Faşizme Karşı Mazlumlarla Dayanışmak Devrimci bir Tutumdur!

Elbette Kürt Ulusal Hareketi’nin haklı zeminde yürüttüğü savaş da sonuçlarıyla ülke kamuoyunun AKP aleyhine gelişmesinde belirleyici rol oynayacaktır. Tam da burada tüm devrimci ve sosyalist güçlerin Kürt cephesiyle gireceği dayanışma pratiği de önemli bir roldür. Faşist saldırılara, katliamlara ve savaşa zorlanan Kürtlerin kendisini savunma savaşından daha meşru bir reaksiyonu olamaz. Bu savunma savaşı elbette ki, stratejik bir yönelim olarak benimsendiğinde çok daha anlamlıdır. Fakat her durumda haklı ve meşru olan Kürt hareketiyle dayanışma ve ittifak içinde olmak ötelenemez bir görevdir. Topyekun başlatılan gerici savaşa karşı bütün devrimci güçlerin devrimci cephe olarak yanıt vermesi elzemdir. Savaş biçiminden demokratik mücadele araçlarına kadar tüm olanaklar kullanılarak gerici savaş püskürtülmek zorundadır

HABER MERKEZİ(20.08.2015)- Gazetemizin 105.Sayısında yayınlanan ‘’Faşizme karşı Mazlumlarla dayanışmak devrimci bir tutumdur.’’ Başlıklı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz.

Faşizm istisnai tarihsel şartlarda alttan örgütlenerek gelebilmiş ve belli bir müddet sürdürülmüştür. Fakat faşizmin alttan örgütlenerek gelmesi, yani toplumsal kitleler içinde belli bir taban bularak iktidarlaşması ifade ettiğimiz gibi istisnai denecek kadar cılız ve tarihte ender rastlanan ironik bir durumdan ibarettir. Görüldüğü iktidar süresi de göreli olup, insanlık tarihine kara bir leke ve insanlığa karşı suç olarak tarihin karanlığına erkenden gönderilmiştir. Bilinen örnekler dışında faşistler dahi kendilerine faşist deme, faşizmi savunma cesareti gösterememişlerdir. Onun evrensel olarak bir suç olarak kabul edilmesi sebepsiz olmadığı gibi bir tesadüf de değildir.

Ancak faşizm bütün bu gerçekliğe rağmen belli bir tarihsel süreçten itibaren ve günümüzde olmak kaydıyla dünya satında birçok devlet ve iktidar şahsında mevcut olup hüküm sürmektedir. Onu suç kabul etmek zorunda kalanlar gericiliklerinin handikabı ve sınıfsal karakterlerinin ürünü ya da yansıması olarak ona sarılmakta ve uygulamaktadırlar. Fakat faşizmi alenen savunmaları kendilerini teşhir ederek iplerini kendi elleriyle çekmek anlamına geleceği için, açıktan savunma yerine onu(faşizmi) demokrasi, cumhuriyet gibi değerlerle isimlendirip maskeleyerek, örtüp gizleyerek ve parlamento-meclis-anayasa-yargı-seçim gibi kurumsal örgütlenme ve göstermelik araçlar maharetiyle farklı biçimler altında uygulamaktadırlar. Ki bunların birçoğunda uyguladıkları bu örtünme-gizleme taktiği yeterli görülmediğinde bu maskelerini bir kenara fırlatıp atarak askeri, sivil darbeler yoluyla açıktan faşizme başvurdukları bilinen gerçektir. On yılda bir ya da daha kısa zaman dilimlerinde darbelere başvurdukları yaşanan yakın tarih tarafından gösterilmiştir.

Dolayısıyla yaşanan sınıflı toplumlar tarihi faşizmin açık uygulanması-açık faşizm biçimi ve parlamento peçesi ile maskelenmiş faşizm biçimi olmak üzere iki biçimine şahit olmuştur. Parlamento maskesi altında uygulanan faşizm iktidar sahiplerinin diktatörlüğünün ihtiyaçlarına tam yanıt veremeyince,(ya da faşist klikler arasındaki iktidar çatışmasında) askeri darbeler devreye sokularak yasalarını devreden çıkarıp doğrudan veya maskeye gerek duymadan alenen faşizmi uygularlar. Bu koşullarda uygulanan faşist diktatörlük Askeri Faşist Diktatörlük olarak nitelenir. Dolayısıyla buralardaki faşist diktatörlükler parlamenter maskeli faşist diktatörlük ve askeri faşist diktatörlük olarak ayrışan bir diktatörlük tanımlamasına tabidir.

