Faşist diktatörlüğün tarihsel genleri ve Hitler’in güncel hali olarak AKP-Erdoğan

Erdoğan, Hitler’in Almanya’sının faşist genetik kodlarıyla, faşist diktatörlüğünü tesis etmek istiyor. Tarihin karanlık sayfasından beslenen faşizmin bu tecrübesi karşısında, ulusların ve ezilen halkların da tarihsel tecrübesi vardır. Alman ezilen halkları, verili tarihi koşullarda, Hitler’e karşı bir mücadele öremediler. Ama Stalingrad önlerinde gerici hayalleri biten Hitler, ezilen halkların gücü karşısında teslim oluyordu. Bugün faşist diktatör Erdoğan’ın kişiliğinde merkezileşen, Türk hâkim sınıflarının gerici tehlikeli planları, Kürt ulusunun görkemli direnişi, Türk ve diğer halkların, ilericilerin, sosyalistlerin birleştiği devrimci bir cephe ile bozulabilir. Devrimin stratejik hamleleri başta olmak üzere, devrimci savaşın taktik politikaları eksenli örgütlenecek bir devrimci hat, Sünni-İslam Türk ırkçılığı ideolojik dokusuyla faşizmin figüranı Türk “führerini” ait olduğu karanlığa gömecektir

HABER MERKEZİ (20.01.2016) – Faşist “TC” devletinin Cumhurbaşkanı olan Erdoğan, dünya halklarının adaletinde lanetlenen ve sonu bu lanetliler açısından kötü biten bir filmi kendi sürecinde güncellemekle, faşist özünü pratik tutumuyla bir kez daha deklare etti. Türkiye-Kuzey Kürdistan halkları üzerinde, “medeniyetler” sopası olarak işlev gören gerici anayasasını dahi hiçe saymış, sistemin faşist niteliğini maskelemeye çalışan parlamentoyu “iptal” etmiş, yasama, yargı ve yürütmeyi, azgın faşist kuşatmalarda devletin kirli ve barbar silahı haline getirmiş bu uzun boylu kumral adam, “Hitler tarzı” başkanlık sistemi derken, dili sürçmüyordu. Aksine bilinçli konuşuyor ve temsil ettiği komprador tekelci kapitalist sınıfların çıkarlarını ve bu çıkarların nasıl bir yönetim tarzıyla planlanacağı konusunda hedeflerini gösteriyordu.

Hemen başında belirtelim ki, monarşik-totaliter sistem, gerici feodal sistem, parlamenter sistem ya da başkanlık sistemi, özel mülkiyet sistemine dayanan barbar gerici yönetimlerdir. Ve her biri, sermayenin somut tarihsel ihtiyaçlarına göre şekillenmiş, özgün gerici devlet nitelikleridir. Devrimciler ve komünistler, sermayenin özgün tarihsel ihtiyaçlarına göre gündeme getirdikleri bu gibi gerici devlet nitelikleri üzerindeki tartışmalarda, kesinlikle taraf değillerdir. Güncel olarak hepsi de, burjuva egemenlik sisteminin araçlarıdır. Bu araçlar arasında, “daha demokratik” yönetim tartışması üzerinden taraf olmak, komünistlerin siyasal, ideolojik duruşlarına ve toplumsal çelişkilere müdahale güçlerine aykırı bir durumdur. Bu bağlamda, faşist Türk hâkim sınıflarının, Erdoğan temsili üzerinden gündeme getirdiği “Başkanlık sistemi mi? Parlamenter sistem mi?” tartışması, komünistler ve devrimciler açısından bir tercih sorunu değildir. Her iki biçim de Türkiye-Kuzey Kürdistan’da, faşizmin uygulama biçimleridir. Devlet egemenliğinin tekleştirilmesi bağlamında, planlanan başkanlık sistemi, hâkim güçler açısından daha hızlı karar alıp uygulama olanağı yaratması, mevcut “parlamenter” sistemle biçimsel bir fark olsa da, özde her iki biçim de, Türk egemenlik sisteminin yönetim biçimi olan faşizmin uygulanışıdır. Bütün bunlardan öte, komünistler ve devrimciler açısından, karşı devrimin süreçlerini, konumlanma biçimlerini deşifre etme açısından, bu meseleyi gündemleştirmek önemlidir. Devrimci mücadele, karşı devrim cephesindeki objektif ve sübjektif “gelişmeler” ve bu gelişmelerin toplumda yarattığı çatışmalara, uygun taktik ve stratejik planlarla başarılı bir şekilde müdahale etmekle gelişir.

