Feodal toplumun genel anlamıyla tasfiyesiyle birlikte, yeni üretim ilişkileri, üretim güçleri ve üretim tarzı üzerinde şekillenen kapitalist toplum ve kapitalist toplumun serbest rekabetçi dönemi (ki bir nebze de olsa kapitalizmin ilericilik dönemidir bu dönem) epeyce gerilerde kaldı. Kapitalizmin, emperyalist aşamaya varmasıyla birlikte, ilericilik barutunu tüketen burjuvazi, evrensel bir sömürgeci baskı dönemine, yani bir avuç tekelci sermayedarın, dünya halklarını mali sermayeyle boğduğu bir sisteme dönüştü. Aynı zamanda, tekeller arası rekabet kendi aralarındaki pazar dalaşını ve bu pazarları yeniden paylaşmayı beraberinde getirdi. Dünya ganimetlerini paylaşmak için, tepeden tırnağa silahlı bu haydutlar, dünya halklarını kendi çirkin emellerinin peşinde sürükleyerek, dünyayı kan gölüne çevirdiler. Kendileri paylaşıp zenginleştikçe, milyonlarca insan canından malından oldu. Koca koca kentlerde taş üstünde taş bırakmayarak her yeri yerle bir ettiler. Onlar çıkarttıkları savaşların zevki sefasını sürerken, milyonlarca emekçi açlığın, sefaletin yaygın bulaşıcı hastalıkların cenderesinde ve bombardıman altında ölümlerden ölüm beğenmekle yüz yüze bırakılmışlardı. Birinci ve ikinci emperyalist paylaşım savaşları tam da böyle bir gerçeği resmetmiştir.

Emperyalistler, içine düştükleri ağır ekonomik ve siyasal krizleri sadece dünya savaşlarıyla “çözme” yoluna gitmezler. Ama bu, emperyalistlerin bu türden savaşlara baş vurmayacakları anlamına da gelmez. Emperyalizm var olduğu sürece krizler nasıl kaçınılmazsa, krizlere “çözüm” için emperyalist savaşlar da kaçınılmazdır. 2008’den beri süren ekonomik ve siyasal kriz henüz “çözülebilmiş” değil. O günden bugüne yürüttükleri bölgesel paylaşım savaşlarıyla, bir yandan pazarları paylaşmaya çalışırken, öte yandan, çöken sistemi yeniden yapılandırmaya çalışmaktadırlar. Yaklaşık on yıllık bu zaman dilimi içerisinde, Latin Amerika’dan doğu Avrupa’ya; Afrika’dan Asya’ya; Orta Doğu’dan Avrasya’ya bölge bölge sürdürülen bölgesel ve vekalet savaşlarında milyonlarca insan katledildi, milyonlarcası yerinden yurdundan edildi, on binlerce yerleşim alanı viraneye çevrildi. Bu durum topyekün bir dünya savaşı görünümü vermese de neredeyse dünyanın bütün coğrafyalarında sistematik bir şekilde yürütülen bölgesel savaşlara bir üçüncü dünya savaşı dense yeridir.

Sorunu anlamak, meseleye vakıf olabilmek için somutta yaşananları görmüş olmak ve bunlara dair politik açıklamalarda bulunmak yeterli değildir. Önemli olan meselenin kaynağına inmek ve sistemin oluşum biçimini kavrayıp, bunu kitlelerin bilincine yer edebilmektir. Yani, önemli olan bu haksız savaşların kötü sonuçlarını anlatmak değil, (bu elbette önemli) önemli olan ortaya çıkan bu kötü sonuçların neden ve niçinlerini algılayıp kavrayabilmek ve kavratabilmektir. Bu yüzden bu haksız, hukuksuz ve adaletsiz savaşların ebesi olan emperyalizmi biraz daha yakından tanımak, tanıtmak gerekiyor. Bu olmadan, ne şu anda dünyayı geren Rusya- Ukrayna ve buna bağlı olarak diğer emperyalist güçlerin hamlelerini, ne “Arap Baharı”nı, ne de Orta Doğu vb. anlayabiliriz. Evet, somut durum önemlidir, ama somut durumun üzerinde yükseldiği temel çok daha önemlidir. İşte önemli olan geniş halk yığınlarının bu temeli görmeleri ve bu temeli yerle bir etmeleridir. Temel yıkılmadan, mevcut temel üzerinde kurulacak olan her bir duvar çürüktür ve bu çürük duvarın altında kalmak halklar açısından kaçınılmazdır.

