Eril sistem karşısında örgütlü mücadelemizi büyütelim

Her türlü ayrımcılık, nefret söylemi ve cinsiyet eşitsizliğine karşı kadınların örgütlü mücadelesinin önemli bir mevzisi olan Demokratik Kadın Hareketi ile kadına yönelik şiddet, eril sistem, eril yargı ve kadın mücadelesinin güncel durumu üzerine bir röportaj gerçekleştirdik. Röportajda aynı zamanda DKH’nin ileriki dönem hedefleri ve çalışmalarının bilgisi ve çağrısı yer almakta

HABER MERKEZİ (08.12.2015)- Gazetemizin 112. sayısında  ‘’ Eril sistem karşısında örgütlü mücadelemizi büyütelim ’’ başlıklı” Demokratik Kadın Hareketi (DKH)’yle gerçekleştirilen röportajı okurlarımızla paylaşıyoruz.

Halkın Günlüğü: 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’nü geride bıraktık. Ülkemizde de kadına yönelik şiddet ve cinsel saldırılar pervasız bir şekilde devam ediyor. Mahkemelerde sıklıkla bunları desteklercesine “İyi Hal”,  “Haksız Tahrik”, “Saygın Tutum” indirimleri uyguluyor. Sizin bu konudaki düşünceleriniz neler, nasıl bir 25 Kasım geçirdiniz ve kadına yönelik şiddet konusundaki çözüm önerileriniz nedir?

Demokratik Kadın Hareketi: Kadına yönelik şiddet tarihsel bir olgu olup bütün toplumların sorunudur. Ve erkek egemenliğinin olduğu bütün alanlarda şiddet kurumsallaştırılıp hayatlarımızda bir şekilde yer alıyor. Şiddet; eğitim sisteminden, sağlık sistemine, iş hayatından aile yaşamına kadar hayatın günlük birer pratiği olarak karşımızda duruyor. Şiddet kültürünü besleyip yayan devlet anlayışı kadını belirli rollere hapsediyor ve bunun dışına çıkan bütün kadınları da doğal hedef haline getiriyor. Ve ilk uygulayıcı olarak aileye görev veriyor. Erkek şiddeti aileden başlayarak toplumsal yaşamın tümüne yayılıyor. Kadına şiddeti hak gören bu eril anlayış kadını belirli bir döneme kadar babaya, abiye, aile büyüklerine bir dönemden sonra da kocaya bağımlı kılıyor. Eril tahakkümün yaşamın her alanını kapsadığı böylesi bir toplumsal düzende doğal olarak yasalar da erkeğe göre şekilleniyor. Ve eril zihniyetin çıkarına ters düşecek her şeyi hem yasal hem de kültürel olarak kodlayıp önümüze bir zorunluluk olarak koyuyor. Aslında devletin bu noktada şiddeti meşrulaştırıp yayması kendi misyonuna uygun bir yerde duruyor. Basın yayın organları aracılığıyla kadına yönelik verilen demeçler bunun en berrak örneği olarak önümüzde duruyor. Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın Hopa eylemlerinde yaralanan Dilşat Aktaş için kullandığı “Kız mıdır kadın mıdır” söylemi,  yardımcısı Bülent Arınç’ın “Kadın herkesin içinde kahkaha atmayacak” açıklaması, devlet televizyonu olan TRT’nin programlarında “Hamile kadınların sosyal hayatlarının kısıtlanması ve tv programlarına çıkartılmaması gerektiği” noktasındaki beyanatları şiddeti meşrulaştıran önemli olgular olarak karşımıza çıkıyor. Tam da bu noktada “İyi Hal” ve “Ağır Tahrik” indirimleri devletin vazgeçmeyeceği yasalar olarak uzun süre kalacağa benziyor. Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda yaşanan tartışmalar da hepimizin malumu. Ağır tahrik indirimini gerekçeli karara koyan anlayış, yasanın uygulanmayacağını bilen anlayıştır aynı zamanda. Toplumsal cinsiyet algısı olmayan, devletin eril eğitiminin sisteminde yetişmiş, eril anlayışı yargı alanında yaşamsal hale getiren savcı ve hâkimlerin, söz konusu kadınlar olduğunda gerekçeli karara bakması imkânsız. Zira bunu Nevin Yıldırım davasında görmüş olduk. Silah zoru ile defalarca cinsel saldrıya uğrayan ve uğradığı cinsel saldırı sonucunda özsavunmasını yapan Nevin’e verilen müebbet hapis cezasının az görülmesi az evvel bahsettiğimiz gerekçeli kararın anlamsızlığını ortaya koyuyor. Nevin’e verilen müebbet hapis cezasını az görüp Yargıtay’a başvuran kadın düşmanı savcı Osman Çabuk, Türkiye’de yargı sisteminin kadınlar noktasındaki tutumunu ortaya koyuyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine yaptığımız vurgu da, sorunu sadece kadının sorunu olarak görmemek gerekir. Kadınların öz örgütlenmesinin getireceği sonuçlar bir bütün olarak toplumu değiştirip, dönüştürecektir. Şiddet bir sistem sorunudur ve sistem çözülmeden bu sorun tamamıyla çözülmeyecektir. Fakat bu durum şiddet denilen olguya karşı bir perspektif oluşturmayacağımız anlamına gelmiyor. Şiddetin ortadan kaldırılması için öncelikli yapmamız gereken; kadın merkezli, kadın pozitif yaklaşımı öne çıkarmak ve örgütlü olduğumuz kurumlarda bu anlayışı yerleştirmekten geçiyor. Şiddete karşı mücadelenin örgütlü mücadeleden geçtiği bilinci ile öncelikle kendi yaşam alanlarımızı, politika ürettiğimiz örgütlenmeleri değiştirip dönüştürmekten geçiyor. Bununla birlikte aile denilen kurumun tekrardan tartışılması ve dönüştürülmesi/yok edilmesi, analık ve babalık rollerinde yerleşik değişimlerin sağlanması, toplumsal cinsiyet uçurumunu yok etmek adına kadının söz sahibi olduğu alanların çoğaltılması, kadına yönelen her türlü şiddete karşı birleşik mücadele alanlarının oluşturulması önemli bir yerde duruyor.