AKP ve Erdoğan’ın Selef-i Salihini: HİTLER!

Yaş ve “fazilet” itibarıyla Hitler, Erdoğan’dan daha ileri “mertebede” bulunsa da, ondan önce gelip halefine amellerini bıraksa da, bırakılan tarihsel öğütler konusundaki itaati ile Erdoğan, Hitler’in amellerini boşa çıkarmamaktadır. Tarihsel bir veri olarak, Hitler’in tüm devlet gücünü elinde merkezileştirmesi olan, başkanlıkla Rayş cumhurbaşkanlığını birleştirmesi ve faşist diktatörlüğünü kurması, bugün Erdoğan’a yol gösteren faşizmin tarihsel “hafızasıdır”. Bu “hafızayı” “üniter sistemin zarar görmeyeceği” tezi üzerine şekillendirilen Türk hâkim sınıfları, Erdoğan diktatörlüğü özgülünde, Hitler Almanyasını, Türkiye-Kuzey Kürdistan’da güncellemektedirler. Üniter devlet yapısı, Türkiye-Kuzey Kürdistan’da, devletin Sünni-İslam Türk ırkçılığı eksenli tekleştirmenin modelidir. Şimdi bu modeli tek elde iradeleştirme, faşizmin derinleşmesi olacaktır. En yalın anlatımla, faşizm, kanlı geçmişi üzerinden, gelişen somut sürece göre kendini örgütlemektedir. Seçimlerle bütün devlet gücünü elinde merkezileştirme, ayrıntısına kadar Saray’da, Hitler faşist diktatörlüğüne dair yapılmış kapsamlı çalışmadır.

Faşist diktatörlük, sandıktan “çoğunluğun” oyu ile çıkmayı, Hitlerle ortak yan söylemi üzerinden manüpile etmektedir. “Demokrasi” ibareleriyle gizlenmeye çalışılan, Hitler’in yolunda “yeni” vahşetlerin yaratıcısı olmaktır. Bir toplumda, özellikle burjuvazi başta olmak üzere, gerici egemenliklerin hüküm sürdüğü toplumlarda, sandık, demokrasinin temsili değildir. Bu temsili demokrasilerin olduğu tüm sistemlerde böyledir. Devletin yüce menfaatleri için, burjuvazinin kendi yasalarını dahi hiçe saydığı bir konjonktürde, burjuva seçimlerini, demokrasinin dinamiği olarak sunmak, tam bir toplumsal yanılsamadır. Seçim ancak, toplumsal hak ve özgürlüklerle birlikte, doğrudan demokrasinin işlediği komün koşullarında, sosyalist Sovyet modelinde demokratik olur. Bu da mevcut kapitalist sistemi aşan, sosyalist toplum sürecinde yaşanabilecek bir olgudur. Yoksa mevcut gerici devlet erkinde, gerici tarzda konumlanmış komprador tekelci kapitalist sistemde, baskı ile sandıktan çıkarılan “çoğunluğun iradesi, faşist diktatörlüğün zemini olmaktadır.” “Çoğunluğa” dayalı yönetimi, kendi gerici sınıfsal çıkarları ekseninde biçimlenen hukuk sistemi ile birleştiğinde, kamu gücü, mazlum ulusları ve sömürülen sınıfları ezen bir seferberliğe dönüşmektedir. Hitler “çoğunluğun onayı” ve “kamu gücüyle”, uluslararası toplumsal felaketlerin ve insanlık suçlarının yaratıcısı oldu. Hitler’in tarihsel profilinin günümüz temsili olan Erdoğan da, sandık “çoğunluğu” siyaseti üzerinden, her türlü toplumsal felaketlerin uygulayıcısı olmaktadır.

