Kamp Armen: Gasp ve direnişin hikâyesi

“Umudumuzun bittiği an her şeyin bittiği andır. Biz umudumuzu asla yitirmedik, yitirmeyeceğiz de. Burası bizimdi. Emeklerimiz var, hatıralarımız var. Bilabedel el konuldu. Bu hatayı, bu kusuru devlet işledi. Devlet de giderecek. Biz kampımızı geri istiyoruz”

HABER MERKEZİ (04.07.2015)-  Hrant Dink’in de aralarında bulunduğu çok sayıda Ermeni çocuğun emeğiyle 1962 yılında kurulan ve daha sonra devlet eliyle zorla gasp edilen Kamp Armen’in yıkılmasını önlemek ve kampın yeniden Ermeni halkına iade edilmesini sağlamak için yaklaşık iki aydır  bir direniş sürüyor. 6 Mayıs’ta kampın bir bölümünün yıkılmasından sonra kampa yerleşerek nöbet tutan Kamp Armen Dayanışması ve Nor Zartonk burada kolektif bir yaşam inşa ettiklerini söylüyorlar. Kampın kuruluş hikayesini, gasp edilişini ve direnişi direnişin başından beri içinde yer alan Kamp Armen’den yetişen öğrencilerden Garabet Orunöz ve Nor Zartonk’tan Alexis Kalk’la konuştuk. Gazetemizin 102. Sayısında yayınladığımız röportajı okurlarımızla paylaşıyoruz:

 Sizi tanıyabilir miyiz öncelikle?

Ben Garabet Orunöz. 1960 Malatya doğumluyum. ’67’de okumak için Tuzla Ermeni Kampına geldim.

Siz buranın kuruluşunun başlangıç döneminde değil de son aşamasında yer aldınız değil mi?

Yani inşaatın son aşamasında, üst katın yapımı sırasında buradaydım. İnşaatında deniz kenarından ben de buraya kum taşıdım, o kumu ben de eleklerden geçirdim. O kumun yıkanması için ben de tulumba çektim. O harcı buradan üst kata ben de taşıdım. 7 yaşındaydım. Ama burada benim de emeğim var.

Burası tamamen öğrencilerin emeğiyle kuruldu değil mi?

Evet, Hasan usta inşaat kalfamızdı. Hasan ustanın kontrolünde kumunu, çimentosunu bu meydanda biz karardık, biz karıştırırdık. Hasan Usta’nın söylediği yere bizler taşırdık.

Kaç yıl okudunuz burada?

1975 yılına kadar sekiz yıl kaldım burada.

Buradan ayrıldıktan sonra ilişkilerinizi sürdürdünüz mü?

Tabii, ben ayrıldıktan sonra hiç bağımı koparmadım ki. Ben her fırsatta buraya geliyordum. Bir tek yazın değil, yaz kış da geliyordum. Hala da burayla bağlarımı koparmış değilim. Son sekiz senedir de Hrant Abinin vurulmasından sonra her sene nisan ayının son Pazar günü bu kampın talebelerini toparlar bu kapma pikniğe getiririm. Aslında bu piknik değil buradaki anılarımızı tazelemedir, hafızamızı tazelemedir. Bu sene son kez gidiyoruz dediğimde de millet bıktın mı sıkıldın mı dediğinde seneye belki o binayı bir daha orada göremeyeceğiz, yıkılacak dedim.

Burası özel mülke geçtikten sonra herhangi farklı bir amaç için kullanılmadı değil mi?

Hiçbir şey yapılamadı, atıl vaziyette durdu. Dört el değişti. Dört el sonunda da bu sene yıkma kararı çıktı. Amaç boş arazi elde etmekti. Yani buraya yapılacak bir proje yok. Sadece boş bir arazi elde edecekler. Benim şahsi tahminim bu boş arazi üzerine bir proje hazırlamadan önce buraya 17 tane villa sığıyor. Büyük ihtimalle burada oturmak isteyecek 17 kişiyi bir araya getirdikten sonra onların beğenecekleri bir yaşam alanının projesini yapıp sonrasında da villaları yapıp, teslim edip gidecekler. Ama bizi hesaba katmadılar. Yıktıkları zaman bizim buraya gelip eylem yapacağımızı düşünmediler

Peki, buradaki direniş nasıl başladı? Siz sürecin içersindeydiniz başından itibaren..

