkarı bundan yanadır, bunu emreder. Evet muhtemel bırakma tavrı durumunda genel anlayışımız ifade ettiğimiz eksende devrimci anlayış olmakla birlikte, faydacı-pragmatist ve parçacı esnaf siyasetine de asla çanak tutamayız! İdeolojik mücadele adına bu tartışmalarımız bunun kanıtıdır. Ancak mücadele etme takati olmayanların tasfiyeciliğe, pragmatist faydacı siyasete vb çanak tuttuğu veya tutacağı objektif gerçektir.

‘‘Kaypakkayacı olamazsınız‘‘!

Bu söz TKP/ML’li dostlarımızın bizlere yönelik kitlelere hitaben ajitasyon yaptığı söylemdir. Konuşmaların finali olarak özetlenip öne çıkarılan ve esas olarak eleştiri yürüten yoldaşlarımızın duygularına seslenmeyi amaç edinen bu ajite repliği siyasi içerik itibarıyla boş ve pragmatizmden beslenen demagojik repliktir.

Evet biz, ‘‘Maocu‘‘ değil, Maoistiz; biz şahısçı değil, bir davanın erleriyiz; biz ‘‘Kaypakkayacı‘‘ değil, Kaypakkaya düşüncelerini, yani O’nun ideolojik-siyasi çizgisini, komünist perspektifi ile birlikte hedef ve amaçlarını, bütün bu temelde ülke devrimi ve sınıflar mücadelesinde oynadığı rol ve pozisyonunu takip ederek benimsiyoruz. Biz ‚‘‘Kaypakkaya‘‘cı değil, Kaypakkaya’yı komünist önder olarak takip edip ülke devrimi dahil ideolojik-siyasi hedeflerimizde klavuz edinenleriz. Biz isimci değil, fikirci ve çizgiciyiz. Biz bilimsel zeminde sınıfsal nitelemeleri benimseyenleriz, adamcı olarak anılmak istenenler değiliz. Şahıslar üzerinden prim yapmayı doğru bulmuyoruz, zira haklı ve meşru bir mücadele köküne sahibiz. Kaypakkaya’nın adıyla değil, ideolojik-siyasi duruşuyla ilgiliyiz. Kaypakkaya tereddütsüz olarak komünist önderimizdir. Ama biz ‘‘Kaypakkayacı‘‘ değil, Kaypakkaya’nın fikirlerini, amaç ve hedeflerini sahiplenerek benimseyenleriz. Olası hatalı fikirlerini eleştirmekten sakınmayız. Onu dokunulmaz kılarak eleştiriden muaf tutamayız. O mutlak yeterlilik ve sonsuza uzanan diyalektik gelişme düzeyi değildir. O, elli yıl, yüz yıl sonraki yaşamın somut şartlarını önceden saptama durumunda olamaz-dı. O, çeşitli hata veya eksiklikleri olduğu gibi, gelişerek değişen yaşamın ortaya çıkaracağı somut çelişkiler, somut ilerlemelerin açığa çıkardığı-çıkaracağı şartlara önceden yanıt olabilecek metafizik-mistik bir misyon değildir. Onlarca sene sonra değişen toplumsal süreç, toplumsal çelişkiler, üretim ilişkileri ve üretim biçimi ya da emeğin gasp ediliş biçimi, emperyalist dünya sistemindeki gelişmeler, diyalektiğin toplumsal yaşamda da işleyerek ilerlemesinden sorumlu tutulup eleştirilemez. O, kendi zamanında DP, MC, CHP gibi siyasi parti ve iktidar kliklerini tartışırken, bizler şimdi AKP’yi vb tartışıyoruz. Kürt ulusal mücadelesindeki gelişmeleri ve bu zeminde BDP’yi tartışıyoruz. Kaypakkaya yoldaş bunları mı tartışıyordu o gün? Kaypakkaya yoldaş şafak revizyonistlerini tartışıyordu, biz komprador tekelci sınıfların temsilcisi faşist İşçi Partisi’ni tartışıyoruz vb vs… Evet Kaypakkaya’nın söylemediği şeyleri söylemek, görmediği şeyleri görmek, yaşamadığı şeyleri yaşamak suçsa eleştiriler haklıdır, ama değilse, eleştiriler elbette demagoji ve dogmatizm özürlüdür.

