FAŞİST TÜRK DEVLETİ VE BAŞBAKANIN A,B,C PLANLARI

Emperyalist kapitalizmin dünyada olduğu gibi Türkiye-Kuzey Kürdistan’da da tekçiliğin yeniden üretimi süreci içerisindeyiz. Uluslararası emperyalist sermayenin daha fazla derinleşmesi ve merkezileşmesine uygun olarak, merkezi ve stratejik planlama çerçevesinde hem kendini hem de etkisi altındaki tüm coğrafyaları ve ülkeleri yeniden yapılandırmaktadır. Türkiye- Kuzey Kürdistan’da emperyalizme yarı- sömürge temelinde bağımlı komprador tekelci kapitalist devletin, en üst kurumlarından en altlarına kadar ve toplumun bütün kesimlerine doğru indirilerek dayatılan ve uygulamaya konulan tüm politikaları da bu kapsamda ele almak gerekmektedir. Hiç kuşku yok ki yüzyıla yaklaşan TC tarihi ve devlet gerçekliği dikkate alındığında, ulusal ve uluslararası emperyalist kapitalizmin bugünlere kadar değişik konseptlerde Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki devlet mekanizmasını ele alarak çeşitli uygulamalar içerisinde olduğunu söyleyebiliriz. 1838 Ticaret anlaşmaları ve kapitülasyonlar, 1858’de çıkarılan arazi kanunuyla toprak üzerinde özel mülkiyet edinme hakkı, 1867’deki arazi kanununda yapılan değişiklikle, yabancı şirketlerin toprak mülkiyeti edinmelerine yönelik çıkarılan ayrıcalıklı yasalar, 1913 Sanayi Teşvik Kanunu, 1923 İzmir İktisat Kongresi, 1925 Ticaret ve Sanayi Odaları Kanunu, 1927 Sanayi Teşvik Kanunu vb ile peş peşe çıkarılan kanunlar eşliğinde Osmanlı’dan TC’ ye ekonomik ve sosyal yapı serbest rekabetçi kapitalizmle başlayıp, sermaye ihracına vardırılan emperyalist kapitalizm gerçekliğine bağlı olarak değişiklikler göstermiştir. 1929 dünyasındaki ekonomik kriz bunalımına paralel olarak 1930’larda beşer yıllık planlı ekonomik uygulamalara geçilmiş ve devletçiliğin alt yapı kurumları oluşturulmaya başlanmıştır. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’na kadar uygulanan devletçi kalkınma modelleri değiştirilerek yerini daha karlı görülen ithal ikameci modellere bırakmıştır. 1947 Truman ve 1948 Marshal planları kapsamında ABD emperyalist sermayesine transfer olarak aynı şekilde yarı-sömürgelik temelinde el değiştirme durumuyla birlikte Türkiye-Kuzey Kürdistan, uluslararası tekelci emperyalist sermayeye bağımlılık ilişkisi daha da derinleşme yönelimine girmiştir. Böylesi bir süreçte meta ve sermaye ihracının yanında bizzat çok uluslu şirketlerin işletmeleriyle yarı- sömürgelere yerleşerek bu yönelim, uluslararası sermayenin derinleşmesi ve merkezileşmesine paralel olarak genel bir duruma dönüşmüştür. İthal ikameci devlet ve ekonomi modelleri ve uygulamalarıyla uluslararası emperyalist sermayenin günden güne derinleşen ve merkezileşen özelliğine uygun olarak bağımlılık ilişkisi de aynı trendde gelişmiştir. Emperyalist güçlerce bizzat planlanıp öngörülen ve işbirlikçi kompradorlar tarafından 1960-1970 ve 1980’lerde onar yıllık arayla yapılan askeri darbelerle, Türk devletinin dizayn süreci devam etmiştir. 1970’lerin ortasında yaşanan dünya genelindeki büyük ekonomik krizle birlikte uluslararası emperyalist sermayedarlar, ihtiyaçlarını karşılamakta tıkanan ithal ikameci politikayı yeniden düzenlemeye ihtiyaç duymuş ve uluslararası sermayenin ihtiyaçlarına ve çıkarlarına uygun olarak yarı- sömürge pazarların tümü daha fazla açılarak güvenlikli hale getirilmiştir. Gümrük duvarları başta olmak üzere bir çok alan uluslararası emperyalist sermayenin derinleşmesi ve merkezileşmesine daha  da uygun hale getirilerek bu doğrultuda ekonomik ve diğer hususlarda yasalar çıkarılarak hayata geçirilmiştir. 24 Ocak Kararları da bu eksende 1980 askeri faşist darbesiyle birlikte öngörülmüş ve yürürlüğe konmuştur. Serbest piyasa ekonomisine geçişle birlikte üretimden tüketime, ticaretten ulaşıma, dolaşım ve pazarlara, mülk edinmeden kredi sistemine, bankalardan borsalara vb vd tüm alanlarda daha fazla derinleşen ve merkezileşen uluslararası emperyalist sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yasal ve anayasal düzenlemelere gidilmiştir. Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki bütün ekonomik sektörlerin hepsi özel teşvik porgramlarını da kapsayan yasal düzenlemelerle çok uluslu tekel sermayedarlarına ve onlara yarı-sömürge temelinde bağımlı komprador tekelci burjuvaziye sunulmuştur. Bu durum özellikle 1990’lardan bugünlere kadar çok daha yoğun bir şekilde sürmüş ve uluslararası emperyalist sermayenin de çok daha derinleşmesi ve merkezileşmesine uygun olarak bağımlılık  ilişkisi de aynı doğrultuda derinleşmiş ve merkezileşmiştir. Türk devletinin de bu düzlemde yukarıdan aşağıya balans ayarlarıyla sürekli dizayn edilmesini ortaya çıkarmıştır. Zira daha önceki statükolarla sürdürülemez durum, uluslararası sermayenin derinleşmesi ve merkezileşmesine uygun hale getirilmek zorundaydı. İşte Osmanlı’dan TC’ye özde aynı olan çeşitli değişik ekonomik konseptler ve paketlerle uygulanan emperyalist kapitalist politikalar bugün de içerisinden geçtiğimiz süreç itibarıyla tekçiliğin yeniden üretimi kapsamında hayata geçirilmektedir. ‘Resmi tek devlet, tek bayrak, tek millet, tek dil, tek vatan, tek tarih, tek düşüncevb’ eksenli tekçiliğin, Kemalizm düzlemindeki yüzyıla yakın uygulanan paradigması yerine Sünni Türk İslam ekseninde tekçiliğin yeniden üretimi sürecinin öne çıkarılarak hayata geçirildiği bir güncel durum içerisindeyiz. Osmanlı’dan bugünlere kadar Anadolu ve Mezopotamya’nın çoraklaştırılmasına yönelik egemenlerin baskı ve zulümleri, soykırımları ve katliamları, inkar ve asimilasyonlarının bugün de devamı niteliğinde kültürel soykırım ve katliamları kapsayan resmi her bir millet, dil, inanç, devlet, tarih, kültür, bayrak, düşünce vd konularda tekçilik ve tekelcilikten hiç vazgeçilmeden dindar ve kindar bir nesil yetiştirme konseptleri sürmektedir. Çok eskilere gitmeden yakın süreçlerimizde ’90’lardaki Sivas ve Lice Katliamı, birkaç yıl önce Roboski’de gerçekleştirilen katliam, Gezi Haziran Ayaklanması’na yönelik baskı ve katliam, Ali’siz Alevi ve Haşhaşiler vb argümanlarıyla gerçekleştirilen manipülasyon saldırıları, şu ana kadar beş, altı ve hatta yedincisi devreye konulan “Alevi Çalıştayları” ve “demokratik açılım, çözüm projesi, Kürt açılımı, barış, eve dönüş” adlarıyla son derece eşitsiz koşulları ve eşitsizlikleri içeren tekçiliğin dayatılarak yeniden üretimi konseptleri ve uygulamaları devam etmektedir. 12 Eylül anayasasını aratmayan ama ona da sözde lanet okuyarak kendini var etmeye çalışan yeni anayasa tartışmalarında ‘yetmez ama evet’ diyenleri de arkasına alarak halkta yaratılan bütün algı yönetimleri ve manipülasyonlar, ‘yetmez ama evetçilerin’ bir manivela olarak kullanıldıktan sonra bir kenara atılmaları, ‘cami- cemevi projeleri’, çok kutuplu emperyalist dünyanın ABD ve AB emperyalist blokları güdümünde yönlendirilen ve Arabistan-Katar-Türk devleti tarafından organize edilerek önce El Nusra ve IŞİD’i desteklemeleri sonra ise başarılı olamayınca ‘terörist’ listesine almaları eksenindeki gelişmeler devam etmektedir. Karakol- kalekol ve baraj inşaatlarındaki artış, kadın ve cinsel yönelim içerisindeki LGBTT bireylere yönelik şiddet ve katliamlar, faşist Erdoğan’ın PKK’ye gönüllü katılan ‘çocuklar’ üzerinden “B ve C planlarını devreye sokacağız” diyerek tehditler içeren açıklamaları dikkati çekmektedir. Başbakanın ‘Bayrak indirme’ gelişmesiyle ortalığı velveleye vererek yüzündeki maskeyi çıkarıp, “Bayrağı indiren çocuk dahi olsa farketmez” diyerek sahtelikleri açığa çıkarken, saldırganlıktan vazgeçemeyerek kendini var etmedeki ısrarı devam etmektedir. Bu kapsamdaki egemen sınıf kliklerinin muhalefet kanadındaki parti ve güçlerinin tekçilikte somutlanan ‘bayrak sevdalarının’ yeniden hortlaması, mevcudundan hiç de daha ileri ve olumlu olmayan başkanlık sistemindeki ısrarı, yakın süreçte Cumhurbaşkanlığı seçiminde kurulu sömürücü düzenin hükümetinden muhalefetine egemen sınıf kliklerinin ihtirasları ve hummalı çalışmaları, Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki halk kitlelerine yönelik bütün manipülasyonları ve daha birçok örnek verebileceğimiz sömürücü ve zulümkar faşist Türk devletin tekçiliğinin yeniden üretimi süreci sürdürülmektedir. Bütün tarihselliğini de koruyarak özde aynı ancak farklı versiyonlarda bir devamı olarak somut ve güncelliğiyle esaslı olarak devam etmektedir. Muasır medeniyet aldatmacalarıyla geçmişten bugüne “demokratikleşiyoruz, ilerliyoruz” safsatalarına karşı politik iktidar perspektifiyle radikal devrimci militan çizgi ve mücadelede yoğunlaşarak Sosyalist Halk Savaşı’na katılıp, tekçi ve ötekileştirici tüm paradigmaları kökleriyle parçalayalım ve Sosyalist Cumhuriyetler Birliğini kuralım.        

Önceki İçerikKESK ‘İç Güvenlik Paketine’ karşı alanlara çağırıyor
Sonraki İçerikOrtadoğu girdabında Irak sancısı ve IŞİD gerçeği!