Erdoğan ile Hitler arasındaki ortaklık, yaşanan gelişmelerle birlikte ele alındığında, siyasal ideolojik ortaklıktır. Emperyalist-kapitalist kriz koşulları, her ikisine gelişim zemini olmuştur. Hitler’in Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi, ilk çıkışını 1929 ekonomik kriziyle yaratırken, Erdoğan’ın AKP’si, 2001’deki krizin ürünü olarak doğmuştur. Yani her ikisi, hâkim sınıfların dönemsel konjonktürünün ihtiyaçları olarak ortaya çıkmışlardır. Almanya’da bu süreç 1930 erken seçimleri, 1932 cumhurbaşkanlığı seçimleri ve yine koalisyon kurulamadığı için 1933 erken seçimleri ile Hitler’in “yükselişinin” basamakları olmuştur.

Erdoğan’ı esas heyecanlandıran, 1934 yılında Hitler’i başa getiren gelişmedir… Alman Cumhurbaşkanı Hinderburg’un 2 Ağustos 1934’de ölümü, 1 Ağustos 1934’te çıkarılan “Alman İmparatorluğu Devlet Başkanı Yasası” ile birleştirilen Cumhurbaşkanlığı ile başbakanlık kurumları, Hitler’in faşist otoritesinin merkezileşmesi açısından önemli bir tarihtir. Cumhurbaşkanlığı ile başbakanlığın birleştirilmesiyle yapılan 19 Ağustos seçimleri, Hitler açısından “Führer”liğin adımıdır. 43 milyonun üzerindeki seçmenin 38 milyonu Hitler’den yana oy kullanmıştır. Alman hâkim sınıfları için “yeni” aktör Hitler, faşizmin bütün gücünü tek elde toplayarak işbaşındadır. Almanya’dan başlayıp, Avrupa’ya, oradan Stalingrad önlerine kadar, yapılan insanlık dışı katliamlar, toplama kampları, kendisinden olmayana yaşam hakkı tanımama, işgal ve sömürü ile II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın baş mimarı olarak Hitler’in icraatları tarihin hafızasındadır.

İşte Erdoğan’ın gıptayla söz ederek, Türk usulü “führer” olma hayalinin dayandığı toplumsal, siyasal ideolojik öz budur. Faşizmin uygulama biçimleri ve alanları anlamında, taklit ettiği selefini, burjuva klikleri etkisizleştirme ve devrimci toplumsal dinamikleri tasfiye etme yönteminde de, kendi özgülünde kopyalamaktadır. Tek başına anayasayı, sürecinin ihtiyacına göre değiştiremeyen Hitler, KPD (Almanya Komünist Partisi)’yi meclis dışına atmakta bulmuştu çareyi. O dönem Hitler faşizmine karşı en dinamik güç, mecliste KPD idi. Şimdi de, anayasayı değiştirme çoğunluğuna sahip olmayan AKP, HDP üzerinden komplolar kurmaktadır. HDP milletvekilleri hakkında hazırlanan fezlekeler, girilen bu sürecin ön adımlarıdır. Bütün gücü tek elde toplayacak olan “üniter başkanlık”, Türkiye-Kuzey Kürdistan için, bölge için, derinleşecek kanlı bir sürecin haberlerini vermektedir.

