HABER MERKEZ (23.06.2015)- Tarihsel ve diyalektik materyalistler, bilimseldirler ve bundan ötürüdür ki somut ve nesnel gerçekliklere hürmet ederler. Çünkü üzerinde yükseldikleri ve hareketlerinin ilk başlangıç noktaları subjektif niyetleri değil tam da somut nesnel gerçeklerdir. Maddi zemini ve somut gerçekliği olmayan soyut ve subjektif bir yöntemle olgulara yaklaşmadıkları gibi sırf propaganda olsun diye de siyasetlerini doğru olmayan kurgular üzerinden ütopik olarak yürütmezler. Sözü, halk içerisinden çıkarak topluma önderlik etme iddiasıyla hareket eden ilerici, yurtsever, devrimci ve komünistler üzerinde din ve inanç sistemlerinin daha özelde ise İslam’ın etkilerinin vuku bulmasına getirmek istiyoruz. Bu durum başlı başına ayrıntılı ve bütünlüklü değerlendirmeyi gerektirecek bir görev olsa da sınırlılıklarımızı bilerek belli başlı yanları itibariyle bazı vurgularda bulunarak yetineceğiz.
İnançlar ve pek tabi ki dinler tarihi, insanlığın tarihiyle paralellik arzetmektedir ve oldukça eskilere dayanmaktadır. Tek tanrılı dinler ise buna göre günümüz dünyası gerçekliğine zaman açısından daha yakındır. Bu bağlamda tek tanrılı dinler, insanların sadece kendi başlarına özgürce seçtikleri ve yine onun gereklerini özgürce yerine getirdikleri bir inanış sistemi değildirler. Aksine Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam olarak belli başlıları bilinen tek tanrılı dinler, tıpkı her bir şey de olduğu gibi doğup büyüyeceği ve sonra da vadesi dolarak öleceği yada yok olacağı yani tarihe karışacağı gerçekliğidir. Bu yönüyle de tarihseldir ve aynı zamanda toplumsaldır da. Bunlarla da sınırlı değildirler ve keza sınıfsal, siyasal ve ideolojiktirler. Önemli bir açmaz ya da girdaptır ki günümüz dünyasının nesnel gerçekliğinde sömüren ve sömürülen, ezen ve ezilen içerisinde Yahudi, Hristiyan ve İslam inancına mensup kesimler söz konusudur. Binbir türlü ağlarla örülerek nesilden nesile etkisini sürdürmüştür. O halde ‘Müslüman mahallesinde salyangoz satmak’ ya da ‘dinime küfreden Müslüman olsa’ özdeyişlerindeki sakatlığı ya da yanlışlığı bir kenara bırakarak günümüz dünyasındaki diğer dinler için olduğu gibi İslam dini gerçekliğini de yerli yerine oturtup gardımızı alarak kaçınılmaz nesnel gerçekliği ifade etmemiz gerektiği açıktır.
Önemli bir ayrıntıyı burada belirtmeden geçmeyelim. Belli tarihsel ve objektif verili koşulları itibariyle günümüz İslam’ı da eski çağın ilk süreçlerindeki oldukça sınırlayan objektif verili olmayan koşullardan kaynaklı bilmeme ve bunun üzerinden oluşan korku vb lerinin ifadesi olarak çeşitli kalıplara büründürüp ona secde- itaat edilen bir olgu gibi ele alınamaz. Kuşkusuz ki belli bazı ortak ve girift yanları söz konusu olsa da birebir aynı olduğunu söyleyemeyiz ve hatta oldukça farklı nitelikleri-karakteristik özellikleri olduğunu vurgulayabiliriz. Nitekim sınıfsal, siyasal ve ideolojik, her şeyden önce kültürel olarak farklılıklar taşımaktadır.