Biz her türden putlaştırmaya, tabulaştırmaya, kutsamaya karşıyız. Putlaştıranlar bilincini körelterek gelişmekten geri kalmaya, ilerlemekten mahrum olmaya mahkumdurlar. Kutsamacı anlayış bilim zeminini kaybetmekle birlikte, tekerrürden kurtulup bir arpa boyu yol ilerleyemez. Kaypakkaya ülkenin somut şartlarını tahlil etti. Bunda bir problem yok ve tahlilleri doğruydu da. Ancak dün için yapılan tahlil ve tespitlerin bugün için mutlak biçimde geçerli olduğunu söylemek öznelci dogmatizmin ezberinden başka bir anlam taşımaz. Kaypakkaya yoldaş o günün şartlarını tespit etti, biz bugünün şartlarını tespit ediyoruz. Değişen nesneye değiştiği ismi koymak Kaypakkaya’dan kopmak mıdır, onu ilerletmek midir? Ancak TKP/ML’de görülüyor ki, Kaypakkaya yoldaşın onlarca yıl önce toprağın kuru olduğunu söylemesi değişmez-değiştirilemez bir tahlil-tespittir. Oysa Kaypakkaya‘nın teorik, ideolojik, felsefi tezleri ayrı ama somut meselelerde yaptığı somut tespitler ayrı şeylerdir. İdeolojik-teorik-felsefi belirlemelerini yadsımak elbette Kaypakkaya’dan kopma olarak değerlendirilebilir ama somut şartların tahlil edilmesi Kaypakkaya yoldaşla ilgili bir mesele değildir. Dolayısıyla Kürt Ulusal Hareketi bu duruma geldi, İşçi Partisi bu niteliğe büründü, Türk hakim sınıfları böyle gelişti, üretim araçları bu kadar gelişti, köylülük bu kadar çözüldü, toprak sorunu bu düzeye düştü, üretim ilişkileri şuna dönüştü, emeğin gasp ediliş biçimi buna dönüştü, para-meta-para ilişkisi pazarda-dolaşımda egemen biçim haline geldi, toplumsal sistemin niteliği buna evrildi vb vs tespitlerinde bulunmanın İbrahim’i reddetmekle hiçbir ilgisi yoktur. Zira Kaypakkaya bu koşullar için bir şey demiyor, bu koşulları yaşamıyor, tahlilleri bu koşullara has değildir. Ülkedeki çelişkileri vb tespit etmek için Kaypakkaya’yı mı beklememiz gerekiyor?

Okuyucunun anlayışına sığınarak Nasrettin Hoca’nın bir fıkrasını anlatmak istiyoruz. Hoca efendiye sormuşlar; ‘‘Kaç yaşındasın Hoca efendi? ‘‘Kırk yaşındayım‘‘ demiş Hoca efendi. Yirmi sene sonra yeniden sormuşlar aynı soruyu. Hoca efendi yine aynı yanıtı vermiş yani yine ‘‘kırk yaşındayım‘‘ demiş. Bunun üzerine ‘‘Nasıl olur Hoca efendi,yirmi sene önce sorduk kırk dedin, yirmi sene sonra soruyoruz yine kırk diyorsun…‘‘ demişler. Hoca efendi‘nin yanıtı; ‘‘Erkek adam sözünden dönmez!‘‘ olmuş.

Özcesi, bir taraftan dogmatik yaklaşım sergileyen TKP/ML’li dostlarımız, aynı zamanda Hoca’nın fıkrasında geçtiği gibi sözünden dönmeyen ‘‘erkeğe‘‘ benzemektedirler. Bir defa yarı-feodal demişiz, bu sözümüzden dönmeyiz diyorlar. Eklemek gerekir ki, ülkedeki toplumsal sistemin egemen niteliğinin kapitalist nitelikte olmasına karşı çıkarlarken esasta parçacı bir yaklaşım ve eleştiri ortaya koymakta, bütünlüklü-köklü bir karşı koyuş sergileyememektedirler. Hem karşı çıkan ve hem de kapitalist değerlendirmeye açık kapı bırakan eklektik bir zeminde durmaktadırlar.

