Her devrimci, sosyalist bulunduğu alanda militanlaşmalı, faşizme karşı hayatın her alanında karşı koymalıdır. Sokaklar, mahalleler, üniversiteler, köyler, stadyumlar, fabrikalar, tarlalar yani bir bütün olarak yaşam alanlarının tamamı direniş mevzisine dönüştürülmek zorundadır. Çelişkilerin bu denli keskinleştiği bir dönemde saflar da bir o kadar keskinleşecektir. Ya devrimci-sosyalist saflarda bu gerici ablukaya karşı hep birlikte mücadele edeceğiz, ya da hep birlikte yok olacağız
HABER MERKEZİ (21.02.2016) – “Faşizm adım adım yaklaşıyor” söylemleri arasında, “faşizm” açık açık, bağıra bağıra yaşam alanlarımıza, mahallelerimize, doğamıza hatta taraftarı olduğumuz futbol takımlarına dahi saldırıyor. Elbette bu “faşizm” bugün icat olmadı ya da Erdoğan’la birlikte gelmedi. “TC” devleti faşist yüzünü zaman zaman meclis, yargı, araştırma komisyonları vs. ile maskeler. Zaman zaman ise buna gerek dahi duymaz, faşist yüzünü açıkça gösterir ve halklara saldırmaktan bir an bile çekinmez.
7 Haziran seçimlerinin ardından da AKP/Erdoğan iktidarı, faşist yüzlerini maskelemeyi bıraktı ve topyekun savaş politikasına geçtiler. Bu savaş politikası sadece dağdaki “teröristleri” vurmadı elbette. Kırlık alanlarda özel güvenlik bölgeleri ilan edilerek, geniş çaplı askeri saldırılar başlatıldı. Gerillaların bulunduğu yüksek rakımlı, girilmesi zor dağlık alanlar savaş uçaklarıyla günlerce bombalandı. Saldırının bir başka boyutu ise Kürdistan’da ki özyönetim ilan eden ilçeler oldu. Devlet özyönetim ilanında bulunan ilçelere topyekun saldırıya geçti. Öyle ki Sur’da kullanılmayan askeri ekipman, Sur’a sokulmayan askeri birlik kalmadı. “TC” devletinin en seçkin olarak adlandırdığı SAS ve SAT komandoları, bordo berelileri, tankları, topları ile NATO’nun en büyük askeri güçlerinden olan TSK; günlerce, haftalarca Kürdistan’da şehirleri, ilçeleri bombaladı, yaktı, yıktı. Ancak tüm bunlara karşın neredeyse üç ay olmasına karşın Sur’a hala tamamen girebilmiş değil.
Saldırılar başta Kürdistan’a, direnen Kürt Ulusuna yönelik oldu elbette. Ancak saldırının tek boyutu bu değildi. Topyekun savaş konseptiyle birlikte ülkenin dört bir yanında sosyalistler, yurtseverler, devrimciler gözaltına alınarak tutuklandı. Doğa katliamları pervasızlaşarak arttı. Hatta o denli ki, devlet güçleri futbol takımlarına dahi saldırır, taraftarlara cezalar yağdırır hale geldi. İstanbul’da emekçi mahalleler adeta devletin karakolları haline getirildi. Devletin tüm bu saldırıları daha da ağırlaşacak ve üst boyutlara ulaşacaktır.
Kürdistan’da saldırılar devam edecektir
Erdoğan/AKP iktidarı bu savaşı bu denli, bu boyutlarda uzun süre devam ettiremeyeceklerini biliyorlar. Ancak bu savaşın bir süre daha bu şekliyle topyekun, kentlerin bombalanması, sivillerin katledilmesi şeklinde devam edeceğine kesin gözüyle bakabiliriz. Kuzey Kürdistan’da YPS ve YPS-Jın kuvvetleri, koca bir orduya adeta kök söktürüyor. Son 3 aylık süreç içerisinde yaklaşık olarak 350-400 arası devlet gücü öldürüldü. Elbette bunlar asgari olarak tahmin edilen rakamlar. Gerçeğin bunların daha üstünde olduğu biliniyor, bir de bunun üstüne AKP/Erdoğan iktidarının MİT aracılığıyla Suriye’den Kürdistan’a taşıdığı cihatçıları da eklersek, sayı katlanarak yukarıya çıkacaktır.
Ancak tüm bunlara karşın devlet bu savaş sürecinden öyle birden bire çıkıp, bitirdik diyemez. Fakat “Bahara kadar bitireceğiz” söylemleri AKP/Erdoğan iktidarının elini zayıflatan bir yerde duruyor. Şehirlerde yaşanan direnişin bahara kadar devam edeceğini söylemek gerçek dışı olmayacaktır. Baharla birlikte karlar eridiğinde ise, dağlar canlanacak, HPG gerillaları geçmişe oranla çok daha önemli bir rol üstlenecektir. Devlet güçleri tüm bunları görmesine karşın, saldırılarına devam edecek ve anayasa sürecini bu çatışmalı ortamda yahut çatışmalı ortamın hemen ardından başlatmaya çalışacaktır.