Direnişin bugün 54. Günü. Ama artı sekiz senesi var. Sekiz sene 54 gün. Sekiz sene biz burayı sadece duyurmaya çalıştık. Böyle bir yetimhanemiz vardı. Gasp edildi. Anlatmaya çalıştık. Burası için bir kısa film yaptık. O kısa film burada çekildi tamamen. Kampın kullanmadığımız, göstermediğimiz alanı kalmadı ki bu filmi dünyanın altı kıtasına dağılmış bu kampa hasret olan bu kampın çocuklarına birer anı olsun diye onlara yollayalım. Aynı zamanda da toplumumuzun duyarlı kesimlerine de işte böyle bir mekanımız vardı, devlet el koydu diyebilmek için. Çünkü bir gün yıkılacak olursa inkâr başlayacaktı. Orada hiçbir zaman Ermeni yetimhanesi olmadı diyeceklerdi.

Sonrasında mayıs ayında burada fiili olarak bulunmaya başladınız düzenli olarak?

 Biz 26 Nisan’da buraya kampın talebeleri olarak ziyarete geldik. 27 Nisan Pazartesi günü gazetelerde haber oldu. 28 Nisan Salı günü tapu sahibi buraya gelip Mayıs sonuna kadar müsaade verdiği bekçiye bu hafta sonuna kadar çıkıyorsun deyip korkutmuş. 6 Mayıs Salı günü buranın yıkılacağını biliyordum. Selahattin’in(bekçi) kızı sabah beni aradı. “Abi dozer geldi” dedi. Onlar gelip müdahale edinceye kadar 15 dakika geçti. O zamanda da zaten arka bölümü yıktılar.  Tabii ondan sonra HDP’nin Pendik ve Tuzla ilçe teşkilatları akın akın Kadıköy’den Şişli’ye buraya gelmeye başladılar. Sonra kepçe operatörünü çağırdık. Zaten yıkımı durdurmuştu. O “Buranın bir yetimhane olduğunu bilmiyorum. Bilseydim kepçeyi vurmazım. Bu saatten sonra trilyon kazanacağımı da bilsem daha da yıkmam” dedi. Çekti gitti. Tabii ondan sonra biz geldik ve o günden sonra da gitmedik.

Bundan sonraki süreç için ne düşünüyorsunuz? Umutlu musunuz?

Umudumuzun bittiği an her şeyin bittiği andır. Biz umudumuzu asla yitirmedik, yitirmeyeceğiz de. Burası bizimdi. Emeklerimiz var, hatıralarımız var. Bilabedel el konuldu. Bu hatayı, bu kusuru devlet işledi. Devlet de giderecek. Biz kampımızı geri istiyoruz.

 “Dolayısıyla burada bir çeşit komün yaşam kurduğumuzu iddia edebiliriz. Biraz fazla iddialı ama “komün denemesi” diyebiliriz belki. Bu noktada Gezi’yle de aslında benzerlikler taşıyor”

 Öncelikle kendinizi tanıtabilir misiniz?

Ben Nor Zartonk aktivistiyim. İsmim Alexis Kalk. Aşağı yıkarı 54 gündür Tuzla’dayız. İlk yıkıldığı gün bizim arkadaşlarımız buraya ulaştılar. Yıkımı durdurdular. Ardından da tabii biz bir çağrı yaptık. Nor Zartonk olarak Türkiye’deki demokratik kamuoyuna, devrimci yapılara, destek vermek isteyen halklara buradaki direnişi gelin hep beraber örgütleyelim, hep birlikte burada yeni bir yaşam kuralım dedik. Ve bu çağrımız da olumlu bir karşılık buldu. Ve bunun üzerine burada bir Nor Zartonk ve Kamp Armen Dayanışması ismini verdiğimiz bir hayat ortaya çıktı.  

Kısa olarak kampın kuruluş döneminden devletin gasp etmesine kadar olan süreci aktarır mısınız? Ne amaçla, nasıl kuruldu? Sonra nasıl hangi gerekçelerle el koyuldu?

