“Enstrüman bir insanın sesi gibi, insan kendi sesini arıyor aslında”

Ahmet Aslan ve Kemal Dinç’i dinlemek için konser alanına erkenden gidiyoruz. Konsere günler kala bütün biletlerin tükendiği haberi geliyor. Kapıda beklerken bir amca yaklaşıp bilet var mı diye soruyor. Konsere olan bu ilginin son zamanlarda Ahmet Aslan eserlerinin dizi ve ses yarışmalarında sıkça yer almasına, artan bir popülerliğe bağlıyoruz. Gecikmeli başlayan konserde eski dönemlere kıyasla Kemal Dinç’in daha görünür olduğu bir konsept geliştirilmiş durumda. Konser sonrası imza ve fotoğraf izdihamı arasında spontane bir şekilde Kemal Dinç ile kısa bir söyleşi gerçekleştiriyoruz. Yoğunluk azaldıktan sonra Ahmet Aslan’ı zorla da olsa masaya oturtup çok kısa birkaç cevap alabiliyoruz ancak. Konuşmayı pek sevmeyen Ahmet Aslan sıkılarak da olsa sorularımıza kısa kısa cevaplar vererek bizi uğurluyor. Kemal Dinç ve Ahmet Aslan ile gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz

HABER MERKEZİ (20.02.2016) –Ahmet Aslan ve Kemal Dinç’i dinlemek için konser alanına erkenden gidiyoruz. Konsere günler kala bütün biletlerin tükendiği haberi geliyor. Kapıda beklerken bir amca yaklaşıp bilet var mı diye soruyor. Konsere olan bu ilginin son zamanlarda Ahmet Aslan eserlerinin dizi ve ses yarışmalarında sıkça yer almasına, artan bir popülerliğe bağlıyoruz. Gecikmeli başlayan konserde eski dönemlere kıyasla Kemal Dinç’in daha görünür olduğu bir konsept geliştirilmiş durumda. Konser sonrası imza ve fotoğraf izdihamı arasında spontane bir şekilde Kemal Dinç ile kısa bir söyleşi gerçekleştiriyoruz. Yoğunluk azaldıktan sonra Ahmet Aslan’ı zorla da olsa masaya oturtup çok kısa birkaç cevap alabiliyoruz ancak. Konuşmayı pek sevmeyen Ahmet Aslan sıkılarak da olsa sorularımıza kısa kısa cevaplar vererek bizi uğurluyor. Kemal Dinç ve Ahmet Aslan ile gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz.

Halkın Günlüğü:  Bağlama üzerine gerçekleştirdiğiniz çalışmalar söz konusu. Yeni, farklı bir tarz geliştirdiniz. Ne yapmaya çalışıyorsunuz?

Kemal Dinç- Enstrüman bir insanın sesi gibi, insan kendi sesini arıyor aslında. Ben de bunu yapıyor; kendi sesimi, iç sesimi arıyorum. Tabi enstrümanla uzun yılları bulan yoğun bir ilişkim var. Bundan kaynaklı da böyle bir araştırma, yaklaşık 15 yıllık bir araştırmayla böyle bir çalışma ortaya çıktı. Sazda hem tını hem de çalış teknikleri olarak farklı bir tarz gelişti. Tabi sadece saz ile ilgili de değil bu. İcra konusunda da farklı bir yorum gelişiyor doğallığında.

Peki, “Denemeler” devam edecek mi?

Tabi. Denemeler solo bağlama içindi, şimdi de bağlama ailesi için, oda müziği için gelecek devamı.

Bundan sonraki çalışmalarınızda, özellikle albüm çalışmaları için, yine bağlama merkezli bir tarz mı olacak yoksa farklı entsrümanların da kullanıldığı çalışmalar mı olacak?