TKP/ML’nin Kaypakkaya yoldaş hakkındaki kavrayış ve anlayışına karşın bizlerin kavrayışı MLM’dir! Şöyle ki; Kaypakkaya dahil, MLM klasikler teorinin somut şartlara uyarlanmasını genel bir prensip olarak kabul eder ve bilimsel tutumları olarak ardıllarına salık verirler. Bizler bu öğüde uygun hareket etmekteyiz. Teoriyi somut şartlarımıza uyarlıyoruz. Somut şartların somut tahlili ilkesinden hareketle devrim ve Komünizm teorisini (her parçası olmak üzere) somut şartlara uyarlıyor, bu teorinin temel ilkelerini muhafaza etmekle birlikte somut şartlardaki biçimlenişini tartışarak kararlaştırıyor ya da saptıyoruz. Kaypakkaya’nın devrim perspektifini de aynı biçimde gelişen-değişen somut şartlarımızda nasıl biçimlendiğini tahlil ve tespit ediyoruz. TKP/ML ise eleştirilerinde görüldüğü gibi, buna objektif pratikte tezat davranmaktadır. Bu kopyacı anlayışlarındandır ki, TKP/ML Kaypakkaya’nın yaşadığı somut şartları tahlil ederken yaptığı tespitleri değişen günümüz şartları için de savunmakta ve Kaypakkaya’nın MLM teorik yaklaşımını günümüz koşullarına uyarlanmasını reddetmektedir. Bununla da kalmayıp bizleri suçlamaktadırlar. Oysa TKP/ML’nin iddia ettiğinin tam tersine bizler Kaypakkaya yoldaşın ideolojik-siyasi-teorik anlayışını somut şartlarımıza uyarlayarak O’nu geliştirmekteyiz. Kaypakkaya ancak doğru kavranarak savunulabilinir. Günümüz şartlarına uyarlanarak savunulabilinir. O geçmişte donup kalmış bir klavuz değildir. Onun komünist çizgisi somut koşullarla birleştirilerek daha etkin hale getirilebilir.

Dünyada başdüşman tespiti yapılamaz eleştirisi üzerine

MKP’nin gerçekleştirdiği Parti 3. Kongresine ciddi eleştiriler yürüten TKP/ML‘nin (en azından TKP/ML adına konuşan temsilcilerinin) bir eleştirisi de, MKP’nin dünyada başdüşman tespiti belirlemesi hakkındadır. Yürütülen eleştiri öz olarak; ‘‘Ülke somutunda baş düşman tespiti yapılabilir ama dünyada baş düşman tespiti yapılmaz. Emperyalizmin hepsi düşmandır. Başdüşman tespiti yapmak, bunun dışındaki emperyalist güçleri hedeften çıkarır!‘‘ biçiminde özetlenebilir.

Hemen söyleyelim ki, bu görüş ve tartışma 78-80’li yılların meşur tartışmalarındandır. Bilindiği gibi dünyada baş düşman tespiti, Parti 1. Konferansımız döneminde yanlış bulunarak kaldırılan hatalı bir görüştür. Dünyada baş düşman tespiti yapmanın baş düşman dışındaki emperyalist güçleri fiilen düşman görmeme anlayışı olduğu, dolayısıyla sınıf işbirlikçisi bir öze sahip olduğu vb görüşünden hareketle bu tespit parti konferansımızda kaldırılmıştı. Ancak birinci konferansın bu hatası sonraki konferansta da olmak üzere partimiz tarafından düzeltilmiştir. Bugün TKP/ML’nin MKP 3. Kongresine sunduğu eleştirinin mantığı ve özü bu çürük ve eski görüşle örtüşmektedir, aynıdır.