 Şimdi gasp hikâyesi buranın özelinin dışında gayrimüslim halkların mülklerine yönelik genel bir gasp durumu var. Bu da şuna dayandırılıyor. Bu vakıflar Osmanlı döneminde Padişah fermanıyla kurulmuş vakıflar. Cumhuriyet döneminde ‘36 yılında çıkarılmış bir vakıflar kanunu çerçevesinde bu vakıflardan kendi mülklerini beyan etmeleri isteniyor. Bu vakıflar da kendi mülklerini bir beyanname doldurup teslim ediyorlar Vakıflar Genel Müdürlüğüne. Daha sonra bu vakıfların tamamı hayatlarına normal bir şekilde devam ediyorlar. Bu vakıflar daha sonra da tabii çeşitli mülkler ediniyorlar. Tabii bunların hepsi devletin koyduğu kanunlar çerçevesinde gerçekleşiyor. 1915 soykırım sonrasında Anadolu’nun çeşitli yerlerine dağılmış Ermeniler var, “kılıç artığı” dediğimiz. Bir şekilde hayata tutunmayı başarmış. Fakat bunların herhangi bir kültürel sosyal alanı bırakılmamış. 1950’li yıllara geldiğimizde bu insanlara bir şekilde İstanbul Ermenilerinin yardımlaşması çabaları artıyor. Bu çerçevede Anadolu’ya giden din adamları oradaki öksüz, yetim ve yoksul Ermeni çocukları toplayıp İstanbul’a getiriyorlar. Ve İstanbul’da bir şekilde Ermeni okullarına yerleştirilip, yatılı okullarda okutmaya başlıyorlar. Buranın da sahibi olan Gedikpaşa Ermeni Protestan kilisesi ve Ermeni Vakfı. Bu vakıf bir okula da sahip. Aynı şekilde öğrencileri getiriyor. Bu çocukların yalnız yazın gidebilecekleri bir yer yok. İşte memleketlerine dönmeleri sıkıntılı, yazın okul kapalı. Çocuklar sokaklarda atıl durumdalar. Bunların bir şekilde yazlarını değerlendirmeleri açısından böyle bir kamp kurulması fikri ortaya çıkıyor. Bu arazi de 1962 yılında satın alınıyor. Boş bir araziyken burası, o dönemin imkanları tabii çok kısıtlı, yetim çocukların da burada çalışmasıyla üç yaz boyunca bu binalar kat kat çıkılıyor. ‘79 yılına kadar burası sorunsuz işliyor. ‘79 yılına geldiğimizde Vakıflar Genel Müdürlüğü buranın tapusunun iptali için Kartal Asli Hukuk Mahkemesi’nde dava açıyor. Bu davayı açarken de dayanak olarak şunu gösteriyor: 1974 yılında, tabii 1974 yılı Kıbrıs olaylarının özellikle o yıllar arttığı ve ülkenin gündemine oturduğu bir dönemden bahsediyoruz. Yargıtay hukuk dairesi Balıklı Rum Hastanesi Vakfıyla hazine arasında ki bir davaya bakarken bu davayı devlet lehine çözüyor. Ve çözerken şunu söylüyor: “Bu vakıfların bir vakıf senetleri yok, çünkü padişah fermanıyla kurulmuşlar. 1936 yılında verilen beyannameleri ben vakıf senedi olarak kabul ediyorum. O vakıf senetlerinde de bu vakıflar mülk edinebilir diye bir ifade düşmedikleri için bu vakıfların mülk edinmesi kanunen mümkün değildir”. Ve tabii gerekçeli kararında çok önemli asıl niyetini açık ediyor. Diyor ki yabancı gerçek kişilerin, bu arada yabancı ifadesini kullanıyor gayrimüslimler için, mülk edinmeleri doğal haklarıdır. Eşit yurttaştırlar diyor. Fakat yabancı tüzel kişilerinin mülk edinmesi milli güvenlik için zararlıdır diyor. Bu karar çıktıktan sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü 1936 beyannamesinde yer almayan bütün mülkler için iptal davaları açıyor sırayla. Buraya da ’79’da sıra geliyor. Yani o sırada bu vakıflara ait olan 1700 kadar mülkün tapusu iptal ediliyor. 83’te bu dava sonuçlanıyor. Tapu iptal ediliyor.   Siyasi bir hareket olduğu çok açık bir şekilde ortada. ‘83 yılında tabii vakıf itirazlarına başlıyor. ‘87 yılına kadar burada yine çocuklar var ama tabii azalarak. Bir dönem buranın kurucusu ‘80 darbesi döneminde içeri alınıyor. İşkenceden geçiriliyor. Ermeni militan yetiştirdiği iddia ediliyor burada. O işkenceden geçerken buranın idaresi de Hrant Dink tarafından yapılıyor. Zaten Hrant Dink ve Rakel Dink buradan yetişen çocuklar. Burada tanışıp evleniyorlar. Burası bir açıdan da böylesi bir sembolik duygusal bir anlamın da olduğu bir yer. 1500 kadar çocuk yetişiyor. Şu anda pek çoğu yurtdışında bu çocukların. Ve dediğim gibi hukuksal süreç böyle işliyor. Burası bir şekilde gasp ediliyor. Çünkü tapu iptal edildiğinde herhangi bir para da ödenmiyor. Tamamen hiçbir bedel ödenmeden ilk sahibine geri veriliyor.