Kapitalizmin ortaya çıktığı ilk evreler elbette insanlık tarihi açısından bir ilerleyiş tarihidir. Bunda en ufak bir kuşku yok. Bu ilerleyiş, esasta burjuvazinin çıkar ve menfaatine olsa da aynı zamanda tarihin en ilerici, en devrimci sınıfını yaratan tarihsel ilerleyiştir. Ki bu sınıf, ileride kendisi de dahil olmak üzere bütün sınıfları ve sınırları ortadan kaldıracak olan tek sınıf olma özelliğine sahip olan proletaryadır. Doğal olarak, kapitalizmin doğuşu, sosyalizmin kapısının aralanışı anlamına geliyor. Meseleye dar anlamda böyle bakıldığında bile, kapitalizmin tarihsel olarak oynadığı ilerleme rolünü görmek mümkündür.

Ancak, kapitalizmin, emperyalizm aşamasına evrilmesi nitel bir değişim ve bambaşka bir durumdur. Yani ne burjuvazinin ilerici yanı kalmıştır ne de tarihsel olarak toplumu ileriye taşıyacak rolünü oynayacak durumdadır. Tam aksine, aşırı kar, aşırı üretim, dünya halklarını ve geri bıraktırılmış ülkeleri bir avuç uluslararası sermayenin kölesi haline dönüştürme, tarihsel ilerleyişin önünde takoz olma durumuna gelmiştir. Yağmacı, talancı asalak varlığını devam ettirmeden öte bir arayış içinde değildir.

“Emperyalizm, genel anlamda, kapitalizmin bazı özelliklerinin gelişimi ve doğrudan doğruya devamı olarak ortaya çıkmıştır.” der Lenin. Bu gelişim hiç kuşku yok ki, kapitalizmin esas bazı öğelerinin kendi karşıtlarına dönüşmesiyle mümkün olabilmiştir. Örneğin, meta ihracının yerini esas olarak sermaye ihracı almıştır. Küçük, orta boy ve milli sanayi işletmelerinin yerini, daha büyük, kapsamlı tekeller ve giderek uluslararası tekeller almıştır. Sanayi sermayesiyle, mali sermaye birleşerek oligarşik bir sermayeye dönüşmüştür. Dünya pazarları, bu bir avuç tekelci sermaye tarafından haksız savaşlarla paylaşılmıştır. Kısacası, yeryüzü topraklarının emperyalist tekellerin mülkiyetine geçirilmesinin bir sonucudur bütün bu haksız savaşlar. Çıkartılan bu savaşlardan, dünya halklarının en ufak bir çıkarı dahi söz konusu değildir. Doğal olarak halkların birbirleri ile düşmanlaşmaları için hiçbir neden yoktur. Şunun altını çizerek açıkça bir kez daha ilan etmek gerekiyor. “Emperyalizm, genellikle, bir şiddet ve gericilik eğilimidir” derken Lenin, onun sömürgeci, talancı karakterini gözler önüne seriyordu. Dün olduğu gibi, bugün de ne yazık ki bütün çıplaklığıyla bu gerçeği yaşamaktayız.

