Emperyalizmin savaş örgütü NATO’nun 2016 zirvesi Varşova’da gerçekleştirildi

Yapısal krizlerinden kurtulabilmek için bölgesel çatışmaları derinleştiren, etnik ve mezhepsel farklılıkları sürekli güncelleyerek çatışmalı ortamlara sürekli odun atarak alevlendiren, ülkeleri işgal edip yakıp yıkıp yağmalayan, örtülü özel savaş örgütleri kurarak şemsiyesi altındaki resmi ordu birimlerine yaptıramadığı eylemleri, örgütlediği gizli örgütlere yaptırarak halkları kan sağanağına tutan emperyalizmin savaş örgütü NATO’nun, Erdoğan’ın isteklerini karşılamasının bedelinin halklarımız açısından ne olacağını hepimiz yaşayarak göreceğiz

HABER MERKEZİ (30.07.2016) – Gazetemizin 126’ncı sayısında yer alan “Emperyalizmin savaş örgütü NATO’nun 2016 zirvesi Varşova’da gerçekleştirildi” başlıklı yazıyı, öneminden ötürü bir kez de internet sitemizden okuyucularımızla paylaşıyoruz.

Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü(NATO)’nün 2016 zirvesi 28 NATO üyesi ülkenin devlet ve hükümet başkanlarının katılımıyla Varşova’da gerçekleştirildi. Ayrıca Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlardan üst düzey yetkililer de zirvede hazır bulundu. Zirveye “TC” adına Recep Tayyip Erdoğan katıldı, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Savunma Bakanı Fikri Işık da Erdoğan’ın yanı sıra zirveye katılanlar arasındaydı. 

NATO’nun 4-5 Eylül 2014’te yapılan Galler Zirvesi’nde alınan kararların bu zirvede de güncellenmesinin yanı sıra, yaklaşık bin NATO askerinin Rusya’ya karşı üç Baltık ülkesi (Estonya, Litvanya, Letonya) ve Polonya’da konuşlandırılması, Karadeniz’de NATO varlığının güçlendirilmesi, kara sınırlarında AWACS’ların sayılarının artırılması, Britanya’nın Avrupa Birliği’nden ayrılma kararı, Rusya-Ukrayna gerginliği ve Gürcistan’ın durumu, Afganistan,  Irak ve Libya’nın durumu, Suriye meselesi ve mali yükün paylaştırılması gündemleri masaya yatırıldı. Yine İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonraki en büyük mülteci göçü karşısında Avrupa kapılarının mültecilere nasıl kapatılacağı sorunu da zirvenin Galler Zirvesi’nde “TC”yi yakından ilgilendiren gündemlerinden biriydi.  Zirveyi iki binden fazla gazeteci izledi. Zirvenin güvenlik nedeniyle Varşova’nın merkezinde bulunan stadyumda yapılması dikkat çekerken, dikkat çeken bir başka şey ise soğuk savaşın sona ermesi ve NATO’nun varlık nedenini açıklayan SSCB’nin dağılmasının ardından o dönem üzerinden Rusya’ya mesaj verme adına zirvenin Varşova Paktı’nın merkezinde yapılıyor oluşuydu. Zira bu toplantının merkezinde Rusya’ya karşı caydırıcılık durmakta. Buradan da anlaşılacağı üzere NATO şimdi eskisinden daha fazla Batı menşeili emperyalist politikalar ve saldırganlıkların vurucu askeri etkin gücü olarak kendini gerçekleştirmeyi sürdürüyor.

Berlin Duvarı’nın yıkılmasından günümüze değişen NATO stratejisi

NATO’nun İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası ‘komünizm hayaleti’ korkusuyla tamamen emek düşmanı karşı devrimci bir cephe olarak SSCB’ye ve diğer sosyalist ülkelere karşı örgütlenmesinin üzerinden atmış yedi yıl geçti. Kuruluşundaki temel amaç; SSCB’ye karşı ABD ve Avrupa’nın askeri savunma gücü olmak, ikinci emperyalist paylaşım savaşından yıkımla çıkan Almanya’yı askeri olarak yeniden yapılandırmak, Avrupa’nın güvenliği konusunda ABD’yi sorumlu hale getirmekti.