Direniş süreci nasıl gelişti? Burada pratik olarak neler yapıyorsunuz? Destek boyutuyla nasıl bir gelişim oldu bu süreç içerisinde?

 Burada Kamp Armen’deki direnişi örgütlerken iki tane temel ayağı vardı bunun. Bir tanesi tabii ki buradaki yıkımı durdurmak ve kampın geri alınması noktasıydı. O kısmında en azından yıkımı durdurduk. Yıkımın devam etmeyeceğine inanıyoruz yani bu saatten sonra artık yıkımın ilerlemesi durumu bizce mümkün değil çünkü oluşan kamuoyu ve halkların gösterdiği tepki bunu gösteriyor. İkinci ayağı ise buradaki direnişin devamlılığının sağlanması ve burada bu süre zarfında (ve ucu açık bir süre bu. Ne zaman iade edileceğini de bilemediğimiz bir süreden bahsediyoruz), bu alanda neler yapabileceğimiz kaygısıydı. O noktada biz aslında o çocukların bu binayı inşa ettiği ruha uygun bir şeyler yapmak istedik. Dolayısıyla burada bir çeşit komün yaşam kurduğumuzu iddia edebiliriz. Biraz fazla iddialı ama “komün denemesi” diyebiliriz belki. Bu noktada Gezi’yle de aslında benzerlikler taşıyor. Ve onların burayı kolektif bir emekle inşa ettikleri gibi biz de bu bahçede aslında kolektif bir yaşam inşa etmeye çalışıyoruz. Bunu yaparken de sadece Ermeniler üzerinden okumamaya çalışıyoruz. Bütün halkları kapsayan aslında sorunlarımızın ne kadar ortak olduğunu, düşmanlarımızın nasıl ortak olduğunu gösteren bir noktadan etkinlikler organize etmeye çalışıyoruz. İkinci kısmı çocuklara yönelik. Çünkü bir çocuk kampı, çocuk yetimhanesi burası. Çocuklarla bol miktarda aktivite yapmak ve çocukları bir şekilde buraya dâhil etmek ve burayı tekrar yaşanabilir bir yer haline getirmek. Üçüncüsü de tabii buranın bir Ermeni Kurumu olduğunu düşünürsek, Ermeni kültürü üzerine etkinlikler düzenlemek.

İlk bahsettiğim konuda halklarla ilgili olarak burada Yahudi dostlarımızla etkinlikler düzenledik, Süryani dostlarımızla Süryani halkının sorunları üzerine etkinlikler düzenledik. Daha dün biraz da 2 Temmuz’un yaklaşmasını göz önünde bulundurarak Alevilerle Alevilerin sorunları üzerine bir etkinlik düzenledik. Benzer şekilde Onur Haftası çerçevesinde dün burada Ermenistan LGBTİ hareketinin kurucularından birini ağırladık.  Çocuklarla da bugün mesela bir masal atölyesi gerçekleşti. Bol miktarda boyama atölyeleri oldu.

Tabii bu işin bir de kentsel dönüşüm, hatta rantsal dönüşüm ayağı vardı. Eski fotoğraflarını gördüyseniz komple tarla olan bir yerin şu anda lüks villalarla kaplı olduğunu göreceksiniz. Ve burası da yıkılıp yerine lüks villalar yapılmak isteniyor. Onun dışında bizim için Tuzla yereli çok önemliydi. Tuzla yereliyle ilişkiye geçebilmek burada bizimle nöbet tutan tersane işçisi arkadaşlarımız oldu. O katkı çok değerliydi bizim açımızdan. Ve Tuzla halkından yoğun bir destek oldu. Onların da benzer kentsel dönüşüm sıkıntıları vardı. Tuzla sahiline dokunma inisiyatifi vardı. Biz onların eylemlerine katıldık. Hem de onlarla birlikte burada forumlar organize ettik.

Direniş bugüne kadar somut olarak bir kazanım sağladı mı? Cuma günü Taksim’de bir eylem yapıldı. Şu anki durumda herhangi somut bir kazanıma dair bir gelişme söz konusu mudur?

