KAHKAHALARIMIZLA GERİCİ BURJUVA EGEMENLİK SİSTEMİNİ BOĞMAK İÇİN KADINLAR YÖNETİME KADINLAR İKTİDARA!

Bülent Arınç’ın “Biz karısını 40 yerinden bıçakladıktan sonra sokak ortasında bırakan bir ahlaksız kocayı bugüne kadar duymamıştık. Sevdiğini bırakan, üstünden taksisiyle geçen edepsiz, vicdansızları hiç duymamıştık. Çocuklarının önünde cinayet işleyen vicdansızları bugüne kadar duymamıştık. Asıl yapılması gereken sizlerin iyi örnek olmasıdır. Onları iyi yetiştirmeliyiz. Bizler inanmış birer müslüman olarak Kuran’ı içindeki hükümleriyle, Peygamber Efendimizin Hadis’i Şerif’leriyle mutlaka okumalıyız. Haya meselesi çok önemlidir. Kadında olsa daha da güzeldir. Erkekler için de haya geçerlidir. İffet çok önemli. Sadece bir isim değil. Kadın için de bir süstür, iffet. Erkek için de bir süstür. İffetli olacak. Erkek de olacak. Zampara olmayacak. Eşine bağlı olacak. Kadın ise o da iffetli olacak. Mahrem, namahrem bilecek. Herkesin içerisinde kahkaha atmayacak. Bütün hareketlerinde cazibedar olmayacak, iffetini koruyacaksın.’’ beyanıyla ataerkil egemenlikçi tekçi gerici burjuva faşist anlayış ve bu eksen üzerinden yürütülen ve gelişen tartışmalar yeniden alevlendi.

Kemalist muhafazakar faşist klik ve bu yörüngenin etkisi altındaki kesimlerden tutalım da sivil toplum örgütlerinden reformistlere, yurtseverinden demokratlar ve devrimci kesimlere kadar yeniden tartışmaların vesilesi oldu. Arınç’ın yukarıdaki açıklamalarına dünya basınında tepkiler de söz konusudur. Özellikle Türkiye- Kuzey Kürdistan’da ki ahlak meselesinden tutalım da çocuk gelinler, aile içi şiddet, namus cinayetleri, LGBTİ bireylere yönelik ardı sıra  uygulanan şiddet vb gelişmeler dünya medyasına da taşınarak çeşitli tartışmalara vesile olmuş ve olmaktadır. Ünlü Femen bile ’’Üzgünüz Bülent Arınç, televizyondaki o ağlamaklı halinizi her gördüğümüzde kahkaha atmadan duramıyoruz. Türk kadınları direnin, özgürlüğün tadını çıkarın, hayatı sevin ve kahkaha atın, kahkaha atın, kahkaha atın…Diren kahkaha’’ twetini paylaştı.  

Bilindiği gibi insanlık tarihinde ilk olarak ayaklar altına alınan mesele, ataerkil- erkek egemenliği tarafından kadınların sömürüye tabi tutulmasıdır. İşte o gün bugündür ataerkil çizgi ve yönelim, özel mülk dünyası ve toplumlar sistemi içerisinde soğurularak sürekli yaşatılmış ve kendini varede gelmiştir. Faşist Arınç’ın açıklamasını da bundan bağımsız ele alamayız. Zira bu söylediklerinin arka planında yatan anlayış ve pratikleri yeni de değil aksine öteden beri savunulan çizgi ve siyasetleridir. Osmanlı’dan TC’ ye sömürücü egemenlik sistemlerinin kadına ve cinsel kimliklere yaklaşımı hep ırkçı faşist karakterde olmuş ve sürekli olarak tali, ikinci sınıf da değil üçüncü sınıf ve “eksik etek’’ olarak ele alınmıştır. Öyle ya bizzat İslamiyet’te kadının erkek kemiğinden yaratıldığı da savunulmuyor mu?

Kadın bedeni dahi metalaştırılarak burjuva gerici faşist politikaların ve özel mülkiyet çıkarlarının hizmeti için kullanıldı. Kürtajdan çocuk sayısına, türbandan mini eteğine, sözde laiklikten anti- laikliğe vb vd bütün konularda kadın ve cinsel kimliklere yönelik faşist Sünni Türk İslam sentezi ekseninde tekçilik dayatıldı.

