Emperyalist gericilik ve bütün türevleri devrimin namlularıyla yıkılacak

Açık ki, dünyanın bu haydutluktan devrimci yolla kurtulması şarttır. Proleter dünya devrimi tarihsel bir ihtiyaçken bu devrimin tek tek ülkeleri esas olmak kaydıyla, uygun zemini bulduğunda bölgesel hareketlerin geliştirilmesi ve Enternasyonalist Komünist Hareket’in olgunlaştırılması perspektifiyle hareket edilmesi, somut görev olarak yürütülmelidir. Dolayısıyla coğrafyamızda bu görevin omuzlanması Sosyalist Halk Savaşı stratejisi temelinde Maoist Parti tarafından karşılanmak durumundadır. Maoist Parti’nin Sosyalist Halk Savaşı perspektifiyle ele aldığı, devrimimizin kır-şehir bütünlüğünde sergilenecek olan silahlı mücadele ve savaşla geliştirilmesi yaşamsal bir görev olarak önümüzde durmaktadır. Bu görev, devrimci sınıf hareketini baltalayan sağ tasfiyeci burjuva reformist-akımlara karşı ideolojik savaştan da bağımsız değildir. Emperyalist neo-liberal ideolojik saldırıların püskürtülmesi ve bunların sınıf hareketi içindeki yansımalarını kırmak için devrimci çizginin pratik sahada yükseltilmesi şarttır

Bugün sınıf mücadelesindeki konumlanma, çok daha keskin zemine oturma koşullarına sahiptir. Sınıf çelişkilerinin keskinleşmesine paralel olarak bilumum gericiliğin siyasi-ekonomik krizlerle içinden geçtiği sistemsel “bunalım” sürecinin derinleşme eğilimi ile bu sürecin yoksul dünya halkları ve bağımlı uluslara en ağır biçimde fatura edilmesi, sınıf mücadelesi ihtiyacını yakıcı biçimde ortaya koyarken, bu mücadelenin geniş kitlelerde karşılık bulacağı devrimci şartların ise olgunlaşarak ilerlediği gözlemlenmektedir. Elbette sınıf mücadelesinin radikal özü de bu zeminde kitleler içinde son derece meşru algıyla karşılanmaktadır. Dünya gericiliği, kapitalist sistemin yaşadığı handikaplar ve elbette yarattığı tahribatların derinleşmesi sınıf mücadelesinin geniş ölçekte destek bulup yaygın bir sahada gelişme koşullarına ulaşmasını olanaklı kılıyor. ‘Marks haklı mıydı?’ sorusu kapitalizmin sorduğu soru haline geldiği koşullarda, bunun coğrafyamızdaki bugünkü yankısı olan ‘Kapitalizmin son bulması gerekir’ söylemleri bu bunalım ya da koşulların itirafı durumundadır. Burjuvazinin bile bu noktaya gelmiş olması sınıf mücadelesinin “son savaş” pozisyonuna geçmesinin en haklı koşullarına işaret etmektedir. Yani, sınıf mücadelesinin en uç boyutta radikalleşip silahlı savaş biçimine oturması, tarihsel ve toplumsal koşulların gerektirdiği bir ihtiyaçtır…

Dünyanın emperyalist gericiliğe emanet edilmiş durumu asla kabul edilir bir durum değildir. Dünya yoksulları, ezilen emekçi halkları, çilekeş ulusları ve son tahlilde tüm insanlık için bir tehdit olan, insanın parçası olduğu doğa tahribatını büyük insani felaketlere yol açan noktaya taşıyan bu gericilik elbette yer küreden silinmek zorundadır. İnsanlığın geleceği, ilerlemesi ve özgürlüğü bu tehdidin ortadan kaldırılmasıyla mümkündür. Dünya çapında bugün gelinen aşama, bu gericiliğin ahtapotu masum bırakan bir felaketler kaynağı olduğunu alenen kanıtlamaktadır.

