İnfazlar ve toplu katliamlarla ‘Yeni Türkiye’

Yaşamın her alanında direnişi örgütlemek, katliamları boşa çıkaracak eylemleri pratiğe dökmek bugün birincil görevdir. Basit araçlarla sistemin sinir uçlarını hedef alan pratikler bugün hiç olmadığı kadar zorunluluk arz etmektedir. Böylesi bir katliam ortamında günlük hayatın hiçbir şey olmuyormuşçasına devam etmesine müdahale edecek araçlar geliştirmek zorundayız. Burjuvazinin diğer ülkelerdeki isyanlardan öğrendiği gibi bizler de direnişlerden öğrenmeliyiz. Kesin olan şudur ki, faşizm iktidarını korumak için ‘Bu kadarını da yapamazlar’ dediğimiz her şeyi yapacak bir cinnet hali içerisindedir. Böylesi bir vahşet, devletin son dönemde hayata geçirdiği ve topluma kabullendirmeye çalıştığı infaz politikası, Dilek Doğan, Dilan Kortak, Günay Özarslan, Yeliz Erbay, Şirin Öter ve Kürdistan’da yaşanan infazlar üzerinden militan bir çizgi ve komünist kararlılık kuşanılmadan geri püskürtülemez

HABER MERKEZİ (07-01-2016)- Gazetemizin 114. sayısında “İnfazlar ve toplu katliamlarla ‘Yeni Türkiye’ ” başlığıyla yer alan yazıyı okuyucularımızla paylaşıyoruz

Her devlet öldürür. Komünistlerin nihai olarak devleti ortadan kaldırma öngörüsünün içeriğini dolduran sebeplerden biri de budur. Burjuva devlet aygıtları ülkeden ülkeye nüans farklılıkları gösterse dahi, öz itibariyle emekçiler ve halklar için katliam makinesidirler. Egemen sınıfların çıkarları söz konusu olduğunda milyonlarca insanın hayatı onlar için bir rakamdan öte anlam taşımaz. Son yüzyıla iki dünya savaşı sığdıran emperyalist barbarlığın vicdanı sadece paradır. ABD’nin soğuk savaş döneminde Hiroşima’ya atılan atom  bombasından 3800 kat daha güçlü füzyon bombasını SSCB’ye karşı kullanma planları bugün 50 yıl zaman aşımı kalktığı için kamuoyuna açıklanan belgelerde net bir şekilde görünmektedir. Böylesi bir silahın yaratacağı yıkımın boyutları bile bizlerin hayal gücünü zorlarken, burjuvazi açısından öğle yemeğinde çorba içmek kadar normaldir.

Gezi Ayaklanması devlete ve devrimcilere çok önemli bir gerçeği bütün çıplaklığıyla gösterdi. Faşizmin sistematik gerici eğitim sistemine, devrimci fikirleri toplumsal hayatın dışına itme çabasına ve örgütsüzlük dayatmasına karşı kimsenin ciddiye almadığı, apolitik diyerek önemsemediği bir nesil ‘Ben de bu oyunda varım’ diyerek güçlü bir şekilde siyaset arenasına çıkıyordu. Orantısız zekâ, yaşam tarzına sahip çıkma temelinde organize oluyordu. Sokağa taşan bu itirazın politikleşmesi ve devrimci bir özne ile buluşması ihtimali  egemen sınıflar açısından ciddi bir tehlike olarak birinci gündem haline gelmişti. Egemenler, 7 Haziran seçimlerini bu yeni muhalefet dinamiğinin sağlaması olarak değerlendirdiler. Gezi ile açığa çıkan yeni jenerasyon politik arenada da yerini almaya başlıyordu.12 mart ve 12 Eylül de olduğu gibi bu nesilde bir şekilde yok edilmeliydi.

Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci dinamiklerinin birleşme eğilimi içerisine girmelerinin yarattığı sinerji ve dış politikadaki ‘emperyal’ hayallerin Kürt direnişi ile yerle yeksan olması egemen sınıfları konsept değişikliği arayışına itmiştir. Halklar eskisi gibi yönetilmek istemediklerini artık yüksek sesle ve sokakta dillendiriyordu. Kürt Ulusal Hareketi ile yürütülen ‘çözüm süreci’ ise oyalamacadan öte bir anlam taşımıyordu. Kültürel ve siyasi olarak tek bir somut adımın atılmadığı bol yaldızlı, boyalı cilalı bu balon patlamıştı. Uzunca bir dönem CHP’nin yedeğinde kalan seküler kesimlerin şoven kalıpları dahi çatırdamaya başlamıştı. İslamcı gericilik merkez sağı kendi etrafında likidite ederken karşıtı olan daha dinamik bir solun da fitilini ateşliyordu. Tüm işaretler bir isyanı ve militan demokrasi mücadelesinin ilmek ilmek geliştiğini gösteriyordu. Toplumsal ayaklanmaları bastırmada yüzlerce yıllık deneyimi olan burjuvazi, Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci dinamiklerinin olası isyanını olgunlaşmadan tarumar etme zorunluluğunun farkındaydı. Bugün Kürdistan’daki katliamlara gerekçe gösterilen hendeklerden çok daha önce, bu askeri operasyonların planlarının yapıldığı yüksek sesle ifade edilmektedir.