Bunca yaşanmışlıklar orta yerde duruyorken, çeşitli algı operasyonları ile kitlelerin ant- emperyalist bilinçleri köreltilmeye çalışılmakta ve ne yazık ki epeyce de yol almış durumdadırlar. “Demokrasi”cilik söylemleri altında geri bıraktırılmış pek çok ülke işgal edilebilmekte ve bu söylemle halklar uyutulabilmektedir. Yugoslavya’nın bölünüp parçalanmasında, “Arap Baharı” adı altında ki işgal ve ilhaklarda, Orta Doğu’da hep bu “sihirli” sözcüğün arkasına saklanarak dünya halklarının canına okudular. Emperyalistler, baştan aşağı dünyayı kan gölüne çevirirken, birinci ve ikinci emperyalist paylaşım savaşlarında olduğu gibi kendileri doğrudan doğruya karşı karşıya gelmek yerine, büyütüp besledikleri çetelerle, farklı inanç gruplarını, millet ve milliyetleri birbirlerine karşı düşmanlaştırarak, bunları kendi silahlarıyla silahlandırarak vekalet savaşlarıyla bu haksız savaşlarını yürütmektedirler. Dün Yugoslavya’da, “Arap Baharı”nda, Orta Doğu da vs. denedikleri ve oldukça da kendileri açısından başarılı sonuçlar elde ettikleri bu yöntemi, şimdi Ukrayna üzerinde sürdürmek istemektedirler.

Ukrayna’da oynanan oyun emperyalistlerin pazar kavgasıdır!

Ukrayna üzerinde oynanan oyun aslında doğrudan doğruya Ukrayna sorunu olmaktan çok, bütün diğer coğrafyalarda olduğu gibi emperyalistlerin pazar kavgasından başka bir şey değildir. AB, özellikle de Amerikan emperyalizmi ile Rus emperyalizmi arasındaki bir dalaştır. Bu sorun bugün ortaya çıkmış bir sorun da değildir. 2014’de Kiev de “meydan darbesi” olarak tarihe geçen olaylarda Amerikan emperyalizmi ve müttefiklerinin silahlandırdıkları keskin nişancıların hem halka hem de askeri güçlere ateş ederek pek çok ölümün failleri oldukları ortaya çıkmıştı. O dönem Ukrayna’nın ırkçı- milliyetçileri olarak bilinen Bandenistler “meydan darbesi” sonucu iktidara gelmiş, özellikle Rusça konuşan ve Rusya’yı destekleyen Slavlar ise bu iktidarı tanımamış ve pek çok kanlı olaylar yaşanmış, defalarca “ateş kes” anlaşmalarına rağmen bugüne kadar sürüp gelmiştir. Daha sonra Ukrayna’nın NATO’ya girme talebi işin tuzu biberi olmuştur. Yani emperyalist güçler yıllardır burada halkı birbirine düşman etme ağlarını örmeye başlamış ve halklar birbirlerini boğazlamaya hazır hale getirilmiştir.

Bugüne kadar ki yapılan açıklamalarda, Rusya bir işgal harekatına girişmeyeceğini ifade etmesine rağmen, Amerikan emperyalizmi, işgalin mutlaka gerçekleştirileceği yönlü açıklamalarla Rusya’yı tahrik etme çabaları içindedir. Rusya’nın işgali gerçekleştirmesi durumunda, batı emperyalistlerinin ve diğer bölge ülkelerinin de desteğini alarak Rusya’yı çevrelemeyi, çevresini istikrarsızlaştırmayı planladığını konuya en uzak insan bile bilir. Rusya, böyle bir durumu ve NATO’nun doğuya doğru genişlemesini onaylamayacağı, hele de kendi arka bahçesinde ki bu türden gelişmelere göz yummayacağı açıktır. Bu coğrafyada ki yer altı zenginliklerini (doğal gaz, petrol vb.), coğrafik olarak stratejik konumunu anlatmaya gerek yok. Kuşkusuz bütün emperyalist kavgalar yer altı, yer üstü zenginlikleri ve birbirlerine karşı üstünlükleri içindir. Fillerin tepinmesi kaçınılmaz, ama kötü olan çimenlerin ezilmesidir.

