İç savaşın öngünlerinde militan bir sol ihtiyacı

Basit bir trafik kazasının, bir saat süren yağmurun felç ettiği büyük şehirlerdeki yaşamı felç etmek için ileri teknolojik cihazlara sahip olmaya gerek yoktur. Devrimci yaratıcılığı cüretle birleştirmek, AKP faşizmine karşı mücadele araçları geliştirmekte yeterli olacaktır. Faşizme direnmenin insan olmak için zorunluluk olduğu bugünlerde seyirci olmanın yarınlar için tarihsel sorumluluğu büyüktür. Unutulmamalıdır ki bugünlerden geriye “Bir yarına gidenler kalır, bir de yarın için direnenler.”

HABER MERKEZİ (23.01.2016) – Adı konulmamış bir iç savaşın başladığı bugünlerde, doğruları söylemek ve haklının yanında saf tutmak devrimci hareketin tarihsel sorumluluğunun sadece küçük bir kısmı olabilir sadece. Gezi Ayaklanması solu bir bütün olarak sarsmış olsa da somutta hiçbir hareket buradan bir sıçrama noktası yakalayamadı. Bu yönlü çabaların tümü, solun önümüzdeki süreçte toplum yaşamındaki söz hakkını da belirleyecektir.

AKP’nin imha siyasetinin kısa özeti

AKP hükümetinin klikler çatışmasında sağladığı mutlak zafer sonrasında “Tüm komşularla sıfır sorun siyaseti” ABD eksenli Rusya ve İran’a karşı girişilen enerji kaynaklarının kullanım dengelerini değiştirme hamlesi olan Suriye işgali ile birlikte “TC bölgesel güçtür” meydan okumasına eviriliyordu. “TC”nin bölgesel yayılmacılık hayalleri her dönem olmuştur. SSCB sonrası yakın dönemde Özal’ın Trans Kafkasya projesi ile alenen Türki Cumhuriyetleri yedekleme gayreti fiyasko ile sonuçlanmıştı. AKP ise Suriye sahası üzerinden hem enerji nakil hatlarında bir bekçilik kapmayı hem de bölgede üstlenen PKK’yi tasfiye etmeyi amaçlamaktaydı. Bir taşla iki kuş, bir koyup üç alma klasik Türk egemen siyaset yapma retoriğidir. Emperyalist güçlerin onayına karşın TSK böylesi bir işgalin bataklık olacağı konusunda ayak diretince, AKP, IŞİD ve El-Nusra gibi cihadist çeteler üzerinden sahada rol oynama stratejisini benimsedi. Afganistan işgalinde Özbek ve Taciklerle kuzey ittifakını kuran, Irak işgalinde Barzani ve Talabani ile ittifak kuran emperyalistler Suriye işgalinde tarihi bir hata yaparak cihadistlerle ittifak yapıyordu. Emperyalizm diğer ülkeleri askeri işgal harekâtlarında, her dönem sosyal tabanı olan ittifak güçlerine ihtiyaç duymuştur. Cihadistlerin, emperyalistler ile Suudi-Katar-TC’den aldıkları para ve silahlarla diğer muhalif grupları kısa sürede fiziken yok etmesi ve denetimden çıkması bölgeye ilişkin tüm işgal planlarını altüst ediyordu. Emperyalist ülkelerin vatandaşlarını TV şovu gibi gösterilerle infaz eden, onları açıktan tehdit eden ve bu tehditleri katliamlara dönüştüren cihadistlerin hiçbir kabul edilebilirliği yoktu. Rüzgârın yön değiştirmesi ile Kürt dinamiklere olan ihtiyaç ve destek bir anda artıyordu. Emperyalizmin Suriye stratejisi diğer bir emperyalist güç olan Rusya’nın fiilen sahaya çıkması ile tamamen çökmüştür. Bu iflasın en büyük kaybedeni de “TC”dir. Hem bölgesel yayılmacılık hayalleri yerle yeksan olmuş hem de imha etmeyi hedeflediği Kürt Ulusal Hareketi’ni tasfiye etmek bir yana Kürt Kantonları realitesi ile karşı karşıya kalmıştır. Bu saatten sonra ise AKP faşizminin Türkiye-Kuzey Kürdistan siyaseti de saldırgan ve imhacı bir konsepte dönüşüyordu.