Onlar G-20’ler olarak, Birleşmiş Milletler/Güvenlik Konseyi olarak ya da dünya liderleri ve Obama, Putin, Merkel olarak bir araya gelip sözüm ona toplumsal sorunlara çözümler üretmeye ve üretimi canlandırarak krizleri atlatmaya çalışsalar da, onların bu kriz ve sorunların kaynağı olup, bu toplumsal sorunları yaratıp derinleştirenler olduğu unutulamaz. Önlemeye, biçim vermeye ya da “çözmeye” çalıştıkları mülteci akınları ve dramları bu emperyalist güçlerin gerici çıkar amaçlı gerici savaşlarının ürünü değil midir? Alan Kurdi adlı bebeğin kıyıya vuran körpe bedeni, onların çıkar dalaşının yarattığı haksız savaşın sonucu değil miydi? Suriye’de savaşın, kaosun, kıyımın kaynağı ve sorumlusu bunlar değil midir? Afganistan, Irak ve aktüel olarak Suriye’de yaşanan saldırganlık ve katliamlar, onların eseri değil midir? Varsın onlar zirveler yapıp halklar adına karar vermeye devam etsinler! Mülteci kanıyla kızıla boyanan denizlerde ısınan onların suyudur! Suriye’de, Kuzey Kürdistan’da, Rojava’da ve dünyanın her köşesinde yaşanan katliamlar, acılar, katliamlar ve gerici savaşlar dünyayı talan eden bu gericiliğin ürünüdür. Fransa’da yaşanan vahşi katliam ve elbette IŞİD barbarlığı bu gericiliğin ürünüdür. Dünyada yaşanan gerici savaşlar ve katliamlar adeta dünya savaşlarını geride bırakan düzeylere çıkmıştır. Ama yoksul halklar ve mazlum uluslar bu kıyıma daha fazla tahammül etmeyecektir. Kan ve katliamla dünyanın idare ve talan edilmesi veya sürdürülmesi sonsuza kadar mümkün değildir, en azından bugün, eskisi kadar kolay olmayacaktır.

Tüm sorunlara kaynaklık eden emperyalist dünya gericiliğidir

Kesintisiz gerici savaşlar ve süreğen ekonomik krizlerle sürdürülmek istenen dünya gericiliği sistemi tahammül edilemez ve daha fazla sürdürülemez. Hegemonya uğruna başvurdukları bu gerici savaşlar silsilesi ve krizler; emperyalist gericiliği kurtaran değil daha büyük bataklara sürükleyendir. Ezilen emekçi halklara ve mazlum uluslara daha fazla acı, açlık ve zulüm anlamına gelen gericilik, elbette yoksul dünyanın başkaldırısını büyüterek devrimci gelişmelerden kurtulamayacak.

Gerici dünyanın parçası olan coğrafyamız gericiliği de sürüklendiği savaş ve krizlerle aynı batakta debelenmektedir. Katliam ve faşist baskıları çare edinen bu gericilik; çeşitli millet ve milliyetlerden ülke halklarımızın başkaldırısından kurtulamayacaktır. Gerek uluslararası gericiliğin ve gerekse de yerli gericiliğin yaşadığı sistemsel krizlerinin ürünü olarak emekçi halklara karşı saldırganlığını derinleştirdiği, büyük katliam ve baskılarla iktidar nüfuzunu korumaya çalıştığı açıktır. Bu gerici faşist baskı ve saldırganlıklar karşısında devrimci savaşların yükseltilmesi elzemdir. İktidar ve egemen olmanın tüm olanaklarıyla büyük bir nüfuz ve teknik-taktik üstünlüğe sahip olan gericiliğin yenilmesi ancak devrimci yolla, yani devrimci halkların sınıf örgütleri önderliğinde kullandığı devrimci şiddet ve silahlı savaşla mümkündür.

Gerici savaş ve saldırganlığın kaynağı olan emperyalist dünya gericiliğinin, bu savaşları ve savaşlarının yarattığı sonuçları ortadan kaldırması, sorunları çözmesi mümkün değildir. Suriye’de gerici çıkar ve nüfuzları uğruna yarattıkları savaş ve kaotik koşullar yüz binlerce insanın ölümüne yol açmışken, milyonlarcasının yaşadığı topraklardan koparak yeni yaşam arayışlarıyla denizlerde boğulup mültecilik yollarında kırılıp yitmesine neden olmaktadır. Bunca katliam ve acı karşısında tınmayan dünya gericiliği salt mülteciler kapılarına dayandığı için “çözüm” aramaya koyuldular. Suriye’deki savaşın perde arkası ve bugün artık gizlenemeyerek açık olan tarafları Rusya ve ABD-AB emperyalistleri yarattıkları katliam ve acılar yetmiyormuş gibi, utanmadan Suriye’de yaşamın nasıl şekilleneceği, iktidar ve yönetimin nasıl olacağını, Suriye’yi dışta tutarak kararlaştırmaktadırlar. Rusya Dışişleri Bakanı ile ABD Dışişleri Bakanı, iki emperyalist ülke arasında yapılan görüşmelerde varılan anlaşmayı açıklamak üzere kameraların karşısına geçip Suriye’de bundan sonraki sürecin nasıl biçimleneceği veya ilerleyeceğini açıkladılar. Yani Suriye’de nasıl bir iktidar ve yönetim olacağını, sürecin nasıl devam edeceğini bizzat kendilerinin kararlaştırdığını açıkladılar. Suriye adına emperyalist baş haydutların karar alması, oranın içişlerine karışması, oranın kaderini belirlemesi asla meşru olamaz elbette. Suriye hakkındaki tüm kararları alma yetkisi Suriye halkına aittir. Mevcut gerici sistemde de Suriye’nin mevcut iktidarına aittir. Buna karşın Suriye’de seçimin yapılması, iktidar veya yönetimin nasıl düzenleneceği vb. meseleleri doğrudan Rusya ve ABD emperyalistleri tarafından kararlaştırıldı ve bu hiçbir sakınca duymadan dünya kamuoyuna bir başarı olarak ve zafer edasıyla açıklandı.