Bağlama benim ana dilim gibi aslında. Daha değişik sazlar da öğrendim. Klasik gitar üzerine yüksek lisans yaptım ama kendimi en rahat ifade ettiğim entsrüman bağlama. Tabi bağlamayı sadece geleneksel bir şekilde kullanmıyorum. Düşüncemin daha farklı olduğunu kanıksadığımda bağlamayı oraya doğru yönlendiriyorum. Misal 20 Ocak 2017’de konçerto çalınacak Cemal Reşit Rey’de. Bir konçerto yazdım bağlama için, Almanya’da çalındı bir kez orkestrayla şimdi daha geniş bir şekilde, daha kapsamlı bir orkestra ile, bağlamanın kendisini gösterebildiği, ifade ettiği bir icra konseri olacak.

Ürettiğiniz eserlerin, yorumların Türkiye’deki karşılığı nedir? Ne tür bir karşılık buluyor ya da yapılan tartışmalar nelerdir?

Şöyle söyleyeyim, Türkiye’de felsefesiz, edebiyatsız ya da sanatın diğer alanları olmaksızın müziği böyle çıplak şekilde bir yere oturtamıyoruz. Halk kendi usulünü, mentalitesini, ananelerini tabii ki bağlamaya, herhangi bir entsrümana aktarmış, amenna. O toprağın bir çiçeği gibi doğal olarak böyle gelişmiş. Ama bağlama şimdi çok farklı bir yerde. Şimdi müzisyenlerin bakış açısıyla gelişebilecek, değişebilecek, farklılaşabilecek bir saz. Ama Türkiye’de herşey çok milli, çok dini,çok ideolojik olduğu için diğer şeyler gibi sazı da bir yere kapatıyor, darlaştırıyor ve ona böyle bir misyon yüklüyoruz. Ama enstrüman bir anahtar gibi, sestir sonuçta, doğal bir ses. Bu eksik. Gençler için de şöyle bir durum var; konservatuvarlarda da, Asya ya da Avrupa’da olsun farketmiyor, bir felsefesi olması lazım müziğin. Felsefeyi, edebiyatı müziğin bir yerlerine mutlaka yerleştirmemiz lazım ki biraz daha farklı düşünüp, farklı ifade tarzları gelişsin.

Peki sizin beslendiğiniz felsefe nedir?    

Ben bir aralar müzikten tamamıyla kopup edebiyata yönelmiştim. Hikaye ve deneme tarzında yazılar yazıyorum. Bunun etkisi de çok oldu. Felsefe şöyle diyeyim, çok farketmiyor. İster mistisizm ister  modern felsefe, bohem tarz ne olursa olsun ama mutlaka bir felsefe olmalı. Felsefe şudur yani, mutlaka bir bakış açısı, görüşleri özetleme, görebilme, soyut ya da somut farketmiyor. Ama bağlama hapsolmuş durumda, özce sorun bu bence.

Söz yorumu noktasında Kemal Dinç’i daha fazla görmeye başladık. Bu durum devam edecek mi yoksa yeniden bağlamanın merkeze oturduğu bir dönüş olacak mı?

Sanırım geleneksellikten bahsediyorsun. Bence o popüler bir şey, aslında yapılmaması gerektiğine inanıyorum ama yapıyoruz işte. Ben daha önceki çalışmalarımla hiç bu kadar ilgiyle karşılaşmadım, bu iyi mi bence değil. Fakat, geleneksel bir şey söylediğiniz zaman hemen ifade ortaklığı taşıyorsunuz belli bir kesimle. Aleviler, Kürtler ya da başka ezilen bir kesimle. Bu hemen ortaya çıkıyor. Aslında bu müzisyen için çok tehlikeli bir şey. Müzisyenin yayılması, yaygınlaşması, popülizme kayması kendi öz, özgün düşüncelerini biçer, onu köreltir. Aslında cesur olmak lazım ama olamıyoruz işte.

Sizi yakından takip edemeyenlerin pek haberdar olmadığı, resim ve yazınsal alana dair çalışmalarınız var. Bu çalışmalarınızdan bahsedermisiniz biraz?