Özel ve özgür yaşam o kadar algı yönetimleri ve manipülasyonlarla etki altına alınmıştır ki tekçiliğin dayatıldığı ve toplumun bu doğrultuda entegre edilerek dejenere edilmeye çalışıldığını söyleyelim. Öyle ki cumhurun başı seçim mitinglerinde faşist Erdoğan “ben Sünniyim Kılıçdaroğlu sen Alevisin Demirtaş sen Zazasın’’, “bırakın Türkiye’de Türk, Türk olduğunu, Kürt, Kürt olduğunu söylesin. Bunda ne var? Benim için bir ara ne dediler? Gürcü dediler. Afedersin daha çirkinini söylediler, Ermeni dediler. Ama ben Türk’ üm’’ beyanlarıyla toplumu bölerek, kin ve nefret anlayışı ve pratik politikalarıyla oy devşirmenin ve tekleştirmenin hesaplarından kaçınmamaktadır. Uluslararası emperyalist kültür hegemonyasının arkasına gerici değer yargılarını ve alışkanlıkları da alarak tekleştirmenin bu kadar yoğunlaştırılıp topluma şırınga edildiği bir coğrafyada devrimci komünist mücadelemizin aynı zamanda anti- feodal, anti- faşist ve bütün tekleştirmelere karşı köklü ve temelli bir karakter taşıdığını da vurgulamak isteriz.

Türkiye- Kuzey Kürdistan’da öylesine kanunsuzluklar, mantıksızlıklar ve insanı dehşete düşüren ilginçlikler gelişmektedir ki hayret etmemek elde değildir. Mesela en yakın yani bugünkü süreçte eşi tarafından şiddet uyguladığı ve aldattığı iddiasıyla boşanma davası açan bir kadına ev işlerini yapmadığı gerekçesiyle eşine 7 bin TL tazminat ödemeye mahkum edilme durumundan bir çok sorunlar gelişmektedir. Aynı şekilde LGBTİ bireylere taciz, tecavüz ve şiddete başvuranlar hakkında bizzat polisin kendisi “şöyle ifade verirsen az ceza alırsın’’ vb yönelimleriyle ataerkil erkek egemen sistemin geleneksel feodal- gerici değer yargıları ve alışkanlıklarıyla örtüşen yanların güçlü bir şekilde korunarak devam ettirildiğini söyleyelim. Bu anlamda “flört fahişelik’’ diyen Cemil Çiçek’ in açıklamalarından Erdoğan’ın kadınlara yönelik söz ve tutumlarına ve emperyalizmin uşağı devletin tüm kurum ve kuruluşlarıyla faşist ataerkil sistemin hamiliğini sürdürdüğünü belirtelim.

Çok uluslu emperyalist sermayenin derinleşmesi ve merkezileşmesine uygun olarak toplumun ve kadın başta olmak üzere tüm kesimlerin yeniden yapılandırılarak sermaye sistemine daha uygun dizayn edilmeye çalışılmasını elbette düşmanlarımızın kendi sınıfsal karakterleri gereği anlamaktayız. Bütün bunlara karşı son derece meşru ve zorunlu olan köklü ve temelden stratejik mücadelemizin de ezilen ve sömürülen sınıfların karakteri gereği anlaşılması gerekmektedir. Bu temelde bizimle düşmanlarımız arasındaki farkların da silikleştirilmeden ortaya konması ve buna göre bir mücadele yürütülmesi gerekmektedir. Asla unutulmamalıdır ki sömürücü hakim sınıflar, sadece acı kuvvetle yani şiddetle yönetmezler aynı zamanda geleneklerin ölü ağırlığıyla da yönetir. Bunun için ölü nesillerin geleneklerinin yaşayanların beynine Ağrı dağı gibi çöktüğü gerçekliğinden hareketle köklü ve stratejik bir zihniyet devrimi temelinde ideolojik ve devrimci kültür savaşıyla mücadelemizi yürütmek zorundayız.