Bu imha operasyonu sadece Kürt halkına yönelik değildir, batıdaki şehirlerde yaşanan infazlar da işin diğer ayağını oluşturmaktadır. Egemen sınıflar böylesi bir yok etme operasyonunu belli bir zamandan beri planlamaktaydılar. Ülke içinde iktidarın pekiştirilmesi ve sorun yaratabilecek kliklerin etkisiz kılınması işin bir yönüyken, ülke dışında  uygun konjonktür yakalanması da diğer yönüydü. Cemaate karşı ulusalcı faşist dinamiklerle (Ergenekon) girilen ittifak, bu sürecin gidişatında önemli dönemeçlerden birisidir. Elindeki tek enstrüman çekiç olan devlet aygıtı için yeni dönem siyasetinde tüm sorunlar çivi olarak görülmektedir. Uluslararası arenadaki konjonktür da böylesi bir faşizan saldırganlık için fazlasıyla uygundur. ABD emperyalizmi tarihsel olarak bu ülkede demokrasinin gelişmesinin her dönem karşısında olmuştur. Burjuva demokrasisinin vardığı en ileri nokta ve ‘medeni dünya’ AB’nin yegâne gündemi ise Suriyeli mültecilerdir. 3 milyar Euro rüşvet ve vize serbestliği vaadi ile yapılan anlaşma sonrası “TC”nin  mülteciler için ‘güvenilir ülkeler’ statüsünde yer alması gerektiği konusunda bir mutabakat  sağlanıyordu. Yazının başında da belirttiğimiz üzere burjuvazinin ahlakını evrensel insani etik kuralları değil, sadece çıkarları belirler.

‘Ey komünistler ve devrimciler siz bu işe karışmayın’

Kürdistan’da keskin nişancıların sivillere yönelik sistematik katliamları ve ordunun direniş güçlerine karşı ağır silahlarla şehir içinde başlattığı operasyonlar, batıda yaşanan yargısız infazlar, Suruç, Ankara ve Amed katliamları, ilan edilen imha konseptinin son ayağıdır. Böylesi bir saldırı karşısında direniş yegâne seçenektir. Çok açıktır ki Kürdistan’da direnişin yenilmesi demek ülke genelinde katliamların katmerleşmesi demektir. Bu yönüyle direnişle dayanışmaya dönük her yönelim en katı şekilde bastırılmaktadır.

Türkiye-Kuzey Kürdistanlı komünistlerin süreci doğru okuması ve doğru konumlanması da hayati önemdedir. Bugün Kuzey Kürdistan’daki direniş ile devrim mücadelesi arasındaki diyalektik bağı kuranlar ve bunun gereğini yerine getirenler yarının kazananları olabilir. Yargısız infazlar bu yönüyle devletin bir anlamda  ikaz lambasıdır. Verilen mesaj tam olarak şudur: ‘Ey komünistler ve devrimciler siz bu işe karışmayın’ Faşizmin bu ihtarı karşısındaki konumlanış sınıf hareketinin yarınını belirleyecektir. Yaşamın her alanında direnişi örgütlemek, katliamları boşa çıkaracak eylemleri pratiğe dökmek bugün birincil görevdir. Basit araçlarla sistemin sinir uçlarını hedef alan pratikler bugün hiç olmadığı kadar zorunluluk arz etmektedir. Böylesi bir katliam ortamında günlük hayatın hiçbir şey olmuyormuşçasına devam etmesine müdahale edecek araçlar geliştirmek zorundayız. Burjuvazinin diğer ülkelerdeki isyanlardan öğrendiği gibi bizler de direnişlerden öğrenmeliyiz. Kesin olan şudur ki, faşizm iktidarını korumak için ‘Bu kadarını da yapamazlar’ dediğimiz her şeyi yapacak bir cinnet hali içerisindedir. Böylesi bir vahşet, devletin son dönemde hayata geçirdiği ve topluma kabullendirmeye çalıştığı infaz politikası, Dilek Doğan, Dilan Kortak, Günay Özarslan, Yeliz Erbay, Şirin Öter ve Kürdistan’da yaşanan infazlar üzerinden militan bir çizgi ve komünist kararlılık kuşanılmadan geri püskürtülemez.

 

Önceki İçerikDKH faaliyetçisi Dağlı serbest bırakıldı
Sonraki İçerikBirleşik mücadele hattı ve perspektifimiz