Bunca sivil insan katledilirken, ilçe merkezleri bombalanırken sessiz kalmak objektif olarak AKP/Erdoğan diktatörlüğünü desteklemek manasına gelir. Bodrumlarda insanlar katledilirken, Erdoğan süreci ustaca yönetmeye çalışmış ve büyük oranda da başarılı olmuştur. Ancak tüm bunların karşısında da azımsanamayacak derece rahatsız bir kitlenin olduğunu ve çelişkilerin derinleştiğini de görmek gerek.
Faşizmin bir diğer yüzü: Cerattepe
Faşist AKP/ Erdoğan iktidarı elbette saldırılarını sadece tankla, topla yapmamaktadır. Bu saldırılar bir bütün ve amaç sömürü düzenini alabildiğince ilerletmek ve onu korumak. Nazım’ın da dediği gibi “Hiç bir korkuya benzemez halkını satanın korkusu”. AKP/Erdoğan iktidarının uzun zamandır doğa talanı, ekolojik dengeye saldırıları, yandaş şirketlere doğayı peşkeş çektiği bilinen bir gerçek. Yapılan HES’ler, doğa katliamlarına yol açan köprüler, hava limanları, ormanların yok edilerek betonlaştırılması, maden şirketlerine teslim edilmesi ve daha sayısız örnek bunun açık kanıtlarıdır.
Gelinen aşamada ise halkın doğa katliamlarına karşı tahammülü kalmamıştır. Karadeniz’de, Ege’de halk artık doğasını talan ettirmek istemiyor ve tüm baskılara, saldırılara karşın doğasını koruyor. Bunun son örneği ise Artvin Cerattepe oldu. Yandaş şirketlere peşkeş çekilen Cerattepe için halk bir kez daha ayağa kalktı. “Doğaya zarar gelmeyecek” yalanları arasında, devlet gücünün arkasında ağaç kesimleri çoktan başladı. Halkın biriken öfkesi ise bu kez Cerattepe’de patladı. Faşizm bir kez daha doğasını, suyunu koruyan halka azgınca saldırdı.
Birleşik halkın öfkesi AKP/Erdoğan iktidarının karşısına dikilmediği sürece, doğanın talanı da çok daha hızlanacak ve devam edecektir.
İstanbul’da devlet terörü artarak devam ediyor
Elbette saldırılar bunlarla sınırlı kalmadı, kalmayacaktır da. Faşizme, kapitalizme karşı direnen herkes bu saldırıların hedefinde olacaktır. İstanbul’un geçmişten bu yana ezilen, saldırıların hedefinde olan tüm bunlarla birlikte direniş destanlarının yazıldığı mahallelerde bu hedeften bağımsız görülemez. Gazi Mahallesi’nde günlerdir süren devlet terörü bunun en açık göstergesidir. Ancak devletin yeni bir “savaş konsepti” bulunuyor. Devlet güçleri artık gaz bombalarıyla, TOMA’lar ile değil silahlarla saldırmakta.
Bunun en bariz örneği ise 20 Ocak’ta Küçük Armutlu’da katledilen Yılmaz Öztürk’tür. Öztürk’ün katledilmesinin hemen ardından burjuva medyaya “Karakola saldıran terörist vuruldu” şeklinde haberler servis edilmiştir. Devlet güçleri bir kez daha kendilerini “terörist” demagojileriyle aklamaya çalışıyor. Tıpkı Günay Özarslan’da, Dilek Doğan’da, Dilan Kortak’ta yaptığı gibi, tıpkı Kürdistan’da her gün katlettiği sivil insanlarda yaptığı gibi!
Bu saldırıların sonu gelmeyecektir. Devlet İstanbul’un emekçi mahallelerinde dört bir yanda zırhlı araçlar, özel harekatçılar bekleterek seyyar karakollar kuruyor ve halkın buna alışmasını istiyor. Amaç tüm bu katliamların meşrulaştırılması ve kimsenin bu katliamlara ses çıkarmaması sağlamak.
Topyekun saldırılara karşı topyekun direniş hattı
Devletin bu süreçte geliştirdiği topyekun saldırılara karşı birleşmekten, mücadele etmekten başka herhangi bir seçeneğimiz yok. Tarih, AKP/Erdoğan faşizmine karşı birlik olmayan, mücadele etmeyen, saldırlar karşısında susanları affetmeyecektir. Her dönem yapılan mücadele çağrıları bugün artık en üst boyutlarda kendini hissettirmektedir.
Her devrimci, sosyalist bulunduğu alanda militanlaşmalı, faşizme karşı hayatın her alanında karşı koymalıdır. Sokaklar, mahalleler, üniversiteler, köyler, stadyumlar, fabrikalar, tarlalar yani bir bütün olarak yaşam alanlarının tamamı direniş mevzisine dönüştürülmek zorundadır. Çelişkilerin bu denli keskinleştiği bir dönemde saflar da bir o kadar keskinleşecektir. Ya devrimci-sosyalist saflarda bu gerici ablukaya karşı hep birlikte mücadele edeceğiz, ya da hep birlikte yok olacağız.