Kurgulanmış ve yeni olarak insanlığa ve topluma sunulmuş her düşünce, program ve sistem hiç ama hiç kuşkusuz ki önceki ya da o zamana kadar ki var olana göre ‘daha iyi’ ve ‘daha özgür’ bir gelecek vadederek ileriye atılmak zorundadır. Yoksa hangi normal insan dikkate alır ya da onu benimser ki. Bu anlamda Yahudilik kendisinden öncekilerden ileri, Hıristiyanlık Yahudilik’ten, İslamiyet ise Hıristiyanlık ve Yahudilik başta gelmek üzere kendisinden önceki din ve inançlarden daha ileri bir tarihsel aşama ve verili objektif koşullarda ortaya çıktığı için hepsinin de ileri yanları elbette tarihseldirler ancak bir şartla ki geçicidirler de. Komünistler bu yönüyle göreceliliği-izafiyeti anlar ve kabul ederler. Şimdi, yani günümüz dünyası gerçekliğinde bütün bu dinleri ileri ve elbette ilerici olarak nitelendirebilir miyiz? Elbette ki hayır. Aynı şekilde İslam’ın yaşam ölçüsü olarak ‘hak, adalet ve eşitlik’ şeklinde hiç tasavvur edilebilir mi? Zira en başta Muhammed ve sülalesinin kendi yaşadıkları tarihsel koşullar düzleminde zenginler kulübü içerisinde olduğunu nereye bırakacağız. Ki haksızlık, adaletsizlik ve eşitsizliğin yani sınıfsal çelişkilerin varlığını nasıl izah edebileceğiz? Bu şekilde diğer dinler için olduğu gibi İslam’ı da ‘’demokratik’’ asla gösteremezsiniz. Çünkü hepsinin miadı dolmuş ve gerçekten tarihte kalmış olduğunu söyleyebiliriz. Bunları günümüz dünyası toplumlarında hala savunan on milyonlar ve ötesi bir nüfusa sahip olması onların tarihsel ve geride kaldıkları ve de yanlış oldukları gerçeğini değiştirmez. Bu temelde günümüz ilerici, demokrat, devrimci ve komünistlerinin İslam ve diğer dinlere ‘’ilericilik’’ misyonu yükleyerek tarihin devrimci mücadelede bir silah haline getirilmesinde başarılı olamayacakları tartışmasızdır. Güncel politika açısından belki başarılı olabilirsiniz ancak bu durum sizin arka planda ideolojik ve çizgi olarak doğru olduğunuzu asla göstermez. Tam tersine geride kalan ve objektif olarak eskiyerek gericileşen böylesi tarihsel mirasa sahip çıkanlar aslında paslanmış ya da şekere bulanmış mermilerle toplumlara karanlık köhne dünyanın sistemlerini aşılamış olurlar ki buda ancak yanlış ve eskinin özde ve içerik de aslında hiç de farkı olmayan çeşitli versiyonlarına çakılıp kalırlar. Devrimci komünistlerin toplumsal proje ve tasavvurlarının İslam’da dahil herhangi bir din yada inançtan tarihsel, köklü ve temelden ayrıldığının altını çizerek vurgulayalım. Bunların kıyaslanması bile hiç de yakışık almayan bir duruma işarettir. Hiç kimse kusura bakmamalıdır ki devrimci sosyalist ve komünistlikle dini ya da daha doğrusu Yahudiliği, Hristiyanlığı ve İslamiyeti bir arada tutamaz ya da örtüştüremez. Çünkü birbirlerinin varlık gerekçeleri ya da genetik kodları asla uyuşmamaktadır. Kan uyuşmazlığı gibi bir şeydir bu durum. Dolayısıyla bir insanın, grubun, hareketin ya da herhangi bir partinin aynı zamanda hem devrimci sosyalist ve komünist hem de Allah’a inanması gibi bir durumu hiç kimse tasavvur edemez, etmemelidir de. Böyle ifade edenlerin en iyimser haliyle mecazi bir şekilde hareket ettikleri yönlü değerlendirebiliriz, daha ötesi değil. Keza bilimselliği yani tarihsel ve diyalektik materyalizmi kendisine rehber alıp bu yöntemle bir yaklaşım içerisindelerse asla hem Allah’a inanması hem de Allah’ına kadar amiyane deyimle solcu- devrimci sosyalist ya da komünist- olması düşünülemez. Materyalizm ile idealizmin, materyalist ile idealistin ya da metafizikçinin aynı insanda eşit düzeyde ve barış içerisinde kardeşçesine ve kaynaşmış bir şekilde var olduğu tarihin hiç bir aşamasında görülmemiş, görülemeyecektir de. Böylelerine tarihi gerçekler itibariyle Sultan Galiyev’i hatırlatmak da fayda vardır. Günümüzün anti- kapitalist Müslümanları ya da bu temelde tanrıya inananlarını da elbette anlarız ve onlara politik olarak inançlarına saygı temelinde görüşlerimizi de ifade etmek isteriz.
