Gezi’nin birinci yılı ve düşündürdükleri…

Gazetemizin 84. Sayısında yayınladığımız Gezi Ayaklanması’nın birinci yıl dönümünde ülke genelinde yapılan eylemlerin eksiklikleri ile yaşanan sürecin analizinin yapıldığı yazımızı okurlarımızla paylaşıyoruz 

HABER MERKEZİ (19.06.2014)- Gezi  Ayaklanması’nın üzerinden  tam  bir  yıl  geçti  ve  Gezi  Ayaklanması’nın birinci  yıl  dönümünde  karşıt  güçler  bir  kez  daha  sokaklardaydı. Korkutanları  korkutan “çapulcular”,  bu  kez  ne  bir  yıl  öncesi  kadar  kitleselleşebilmişti, ne de  sesleri  bir  yıl  öncesi  kadar  gür  çıkıyordu. Bunun  neden  ve  niçinlerini  tartışarak doğru  dersler  çıkartmamız  gerekiyor. Meseleyi  bu  yönlü  irdelemeden  önce, karşıt  güçlerden  biri  durumunda  olan  hakim  sınıfların  konumlanışına  bir  göz  atmak  gerekiyor. İstanbul, İstanbul  olalı, “çapulcular”, “çapulcu”  olalı  hiç  bu  kadar  biber  gazlı, TOMA’lı,  hiç  bu  kadar  coplu- silahlı  polis  gücüyle  karşı  karşıya  gelmemiş  ve  İstanbul  bu  kadar  eli  kanlı işkencecilerin  postalları  altında  kalmamıştı. İstanbul’a tam  25  bin  polis  yığılmıştı. Özel  timi, sivil  polisi  ve  palalısı da  cabasıydı.  Deniliyor ki  bu  iktidar  döneminde  en  büyük  operasyon  10  bin  askerle  Kandil’e  yönelik  sınır  ötesi  operasyonudur. “Çapulcu”ların  sokağa  çıkmalarını  engellemek  için ise  İstanbul’a 25- 30  bin  polis  konumlandırılıyor. Yani  “en  büyük  operasyon” un  üç  katı. Bu,  korkutanların,  ne  kadar çok  korktuklarının  en  açık  ifadesi  oluyor. “ Polisimi  A’dan  Z’ye  yetkili  kıldım”  diyen  bir  başbakanın  polisleri de  elbette ki  orantısız  güç  kullanmaktan, yani  insanları  hiç  çekinmeden  öldürmekten, insanlara  işkence  yapmaktan, bütün  dünyanın  gözlerinin  içine   baka  baka  basın  mensuplarına  saldırmaktan  hiç  bi şekilde sakınmadılar.

Halkın adaleti bu kan içicilerin başta da baş hırsızın yakasına yapışacaktır

Göz  göre  göre   adam  öldüren  bir  polis  yargılanmıyorsa  bile, geride  halkın  adaletinden  başka  ne  kalıyor ki  artık. Ama  halkın  şaşmaz  adaleti  bu  kan  içicilerin, başta da  baş  hırsızın  yakasına  yapışacaktır. Bundan  hiç  kimsenin, ama  hiç  kimsenin  kuşkusu  olmasın. Sınıf  mücadeleleri  tarihi, benzer  diktatörlerin  dünyayı  nasıl  terk  etmek  zorunda  kaldıklarıyla  doludur.  Onlar  tarihin  çöplüğünde  bile  kendilerine  yer  bulamadı. On bir  yıldır  ülkeyi  komplolarla, provakatif  eylem  biçimleriyle, kitleleri  sürekli  bölmekle  yöneten  baş  çalanın  sonu da  gelmiş  geçmiş  diktatörlerden  farklı  olmayacaktır.

Aradan  geçen  bir  yılın  sonunda  yüzümüzü  geriye  dönüp  Gezi  Ayaklanması’nı daha  dingin  bir  kafayla  ve  daha  objektif  bir  yaklaşımla  değerlendirip, sağlıklı  dersler  çıkarabiliriz. Her şeyden  önce  Gezi’nin  kendiliğinden  bir  eylem  olarak  başladığı  su  götürmez  bir  gerçektir. Kendiliğinden  başlayan  bu  kitlesel  ayaklanmayı, her  siyasal  oluşum  kendi  potasına  taşımaya  çalıştı. Öyle  görünüyor ki, bu  direnişten  en  karlı  çıkanların  başında  Kemalistler  geliyor. Devletin  resmi  ideolojisi  olan  Kemalizm, özellikle  Türkiye  K.  Kürdistan  proleteryası  ve  ezilen  halklarının  komünist  önderi  İbrahim Kaypakkaya  yoldaşın  yoğun  bilimsel  çalışmaları  ve  ideolojik  mücadeleleri  sonucu  itibarsızlaştırılıp Kemalizm’in  faşist  yüzü  teşhir  edilmişken, özellikle  Gezi  Ayaklanması’ndan sonra  yeniden  halkımızın  “umuduymuş” gibi  gündeme  taşındı. Yeniden  itibar  kazandırılmaya  çalışıldı, hala da  bu  çabalar  özellikle  İşçi  Partisi, CHP, Atatürkçü  Düşünce  Dernekleri  ve  daha  başka  pek çok  sivil  örgüt  kurumları tarafından  yürütülmektedir. Burada  AKP’nin  oynadığı  rolü  unutmamak  gerekiyor. Her  ne  kadar  Kemalizm’e  karşılarmış  gibi  görünseler de, hatta  öyle olsalar  da Kemalizmin yeniden bu denli hortlatılması izledikleri politikaların  sonucudur.   