“Yeni Anayasa”, “Demokratik Açılım” ve “İstikrar” faşizmin merkezileşme hamleleridir

Türk hâkim sınıfları açısından, bu yıl, başkanlık sistemi, “demokratik açılımlar”, “yeni anayasa” ve bütün bunların yapılması için siyasal “istikrarın” sağlanması gerekliliği tartışmaları üzerinden şekillenecektir. Bu duruma tartışma demek doğru değildir. AKP-Erdoğan diktatörlüğü nazarında iradeleşmiş Türk hâkim sınıfları, bu konuda planladıklarını gerici burjuva kliklere “dayatarak”, sürecini örgütleyeceklerdir. Anayasa komisyonu görüşmelerinde, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli özgülünde burjuva kliklerin bu sürece kayıtsız destek verecekleri malumdur. Başkanlık konusunda gösterilen utangaç itiraz, sadece kendi oy tabanını iknaya yönelik bir yaklaşımdır. Tekleştirme siyaseti üzerine şekillenen bu teslim alma süreci, Kürt ulusu başta olmak üzere, ulusal ve sosyal devrimci ilerici dinamikleri ezme seferleriyle birleşerek, toplumsal kuşatma tamamlanmaktadır.

Faşist “TC”, sürecinin ihtiyacı olarak AKP rejimini, anayasa, yargı, yürütme, yasama gibi alanlarda başlattığı fiili süreçle, her şeyi tekleştirmeyi hedefliyor. Başkanlık modeli bu hedefin üzerine oturuyor. Komprador tekelci kapitalizmin, süreç içinde var olan siyasal ve ekonomik sorunlarında, sermayenin lehine olacak kararları kolay ve hızlı alabilmek için, sermayenin ihtiyacı olarak başkanlık sistemi gündeme getiriyor. Bu durum aynı zamanda bölgesel yayılmacı siyaset için de bir ihtiyaçtır. Yani meselenin iki ayağı vardır: Biri Türk hâkim sınıflarının, sermayesinin hareketi için var olan ihtiyaç iken, bir diğeri de gerici emperyalist güçlerle ittifak halinde sürdürülen bölgesel yayılmacı siyaset içindir. Bunun için, 12 Eylül anayasası, komprador tekelci kapitalist sistemin, neoliberal gerici uygulamaları ekseninde “yeni” bir statüye kavuşturulacaktır. 12 Eylül anayasasından kurtulma dedikleri budur. “Yeni anayasa”, antidemokratik uygulamalar anlamına gelir sorusu bu kesitte anlamsızdır. Faşizmin sürekli olduğu bir egemenlik sistemi içinde, “yeni anayasa” daha kötü sonuçlar yaratır tartışması, var olan sisteme “ilerici” payeler biçmek anlamına gelecektir. Toplumsal dinamiklerin üzerinde yaygın bir egemenlik olarak kurumsallaşması, faşist diktatörlüğün biçimsel farkıdır. Öz faşizmdir. Ve bu öz, Erdoğan-AKP nazarında, bugün kuralsız bir akıl tutulması düzeyindedir. Faşizmin toplumsal dinamikler üzerindeki kuralsız baskısına karşın hala “önümüz tıkandı” yakarışı, tasavvuru zor bir yıkıcılığın planlanmasıdır. “Güçler ayrılığı” ilkesindeki, mevcut yanılsamayı dahi kaldırmak istiyorlar. AKP’nin gerici milli irade çizgisi budur: “Seçimi kazandım. Milli iradeyim artık. Gülüşüm, öksürmem, sözüm, hatta yetmedi, yaşam tarzım, arzularım yasadır. Kaç çocuk yapılacağından, giyim tarzına, mizacınızdan, yaşam kültürünüze kadar her şeyi ben belirlerim.” Hatırlatmakta fayda var. Hitler de kaç çocuk yapılacağı, çocukların nasıl eğitileceği konusunda bir fetva vermişti.

Anayasa “değişikliği” tartışmaları, başkanlık noktasındaki ısrarla birlikte şekillenecektir. 1 Kasım seçim sonuçları, bu konuda AKP-Erdoğan diktatörlüğüne olanaklar sunmaktadır. Pratikte geçilen Hitler Almanyası’na, “yasal” bir zemin yaratılacaktır. 400 milletvekili vermeyen ilerici toplumsal dinamikler, özel donanımlı askeri güçlerle katliamlardan geçirilecek faşist baskıyla, başkanlık “istikrarın” olmazsa olmaz koşulu olarak topluma sunulacaktır.