Ancak bütün bu çarpık ve yanlış yaklaşım ve çizgiler burjuva dünya görüşü ve ideolojisi idealizm ya da metafizikten gıdasını alarak ikiyi bir etme yani felsefede dualizme secdeye durarak ona rıza gösterme durumudur. Eh tabi ki bu şekilde bir kavrayışa sahip olununca da sömüren ile sömürülen, ezen ile ezilen, burjuvazi ile proletarya ve emekçiler vd eşitsizlikleri bir kenara bırakarak koorperatif bir anlayışla bir arada kardeş kardeşe yaşanabileceği ve bunun da mümkün olduğuınun savunusuna girerler. Bununla da yetinmeyip devrimci sosyalist ve Komünistlere yani tarihsel ve diyalektik materyalistlere de haksız eleştiri saldırısında da geri durmazlar. Ve hatta daha da ileri gidilerek ‘solculukla dinsizliği eşit tutan kafadan bu ülkede bir şey çıkmaz, memleket ne çektiyse onlardan çekti’ denilip toptancı bir şekilde bütün faturayı solcu yani devrimci sosyalist ve komünistlere çıkarmak oldukça yakışıksız ve hiç de doğru olmayan bir yöntemdir. Oysa dünyanın ve tabi ki bu ülkenin devrimci sosyalist ve komünistleri, tanrıya inanan ve inanmayan ezilen ve sömürülenlerin kurtuluşu için canlarını seve seve vermekten geri durmamışlar, durmayacaklardır da. Bilinmeli ve kafalara net bir şekilde kazınmalı ki genel kavramlardan hareketle solculuk ile dinsizlik- buna inançsızlık ya da ateistlik de diyebilirsiniz- asla bir olamazlar.
Günümüz koşullarındaki güncel siyasal gelişmeler içerisinde Erdoğan’ın Kuzey Kürdistan’da seçim meydanlarındaki mitinglerde Kuran’ın Kürtçe mealini havaya kaldırarak oy devşirmeye soyunmasıyla, ‘ben inançlı bir Müslüman ve aynı zamanda solcu ve sosyalistim’ diyenler arasında dünya görüşü bağlamında özde bir farklılığının olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Siyasal ve sınıfsal farklılıkları dışında her ikisinin de bu noktada dünya görüşleri idealist ya da metafiziktir.
Bütün bu gerçeklikler ve gelişmelerden kaynaklı olarak devrimci sosyalistler ve komünistler tabi ki din ve inanç sistemleri itibariyle ideolojik ve siyasal açıdan yani dünya görüşü olarak Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet’e düşmandırlar. Aksine düşman olmamaları temelden büyük ve stratejik bir kırılmadır. Bu eksende devrimci bir sosyalist ya da komünist, pekala bir Yahudi, Hristiyan veya Müslüman olamaz. Asla unutulmamalıdır ki kendilerini böyle atfedenler dümeni idealizme ya da metafiziğe kırmış demektir. Ve asla Marks bir Yahudi ve diğer ustalar ve geçmiş devrimci sosyalist ve komünistler de herhangi bir dine sahip değillerdi. Onlar ki tarihsel ve diyalektik materyalist ve bu temelde de devrimci sosyalist ve de komünistlerdi. Eğer herhangi bir dine mesela İslam’a inanıyorsanız bu noktada devrimci sosyalist ya da komünist değilsiniz demektir. Bunun lamı cimi yoktur. Hem öyle hem böyle olmak asla ve asla devrimci sosyalistlerin ya da komünistlerin mayasında olan bir durum değildir.
