8 MART DUNYA KADINLAR GUNU ANKARA'DA DUZENLENEN ETKINLIKLERLE KUTLANDI. FOTO-HARUN OZALP-ANKARA-DHA

Kadın mücadelesinin tarihsel geçmişi, kendi içinde yaşadığı dönüşümler, özgürlük mücadelesine dair gerçekleştirdiği perspektif ve pratik çalışmalar sınıf mücadelesi tarihi olmaksızın ele alınamadığı gibi, ondan bağımsız değerlendirilmesi de eksiklik arz eder. Ve bilhassa sınıf mücadelesi tarihi kadın özgürlük mücadelesinin tarihi olmaksızın ne ele alınabilir ne de yorumlanabilir.

Tekrar olma pahasına bunları belirtmek zorunludur. Aksi yorumlar ve yaklaşımlar tarihin bilimsel motorunu öznel yanlar gözetilerek ele alma gayretinden başka bir işe yaramaz ve bilimsel tarih anlayışını toplum dışı yaklaşımlara heba eder. Dolayısıyla hatalı değerlendirmelerden sakınmak için özellikle de sınıf mücadelesi ile kadın özgürlük mücadelesinin bütünlüklü seyrine ve birbiri ardına sıralanmış bağlantılarına bakmak gerekmektedir. Ayrıca bu karşılıklı ilişkinin yetmezliklerini de özel bir uğraşla mahkum ederek kadın mücadelesinin nesnel zeminini mevcut sonuçlar üzerinden kuvvetlendirmek ihtiyaçtır. Ki bu bilimsel yaklaşımla ancak kadın özgürlük mücadelesi sınıf mücadelesi içinde geliştirilebilir, ileriye doğru çıkabilir.

Kadın mücadelesinin gelişim seyri kapitalizmin ilk çıkışından itibaren bir önceki toplumsal sistemlere oranla daha deneyimsel ve kurumsal tarza bürünmüştür. Kadınların mevcut güçlerini toplumsal alanların bütününde mücadele ile özdeş kılmaya başladığı bu süreç; toplumsal ilişkilerden, emek ve siyaset alanlarında soyutlanan kadının örgütlenme koşullarını da açığa çıkartmıştır.

Gerçek şu ki kapitalizmin şafağı olarak tarihlenen bu dönem, işçi sınıfında olduğu gibi kadın cinsinde de ekonomik, siyasal ve toplumsal alana yöneliminin aracı haline gelen zorunlu bir örgütlenmeyi ortaya çıkarmıştır. Bu sonuç sıklaşan baskılar karşısında, fabrikalarda, toplumsal alanlarda kollektifleşen insan faaliyetinin doğmasına, dolayısıyla da insanlar arası bilgi paylaşımının hızlanarak bir alanın sınırlarından ve bir sınıfın ihtiyaçlarından arınarak daha geniş kesimlerin yararlanacağı bir etkileşime dönüşmesiyle sonuçlanmıştır. Buradaki toplumsal eğilim özgürleşme eğilimi ile örgütlenme eğilimi arasında güçlü bir bağın oluşması üzerinden şekillenmiştir.   

Kadınlar adına kazanılmış bütün haklar verilen can pahası verilen mücadelenin eseridir

Aralarında kimi zaman ciddi nüans farkları olsa da kadın mücadelesinin ses getirmeye başladığı dönemde esas olarak bu dönemlerdir. Fakat burada altını kısaca çizmemiz gereken bir husus söz konusudur. Şöyle ki kapitalist sistem de dahi, adı “hak mücadelesi” olan şeyler kadınlar için başlı başına zor bir mücadeleyi gerektirmiştir. Sistem içi düzenlemeler- düzeltmeler diyebileceğimiz hak mücadeleleri, “burjuva özgürlükler çağında” da ağır, sancılı ve bedel ödeyici biçimde şekillenmiştir. İşçi kadının sendikalaşma talebi de burjuva kadınların oy hakkı talebi de öyle kolay, sıradan ve sistem tarafından hediye edilmiş şekilde gerçekleşmemiştir. Kadınlar bu talepler için uzun yıllar mücadele etmek zorunda kalmış, hatta hapis yatmış ve hatta katledilmişlerdir. Dolayısıyla da kadın tarihinin bütünü analiz edilirken, bu gerçeklikler göz ardı edilerek değerlendirilme yapılmamalıdır. Yapılması halinde anti-bilimsel bir tarih anlayışına düşülmesi kaçınılmazdır. Orta da bir yandan kar hırsından başka bir düşüncesi olmayan sermaye faktörünün emek karşısındaki savaşı, diğer taraftan ise erkek egemenliğinin iktidarı, rahatı ve konforu adına kadın cinsine uygulanan baskı ve ezme biçimlerinin kaba hali vardır.