Şöyle bir şey. Yakında bir kitap hazırlıyoruz, üç arkadaş. Diğerleri profesyonel iki yazar. Muzaffer Oruçoğlu ve Sema isimli bir arkadaş. Ben de buna adayım. Mektuplar ve hikayelerden oluşan bir kitap olacak. Edebiyat ilgisiz olduğum değil bilakis uzun yıllardır içerisinde olduğum bir alan. Masallar, hikaye, mektup ve günlüklerle sürekli ilişkiliyim. Çok iyi olduğumu düşünmesem de yakın olduğum bir alan. Birde resme olan ilgim var. Tabi resim edebiyatı, müzik resimi…hepsi birbirini besliyor. İştahım kabarık. Ki herkesin bu konularda daha geniş olması gerektiğini düşünüyorum.

Biraz da memleket meselelerinden bahsedelim isterseniz. Malum memleket karışık, bombalar patlayıp, insanlar ölüyor. Tam bir diktatörlük durumu var. Katliamlar tüm hızıyla devam ediyor. Sanatın, sanatçının bu meselelerle ilişkilenmesi ne durumda, nasıl olmalı? Bir de siyasete müdahil olanlara yönelikte muazzam bir baskı var, siz nereden ve nasıl bakıyorsunuz meseleye?

Şöyle söyleyeyim; müzik ya da sanatın bir alanını bunlar elbette etkiliyor, elbet içimizde farklı bir şey taşısak bile bu sanata direkt yansıyan bir şey. Dediğiniz gibi ülkemizde bir diktatörlük var ama bu yeni bir şey değil. Kürt halkının, alevi halkının, diğer alt sınıfların birçok kez karşılaştığı, ta Osmanlı dönemlerinden beri katliamların, baskıların olduğu bir coğrafyada yaşıyoruz. Fakat bu son dilimde Anadolu’da Türkiye ya da Kürdistan, bu coğrafyada kan var hep. Kürt halkının omuzlarına yüklenen büyük bir sorumluluk var, keşke bunu hafifletebilsek. Ben kendi adıma kendimi çok yetersiz buluyorum. Koşullar, uzakta olmak vb. durumlardan dolayı bunu edebiyata, resime, müziğe yansıtmaya çalışıyoruz. Aslında bunun çok ötesini düşünüyorum çoğu zaman ama cesaret edemiyorum.

Türkiye’de aynı zamanda sanatın, sanatçının kamplaştığı, kısırlaştığı bir durum var. Her üretimin acabalı bir kaygısı var. Siz üretirken böylesi bir kaygıya kapılıyor musunuz yoksa özgün, öz durumunuzu koruyor musunuz?

Hepimizde biraz korku var aslında. Bir de sanatı belirli bir yerlere alet etmemek. Çünkü sanat çok soyut bir kavram. Ama bu dönemde düşünülenler çok daha sonra vuku olacaktır bence. Bunun filmleri çekilecek, romanları yazılacak. Bu dönem çok ağır bir dönem, katliam, kan, korku, tüm bunlar sonrasında sanata yansıyacak bence. Sadece Türkiye coğrafyasıyla alakalı da değil, ortadoğu bir bütün çalkantılı. Yunus Emre’yi düşünün, Moğol istilası altında söylediği şiirler, hala hissedip, yaşıyoruz. Kürt edebiyatı sözlü olarak çok canlı hala. Hangi rejim olursa olsun, önüne geçilemez bu durumun.

Ahmet Aslan’a soracağız ama uzun yıllardır beraber çalışıyorsunuz size de soralım. Ahmet Aslan’ın son albümünde bir üretimsizlik durumu var. Yeni eserler üretmekten öte, önceden bestelenip yorumlanmış eserleri yeniden yorumlama durumu var. Sizce bunun sebebi nedir? 