Oysa Suriye’de Esad’ın iktidardan gitmesi, yeni iktidarın kurulması, yönetimin biçimlenmesi veya bundan sonraki sürecin nasıl gelişeceği gibi tüm meselelerde tek yetkili, Suriye halkı veya Suriye’nin ulusal iradesidir. Emperyalist haydutları Suriye halkı ve ulusal iradesinin üstüne çıkarak onlar adına onların kaderini belirleyen kararlar alması, burjuva demokrasisi dâhil, uluslararası yasalara da aykırıdır. Yapılan açıklamaların ve dolayısıyla alınan kararların Suriye’nin iç işlerine müdahale olduğu açıkken, bu durum emperyalist gericiliğin çokça dillendirdiği demokrasileri karşısındaki tutumunu ve hegemonik nüfuzlarıyla gerçek yüzlerini de çıplak biçimde sergilemektedir. Dikkat çekmekte fayda var ki, hakkında kararlar alınan Suriye’dir. “Bağımsız” kendi başına bir ülkedir. Karar alanlar ise ayrı devletler olan Rusya ve ADB emperyalist devletleridir! Peki neden Suriye hakkında bu haydutlar karar alma hakkına sahiptir? Neden bu haydutlar başka bir ülkenin içişlerine karışmakta, karışmanın ötesinde kaderini belirleyen düzeyde kararlar almakta, alabilmektedirler? Neden uluslararası anlaşma ve hukuk kuralları bu haydutlara uygulanmamaktadır? Neden Suriye’nin kendi kaderini kendisinin belirlemesine izin verilmemektedir? Evet evet ‘demokrasi götürmek, demokrasiyi inşa etmek için!’ İyi ama götürdükleri demokrasi ve sonuçları ortada değil midir? Suriye’deki geri çatışmayı başlatanlar ve yürütenler kimlerdir? Bu kaotik koşulları kimler niçin yarattı, belli değil midir? Bugün kararlar alanların bu savaş ve kaosun kaynağı olduğu doğru değil midir? O halde hangi demokrasi inşa edilecek ve bu “demokrasi inşası” neden siz demokrasi düşmanlarının işidir de Suriye halkının işi değildir? Açık ki, Suriye halkının kaderini belirleme hakkı emperyalist haydutlarca gasp edilmiş, Suriye devletinin ulusal iradesi ve onuru emperyalistlerce ayaklar altına alınmış, yok sayılmıştır.