Tüm gerici egemenlik sistemlerinde “istikrar”, ezilen halklara zulüm ve sömürü anlamına gelmektedir. Gerici devlet egemenliğinin “siyasal ekonomik” istikrar sağlamasının toplumsal karşılığı budur. Bu durum nispi burjuva demokrasisi ortamında sağlanabileceği gibi, baskıcı faşist diktatörlük koşullarında da sağlanabilir. Ekonomik ve siyasi olarak derin toplumsal çelişkilerle baş başa olan Almanya, 1933’te Hitler ile “istikrarı” yakaladı. Franco ile İspanya egemen sınıflar açısından “istikrarlı” yıllar yaşadı. Yani gerici egemenliklerin “istikrar” fetişizmi üzerinden topluma enjekte ettiği süreç, devletin niteliğine uygun politikaların uygulanması alanıdır. Yüzde on barajı, siyasi partiler yasası, sendikalar kanunu, kamu hukuku, “tek millet, tek devlet, tek bayrak, tek dil, tek inanç” gibi faşizmin açık politikaları, sonuç itibarıyla bir “istikrar” yaratmaktadır. Toplumun dinamiklerini katlederek sağlanan “istikrar”, derinleşen faşist uygulamalardır. Bu anlamıyla gerici devlet egemenliklerinin sağladığı “istikrar”; mazlum uluslar, sömürülen sınıflar ve ezilen inanç grupları için kan ve katliamdır.

AKP-Erdoğan merkezileşmesi karşısında, diğer gerici burjuva kliklerin “muhalefeti”, seçmen tabanını koruma ve zevali kurtarmaktan öte bir anlam taşımamaktadır. Ki zaten farklı bir şey beklemek, sınıf mücadelesinin yasalarını kavramamak anlamına gelecektir. AKP’nin gerici devlet gücüyle zor ve baskıyla ortaya çıkardığı 1 Kasım seçim sonuçlarını meşru kabul etmek, bu burjuva kliklerin sınıfsal duruşlarını ortaya koymaktadır. Aslında her şey bu klikler arasındaki kerhen itirazlarla yürüyordu. Seçimden önce, Kürt ulusu ve ezilen sömürülen sınıflara karşı ortaklaşan bu gerici egemenlik, anayasa ve başkanlık görüşmelerinde de aynı kulvarda durmaktadır. Gerici kliklerin “muhalefeti” yarın hangi söylemler üzerinden “meşruluk” tartışması yaratacak, bunu ilerleyen günler belirleyecektir. Bu meselenin tali yanıdır. CHP ve MHP başta olmak üzere, burjuva klikler, AKP-Erdoğan özgülünde işleyen, Türk hâkim sınıflarının sürece dair politik, hukuksal, ekonomik siyasetinde ortaklaşmışlardır.

Faşist diktatörlüğün merkezileşme hamleleri, devrimci savaşla boşa çıkarılacaktır

Başkanlık ve “yeni” anayasa konusunda, muhalif toplumsal dinamiklerde, bir kafa karışıklığının olduğu tartışmasızdır. Bu toplumsal dinamiğin önemli bir bileşeni olan HDP’nin, “Başkanlık sistemi olabilir, ancak Erdoğan’ın istediği diktatörlüktür” biçimindeki yaklaşımı, DTK’nın 14 maddelik özerklik, yerinde yönetim anlayışıyla, anayasa tartışmalarında yer alacağını ifade etmesi, AKP’nin süreci ele alış biçiminden bihaber olmaktır. Anayasa Uzlaşma Kurulu’nda sonuna kadar masada kalma iradesi, özerklik ilanıyla katliamlara dönüşmüş Kuzey Kürdistan coğrafyası gerçekliği ortada iken, AKP’nin masa başında gerici faşist iradesini ne kadar geriletecektir. Geriletmeyeceği düşünülürse, anayasa ve başkanlık sistemi tartışmalarında sonuna kadar masada kalma, edilgen siyasetin ilanıdır.