Din ve inançlara yönelik teorik pratik politikalar pragmatik anlayışlara heba edilerek mücadele edilecek bir mesele olamazlar. Bu anlamda düşmana karşı mücadele ediyorum babında idealist ya da metafizik yaklaşımlarla pragmatist temelde politikalar yürütmek bizlere kazandırmaz aksine kaybettirir. Belki anlık ve günlük olarak kısa vadede sizlere kazandırabilir ancak ortas ve uzun soluklu ideolojik ve pratik politik mücadelede, başlangıçtaki pragmatik politikalarınız sizlerin önüne taş çıkartacağından adınız gibi emin olabilirsiniz.
Eğer herhangi biri ilerici ya da demokrat, devrimci ya da komünist olduğunu ilan ediyorsa ve buna rağmen ‘ben inanan bir Müslüman’ım, solcu ve sosyalistim’ diyerek ikilem içerisinde çelişkili konuşuyorsa bilinmeli ki doğru yanlış temelinde ideolojik mücadeleye yoluyla iknaya muhtaçtır demektir. Yoksa bu iki anlayışın bir arada uzun süre kalamayacağı gibi yanlışın doğruyu yiyip bitirerek sürekli galebe çalacağı günleri yakındır demektir. Zira hakim-egemen sömürücü sınıflar ve onların iktidarları, toplumları sadece baskı ve şiddetle yönetmezler aynı zamanda geleneklerin ölü ağırlığıyla da yönetirler. Nesilden nesile, aileden aileye, cemaatten cemaate, mezhepten mezhebe, aşiretten aşirete devralınarak taşınan din ve inaçlar sistemi ve silsilesi de bu geleneklerin ölü ağırlığı temelinde günümüzde yaşayan toplumların ve bireylerin beynine Ararat dağı kadar çökmüştür. Sınıflar ve sınıfsal eşitsizliklerin, bu temel üzerinden yükselen tüm geleneksel değer yargılarına karşı devrimci temelde tüm tarihselliğini de içerisinde taşıyan bütünlüklü ve köklü, stratejik ve temelli bir zihniyet değişimine yani bir kültür devrimine ihtiyacın olduğu tartışmasızdır. Bundandır ki devrimci komünistlerin, gerçek kahraman ve belirleyici öznesi olan halk kitleleriyle birleşmiş devriminin kültür devrimi niteliğinde olacağı son derece doğru ve bilimsel bir öngörüdür. Emperyalist-kapitalist hegemonya, çeşitli din ve inaçlara mensup kesimleri de ayrıştırıp böl- parçala-yönet politikası güderek yönetmektedir. İslam karşıtı ve İslamofobi meseleleri de bu şekilde ele alınarak halk kitleleri parçalı hale getirilip sömürü ve zulüm politikaları daha rahat uygulanmaktadır.