Kapitalizm ilk dönemleri kadın mücadelesinin gelişiminin başlangıcını oluştururken, yanı sıra birde mücadelenin iki ayrı mücadele hattında ilerlemesi ile sonuçlanmıştır. Bu aslında olağan bir durumdur. Mevcut koşulların sınıflar arası ayrılığı, kadın mücadelesinin gelişim seyrini damgalamıştır. Marx, kapitalizmin çılgınca sömürü nedeniyle, fabrikada çalışan kadınların çocuklarına afyon vererek onları öldürmek zorunda kaldıkları koşulları çok çarpıcı biçimde analiz etmiştir. Sistemin işçi kadına tercih hakkı bile tanımadığı bu ağır iş koşulları, kadın işçinin sınıfsal karakterinin ve ihtiyaçlarının sonucu olarak, onu özgürlük mücadelesine kanalize etmiştir. Haliyle özel olarak kadın işçi cinsinden kaynaklı yaşadığı sorunlara neredeyse dokunmadan, mücadeleyi sınıfsal bağlamda geliştirmek için uğraş vermiştir. Bu durum işçi kadın için olağan bir sonuçtur. Çünkü işçi kadının baş çelişkisi, boynunda taşıdığı kölelik zincirlerinden biri olan ve özetle de en yakıcı faktörler arasında olan sermayenin artı-değer yoluyla kurduğu tahakkümdür.

Doğaldır ki böylesi koşullar altında kadının sınıfsal ihtiyaçları en temel mevzu halini almış ve denilebilir ki kapitalist sömürü koşulları altında evde çocuklara bakmak zorunda olan veyahut çocuğuna bakamadığı için ondan kurtulma zorunluluğu hisseden cins kadın olmuştur. Fakat bu sorunun nedenini sorgulamak yerine ya da bu durumu eleştirel bir bakış açısıyla ele almak yerine, doğallık atfedilen cinsiyetçi iş bölümüne ve ev içindeki erkek iktidarına boyun eğmiştir. Öz olarak kadın işçi, erkek egemenliği altında kadının ötekileştirildiği, ezildiği ve sömürüldüğü gerçeğini anlamada ve bu durumu politik mücadele ile buluşturmada başarılı olamamıştır.

Yine bu dönem açısından konuşacak olursak hem önderlik kısmında hem de talep ettiği şeyler bakımından sınıf mücadelesinin dışında içerikler taşımış olsa da genel olarak burjuva kadın hareketinin talep ettiği şeyler kadın cinsinin tarihsel kazanımlarına katkılar sağlamıştır. Temelde 18. yy sonları ve 19.yy başlarında burjuva sınıfı kadınları tarafından talep edilen ve o dönemde büyük oranda burjuva kadınını etkileyen oy hakkı, yüksek öğrenim hakkı, miras hakkı ve daha başkaca hak ve talepler mevcut zaman diliminde işçi sınıfından kadınlara dokunamamıştır. Bu taleplerin işçi kadına dokunamamasının temel nedeni sınıfsal farkın, ekonomik düzeyin birbirinden farklı olması ve bu taleplerden yararlanma imkanının ancak ekonomik anlamda bir alt yapıya ihtiyaç duyması gerçeğidir. Buna rağmen mevcut talep ve kazanımlar kendi dönemi içinde diğer sınıf ve katmanlardaki kadınların ihtiyaçlarına nüfus edememiş olsa da bir sonraki dönemlerde tüm sınıf ve katmanlardaki kadınların sistem içi taleplerine katkı sağlamıştır.

Bu anlamıyla mevcut kazanımları burjuva kadının istemleri, talepleri ve ihtiyaçları olarak telakki ederek, sınıfsal içeriğini vurgulayıp mevcut kazanımları toptan reddetmek doğru bir yaklaşım olmaz. İlk feministlerin bu talepler etrafında şekillenmesini de çok eleştirel bir kaba koymadan dönemin sosyo-ekonomik alt yapısına ve bu altyapı içinde bir biçimiyle yerini almış ve kesinkes burjuva erkeğine göre birçok haktan yoksun olan burjuva kadınının, çerçevesi sınırlı talepleri dönemin koşulları anlaşılarak ele alınmalıdır.

Kendi ihtiyaçlarının giderilmesi gerektiği düşüncesi, tüm sınıflarda olduğu gibi burjuva kadınında düşüncesidir ve o da kendi ihtiyaçları üzerinden bir politikaya yönelmiştir. Bu kısımda eleştirel yaklaşım sergilenmesi gereken durum, burjuva kadının talep ettiği şeyleri eleştirmek, ya da eleştirinin esas hedefine koymak değil; talep ettiği şeylerin sınıfsal çıkarlara yeri geldiğinde nasıl heba edildiğine dikkat kesmek, sınıf çıkarları sorununa gelindiğinde kadın özgürlük mücadelesine nasıl sırt dönüldüğüne bakmak ve tabiki eleştirmektir. 