Suriye’de akan her damla kanda Erdoğan/AKP iktidarının payı vardır

Bu durum komprador tekelci burjuva hâkim sınıflar iktidarı olan Erdoğan/AKP iktidarı, dolayısıyla Türk hâkim sınıfları devleti tarafından da sürdürülmektedir. AKP iktidarı alenen Suriye’nin içişlerine karışmış, uluslararası hukuka göre suç işlemiştir. Elbette esasta da Suriye halkı ve ulusal iradesine karşı işlemiştir. Emperyalist gericiliğin bir benzeri olarak ya da bu gericiliğe bağlı olarak AKP iktidarı da Suriye devletine düşmanlık ilan ederek, Suriye’nin iç işlerine burnunu sokmuş, oradaki muhalif güçleri doğrudan silahlandırıp yöneterek oradaki savaşın bir parçası ve yürütücüsü olmuştur. Öyle ki, Esad iktidarını yıkmak ve muhalif güçleri iktidara getirmek için Suriye’deki her türlü çete ve cinayet şebekelerini silahlandırıp desteklemekten, her türlü yardım ve desteği vermekten geri kalmamıştır. IŞİD’e gönderdiği tırlar dolusu silah, bomba ve paranın bir nedeni kuşkusuz ki, Suriye’deki Esad iktidarına karşı olan güçleri ayrımsız olarak destekleme biçimindeki Esad iktidarı düşmanlığından ileri gelmektedir. Ki bu düşmanlığın, özellikle ABD emperyalizminin çıkarları ve stratejisi ekseninde aldığı görevden bağımsız olmadığı da açıktır. Bir taraftan Esad iktidarına karşı El-Nusra ve IŞİD gibi barbar çeteleri desteklerken, diğer taraftan Suriye devlet sınırları içinde zorla tutulan Batı Kürdistan Kürtlerinin kendi yönetimlerini oluşturmasına karşı IŞİD desteklenerek, ekonomik ve askeri malzeme açısından finanse edilmiştir. Ki bu durum bugün hala geçerliliğini korumaktadır. Kürt düşmanı politikalarını emperyalist güçlere kabul ettiremeyen AKP iktidarı, IŞİD vasıtasıyla kanlı eylemler ve saldırıları teşvik ederek emperyalistlere özellikle Kürt düşmanı politikalarını dayatmak istemektedir. Bu zeminde AKP iktidarı Suriye’nin iç işlerine karışmanın ötesinde oradaki iç savaşta doğrudan rol oynamakta, savaşın tarafı olarak davranmaktadır.

IŞİD gericiliğine karşı emperyalist savaş ve saldırılar çare değildir. Başta emperyalist gericiliğin tasfiye edilmesi olmak üzere, bu gericiliğin objektif ve sübjektif ürünü olan gerici çetelerin bertaraf edilmesi de devrimci savaşlarla mümkündür. Dünya halklarının enternasyonalizm bayrağıyla yükselteceği proletarya partileri önderliğindeki devrimci sınıf mücadeleleri ve sınıf savaşları tek çare ve acil ihtiyaçtır. Her türden emperyalist manipülasyon ve halk düşmanı saldırgan politikalara karşı dünya halkları ve ezilen uluslarının birliği temelinde kurtuluş ve özgürlük savaşlarının yükseltilmesi şarttır.

Açık ki, dünyanın bu haydutluktan devrimci yolla kurtulması şarttır. Proleter dünya devrimi tarihsel bir ihtiyaçken bu devrimin tek tek ülkeleri esas olmak kaydıyla, uygun zemini bulduğunda bölgesel hareketlerin geliştirilmesi ve Enternasyonalist Komünist Hareket’in olgunlaştırılması perspektifiyle hareket edilmesi, somut görev olarak yürütülmelidir. Dolayısıyla coğrafyamızda bu görevin omuzlanması Sosyalist Halk Savaşı stratejisi temelinde Maoist Parti tarafından karşılanmak durumundadır. Maoist Parti’nin Sosyalist Halk Savaşı perspektifiyle ele aldığı, devrimimizin kır-şehir bütünlüğünde sergilenecek olan silahlı mücadele ve savaşla geliştirilmesi yaşamsal bir görev olarak önümüzde durmaktadır.

Bu görev, devrimci sınıf hareketini baltalayan sağ tasfiyeci burjuva reformist-akımlara karşı ideolojik savaştan da bağımsız değildir. Emperyalist neo-liberal ideolojik saldırıların püskürtülmesi ve bunların sınıf hareketi içindeki yansımalarını kırmak için devrimci çizginin pratik sahada yükseltilmesi şarttır.

Bugün komünist toplum hedefine bağlı devrim ve sosyalizm uğruna mücadelede, daha fazla fedakârlık ve bedel göze alınmak durumundadır. Çünkü bugün gerici sistemin barbar sahipleri sistemlerini ayakta tutabilmek ve gelişen devrimci dalgayı kırmak için ezilen dünya halkları ve mazlum uluslarına çok daha acımasızca saldırmakta, devasa katliamlar gerçekleştirmektedirler. Bu saldırganlıkla mücadelenin doğası acımasızken, emekçi halkların acılarına seyirci kalınmadan ağır bedeller pahasına göğüs germek; devrimci tutum ve tarihsel sorumluluktur.  

   

Önceki İçerikErkek egemen gerici zihniyete savaş aç! Kadının tarihsel devrimci bilincini kuşan
Sonraki İçerikİLGA EDENİ İLGA ETMEK