TKP/ML’nin eleştirisinde ileri sürdüğü yukarıdaki fikre göre hareket edildiğinde, ülkede baş düşman tespiti yapmak da ülkedeki diğer gerici komprador tekelci burjuva vb kesimleri hedef olmaktan çıkarmak, göz ardı etmek vb olur. Zira TKP/ML baş düşman tespiti ülkede yapılabilir ama dünyada yapılamaz demekte ve ek olarak dünyada baş düşman tespiti yapmak diğer emperyalist güçlere ehven bakmayı gündeme getirir anlamına gelen bir görüş ve mantık savunup dillendirmektedirler. Dolayısıyla bu mantığa göre, nasıl ki dünya ölçeğinde baş düşman tespiti diğer emperyalist güçlerin gözardı edilip hedeften çıkarılmasına vb yol açıyorsa, öyle de ülkede baş düşman tespiti yapmak bunun dışındaki hakim sınıfları hedef olmaktan çıkarmayı vb gerektirir. TKP/ML’nin bu noktada tutarsız ve eklektik görüşe sahip olduğu, eleştirisinin hatalı ve yaklaşımının kendisiyle çeliştiği alenen görülmektedir.

Daha da önemlisi emperyalist güçler arasında baş düşman tespit edilemez,‘‘bütün emperyalizm düşmandır‘‘ sözü oldukça muğlak ve hatta düşmanı belirsizleştiren bulanık bir bilinçtir. Bütün emperyalizmin düşman olduğu üzerine tartışma yürütmenin gereksiz olduğu kanaatindeyiz. Çünkü emperyalizmin düşmanımız-düşman olduğu noktasında ters bir fikir yoktur. Ancak düşman olmak ayrı bir gerçek, baş düşman olmak da ayrı bir gerçektir. Bu ikisi karşı karşıya konamaz doğrulardır. Baş düşmanın tespit edilmiş olması emperyalizmin toptan düşman olduğu-düşmanımız olduğu gerçeğini asla yadsımaz.

Emperyalizm bir dünya sistemidir. Emperyalist dünya gericiliği bu dünya sisteminin ideolojik-siyasi niteliğidir. Yani emperyalizm gerici, barbar, vahşi, haydut, sömürgeci, talancı, ilhak ve işgalci, saldırgan vb vs özelliklere sahiptir. Onun bu tipiklerle dünya halkları ve ezilen uluslarının kurtuluşları önündeki baş-esas engellerden olduğu, dünya komünist ve devrimci hareketinin hedefi durumunda bir düşman olduğu su götürmez gerçektir.

Ancak dediğimiz gibi, emperyalizm bir dünya sistemidir. Bu sistem siyasi erkler, devletler, emperyalist birlikler, bloklar tarafından temsil edilmektedir. Sınıf temsillerinden bağımsız olmadığı gibi, bu sınıf temsilleri tek sistemin parçaları olarak bir çok siyasi-askeri-ekonomik örgütlenme, devlet örgütü, birlikler vb tarafından temsil edilmektedir. Kısacası emperyalist dünya sistemi (sistem), siyasi örgütlenmelerde, devlet yapılanmalarında, uluslararası birliklerde, güçlerde somutlanmaktadır. Eğer emperyalist sistemi sınıf temsilcileri ve bunların siyasi örgütlenmelerinde, devlet ve uluslararası birliklerde somutlamazsak emperyalizmi soyut bırakmış oluruz. Emperyalist sistem elbette hem dünya sistemi olarak ve hem de tek tek ülkeler-devletler şahsında somuttur. Ve bu somutluğu ifade bulduğu örgütlenmelerde belirlemek ve bu anlamda da sistemi analiz etmek, her bir temsilinin pozisyonunu saptamak şarttır. Aksi halde emperyalizme karşı etkili mücadele yürütülemez, devrimci kitlelerin öfkesi tam olarak etkili hale getirilemez veya maddi güce dönüştürülemez.

Emperyalizmi analiz edip somut tahlile tabi tutmadan aynılaştırmak ya da tekleştirmek emperyalist güçler arasındaki çelişki ve çatlakları görmezden gelmek, onun çatışma-savaş biçimindeki genel karekterini vb unutmak olur.