Askeri faşist darbelerle tahkim edilen parlamenter maskeli faşist diktatörlük biçimlerine verilecek en iyi örneklerden biri hiç kuşkusuz ki ‘’TC’’ devletidir. ‘’TC’’ devleti süreci ve pratik tecrübesi bu diktatörlük biçimine ‘’biçilmiş kaftan’’dır. Devlet örgütlenmesi ve yönetim biçimi sürekli faşizm olmasına karşın, kurduğu ve ihtiyaç duyduğunda Askeri Faşist Cuntalarla (AFC) açık faşizme geçerek devre dışı bıraktığı göstermelik parlamento ile kendisini bir parlamenter sistem ve ‘’Cumhuriyet’’ olarak lanse etmektedir. Göstermelik de olsa ‘’parlamenter sistemle’’ bir arada-uyum içinde sürdürülemeyen faşist diktatörlük, tam da sürdürülemez bir diktatörlük biçimi olduğu için on yıllık periyotlarla parlamento maskesini çıkararak açık faşizme başvurmak zorunda kalmıştır. Evet bütün gerici diktatörlükler gibi, bu diktatörlüklerin en ırkçı, en saldırgan ve en barbar olan faşist diktatörlük insanlığın tüm değerlerine düşmanlıkla aykırı, toplumların gelişmesinin önünde zifiri karanlıktan bir köstek, halklara kıyım ve acıdan başka bir şey vermeyen, ırkçı milliyetçi ilkel ve tekçi özüyle temsil edilen ırk ve milliyette kendi dışındaki tüm ırk ve milliyetleri yok etmeye yönelen insanlık dışı bir paradoks olması nedeniyle sürdürülemez bir ideoloji, sürdürülemez bir siyasi sistem, sürdürülemez bir gericilik ve sürdürülemez bir diktatörlüktür. Nitekim, sadece ‘’TC’’ devletinde değil, diğer tüm tecrübelerinde de aynı zeminde tekerrür eden paradoksla sürdürülememiş, sürdürülemeyen, sürdürülemez bir skandal ve kara leke olarak görülmüş, görülmektedir.

Ortak özellik olarak işkence, katliam, baskı, gerici zor ve şiddet ve her türden insanlık dışı eylemle birlikte, ırkçı milliyetçiliğin en ilkel-barbar biçimde uygulama şampiyonluğuyla kafatasçı ideoloji ve siyasi pratik bu diktatörlüklere karakter verendir. Tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek devlet, tek din gibi tüm tekçilik zırvası bu faşist formatın belirgin tezleri olarak öne çıkar. İkinci ortak özellik ise, ekseriyetten günümüzde temsil edilen devlet ya da yönetim biçimlerindeki bu faşist diktatörlüklerin birinci özelliklerinin yanı sıra, gerçek yüzlerini demokrasi, cumhuriyet gibi değerlerle cilalaması ya da maskelemesidir. Buna başvurması onun insanlık değerleriyle örtüşmemesi ve bahsini ettiğimiz paradoksunu kanıtlayan bir gerçeklik veya zorunda kalışıdır.

Gerici devleti korumak için gelen her hükümet faşizmi uygulamak zorundadır

AKP ve istisnasız olarak öncesi tüm iktidarlar gerek sınıf karakterleri gereği, gerekse de üzerinde bulundukları veya bekasının bekçiliğini yaptıkları devletin sınıfsal dokusu gereği faşizmi uygulamaktan ileri gidemediler ve bunun sonucu olarak kronik bir istikrarsızlığın göbeğinden kurtulamadılar. Elbette söz konusu faşist diktatörlük realitesi emperyalizme bağımlılığın da doğrudan sonucuydu-sonucudur. Devletin emperyalizme bağımlı zemindeki ekonomik ve siyasi şartları ile sınıfsal niteliği-dokusu onun faşist karakterini koşullayan nedenlerdir. Bu anlamda ‘’TC’’ devleti ve yönetim biçiminde var olup uygulanan faşizm, niyetlerle ya da ‘’iyi cumhurbaşkanı’’, ‘’iyi başbakan’’ veya tersinden ‘’kötü cumhurbaşkanı’’, ‘’kötü başbakan’’ gibi yüzeysel yaklaşımlarla açıklanamaz. Belli anlamda kişilerin geçici devletin ya da kurumların kalıcı olduğu evrensel gerçektir. Erdoğan ya da Davutoğlu’nun, bu bağlamda AKP’nin gitmesi ve yerine CHP, dolayısıyla Kılıçtaroğlu’nun gelmesi, ya da başka bir düzen partisinin gelmesi ne devleti ve ne de yönetim biçimini nitel olarak değiştirebilir. Belli bir halk kitlesi içinde nispeten yaygın bir kanaat veya a-politik geri bilinç yansıması olarak; ‘’Kılıçtaroğlu iyidir’’ vb. vs. söylemlerine sıklıkla rastlanmaktadır. Meselenin Kılıçtaroğlu’nun iyiliği-kötülüğü olmadığı kavranmak, kavratılmak durumundadır. Bu yanılgı kitlelerin düzenle bütünleşmesini sağlamakla birlikte, kitlelerin düzenle bütünleştirilmesi için özellikle yaygınlaştırıldığından da söz edilebilir. İyi niyetle bu fikri savunanların olduğu açıktır fakat bu iyi niyetin sınıfsal bir tavırdan yoksun olduğu, sınıf sorunlarının iyi niyetlerle çözülemeyeceği bilince çıkarılmak suretiyle kavratılmak ve kitleler ikna edilmek durumundadır. 