“Kamp Armen Komünü”nün kurulmuş olmasını belki bir kazanım olarak değerlendirebiliriz. Bizim açımızdan en büyük kazanım o: Birliktelik ve dayanışma ruhu. Çünkü burada bir de Ermeniler açısından okuduğumuzda yüz sene sonra Ermenilerin ilk büyük direnişi diyebileceğimiz bir alandan bahsediyoruz. Yani 1915 sonrasında bir toprak parçası üzerinde gerçekleştirilen hatta bu tarzda tek direniş. Ve bu direnişi farklı ve bence anlamlı kılan tarafıysa sadece Ermeniler değil Ermeniler ve Ermeni halkının dostları tarafından desteklenerek, onlarla birlikte gerçekleşmiş olması. Bu noktada bu zaten bir kazanım bizce. İkincisi tabii ki yıkımın durması. Dediğim gibi ben bundan sonra bir yıkımın olacağına inanmıyorum. Ama somut olarak bu tapunun iade edilmesi bizim talebimiz. Fakat bu gerçekleşmiş değil henüz. Dolayısıyla o noktada biz hem direnişi sürdürüyoruz bir taraftan, bir taraftan da sadece bu alanda kısıtlı kalmamak adına işte gerek şehirde kurduğumuz stantlarla gerekse hem bizlerin hem dostlarımızın, siyasi partilerin ve STK’ların  devrimci örgütlerin yapmış oldukları çalışmalarla burayı olabildiğince görünür hale getirmek. Kamuoyu baskısını olabildiğince arttırmak. Çünkü burası hukuksaldan çok siyasi bir şekilde el konulmuş bir mülk. Tüm diğer 1600-1700 kadar gayrimüslim mülkü gibi hepsinin durumu aynı. Bunlar tabii kamusal mülkler, yani şahısların mülklerinden de bahsetmiyoruz burada. Bunlar bu toplumların kamusal mülkleri vakıflarına ait. İşte onlar o toplumların kendi kültürlerini, varlıklarını ve aidiyetlerini devam ettirmek için gerekli olan sorumluluğu üstlenen vakıflar. Bu noktada talebimiz dediğim gibi karşılanmış değil. Ama kamuoyu baskısını yükseltmeye çalışıyoruz.

Şuan için buranın tekrar vakfa iade edilmesi noktasında işleyen bir hukuk süreci var mı?

 Yok. Şuanda bir hukuk süreci yok. Açıkçası ‘83 yılında buranın davası sonuçlanıp tapusu iptal edildikten sonra vakfın hukuksal girişimleri oluyor. Fakat en sonunda sonuçsuz kalıyor. Yani bir sonuç çıkmıyor. 2003, 2008 ve 2011’de bir takım yasal düzenlemeler yapıldı bu 74’teki Yargıtay kararıyla el konulan mallarla ilgili. O düzenlemeler bu tarz üçüncü şahsa geçmiş olan mülklerin iadesi noktasında açıkçası tam olarak bir çözüm sunamıyor. Buradaki hukuksal süreç tıkanmış durumda. Yani 2008’den sonra yasa çıktıktan sonra bir başvuru yapılıyor. O da reddediliyor devlet tarafından. O reddedildikten sonra herhangi bir girişim olmuyor. Ama diyebiliriz ki burada siyasi bir süreç işliyor artık buranın devriyle ilgili.

Önümüzdeki süreçte eğer burası yeniden vakfa iade edilirse neler yapılabileceğine dair bir fikir var mı? Ya da bu direnişin önümüzdeki süreçlerde nasıl devam ettirilebileceğine dair?

Buradaki çalışma burası iade edilene kadar devam edecek. Tabii burayı olabildiğince zenginleştiren aktivitelere biraz evvel bahsettiğim çizgide devam etmeyi planlıyoruz. Burası alındıktan sonra ne yapılacağı noktasında herkesin talebi çocukların faydalanabileceği bir mekan olarak kullanılması yönünde. Tabii yetim çocuk bulmak şuan o kadar kolay değil. O zaman da zaten çocukların tamamı yetim değildi. Öksüz, yetim, yoksul çocukların geldiği bir yerdi burası. Yine aynı şekilde belki çerçeveyi biraz daha geniş tutarak, sadece Ermeni çocuklarını değil, dönem dönem başka halklardan da çocukları katarak bir çeşit belki barış kampı olması bizim temennimiz.  Tabii burada vakfın iradesi de devreye girecek. O noktada da işin teminatını biz verebiliyoruz. Yani buranın ticari bir amaçla kullanılmayacağının teminatını biz burada direnenler olarak verebiliyoruz. Ki vakfın da söylediği bu.

 

 

Önceki İçerikFaşist T.C devleti “Şanlı” tarihini “Kanlı” katliamlarına borçludur..
Sonraki İçerikEmperyalist politikalar girdabı ve krize gömülen Yunanistan