Rusya bir yandan Ukrayna’yı işgal etmeyi düşünmediğini söylerken, öte yandan burada çıkacak bir savaşın burayla sınırlı kalmayacağını, Batı Avrupa’yı da içine alacağını, daha da önemlisi, Amerika’nın on binlerce kilometre uzakta olması, Amerika için bir avantaj sayılmayacağı açıklamalarını dolaylı bir şekilde yaparak; aslında nükleer savaş tehdidinde bulunmaktadır. Karşılıklı tehditlerin sürdüğü bir ortamda, Rusya, Donetsk ve Luhansk halk Cumhuriyetlerini resmen tanıdığını dünya kamuoyuna duyurmuş oldu. Emperyalizmin “böl parçala yönet” politikası bir kez daha gözler önüne serilmiş oluyor. Farklı ulus ve milliyetlerin kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmeleri onların elbette ki en demokratik haklarıdır. Ancak Rusya’nın “tanıma” gerekçesinin bu olmadığını herkes bilir. Bu “tanıma” olayı, tamamen kendi emperyalist emelleri doğrultusundaki bir “tanıma”dır. Başından beri işgal harekatına girişmeyeceğini ısrarla belirten Rus emperyalizmi, bu resmi tanıma politikasıyla, kendi emperyal çıkarları doğrultusunda ilhakı meşrulaştırmış oluyor. Yani “biz girmedik, kendi güvenlikleri için onlar çağırdı” diyecektir. Tıpkı ABD ve diğer Avrupa emperyalistleri işgal ettikleri veya edecekleri yerlere “demokrasi götürüyoruz” yalanının arkasına sığındıkları benzeri bir durumdur bu.

Ukrayna’da patlak veren, özellikle de ABD ile Rusya’yı karşı karşıya getiren dalaşın, bu alanın dışına taşacağı, Avrupa’yı da içine alacağı yönlü söylemlerin en azından bu aşamada pek fazla bir gerçekliği yok gibi gözükmektedir. Mevcut süreç içindeki gelişmelere bakıldığında, bugüne kadar diğer bölgelerde izlenen stratejinin bir benzeri de Ukrayna’da sergilenecek gibi duruyor. Yani iki emperyalist bloğun doğrudan doğruya karşı karşıya gelmelerinden çok, kendilerine bağımlı güçleri kullanacakları şimdilik daha gerçekçi gözükmektedir. Ancak, Rusya’ya karşı çeşitli ekonomik ve siyasi yaptırımlar, Ukrayna üzerinde ABD-AB emperyalist bloğu ile Rusya arasında yaşanan dalaşa genişlik kazandırmaktadır. ABD’nin, hemen akabinde aldığı ekonomik yaptırım kararlarını AB emperyalist güçleri izledi ve banka hareketi dahil finans sektöründe Rusya ya karşı açtığı cepheyle, ekonomik sahada yaptırımları fiili olarak başlatmış oldu.

Çin, Belarus ve Venazuella başta olmak üzere, Rusya ile ortak hareket edeceğini açıklayan bölgesel güçler, emperyalist bloklar çatışmasında “yeni” bir güç dengesini işaret etmektedir. Ki bunu Rus emperyalizmi zaten hesaba katmıştır. Rusya için önemli olan yaptırımlar falan değildir. Önemli olan, kendi arka bahçesini, kendisi açısından güvenlik altına almaktır. Olası ticari yaptırımlarda ise tek zararlı çıkacak olan Rusya da olmayacaktır. Bundan özellikle AB emperyalistleri de etkileneceklerdir. Bu yüzden Almanya ve Fransa daha çok orta yol bir politika izleme gayreti içindedir. Çünkü Rusya’nın elinde de AB emperyalistlerini köşeye sıkıştıracak önemli ekonomik kozlar ve silah üstünlüğü vardır. Özellikle enerji alanında AB emperyalist güçlerinin Rusya ya olan bağlılığı, planlanan yaptırımların yumuşak karnını teşkil etmektedir.