Kimileri de Medine Sözleşmesi’ne atıfta bulunarak ya da ona öykünerek çeşitli model-ler oluşturmaya çalışıyor. Her şeyden önce 620’li yıllar ile 2015’li yılların bir ve aynı olmadığı, olamayacağını kabul etmek zorundasınız. Diğer yandan hepimiz ortak bir paydada birleşmiş ve kaynaşmış Allah’a inanan müminler değiliz. Kendi aramızdaki husumetleri kan parası vs ile de ödemiyoruz aksine bizzat emperyalist-kapitalist dünya sistemi ve onun her bir bölge ve ülkedeki uzantısı stratejik uşak rejimleri halkların kanını geçmişten bu yana oluk oluk akıtmaktadır, kıyımlarla akıtmaya da devam ediyor. Bir de çevremizde sadece Müslüman ve Yahudi yoktur bununla birlikte farklı din ve inançlara hatta inanmayanlara yani inançsızlara mensup oldukça çeşitli insan toplulukları vardır ve onlara sadece bize tabi olmak zorunluluğu getirmek tekçiliğin başka bir versiyonudur. Bizler mümin olmadığımız gibi Allah yolunda akıtılan kanın intikamını da alma durumunda olmadığımızı ifade etmek isteriz. Öte yandan kısasa kısas temelli şeriat kanunları da tıpkı kendisi gibi eski, ilkel ve pek tabi ki oldukça yanlıştır ve günümüz ilerici, yurtsever, devrimci sosyalist ve komünistlerin benimseyeceği bir anlayış ve pratik politikaları olamazlar. Şimdiki durumda Hammurabi kanunlarına öykünenler büyük bir yanılgılı anlayış ve pratik içerisindedirler. Karşı- devrimci savaş ve kıyımlar dünya genelinde ve bir parçası olarak Türkiye-Kuzey Kürdistan’da devam etmektedir ve emperyalist- kapitalistler kendi savaş giderlerinin faturasını halk kitlelerine ödettirmektedirler.
Vergiler ve her geçen gün daha da artan zam, zulüm ve sömürü mekanizmalarıyla ezilen ve sömürülenlere karşı-devrimci savaş giderleri karşılatılmaktadır.
Sözün özü; Türk hakim sınıflarının Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki Türk-İslam(Sünni) sentezli faşist niteliği diğer inanç gruplarına baskı uygulamaya devam etmektedir. Ezilen inanç kesimlerine baskı, şiddet ve katliam devletin geçmişten bugüne egemen niteliği durumundadır. Alevi, Hristiyan, Yahudi vd tüm ezilen inanç gruplarına yönelik baskılara tam hak eşitliği ile meydan okuyan, hiçbir dile, millete, inanca, mezhebe özel imtiyaz tanımayan komünistler, özgül programlarla ezilen inanç kesimlerinin ‘Türkiye Cumhuriyeti’ devletine karşı meşru demokratik taleplerini destekler, dine inanan ve inanmayanların özgürlüğünü savunur.
Sosyalist Cumhuriyetler devletinde, din ile devlet işleri kesinlikle birbirinden ayrılacak, kişinin inanç özgürlüklerine herhangi bir kısıtlama getirilmeyecektir. Diyanet İşleri Teşkilatı tasfiye edilecek, bütün mezhepler üzerindeki dini baskılara ve bazı mezheplere tanınan imtiyazlara son verilecektir. Bu temelde mücadeleyi komünistler şimdiden yürütmektedirler.
Komünistler, Kürdistan, azınlıklar ve ezilen inanç grupları sorununun ele alınışında Türk ve Türkçü, Kürt ve Kürtçü, Sünni ve Alevici, Müslüman ve Hristiyan ya da Yahudi vb ulus- devletçi yada dinci ve mezhepçi bir anlayışa sahip olamazlar. Ulus-devlet cumhuriyetçisi kapitalist paradigmayı reddederler. Komünistler, ezilen ulus, azınlıklar ve her bir konudaki problemleri tam hak eşitliği ile göğüsleyen Sosyalist Cumhuriyetler Birliği bayrağını şimdiden yükseltirler. Komünist devrimci çizgi, çelişkilerin her bir özgülde aldığı biçim ve özgün niteliğinin ortaya çıkarttığı özgün görevleri enternasyonalist içerikteki komünist yürüyüşünün biçim itibariyle özel görevler olduğu sorumluluğunu kavrayarak hareket eder.