Doksanlı yıllara gelindiğinde artık NATO’nun yeni dünyanın durumundan çıkarabileceği bir vazifesi kalmamıştı. 1949 yılında Federal Almanya’nın da dâhil olmasıyla kurulan ve askeri etkinliğini arttıran NATO’ya karşı 29 Kasım-2 Aralık 1954 tarihleri arasında sekiz sosyalist ülkenin katılımıyla oluşturulan askeri ve siyasi bir birlik olan Varşova Paktı’nın kuruluşunun akabinde tırmanan soğuk savaş dönemi, 1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılması ve 1 Temmuz 1991’de Varşova Paktı’nın dağılmasıyla sona ermişti. Kuzey Atlantik İttifakı’nın varlığını devam ettirmesi için yeni argümanlar geliştirmesi, yeni varlık nedenleri bulması gerekiyordu ve bulmakta da gecikmedi. NATO 1991’de yapılan Roma Zirvesi’nde ‘terörizme’ karşı askeri caydırıcılığı olan uluslararası askeri bir birlik olarak kendini yeniden revize etti. NATO artık Kuzey Atlantik ülkelerinin güvenlik sorunlarını çözecek bir savunma gücü değil, doğrudan saldırı ve savaş gücüydü. Etkinlik alanları yeni üyelerin katılımıyla genişlemiş, ‘terörizmle mücadele’ adı altında emperyalizmin çıkarlarını koruyan bir militer güç olarak dünyaya kan kusturan ve halklarının başına daha fazla bela olan bir ölüm makinası haline gelmişti. 11 Eylül saldırılarını bahane edip ABD’nin önce Afganistan’ı, ardından Irak’ı işgal etmesi sürecinde NATO’nun gerçek rolü çok net ortaya çıkmıştır ki, NATO askerleri her iki ülkede de işgalci güç olarak bulunmuşlardır. Yani ABD şefliğinde Batılı emperyalistlerin emperyalist saldırganlığının askeri dayanağı olmak, AB’yi ABD’nin emperyalist talancı ve saldırgan politikalarının sadık ortağı/müttefiki yapmak kaydıyla Rusya ve Çin gibi Doğulu emperyalist ülkeler üzerinde kuşatma ve sınırlılıklar oluşturarak bu ülkelere de geri adım attırmak üzere konumlandırılmaktadır. Özellikle Rusya ve Çin’in de dünyanın enerji kaynakları, madenleri, biyolojik zenginlikleri ve pazarları üzerinde söz sahibi olmaları karşısında askeri caydırıcı güç olarak varlığını sürdüren NATO ittifakının yine en önemli güncel görevlerinden birisi de, Kafkasya, Orta Asya ve Ortadoğu’daki petrol ve doğalgaz rezervlerinin ve bu rezervleri Batı’ya taşıyan boru hatlarının güvenliğini sağlamak oluşturuyor. Bakü-Ceyhan Boru Hattı ve yapılması öngörülen Nabucco Doğalgaz Boru Hattı’nın “TC”den geçiyor olması NATO için “TC”nin her şeye rağmen önemli bir yerde durduğuna ve “TC”de asgari düzeyde istikrarın sağlanmasının bu boru hatlarının güvenliği için de önemli olduğuna da dikkat çekelim.

Batı’nın Rusya ile ‘tavşan kaç tazı tut’ oyunu

Varşova Zirvesi’nin öne çıkan ve Rusya’yı dolaysız ilgilendiren en önemli gündemlerinden biri Estonya, Litvanya, Letonya ve Polonya’da asker konuşlandırılması oluştururken, diğer önemli gündem ise ABD’nin ‘genişletilmiş Karadeniz’ söylemine bağlı olarak Karadeniz’de NATO’yu kullanarak deniz kuvvetleri konumlandırmak istemesi oluşturuyordu.

Yine Gürcistan, Ukrayna krizi, Kırım’ın Rusya tarafından işgal edilmesi ve Suriye savaşında Rusya’nın taraf olan konumu zirvede tartışılan gündemlerdi.

Görüşülen bu gündemlerin ve Rusya’ya karşı NATO’nun geliştirdiği caydırma stratejisinin merkezinde Avrasya’daki petrol ve doğalgaz rezervlerinin ABD, AB ve Rusya arasında paylaşılamaması sorunu oluşturuyor. Zira dünyanın petrol ve doğalgaz ihtiyacının yüzde yetmişinin bu bölgeden sağlandığı düşünülürse Avrasya’ya hâkim olan güç dünya ekonomisinin de başat aktörü olacak ve sömürmenin kurallarını belirleyecektir. ABD’nin Rusya’yı batı ve güneyden çevreleme stratejisi izlemesi, Avrasya’ya hâkim olma hedefine hizmet etmektedir. ABD’nin Ukrayna, Gürcistan, Azerbaycan, Afganistan gibi ülkeler üzerinde oynadığı oyunlar tamamen bu siyasetin parçasıdır.