Köklü ve stratejik zihniyet devrimi için ilk elden kadın ve değişik cinsel kimlikler başta olmak üzere objektif koşullar içerisinde nesneleştirerek sıradanlaştıran, ikinci hatta üçüncü sınıflaştıran, basit ve yedek güçler olarak ötekileştiren ve nihayetinde tekleştirmenin tüm türevlerine hizmet edilmesi için algı operasyonları, yönlendirmeleri ve manipülasyonlarla hiçleştirilenler, pozitif ayrımcılık ve kota sistemleriyle bizzat somut ve objektif koşulların yani maddi- somut ve güncel dünyanın doğrudan gerçek aktif özneleri ve ana unsurları olarak yerlerini almalıdır. Bu bilinçle Maoist Komünist Partisi 3. Kongre iradesi “Kadınlar yönetime kadınlar iktidara” şiarıyla seferberlik başlatmış durumdadır. Tarihsel ve güncel somut görevlerimize doğru ve bilimsel temelde sahip çıkmanın bir gereği olarak kadınlar ve değişik kimliklere yönelik özel politikalarımızla ataerkil egemenliği kökleriyle parçalayarak ilerleyebileceğiz. Bunun için kadınları ve LGBTİ bireyleri başta Sosyalist Halk Savaşımızın gerçek özneleri ve belirleyenleri olarak her alanda önderleştirmek, ertelenemez stratejik görevlerimiz arasındadır. Özellikle her alanda ve bütün örgütlenmelerde önderleştirmek ve özgür belirleyen unsurları haline getirmek için kadınları ve LGBTİ bireyleri pozitif ayrımcılık ve kota sistemleriyle dönüşümlü koordinatörlük sisteminin en ön saflarında yerlerini almaları için seferber olmalıyız.   

Biliyoruz ki önyargıları, geleneksel değer yargıları ve alışkanlıkları öylesine kolay söküp atamayız. Ön yargıları parçalamak bir atomu parçalamaktan daha zordur özdeyişi öylesine ve boşuna söylenmiş değildir. Bunun için son derece titiz ve sağlam bir çalışma gereklidir. Bu sayede salt ideolojik ve teorik, düşünsel ve programsal değil, aynı zamanda en küçük bir politik pratiklerimiz, taktik politikalarımızda bile ilkeli ve prensipli bir çalışma içerisinde olmalıyız. Zira bugüne kadar hep basit işlerdir diyerek en küçük ve en kolay görevlerimizi dahi esasta savsakladığımız gibi kendiliğindenci ve keyfiyetçiliklerimizle bencil çıkarlarımıza göre hareket ettik. Asla bir kenara atılmaması gerekir ki büyük davalar ve zaferlerin elde edilebilmesi için basit ve kolay işlerden başlanarak ilerlenebilir, zaferler elde edilebilir ve  mevziye ulaşılabilir. İlk adımı ya da birinci adım atılmadan öteki adımlarımızın ön koşullarının da yeterince yaratılamayarak yapay ve dışarıdan şırınga edilerek bir türlü içselleştiremediğimiz ve kavrayamadığımız olgular içerisinde sudan çıkmış balıklar haline gelmek elde bile değildir. Komünist ideoloji ve bilimimizin bir doğma değil tam aksine bir eylem kılavuzu olarak sürekli surette ideolojik, politik, kültürel, felsefi, örgütsel ve askeri olarak güncelleştirilerek geliştirilmesi ve ilerletilmesi devrimci bir görevdir. Buna en ufak bir kapalılık ve statükoculuk, dipsiz kuyulardan kuyu beğenmekten başka bir işe yaramayacaktır. Her şeyi ama her şeyi güncellemek zorundayız ve bunun için yeterli ideolojik politik arka plana ve köklere, yönelime ve perspektife sahibiz.

Dünya genelinde olduğu gibi Türkiye- Kuzey Kürdistan özgülünde de bütün ilerici, devrimci ve komünistlerin devrime ertelemeden şimdiden, “Kadınlar yönetime kadınlar iktidara!” şiarıyla her alanda haykırarak başta kadınlar olmak üzere sömürülen ve baskı altında tutulan çeşitli cinsel kimlikler ve yönelimler içerisindeki kesimlerin de komünizme kadar gerçek kurtuluş ve özgürlük mücadelesiyle birlikte sınıfların, sömürünün ve tüm gerici ilişkiler ve geleneksel değer yargılarının kökleri ve temelleriyle ortadan kalkması için seferber olmalıdır.         

Önceki İçerikBURJUVA DEVLET NE İÇİN / NE ADINA KUTSANDI?
Sonraki İçerikMKP 3. Kongre Kararlarını kavrayalım, kavratalım! (12)