Emperyalist savaşlara karşı sınıf mücadelesini yükseltmeliyiz!

Bizim bu durum karşısında, hangi taraf “haklı”, hangi taraf haksız gibi tartışma içine girmemiz elbette ki doğru olmayacaktır. Emperyalistler arası pazar dalaşının hiçbir haklılığı söz konusu bile olamaz. Böyle bir yaklaşım, bizi MLM çizgiden uzaklaştırıp, Kautskyci çizgiyle bütünleştirir. Bizler bu emperyalist pazar dalaşlarının “haklılığı” veya haksızlığını tartışmaktan ziyade, birçok bölgede emperyalist- kapitalist sisteme ve bu işgallere karşı yükselen halkların devrimci öfkesini nasıl daha çok yükseltebileceğimizin yol ve yöntemlerini tartışmak durumundayız. Kendiliğinden yükselen kitle hareketlerini, sınıf hareketiyle nasıl birleştirip sosyalist devrim rotasına kanalize edeceğimizi tartışmak durumundayız. Tartışmanın ötesinde bu kan emici vampirlere karşı, sınıf kavgasını harlamak zorundayız.

Ukrayna’da yaşanan bu durum, ülkemizi de bir biçimde etkisi altına alacaktır. Artık sonu görünmekte olan AKP- MHP faşist iktidarı, iktidarını koruyabilmek ve ABD-AB emperyalistlerinin desteğini alabilmek için, tıpkı Suriye’de olduğu gibi, burada da koç başlılığına soyunabilir. Ancak bu kez kazın ayağı öyle değil. Çünkü sadece ABD ve AB emperyalistlerine bağımlı değildir faşist Türk devleti. Rusya ile de çok ciddi bağımlılık ilişkileri var. Başta doğal gaz, hidro elektrik santrallerin yapımı, S-400’ler, turizm ve daha da önemlisi Suriye sorunu gibi meseleler öyle rahat at oynatmasının önünde engeldir. Kabadayılığa soyunduğu an, zaten ekonomik ve siyasal kriz içinde debelenen AKP- MHP faşist iktidarı iyice bataklığın içine batabilir. Ama, emperyalistleri ne uşaklarının bataklıkta boğulması ne de ekonomik ve siyasi kriz ilgilendirir. Kullanabildikleri kadar kullanmaktan çekinmeyeceklerdir. Bir NATO gücü olan Türkiye’yi elbette kullanmak isteyeceklerdir.

Böyle bir durumda, biz komünistler, savaş karşıtı tüm muhalif güçleri örgütleme ve savaşı, devrimci iç savaşa dönüştürme bilinci içerisinde olmalıyız. Emperyalistlerin çıkarları için ne halkımızın dökülecek bir damla kanı var, ne de beylerin rahatı için açlığa ve sefalete tahammülümüz var. Bununla birlikte, halkımızın, Ukrayna halkıyla hiçbir alıp vereceği yoktur olamaz. Biz ezilen, sömürülen halklar düşman değil, kardeşiz. Emperyalizmin çıkarları için değil, halkın çıkarları için, emperyalizme karşı savaşırız. Bu anlamıyla, gerici emperyalist paylaşım savaşlarına karşı halkların kardeşliği şiarıyla sınıf mücadelesini yükseltmek günün görevidir.

Önceki İçerikKadın Mücadelesi ve Kadın Mücadelesinin Geliştirilmesi Üzerine Notlar-1
Sonraki İçerikProletaryanın Siyasal İktidar Mücadelesine Doğru Önderlik, MLM Kitle Çizgisi ile Direk Bağlantılıdır!