AKP iktidarına karşı gelişen mücadelenin dinamikleri

Faşist  AKP  iktidarının halka  yönelik  saldırıları, mezhep  kavgaları, insanların  her  türlü  özel  yaşamına  müdahaleleri, akıl  almaz  soygun, vurgun  ve  rüşvet  politikaları,aslı  astarı  olmayan  ve  hiç bir  zaman  bir  tek  adımı  dahi  atılmayan  Kürt  ulusuna  yönelik “çözüm”  politikaları  gibi  pek  çok  unsur  birleşince, AKP  karşıtı  olan  her  kesimden  kitleler  özellikle  gençler, sanatçılar, memurlar  kısacası  ezilen, horlanan  tüm  kesimler  Hindistan’ın  Gandi’si  vari öfkelerini  sokağa  taşıdı. Direniş  sadece  Türkiye  K. Kürdistan  coğrafyasında  değil, dünyanın  pek  çok  yerinde  yankısını  buldu. Farklı  renklerin, farklı  düşüncelerin  bir  arada  olması, hep  birlikte  faşizmi  lanetlemesi  elbette ki  önemliydi. Her  şeyden  önce  korku  çemberi  kırılmış, kitlelerin  kendilerine  olan  güvenleri  artmıştı. Kuşkusuz  Gezi  Ayaklanması birtakım  ezberleri de bozdu. Gezi Ayaklanması, faşist  iktidara  karşı, ayrılıklarımızdan  çok, birlikteliklerimizin  öne  çıkarılmasının  altını  çizdi. Ancak Gezi Ayaklanması daha da  önemlisi Komünist Partisi’nin  öncülüğü  olmadan, kendiliğindenci  hareketler  ne  denli  görkemli  olurlarsa  olsunlar, mevcut  iktidarı  yıkıp halkın  iktidarını, proletarya  diktatörlüğünü  kurma  şansına  sahip  olunamayacağının  kanıtı  oldu. 15-16  Haziran  Büyük  İşçi  Direnişi’nde  olduğu  gibi, bu   tip  hareketlerin devrimle  sonuçlanamayacağını  bir  kez  daha kanıtlamış oldu. Ancak  buradan  bir  devrim  çıkmasa  bile, devrimin  bir  avuç  aydının  veya  öncülerin  değil,  kitlelerin  eseri  olacağı  gerçeğinin  altı  çizilmiş  oldu. Gezi Ayaklanması’nın bize öğrettiği en önemli şey, Türkiye  K. Kürdistan  coğrafyasında  iktidarın  ele  geçirilmesi için  uzun  süreli  bir  mücadelenin  kaçınılmazlığının  kanıtı  olmasıydı. Yani  bir  andaki  devrim  beklentilerini  yerle  bir  etti  denirse  abartılı  olmaz.

MLM’ler, geçmişten  çıkaracakları  derslerle, geleceği  inşa  etmenin  kavgası  içinde  dal-budak  salıp emin  adımlarla iktidara yürür. Gezi  Ayaklanması’nı da  bu  anlayışla  yorumlamaya  çalışırlar. Gezi  Ayaklanması’nın en  eksik  kalan  yanlarından  biri ise  işçi  sınıfının  başına  çöreklenen  revizyonistler yüzünden,  işçiler  sınıf  gücünü  kullanarak  Geziyle  bütünleşemedi. İşçi sınıfı bir günlük  grev  kararlarını  bile  doğru  dürüst  hayata  geçiremedi. Sendika ağaları polis  şiddeti  karşısında  mücadeleyi  seçmek  yerine, uzlaşmayı  seçip   geri  çekildi.  Kürt  Ulusal  Hareketi de  aynı  pozisyondaydı. Olmayan “barış”  planına  helal  gelmesin  diye  uzlaşı   yollarını  seçti.

Sonuç  olarak, Gezi  ruhunun  öğrettiklerini  asla  küçümsemeden,temel  sloganları  olan  “Heryer  Taksim her yer  direniş” , “Bu  daha  başlangıç mücadeleye  devam” şiarlarıyla  uzun  soluklu, Komünist Partisi’nin önderliğinde bir mücadelenin  bizleri  beklediği  gerçeğinden  hareketle, kitlelerin  açtığı  isyan  bayrağını  daha  yükseklere  çekme  görevi  ve sorumluluğuyla  karşı  karşıyayız. 

Önceki İçerikKürt halkının meşru direnişi engellenemez!
Sonraki İçerikFaşist T.C tüm kurumlarıyla evine gönderilmelidir!