Devlet zor aygıtıdır. Gerici devlet gerici zor aygıtıdır. Faşist devlette faşist bir aygıttır. Devlet veya kurumlarının kalıcı olduğu geçerli olduğu veya temel kurumlarıyla devletin kalıcı olduğu şartlarda, eğer bu devlet faşist karakterde ise, bu devletin anayasası ve anayasal temel kurumlarıyla bu devleti korumak, temsil edip sürdürmek görevi ve zemininde gelen her hangi bir hükümet veya başbakan kim olursa olsun faşizmi uygulayacak demektir, faşizmi uygulamak zorundadır.

Aksi durum ancak mevcut devlet ve düzeni tanımayan, onu temellerinden değiştirip yıkmayı hedefleyen şartlarda mümkündür. Bu da düzen içi hareket veya düzen partilerinin rolü ya da yapabileceği bir eylem değildir, çünkü bu devrimci bir eylemdir ve sınıf iktidarını değiştiren bir harekettir. Burjuva faşist düzen ve gerici sınıfların egemen olduğu devlet ve düzen şartlarında bu mümkün değildir. Sınıf iktidarının değiştirilmesi bir yana, demokratik partilerin düzen içindeki demokratik muhalefetleri bile mevut düzen içinde nefes alamamakta, biraz aykırı ses çıkaran partiler parlamento dışına çıkarılıp kapatılmakta ya da vekilleri yargılanarak hapsedilmektedir.

Bütün bu gerçeklik bir şeyi kesin olarak kanıtlar ki, devletin devrimci zor ve eylemle yıkılması şarttır. Sınıf mücadelesinin bu zeminde keskin bir nitelik alması zorunlu ve kaçınılmazdır. Gerici faşist devleti yıkıp burjuva gerici düzene son vermenin ve sosyalist bir devlet ve düzenin kurulması devrimci sınıf savaşının Sosyalist Halk Savaşı niteliğinde yürütülmesiyle mümkündür.

Bugün AKP faşist diktatörlükte ısrar etmekten de öteye, onu en azgın boyutlara taşıyarak tırmandırmaktadır. Saldırganlığını derinleştirerek adeta bir darbe hukuku ve pratiği uygulayarak toplumu sindirip mutlak yönetimine biat etmeye zorluyor. Toplumun ve özelde de Kürt ulusunun demokratik, ulusal, kültürel, ekonomik, siyasi hak ve taleplerini karşılamayı faşist diktatörlüğünün çıkarları ve sınıf iktidarının gereği benimsemediği için, tek yol olarak faşizmi tırmandırmakta aramaktadır. Bugüne kadar uyguladığı katliam ve baskılar nasıl ki AKP’nin mutlak hakimiyet ve kalıcı istikrarını sağlamaya yetmediyse, bugün başvurduğu katliam, baskı ve saldırganlıkta da çaresiz ve aciz kalmaktan kurtulamayacaktır. Dahası başvurduğu bu devlet terörü, saldırı ve darbe baskıları devrimci dinamikleri geliştirerek ters tepecek, sonunu yakınlaştırmaya hizmet edecektir. Açık ki, bu sona yol açacak olan yegane şey devrimci sınıf savaşıdır. Ama mevcut durumda azgın saldırı ve katliamlar gerçekleştirme süreciyle içine girdiği oyun emperyalist stratejiler temelinde yürüyen bir oyundur ki, bu AKP’nin batağa saplanmasından başka bir sonuç vermez, vermeyecektir.

AKP’nin girdiği savaş girdabı sadece bir erken seçim kaynaklı hesapla açıklanamaz. Başlattığı savaşın geniş bir arka planı vardır. Bu arka planda emperyalist projeler tayin edicidir. İktidarına dönük aleyhteki gelişme eğilimi gören AKP emperyalizmle anlaşmalar yaparak durumu kotarmaya çalışsa da, bunun boş bir uğraş olduğu ve bizzat anlaşmalar yaptığı emperyalistlerce planlı bir şekilde batağa doğru sürüldüğü açıktır. Mevcut saldırganlık sürecinin AKP’ye neye mal olduğu elbette yakın tarihte görülecektir. AKP bunu fark edip düşünebilse de başka çaresi olmadığı için son umut olarak emperyalizme yaranmaktan başka bir yetenek gösterememektedir.