ABD’nin ve NATO’nun hamleleri karşısında Rusya da boş durmamakta, bu emperyalist dalaşın kendisine yüklediği rolü layıkıyla oynamaktadır. Rusya’nın, oluşturduğu bağımsız devletler topluluğunda Gürcistan’ı tutmayı başaramaması ve Gürcistan’ın NATO ve Batılı emperyalist devletlerle yakınlaşmasını önleyememesi Gürcistan üzerindeki hesaplarını bitirmemiş, aksine çelişki derinleşmiştir. Abhaza ve Güney Osetya’daki azınlık ayaklanmaları karşısında Gürcistan’a karşı buralardaki etnik direnişlere geçmişte destek verme siyasetiyle de Gürcistan’la ipleri iyice koparmasına rağmen, Hazar petrollerinin taşınmasını sağlayan kanalların Tiflis’ten geçiyor olması gerçeğini unutmamakta ve Batı’yla Gürcistan üzerindeki hâkimiyet savaşını sürdürme konusunda kararlı görünmektedir.

Yine Ukrayna ve Kırım Rusya’yı Batı’yla birleştiren kilit noktada durmaktadır ve Karadeniz hâkimiyeti için Ukrayna stratejik önemdedir. Rusya, Ukrayna ve Kırım olmadan önemli oranda Karadeniz’de güç kaybedeceği öngörüsüyle “Rus karşıtı hükümetten Sovyet vatandaşları koruyorum” bahanesiyle Kırım’ı işgal etti. Ukrayna üzerinden Karadeniz üzerindeki hâkimiyet savaşını ABD de neredeyse bir gurur meselesi haline getirdiği için geri adım atacağa benzemiyor. Dış politikası yerlerde sürünen “TC” ise Karadeniz’de NATO deniz kuvvetleri varlığına tam destek veriyor.

Yine NATO’nun üç Baltık ülkesini aceleyle üye yapması ve Rusya üzerindeki çemberi buralardan da daraltmak istemesi karşısındaki tavrına Rusya’nın cevabı, bu ülkelere bakan kara şeridine füze konumlandırmak oldu. NATO’nun Varşova Zirvesi’ndeki bu ülkelere asker konuşlandırma kararını da buradan okumak gerekir.

Rusya’nın Akdeniz’e açılan kapısı Tartus

Zirvenin en önemli gündemlerinden biri de Suriye savaşı ve Rusya’nın Suriye politikasıydı muhakkak. Rusya ile Suriye’nin ilişkilerinin tarihi arka planının olduğunu hatırlamakta fayda var. Ortodoks Rusların Çarlık Rusya’sında Ortodoksların da önemli dini merkezlerinden olan Filistin’e hac ziyareti yüzyıllarca Suriye üzerinden yapılmış, Suriye’deki Ortodoks Hristiyanlarla ticari ilişkiler kurulmuş ve Osmanlı ile Karlofça Antlaşması imzalanmış, Deli Petro döneminde ise Suriye üzerinden sıcak denizlere inme siyaseti izlenmiştir. Soğuk savaş döneminde de Suriye’nin SSCB ile dostluk ve ittifaka dayalı ilişkileri olmuştur.

Putin Deli Petro’nun bu rüyasını güncellemekte, zira Tartus kenti Rusya’nın Ortadoğu’da askeri üssünün bulunduğu tek yer ve Akdeniz’e açılabileceği tek kapı. Yine Suriye’deki silah ithalatının yüzde yetmiş biri Rusya’ya ait. ABD’nin enerji politikasındaki değişiklik ise Katar’ı yeni pazarlar aramaya itti ve Avrupa’yı tercih etti. Katar’ın Avrupa’ya satacağı doğalgaz boru hatları Basra Körfezi ve Suriye üzerinden geçecek ve Avrupa’nın Rusya’ya bağımlılığını önemli ölçüde azaltacak. Rusya Suriye’ye buradan da yükleniyor. Güç olmanın gerektirdiği uluslararası prestiji Suriye savaşında aktör olmadan edinemeyeceğinin de farkında olan Rusya’nın, Suriye politikasında çok büyük değişiklikler yapmayacağı açıktır.

NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’den Rusya’ya mesaj: Tecrit değil diyalog istiyoruz

NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, NATO-Rusya Konseyi’nin 13 Temmuz’da Brüksel’de toplanacağını açıkladı. Stoltenberg Konsey’den beklentilerini “Toplantı yükselen tansiyonu düşürmek ve yeniden görünürlüğü artırmak amacıyla önemli bir diyalog ve bilgi paylaşımı forumu rolü oynayabilir” şeklinde özetledi.

