FITRAT VE BİZ

Erdoğan’ın son fıtrat konuşması, halkın kendisine sunduğu desteği daha bir pekiştirmek içindir. Devletin çok yönlü, açık ve gizli faaliyeti ve desteğiyle güçlenen İslam, halkın çoğunluğunu derin etkisi altına aldı. Erkeğin mevcut egemen, kadının ise uyruk rolünün, devlet başkanı tarafından meşru görülmesi, çoğunluğun kesinlikle onayını alıyor. Söz konusu çoğunluğun hem erkeği hem de kadını, Tanrısı erkek olan bir dinin temel düsturu olarak görüyor bunu zaten. Erdoğan’ın ana derdi, din değil, yığın desteği ve mutlak egemenlik duygusudur. İmam hatip okullarını, camileri, kuran kurslarını, tarikatları ve benzeri dini kurum ve faaliyetleri yaygınlaştırmasının nedeni, yığın desteği ve mutlak egemenlik duygusudur. 
Çoğunluk itibarıyla Türkiyeli kadın zaten köle ruhludur. Bu ruhun en az beş bin yıllık bir geçmişi vardır. Böylesine muazzam bir geçmişe sahip olan ruh, Erdoğan’ın fıtrat söylevine, uyrukluk veya ikinci cins beyanına itiraz etmez. İtiraz edeni de yaka paça dışarı atar. Erdoğan, efendi sevgisine, içselleşmiş, doğal hukuk gibi güçlenmiş kölelik duygusuna hitap ediyor.
dine inanan hiçbir insan, kendini özgür hissedemez. Değişmez mutlak kuralların, buyrukların içinde yaşayan bir özgürlük; bu kutsal kuralların, buyrukların efendisine itirazsız, eleştirisiz, kuşkusuz secde eden bir özgürlük. Kuralları ve efendisi olan bir özgürlük. Böyle bir özgürlük olabilir mi? 
Dinin Türkiye solunu da fena halde etkilediği açık. Türkiye solu eskiden ahlakçıydı, şimdi daha çok ahlakçı. Din hiç kuşku yok ki bir yaşam tarzı. İnanıyor diye kimseyi kınayamayız. Bu tarza da saygıyla yaklaşmak zorundayız. Bu tarzın fıtratçıları bizleri ezmeye başladıklarında, bunlara karşı düşüncelerimizi eğip bükmeden, uhrevi sislere büründürmeden mücadele etmek zorundayız.
Ölülerimizi camilere sokuyoruz. Çocuklarımızı sünnet ettiriyoruz. Düğünler, kınalar ve nikahlar gırla gidiyor. Dini bayramlarda kutlama mesajları gönderiyoruz. Şeflerimizi ve onların düşüncelerini özgürce eleştiremiyoruz. Özgürlük denen nesneyi bazı alanların dışında tutuyoruz. Ailede hala biraz efendi veya köleyiz. Özdeşlik ilkesini haddinden fazla önemsiyoruz. Eşcinselliğe papazlar ve imamlar gibi yaklaşmasak da, onu hala zıt cinsellik gibi doğal bir olgu olarak değil de bir tercih olarak görüyoruz. Yaşam idealimizi, 
din adamının cennette dondurması gibi biz de altın çağda, komünizmde donduruyoruz. Saymakla bitmez. İnsanı değerlendirirken öncelikle yaşam tarzına bakmalıyız.
Her yeni düşüncenin, ister iktidarda olsun, isterse muhalefette, kendi yaşam tarzını kurması, iktidara hem düşüncesi hem de kurduğu yaşam tarzıyla yürümesi gerekiyor.

Önceki İçerikİYİ BİR TAHLİLCİ OLMALIYIZ
Sonraki İçerikSokakları zapt edecek çetin mücadeleye hazır olalım!