Belirtmekte fayda var ki; bu kısmı ele alırken kadın mücadele tarihinin eksiklikleri göz ardı edilmemelidir. Sınıf olarak burjuva kadının hak mücadelesi, sınıfsal karşıtı olarak değerlendirdiğimiz ezilen emekçi kadınlara cins mücadelesinde olumluluklar kattığı gibi emekçi kadının çalışmalarına, yaşam ve emek alanındaki sömürü ve ezilme realitesine duyarsız kalmıştır. Hatta bizzat bu sömürüye katılımda sağlamıştır. Ve bu ilişki biçimi sınıflar arası çelişkiler dikkate alındığında kapitalist sistemin çıktısı olup, normal bir durumu ifade etmektedir. 

Emekçi kadının durumunu değerlendirdiğimizde ise; emekçi kadının burjuva kadının cinsel ezilmişliğine mesafeli yaklaşımı, sınıfsal egemenliğinin yarattığı avantajları mutlak ve genel bir iktidar aidiyeti olarak diğer ezilme biçimlerinden bağımsız ele alıp toptan reddetmesi cins mücadelesinin gelişmesinde engelleyici bir yan taşımıştır.

Cins sorunu farklılaşan sınıflara, ulus ve azınlıklara, inanç ve kültürel farklılıklara rağmen mevcut sistemde her kadına nüfus etmiştir. Bu reddedilemez bir olgudur. Genel olarak aralarındaki farklılıklar cins çelişkisini aynı koşul ve biçimde yaşamalarında ciddi değişikliklere neden olduğu bilinen bir doğruyken, cins çelişkisini aynı ağırlıkta muhakkak ki yaşamazlar. Emekçi kadının cins çelişkisinde yaşadığı sömürü ve ezilme en katmerlisi ve ağır olanıdır. Diğer ezilmişlik biçimleri ile olan sıkı ilişkisi nedeniyle emekçi kadının ezilmişliği perçinlenmiştir.

Bu analizden yola çıkarak, cins ezilmişliği ortak muhtevasını görmenin yanı sıra, cins mücadelesini doğru biçimde geliştirmenin ön koşulu da bu ortaklığın içindeki farklılıkları, derin ayrılıkları ve hatta kimi yerde birbiri arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi anımsayarak mücadeleyi ilerletme görevidir. Özellikle de ayrım noktası olarak alacağımız kısımlardan biri de ezme-ezilme biçimleri içinde kadınların hangi katman ve kategorilerde yer aldıklarıdır. Bunlar tartışılmadığı sürece, genel bir ortaklık aidiyeti altında birçok mesele belirsizleşir. Dolayısıyla da iç içe geçen, geçme nedeni bile tam tariflenemeyen meseleler dizgesinde bir doğrudan yanlış sonuçlar çıkartılabilir. Kadınlar sırf kadın oldukları için mevcut erkek egemen sistem tarafından ezilmekte ve sömürülmektedir. Bilinir ki burjuvazinin en üst kademelerinden yer alan bir kadında, cinsinden kaynaklı erkek tarafından şiddete uğrayabilir ya da kadınlığı üzerinden aşağılanabilir. Fakat burada kaçırdığımız nokta şudur. Her koşulda cins ortaklığı adı altında mutlak bir beraberlik taşınacağı fikri sorunludur. Burjuva sınıf karakterinin önemli bir özelliği de sınıfının ayrıcalıklarına olan düşkünlüğüdür ve bu özelliğiyle beraber ezilen emekçi kadınların üstünde sınıf farkıyla ezen olma karakterini korur ve bunu uygulamaktan geri kalmaz. Keza ezen ulus karakteri de kadına bir kimlik ayrıcalığı tanır ve kadın o ayrıcalıktan da yararlanabilir; yararlanıyor da. 

Kadın mücadelesinde teori yarına bırakılmadan güçlendirilmeli, eylem kılavuzuna çevrilmelidir!