ABD’nin başkanlık modeli, Hitler’in başkanlık modeli özü itibarıyla gerici devlet egemenliğidir. Devrimciler ve sosyalistler ikisinden birini tercih etme durumunda değillerdir. Ama biçim konusundaki farklılık, uygulanacak faşizmin düzeyini ortaya çıkarmaktadır. Başkanlık sisteminin, ayrı ayrı federal yapılar üzerinden biçimlendirilerek, bir hukuksal statüye kavuşturulması da bir yöntemdir. Burjuva anlamda da olsa yerel özerk yönetimlerin tanınması, nispi demokrasi ortamıdır. Tam da burada başkanlık sisteminde Hitler modelinin savunulması bir tesadüf değildir. Sorun devletin faşist gücünün merkezileştirilmesidir. Karar ve hareket tarzında, hızlı sonuç alma siyasetidir.

Kürt ulusunu, sömürülen sınıfları, ezilen inanç gruplarını ezmek, devrimci mücadele iradelerini tasfiye etmek için faşist “TC”, faşizmi kurumsallaştırma, merkezileştirme ve toplumsal uygulama alanını genişletme anlamında “yeni” adımlar atıyor. Hitler’in “üniter başkanlık” modeli, Türk hâkim sınıfları açısından bundan dolayı gündemdedir. Anayasa ve başkanlık tartışmaları için, mücadele müzakere birliklerinin kurulması, sürece alternatif olma yerine gericiliğin minderinde “muhalefet” yapma bu sürece denk düşen mücadele biçimleri değildir. Bu çizgi, Hitler Almanya’sını güncelleyen AKP-Erdoğan faşizmini durdurmaz, aksine onların yarattığı tartışmaları, toplumda meşrulaştırma yanılsamaları yaratır. Sorun açıktır. Kürt sorunu başta olmak üzere, toplumsal çelişkilerin demokratik çözümü, faşist gericiliğin oynayacağı tarihsel rol değildir. Burjuva parlamenter sistem de, burjuva başkanlık sistemi de, ezilen halklar üzerindeki zor ve şiddetle şekillenen egemenlik aygıtlarıdır. Gelişen tarihsel koşullarda arz ettiği farklılık biçimdir.

Erdoğan, Hitler’in Almanya’sının faşist genetik kodlarıyla, faşist diktatörlüğünü tesis etmek istiyor. Tarihin karanlık sayfasından beslenen faşizmin bu tecrübesi karşısında, ulusların ve ezilen halkların da tarihsel tecrübesi vardır. Alman ezilen halkları, verili tarihi koşullarda, Hitler’e karşı bir mücadele öremediler. Ama Stalingrad önlerinde gerici hayalleri biten Hitler, ezilen halkların gücü karşısında teslim oluyordu.

Bugün faşist diktatör Erdoğan’ın kişiliğinde merkezileşen, Türk hâkim sınıflarının gerici tehlikeli planları, Kürt ulusunun görkemli direnişi, Türk ve diğer halkların, ilericilerin, sosyalistlerin birleştiği devrimci bir cephe ile bozulabilir. Devrimin stratejik hamleleri başta olmak üzere, devrimci savaşın taktik politikaları eksenli örgütlenecek bir devrimci hat, Sünni-İslam Türk ırkçılığı ideolojik dokusuyla faşizmin figüranı Türk “führerini” ait olduğu karanlığa gömecektir.

 

Önceki İçerikRefik Demir yazdı: Faşist diktatörlüğe karşı halkların devrimci birleşik cephesini yaratalım!
Sonraki İçerikPolis DGH’lilerin ailelerini arayarak tehdit etti