HG: Demokratik Kadın Hareketi’nin kuruluşundan bu yana 10 yılı aşan bir süre geçti. Türkiye/Kuzey Kürdistan’da kadın hareketlerine yönelik sistemin ağır baskıları var. Demokratik Kadın Hareketi olarak bu saldırılara karşı neler söyleyeceksiniz?

DKH: Demokratik Kadın Hareketi 2002 yılında kendisini girişim olarak deklare etti. 2004 yılında n bu yana ise ilk kurultayını gerçekleştirmesinin sonucunda çalışmalarına Demokratik Kadın Hareketi olarak devam ediyor. O süreçten bu yana her örgütlü kadın kurumunun yaşadığı sorunları bizler de yaşadık. Özelde sistemin devrimci, sosyalist, yurtsever, örgütlü kadına bakışı hiç değişmedi. 2000’li yıllardan bu tarafa kadın hareketlerinin faaliyetleri sistem tarafından baskılandı ve yasaklandı. Bu baskılanma siyasi saldırılarla, gözaltında cinsel şiddetle devam ediyor. Demokratik Kadın Hareketi’nin üyeleri de devletin düzmece fezlekeleri ile gözaltı ve tutuklama terörüne maruz kaldı. Tek din, tek dil, tek bayrak anlayışıyla harmanlanan tekçi devlet zihniyeti, örgütlü mücadele eden herkesi doğal hedefi haline getirirken bir de buna kadın kimliği eklendiğinde saldırıların daha da pervasızlaştığı açık bir gerçektir. Bugün bu pervasızlığı Ekin Wan şahsında gördük. Erkek iktidar, öldürmekle yetinmeyip Ekin’in çıplak bedeni üzerinden kadının örgütlü iradesini teslim almaya çalışıyor. Fakat erkek iktidarın bu politikasının tutmadığını Kürdistan’da çok net bir biçimde görüyoruz. Cizîr’de, Farqîn’de, Nusaybin’de, Sur’da sokağa çıkma yasaklarına karşı en önde Kürt kadınlarının direnişine şahit oluyoruz. Eril zihniyetin cinsiyetçi söylem ve saldırıları bugün kadının kimliğini, bedenini yok sayarak örgütlü kadınlara da mesaj veriyor. Bizler örgütlü kadınlar olarak bulunduğumuz her alanda kadının bedenini, kimliğini ve emeğini yükselterek mücadele etmeye devam edeceğiz.

HG: Demokratik Kadın Hareketi olarak bildiğimiz kadarıyla bir kurultay sürecine girdiniz. Kurultay sürecinde önünüzdeki plan ve programınız nedir?

DKH: Başında belirttiğimiz gibi 2004 yılında gerçekleştirdiğimiz ilk kurultayın ardından 2007 yılında ikinci kurultayımızı gerçekleştirdik. Bizim için bu sürecin değerlendirilmesi önemli bir yerde duruyor. Bu sebeple tarihimizin muhasebesini yaparak ondan dersler çıkarmayı ve eksikliklerimizden öğrenerek daha ileriye adımlar atmayı önemli buluyoruz. Yeni süreçle birlikte tartışmamız gereken birçok konu var. Bunların kitleler içinde yaygınlaştırılması, cins bilincinin oturtulması ve örgütlenme tarzımızın yeniden tartışılması bizim için elzem bir nokta. Bunların içinde; ekoloji, LGBTİ, feminizm, meclis tipi örgütlenme gibi birçok konuda yeniden bir tartışma sürecine gireceğiz. Kurultaydaki hedefimiz; en geniş kadın ve LGBTİ kitlesine ulaşabilmek, birlikte sorunlarımıza dair çözüm üretebilmek, erkek egemen iktidara karşı kadın merkezli mücadeleyi esas alarak “Kadın Yönetime, Kadın İktidara” şiarımızla örgütlenmektir.

Önceki İçerikNusaybin’de 13 yaşındaki Cudi katledildi
Sonraki İçerikTürk devletiyle Rusya arasında patlayan krizin kodu: SU-24