Proletarya ve emekçi sınıflar ile sömürge/yarı-sömürge ezilen bağımlı  ulusların düşmanı olan bu sistemin belli temsilcileri dünya proletaryası, emekçi halkları ve ezilen uluslarının baş düşmanı durumundadır. Zira birinci derecede, dünya proletaryası, halkları ve ezilen uluslarına kan kusturan, ulusları ilhak ve işgal saldırganlığı altında kıyımdan geçiren, onları azami kar ilkesine uygun olarak en ağır şekilde sömürüp talen eden ve barbarlık ve haydutluğun etkili aktörü olarak rol oynayan emperyalist güç elbetteki başdüşman durumundadır. Emperyalist dünya sistemi içinde bu tarife uygun güçler vardır ve bunların dünya proletaryası, halkları ve ezilen mazlum ulusların mücadele hedefine öncelikli olarak koymak, okların sivri ucunu bunlara doğrultmak, bunları özel olarak teşhire tabi tutmak hem doğru ve hem de zorunludur. Dünya proletaryası, halkları ve ezilen uluslarının baş düşman olarak belirlenen somut hedefler üzerinde seferber edilmesi bakımından da baş düşman tespiti gereklidir. Proletarya öncelikli hedeflerini belirlemeli, öncelikli olarak nereye yöneleceğini netleştirmelidir. Aksi halde hedefler silikleştirilmiş, belirsizleştirilmiş ve muğlaklaştırılmış olurlar. Emperyalizm düşman ama bu emperyalist sistemin kendi içinde egemen olan ve dünyaya esasta hükmeden belli güçleri var. Dolayısıyla bunlara yönelmeden genelgeçer lafla emperyalizm düşmandır demek toptancı, kaba materyalist formel mantıktır.

Evet emperyalist dünya gericiliği sisteminin parçaları durumundaki tek tek bütün emperyalist devlet (bu devletlerin burjuva hakim sınıfları) ve bilumum emperyalist güçler öz ve nitelik olarak bir ve aynıdır. Fakat bunların her biri siyasi pozisyon ve somut askeri-siyasi rolleri farklıdır. Bunların bazıları çok daha güçlü ve emperyalist saldırganlık, ilhak, işgal, tahakküm nüfuzu açısından çok daha etkin durumdadırlar. Bu ayrımı yapmayarak hepsini siyasi pozisyonları itibarıyla tek torbaya koymak yanılgılı olduğu gibi, objektif olarak hedef saptıran ve en azgın saldırganlık içinde olan emperyalist güçleri dikkatten ırak etmektir.

Emperyalist güçlerin en güçlü olanları gerçekleştirdikleri işgal ve ilhak saldırganlıkları ve yürüttükleri gerici emperyalist savaşlarla tam olarak dünya halkları ve ezilen ulusları kana boğmaktadırlar. Bu emperyalist güçlerin kıyımcı barbar gazabına uğrayan dünya halklarının baş düşmanı elbette dünya jandarmalığı yapan emperyalist güçlerdir. Örneğin, ABD emperyalizmi ile Avusturya emperyalizminin rolü bir ve aynı mıdır? Aynı düzeyde mi dünya halklarının yaşamını belirleyip kan dökmektedirler? Elbette hayır. Hepsinin aynı öz ve karaktere sahip olması siyasi-askeri olarak aynı pozisyonda rol oynadıkları anlamına gelmez. Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, Balkan ve Kafkaslarda vb vs yaşanan savaş ve kıyım sorumlusu esasta hangi güçtür. Savaşları ve atışmaları aktüel tutan, hegemonik projelerle stratejiler devreye sokup çatışmalar planlayarak yönetip yönlendiren, savaşlar tehdidini gündemde tutan esas güçler hangileridir? Bunlar içinde tayin edici olan hangi emperyalist güçler ve güçtür? Emperyalist güçler arası dengeler bazı emperyalist güçler lehine değil midir? Hepsinin dünya çapındaki nüfuzu aynı mıdır? Açık ki değil. O halde ezberci kuru teorilerle gerçekleri inkar  etmek terk edilmelidir. Somut koşulların somut tahlili ilkesi hakkıyla benimsenip uygulanmadan teorinin çarpıtılması anlamına gelen sübjektif dogmatik ve ezberci yaklaşımlar aşılamaz. Tahlilci yeteneğe kapalı olanlar tekrar ve tekerrürden kurtulamazlar. Emperyalist gericilik tek bir odak halinde ve tek bir biçim temsilinde değildir. Emperyalizm emperyalizmdir, hepsi de aynıdır demek  analiz yoksunluğunu işaret etmekle birlikte, bu yaklaşımın formel mantık olduğu aşikardır.

 

Önceki İçerikYerel Seçimler Politikası!
Sonraki İçerikKongre kararlarını kavrayalım, kavratalım! (3)