Bence Ahmet’e sorun. Hepimizde var, kısır kalıyoruz. Dedim ya cesaretimiz yok. Kendi cesaretimiz olsa, zindanlarda vs. üretip yorumlasak. Ama yaşam tarzımız dahi bunu engelliyor. Arabalarımız, evlerimiz var, vazgeçemediğimiz objelerimiz var. Bunlar içerisinde kendimizi biraz daha su yüzüne çıkartabiliyorz. Ama diğer yandan gerçek anlamda bazı sanatçılar gibi cesaretimiz yok. Birde şu var; Türkiye halkı yeniyi pek sevmeyen, duymak, görmek istediğini talep eden, tuhaf bir halk. Belkide savaş ortamı sona erip, değişimler yaşandığında bu durum da değişir. Avrupa’da yaşanan iki savaştan sonra herşey yerle bir olup, yeni dönem başladı. Bakalım coğrafyamızda durum ne olur.

Mayıs ayında Almanya’nın Köln şehrinde İbrahim Kaypakkaya’yı anma gecesine katılacaksınız. Bu vesileyle Kaypakkaya ve diğer devrim şehitleri için neler söylemek istersiniz?

68 şehit kuşağının ciddi ve bugüne kadar gelen, derin kültürü ve düşünceleri var. Tabiki bunlarla büyüdük. İbrahim olsun diğer devrimci önderler olsun, günümüzde yaşasaydı neler söyler, ne yaparlardı bilemiyorum ama o dönem en doğru şeyleri söyleyip, en iyi şekilde konumlandılar. Bizim de orada bulunmamız, bunu paylaşmamız güzel, yerinde bir şey.

Kemal Dinç’e sorduğumuz son soruyu size de soralım, son albümde yeni eserlerden çok önceden bestelenip yorumlanmış eserlerin yeniden yorumlanması var. Bu bir üretimsizlik mi yoksa bilinçli bir tercih mi?

Ahmet Aslan- Her ikisi de olabilir. Şöyle bir durum var; sonuçta halk müziği yapıyorsunuz, neticede oradan besleniyoruz. İki sözü değiştirince yeni bir eser oluyor.

Peki dizilerde eserleriniz çalınmaya başladı, bu duruma dair neler söyleyeceksiniz?

O prodüksiyon şirketlerinin işi.

Haberiniz yokmu yani?

Haberiniz olabilir ama yetki onlarda. Yapacağınız bir şey yok.

İlk iki albümde Zazaca ve Dersim coğrafyasının ağırlıkta olduğu eserler varken, son albümde daha geniş bir yelpaze var.

Dil eksenli bakmıyorum meseleye. Yoksa yeni tek bir söz bile söylemezdim.

Peki devam edecek mi farklı coğrafyaların, farklı kültürlerin eserlerini yorumlama durumu?

Hiç belli olmaz. Çünkü sanat babadan oğula geçmiyor. Belki de bırakır gideriz herşeyi.

Peki memleketle ilgili neler düşünüyorsunuz?

Sizin gibi. Yani şöyle bir durum var. Ne düşünüyorum sorusu, sanki bütün insanlar, herkes fikrini ifade etti, bizler de galaksiden geliyoruz, tüm canlılara sorduk, öğrendik de bu ikisi nasıl bakıyor, ne düşünüyor bir de bunların kamerasından durum nedir. Valla herkes nasıl görüyorsa bizde öyle görüyoruz.  Herhangi birşeyi değiştiremiyorsam benim düşüncemin önemi ne ki? Senin sözünün değeri neyse benimki de odur.

Kemal Dinç’le beraber Kaypakkaya anma gecesine katılacaksınız, bu vesileyle neler söyleyeceksiniz?

Yeni değil tabi, 15 yıldır elden geldiğince katılıyoruz böylesi etkinliklere, bu yıl da katılacağız.

 

Önceki İçerikArtvin’e gidenlere saldırı
Sonraki İçerikArtvin’de kadınların öncülük ettiği yürüyüşe polis saldırdı