Devrimci hareketin genel durumu

Ülke topraklarında devrimci hareket tarihsel çıkışı itibariyle kendini üç gelenek üzerinden tanımlamaktadır: Çayancılar, Deniz Gezmişciler ve Kaypakkayacılar. Solun bu militan gelenekleri yarım asra yaklaşan mücadele geçmişleri ile ülke ve dünya tarihi açısından pek çok değeri halklara armağan etmişlerdir. Bunların uzun uzadıya dökümü bu yazının konusu değildir. Tüm farklılıklarına karşın bu üç geleneğin, onlara karşı olanlarda dahi bir saygınlığı halklar nezdinde bir itibarı ve ağırlığı bulunmaktadır. Tam bu noktada karşımıza şu yakıcı sorunsal çıkmaktadır: “Statik bir durumda bu saygınlığı korumalı mı yoksa onu kaybetme pahasına ileri taşıyacak yeniliklerin arayışında mı olmalıyız?” Uzun bir dönem devrimci hareket tercihini ilk seçenekten yana kullandı. Bu durum devrimci hareketin kendini hayattan koparması ve demokrasiyi askıya almasını da beraberinde getirdi. Devrimci bir hareketin omurgası değiştirme samimiyetidir. Bu omurga ne kadar güçlü olursa gelecek idealleri o oranda nesnel bir gerçekliğe dönüşür. Tersi bir durum olarak bu omurganın yitimi ise hareketin dürüstlüğünü tartışılır kılmaya başlar. Söylem ve eylem çelişir, eylem yapmak için yapılan eylemler ortaya çıkmaya başlar ve amaç-araç yer değiştirir. Her şey değişir ve statükoya karşı samimiyetle hareket eden her değişim çabası kıymetlidir. Devrimci hareket içerisinde Gezi sonrası yapılan bu yönlü tartışmaların hepsi büyük önem arz etmektedir. Bir yanda geniş bir kitle tabanı olan örgütlerin bunu somut bir güce dönüştürme kanalları noktasında yaşadığı tıkanıklık ve öte yanda sosyal tabanı olmayan revizyonist-reformist akımlara sağlanan hareket serbestisi. İlk çelişkinin doğru çözümlenmesi ikincisinin de çözülmesini beraberinde getirecektir. Kesin olan şudur ki, statik bir aklın böylesi karmaşık çelişmeleri devrimin lehine çözümlemesi imkânsızdır. Burjuvazinin devrimci hareketin siyasal olarak olgunlaşmasını beklemesi gibi bir “kibarlık” sınıf savaşımın doğasına aykırıdır. Ezilenler güçlü bir partiyi-orduyu, eldeki kısıtlı imkânlar, siyasal yetkinlik ve ideolojik berraklık ile savaşın içinde inşa etmek zorundadır. Gelişen devrimci atılım fırsatlarını değerlendirmek, buna uygun somut hareket tarzlarını öncesinde belirlemekle ve hazırlanmakla mümkündür. Devrim bir sınıfın diğer sınıfı alt etme eylemidir. Ve bu eylemin yegâne aracı zordur. Bu konuda devrimci siyasetlerin önünde çok fazla seçenek bulunmamaktadır, ya devrim yapacak ya da laf. Safını devrimden yana belirleyen her birey, işin başında içsel çatışma sürecinde bu netliği yakaladığı oranda devrimi ileri taşır. Son kelamda günün ihtiyaçlarına cevap olmaktan çok uzak bir devrimci hareket realitesi tüm yakıcılığı ile karşımızda durmaktadır. Özel olarak Maoistlerin bulundukları her alanda özneleşme iddiası taşıması ve bunun bilinci ile hareket etmesi gerekir. Faşizme karşı tüm örgütlenmeler ve ittifaklar bugün hiç olmadığı kadar gereklidir.

Kuzey Kürdistan’ın yenilmesi Türkiye devriminim yenilmesidir

AKP’nin iflas eden Suriye politikasının ardından Kuzey Kürdistan’da HDP ile yakalanan sinerji egemen sınıflar açısından bir savaş konseptini zorunlu kılıyordu. “Verin 400’ü bu iş tatlılıkla bitsin” de somutlanan bu anlayış, diktatörlük için tüm demokratik kazanımlardan gönüllü vazgeçmemizi istiyordu. Türkiye-Kuzey Kürdistan devrim ve demokrasi mücadelesinin tarihi aynı zamanda direnişin tarihidir. Kazanılan hiçbir hak egemenlerin lütfu değildir. Verilen mücadelenin, ödenen bedellerin sonucudur. Türkiye-Kuzey Kürdistan halklarının AKP’den kurtulma zamanı gelmiştir. Bu AB-ABD gibi emperyalist güçlerin “demokrat arabuluculuğu” ile asla olmayacaktır. ABD tarihsel olarak her dönem bu coğrafyada faşist iktidarların baş destekçisi olmuş, demokratik kazanımlardan rahatsızlık duymuştur. AB’nin demokrasi havariliği ise işin ucu kendi çıkarlarına dokununcaya kadardır. AKP’nin mülteci şantajı üç maymunu oynaması için yeterli olmuştur. AB tipi “demokratlık” doğrudan kendi ülkesinin enerji ve silah politikalarından kaynaklanan savaşlara üst perdeden bakıp “bırakın yesinler birbirlerini” modundadır. Bunun içindir ki Türkiye-Kuzey Kürdistan ve Ortadoğu’da yeşerecek bir demokratik dönüşüm konusunda emperyalistler her dönem negatif faktörler olmuşlardır. Kuzey Kürdistan’ı katliamlarla insansızlaştırma ve direniş odaklarını tasfiye yönelimi bir şekilde başarılı olursa bu tüm kuzeyin IŞİD ve Hizbullahlaştırılmasını, Türkiye cephesinde ise en ufak bir muhalif sesin bile yaşam hakkı bulamamasını beraberinde getirecektir. Öte yandan direnişin Türkiye-Kuzey Kürdistan cephesine sıçraması ve imhanın geri püskürtülmesi ise devrim ve demokrasi güçlerinin ileri doğru büyük bir sıçrama yapmasını beraberinde getirecektir.

Basit bir trafik kazasının, bir saat süren yağmurun felç ettiği büyükşehirlerdeki yaşamı felç etmek için ileri teknolojik cihazlara sahip olmaya gerek yoktur. Devrimci yaratıcılığı cüretle birleştirmek, AKP faşizmine karşı mücadele araçları geliştirmekte yeterli olacaktır. Faşizme direnmenin insan olmak için zorunluluk olduğu bugünlerde seyirci olmanın yarınlar için tarihsel sorumluluğu büyüktür. Unutulmamalıdır ki bugünlerden geriye “Bir yarına gidenler kalır, bir de yarın için direnenler.”

 

Önceki İçerikDeniz Faruk Zeren: SANCI
Sonraki İçerikEmperyalizm karşıtlığı tarihtemi kaldı