Kürtlerle savaşa sürülen AKP ‘’bindiği dalı kesen’’ adam durumundadır. Emperyalist projelerin AKP’yi bilinen mevcut sürece sokarak eritmesi AKP’nin anti-emperyalist olma özelliğinden değil, bilakis emperyalizme bağımlı olmasının kaçınılmaz sonucudur. Zira emperyalizm düşüş ivmesine girerek kan kaybeden, iktidar süresince yıpranan ve giderek kitle desteğini yitirmeye doğru giden AKP maşasının bu gidişatını belli bir plan dahilinde hızlandırarak devre dışı edip stratejilerini daha iyi yürütebileceği yeni maşalar hazırlamakta ya da devreye sokma eğilimindedir. Elbette AKP’nin Kürtlere ve IŞİD’e dönük politikalarda ilgili emperyalist haydutla örtüşmemekte olduğundan da bu maşa değişikliği zemin bulmaktadır. İstikrarı koruyamayan duruma gelen bir iktidar emperyalist projelerin uygulanması için ideal olan değil, kullanılmış bir paçavra olarak bir kenara atılması gerekendir emperyalizm için. Muhtemelen AKP bu akıbeti okuduğu içindir ki, emperyalizmle belli anlaşmalar tazelemekte ve şuursuzca saldırılara girişmektedir. Tüm argüman ve Kemalist iktidarlarla farklı olduğunu göstermeye çalıştığı Kürt sorunundaki biçimsel yaklaşımlarını yok sayarak savaş sendromlarına kulaç atması başkaca izah edilemez bir taktik değişimdir. Faşist sınıf karakterine rağmen biçimsel ve söylem olarak izlediği siyaset-taktik faşizmini gizlemeye dönükken, özünden ileri gelen şimdiki açıktan faşizm taktiğini benimsemesi bahsini ettiğimiz taktik değişim olarak, ancak son çırpınışlarının ifadesi ve izahı olabilir.

Oysa AKP için daha akıllıca olan siyaset barış sürecini kusursuz olarak yürütüp belli bir siyasi istikrar oluşturmasıdır. Zira emperyalist sermaye savaşın ve dolayısıyla siyasi istikrarsızlığın boy verdiği Türkiye-Kuzey Kürdistan pazarında karlı talanını sürdürmesi mümkün değildir. Genişletilmiş-Büyük Ortadoğu Projesi veya daha basit biçimde bölge için öngördüğü emperyalist planlarını pürüzsüz olarak hayata geçirmesi de mevcut savaş ve siyasi istikrarsızlık koşullarında olası değildir. Yani emperyalizm savaşla belirsizliğe gömülen ve istikrarın olmadığı güvensiz bir pazar, somutta bir Türkiye-Kuzey Kürdistan istemez. Çünkü bu, talanı ve projelerini uygulaması için gereklidir. Her bakımdan açık ki, AKP iktidarı sürdürülemez olanda ısrar ederek sürdürülemez olan iktidarını sürdürmek için çırpınıyor ama çırpınırken daha fazla batıyor. Birkaç aylık süreç AKP’nin girdiği kuyudan çıkamadığını göstermeye yeterlidir.

Elbette Kürt Ulusal Hareketinin haklı zeminde yürüttüğü savaş da sonuçlarıyla ülke kamuoyunun AKP aleyhine gelişmesinde belirleyici rol oynayacaktır. Tam da burada tüm devrimci ve sosyalist güçlerin Kürt cephesiyle gireceği dayanışma pratiği de önemli bir roldür. Faşist saldırılara, katliamlara ve savaşa zorlanan Kürtlerin kendisini savunma savaşından daha meşru bir reaksiyonu olamaz. Bu savunma savaşı elbette ki, stratejik bir yönelim olarak benimsendiğinde çok daha anlamlıdır. Fakat her durumda haklı ve meşru olan Kürt hareketiyle dayanışma ve ittifak içinde olmak ötelenemez bir görevdir. Topyekun başlatılan gerici savaşa karşı bütün devrimci güçlerin devrimci cephe olarak yanıt vermesi elzemdir. Savaş biçiminden demokratik mücadele araçlarına kadar tüm olanaklar kullanılarak gerici savaş püskürtülmek zorundadır.

Mazlumların savaşını desteklemekten, barbarlara karşı mazlumlarla ittifak etmekten daha devrimci bir sınıf tavrı olamaz.

 

Önceki İçerikMevcut Siyasi Süreç ve Proleter Devrimci Yaklaşım!
Sonraki İçerikErken Seçimi Boykot Etme Tavrı Tartışılmalıdır!