Bu bağlamda şuna varmak istediğimizi belirtelim. Birçok mesele de olduğu gibi kadın özgürlük mücadelesinde kimi eksik yaklaşım ve değerlendirmelerde bulunma durumu gerçekleşebilmektedir. Muhakkak ki bunun nedenleri arasında birçok etmen var. Süregiden kadın çalışmalarımızın parçalılığı, pratik çalışma yetersizliğin yarattığı örgütlenme sorunları, araç ve yöntemleri kullanmaktaki mekanik tıkanıklığın yanı sıra birde siyasi yetmezliğin yaratmış olduğu sorunlar bulunmaktadır. Bunları teker teker açmak meseleyi uzatacağından sadece bir tanesi ele alıp konuya şimdilik bir virgül koymak doğru olacaktır. Son kısımdan başlayacak olursak eğer tüm alanlarımızda eksik olarak görülmüş ve birçok gazete yazımızın da konusu olmuş siyasi ve teorik yetersizlik meselesi kadın çalışmalarımızda da aşılması gereken başlıca sorunlarından biridir. Üstte de belirtiğimiz karmaşanın esas nedeni de budur. Teorik çalışmalarımız, siyasi bilinç oluşturma da yetersiz kaldığında sorunların özüne inme ve kavramları iç içe katmadan ele alma sorunu ne yazık ki zayıflamaktır. Her fikri ve anlayışı olabilirlik biçiminde ele alma, kavramları sorgulamama, bilimsel eleştiriye tabi tutmama pratiği gelişmektedir.

Değerince önem verilmeyen, özellikle de söz konusu kadın çalışmaları olduğunda basma kalıp yaklaşılan ve teorinin yoğunluğunda ezilmek istemeyen yaklaşımlar mevcuttur. Peki teoriye ilginin zayıflığı ne gibi sonuçlar doğurmaktadır. Mesela doğru yanlış ayrımı yapılmadan her argümanın kabul görmesi teoriye olan ilgisizlikle alakalı olabilir mi? Sorgulamak, eleştirmek ve bilgilerimiz ışığında bilimsel olanı sentezlemek teoriyi önemli kılıp, ona bir anlam biçer mi? Bu soruların cevabını şüphesiz her birimiz aynı cevapla karşılık veriyoruzdur.

Teori de yaşamsal yanlar taşır, insan pratiğinden ve deneyimlerden çıkar. Bu alan özellikle erkek cinsi tarafından tekelleştirilmiş bir alan olmasına rağmen, kadınlarda yakın dönem içerisinde buzu ciddi oranda çatlattılar. Burada mesele devrimci mücadele açısından da ele aldığımızda erkek cinsinin ‘hakimiyeti’ altında olan alanlara hücumdaki bilimsel irade de vücut bulmaktadır. Yani devrimci kadının teoriyi bir güç göstergesi olarak değil, yaşamın özü olarak mücadelenin gereğine uygun biçimde öğrenip kullanmasıdır. Tersinden onu yorumlamayı değil, değiştirmeyi hedefe koyan eylem kılavuzu olarak yaşamsal kılmasındadır.

Bu nedenle de kadın yoldaşlar tarafından teoriye yönelik mesafeli duruş aşılmalı, teoriyi öğrenmek için aşkın bir çaba sarf edilmelidir. Ve elbette kolektif bir çalışmaya dönüştürülerek yapılması ihmal edilmemedir. Yoksa bir kadın kadro ölümsüzleştiğin de ya da mücadeleyi bıraktığında tüm bilgi, deneyim ve birikim yıllar önceye dönülerek, yeni baştan yaratılmaya çalışılıyor ki, bizim tarihimizde de kadın çalışmaları bu tarihsel sorunu fazlasıyla deneyimledi.

Sözün özü teoriye ihtiyaç günceldir. Hele ki kadın çalışmaları söz konusu olduğunda teori ile ilişkimizi güçlü biçimde sağlamamız zorunludur. Teoriye karşı ilgi ve merak işi hem geliştirilmeli hem de sistemli bir çalışma ile süreklileştirilmelidir. Elbette ki teorimiz dar kapılar ardında, kitlelere taşınmamış, kendi meşguliyetine yeter bir program demek değildir. Aksine teorinin güçlendirilmesi, kuramsal öğretileri kadın kitlelerle bütünleştirme amacı olmaksızın olmamalıdır.

Tarihte teorik ve pratik manada ileriye çıkmış kadınları övmenin, onların yaptıklarına yüceltmenin şimdiki devrimci mücadele açısından zayıf bir övgü kaynağı olduğunu artık görmek gereklidir. Bilgiye, bilime erişim bu kadar rahatken, böylesi pratikler kadın özgürlük mücadelesini, teorisi ve pratiğiyle inşa etmiş tüm kadınlara haksızlık olur. Bu nedenle teoriye yönelimi güçlendirerek, pratik adımlarımızı daha sağlam ve güçlü atmak için somut programlarla işe koyulmak gereklidir.

Önceki İçerikAltı Gerici Partiden Bir Demokratik Blok Çıkmaz!
Sonraki İçerikEmperyalistlerin Bölgesel Paylaşım Savaşları, Dünyamızı Kan Gölüne Çevirmeye Devam Ediyor