NATO’nun Rusya ile tecridi değil yapıcı diyaloğu hedeflediğini kaydeden Stoltenberg;  “Yeni bir Soğuk Savaş, yeni bir silahlanma yarışı ya da yeni bir karşı karşıya geliş istemiyoruz. Bir yandan caydırıcılığımızı ve savunmamızı güçlendirirken, Rusya’yla yapıcı bir diyaloğun da yollarını arıyoruz. Rusya bizim en büyük komşumuz. Rusya tecrit ve edilmemelidir” diye konuştu.

Almanya Başbakanı Merkel ise Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesini eleştirmekle birlikte Moskova’ya diyalog çağrısı da yaparak; “Avrupa’da kalıcı güvenliğe Rusya’ya karşı olarak değil, Rusya ile birlikte ulaşabileceğimiz konusunda hemfikiriz” dedi.

Bu açıklamalar, NATO’nun Rusya’ya dönük caydırma stratejisine rağmen zirve öncesi yürütülen Rusya karşıtı psikolojik savaşla soğuk savaş dönemi rüzgârları estirme ve bir dizi askeri önlemin ötesinde Rusya’ya karşı daha fazla yaptırıma gidilemeyeceğini göstermektedir. Her ne kadar Rusya’ya ilişkin nihai karar için NATO-Rusya Konseyi’nin toplantı sonuçlarının bekleneceği söylense de, Rusya, Irak, Libya ya da Suriye gibi kolay lokma değil ve yine dünyayı nükleer bir savaşın eşiğine getirebilir öngörüsünden de uzaklaşılmayacaktır.

“TC” için zirveden çıkarılacak sonuçlar

Zirvede “TC”yi direk ilgilendiren gündemler, Suriye sınırında Almanya’nın AWACS’lar yerleştirmesi yoluyla AWACS uçuşlarının sıklaştırılması, İtalya’nın Türkiye’yle karadan havaya füze sitemleri kurması, Karadeniz’de NATO’nun deniz kuvvetleri konuşlandırmasıydı.

Erdoğan zirveye giderken havaalanında gazetecilere yaptığı açıklamada Irak ve Suriye ile sınır olma konumuna bağlı olarak “terörle” mücadelede NATO’yu daha fazla “TC”nin yanında olmaya davet etti, IŞİD’le mücadele ve mülteci krizinin çözümü için “TC”nin yalnız bırakılmaması gerektiğini belirterek uşaklığı da aşan bir yalakalık ve teslim olmuşlukla çözümde NATO’nun başat rolüne dikkat çekti.

Yapısal krizlerinden kurtulabilmek için bölgesel çatışmaları derinleştiren, etnik ve mezhepsel farklılıkları sürekli güncelleyerek çatışmalı ortamlara sürekli odun atarak alevlendiren, ülkeleri işgal edip yakıp yıkıp yağmalayan, örtülü özel savaş örgütleri kurarak şemsiyesi altındaki resmi ordu birimlerine yaptıramadığı eylemleri, örgütlediği gizli örgütlere yaptırarak halkları kan sağanağına tutan emperyalizmin savaş örgütü NATO’nun, Erdoğan’ın isteklerini karşılamasının bedelinin halklarımız açısından ne olacağını hepimiz yaşayarak göreceğiz.

Şunu söyleyebiliriz ki İncirlik Üssü üzerinden emperyalizmin askeri hareketliliği daha da artacak, “TC”nin hava sahası NATO’nun kullanımına daha da açılacak, Karadeniz Erdoğan’ın deyimiyle “Rus gölü” değil, “NATO gölü” haline getirilmeye çalışılacaktır.

Tüm bu askeri hazırlıkların yıkıcı sonuçlarıyla yine halklarımız karşı karşıya kalacaktır. Tüm bu emperyalist saldırganlık, işgal, talan hazırlıkları karşısında dünya halklarının kendi uluslararası dayanışma ve mücadele örgütlerini oluşturması ve güçlendirmesi şarttır. Süreci izleyip peşinden sürüklenen değil, emperyalist yağma ve yıkıma karşı mücadeleyi büyütüp, önlem geliştirip direnen yerde durulması şarttır.

Önceki İçerikDevletin asimilasyon yuvaları: YİBO’lar
Sonraki İçerikSanat ve kültürde insan gerçeği