Günümüzde yaşanan göç ve mültecilik sorununun gerçek kaynağının anlaşılması, kapitalist sistemin içinde bulunduğu siyasal, ekonomik ve sosyal sorunların, bunların ortaya çıkış ve gelişme nedenlerini doğru kavranması ile mümkündür. Şu gerçeği unutmamak gerekir; kapitalizm kendi iç çelişme ve uzlaşmazlıklarını, kendi sisteminin üretim, siyasal, sosyal vb. alanlarında, sermayenin hareketine göre besleyip büyüterek yol alıyor. Yapısal niteliğinin sonucu olan iktisadi ve sosyal krizleri aşmak için sermayenin büyüme ve merkezileşme trendine göre hegemonyasını tesis etmekte, toplum ve doğada yıkıcı sonuçlar yaratmaktadır.
Sömürü, işgal, savaş, ekolojik yıkım, yığınların sosyal haklarına uygulanan kuşatma, kapitalist sistem niteliğinin sonucudur. Günümüzde yaşanan göç ve mülteci sorununun kaynağı da günümüzde aldığı biçim ile emperyalist-kapitalist sistem ve iktisadi-siyasal saldırılarıdır. Emperyalist kapitalist sistem, iktisadi-siyasal krizine paralel ve bunun bir sonucu olarak hegemonya krizi yaşamaktadır. Emperyalist sermayenin uluslararası merkezileşmesi ve emperyalist kutuplar gerçeğinin dünyayı paylaşma ve bölüşme dalaşı, bugün işgal ve ilhaklarla savaş-çatışmaları bölgesel düzeyde yaymakta, emperyalist güçlerin savaş alanına çevirdiği bölgelerde insanlık dramı yaşanmaktadır.
Asya`dan Afrika`ya ve Latin Amerika ülkelerine kadar yeryüzünü insanlık için yaşanamaz hale getiren emperyalist kapitalist sistem, bu bölgelerin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını yağmalamak ve kendine yeni pazar alanları oluşturmak için barbarca planlar içindedir. Milyonlarca insan emperyalist kapitalist sistemin insanlığa dayattığı; açlık, yoksulluk, savaş gibi sorunlardan dolayı, yaşanılamayacak hale gelen ülkelerden kaçarak, 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde göç sorununu tüm dünyanın ana gündemi haline getirmiştir.
Son on yılda kapitalist sistem en derin yapısal ekonomik krizlerinden birini yaşadı/yaşamaktadır. Bu da işsizliğin artışına, emek ilişkilerine darbeye, ücret kesintilerine ve demokratik hakların kısıtlanışına neden oldu. Ekonomik krizin bir ayağı, emek güçlerine karşı direk ekonomik-demokratik hak gaspları biçiminde topluma dayatılırken, diğer yandan dünyanın zenginlik kaynakları üzerinde süren hegemonya çatışmaları biçiminde vuku buldu. Bugün OrtaDoğu’dan Ukrayna hattına fiili olarak süren ve başka bölgelere sıçrama trendi taşıyan emperyalist savaşlar, emperyalist sistemin yayılmacılığının bir sonucu olarak gündeme gelmektedir. İşgal ve fiili savaşların sürdüğü coğrafyalarda, emperyalist blokların çatışma ve savaş hali, bölgesel gerici iktidar ve güçlerin emperyalist çatışmalar içinde aldığı rol, coğrafyalar özgülünde demografik, iktisadi, sosyal, ezilen ulus ve inançlar kesitinde kapsamlı bir yıkıma neden olmakta, coğrafya insanının direk yaşam ve barınma hakkını yok etmektedir. Bu durumun yarattığı nihai sonuç ise milyonlarca insanın, öncelikle savaştan kaçmak, ikincil olaraksa ekonomik olarak hayatta kalamadıkları için göç yollarına düşmek zorunda kalmasıdır.
Yani somut olarak, bugün göç yollarında “umut” yolculuğuna çıkan yığınlar, a) emperyalist savaşların yarattığı yıkım, b) bölgesel gerici iktidarların topluma dayattığı otoriter-despot- faşist nitelik (ki bu nitelik kapitalist dünyanın özgün koşullara göre aldığı yönetim biçimidir), c) genel anlamda kapitalist sömürünün özel anlamda gerici ülke iktidarlarının sermayenin büyüme hedefine göre belirlediği iktisadi politikaların toplumlarda yarattığı derin açlık ve yoksulluk, d) İşgal-ilhak ve milli zulüm altındaki ezilen ulusların haklı ve meşru mücadelesinin ve sosyal mücadelenin bir parçası olan politik kimliklerin, yaşadığı ülke koşullarında maruz kaldığı yaşam hakkının ortadan kalkması, e) aşırı kar hırsı ile talan edilen dünyanın bozulan ekolojik dengesinin yarattığı “doğal afetler”, gerici iktidarların kendi bekaları için her daim aktüel hale getirdiği, dini-kültürel-inançsal çatışmalar ve ezilen inançlara karşı geliştirilen katliamlar vb. gibi daha da sıralayabileceğimiz bir çok neden günümüz dünyasında yığınlarca insanı göç yollarına sürüklemiştir.
Emperyalist ülkeler geçmişte de günümüzde de her daim ucuz iş gücüne ihtiyaç duymuştur
Emperyalist-kapitalist sistemin somut ekonomik-siyasal politikalarının bir sonucu olarak gündeme gelen kitlesel göçler, aynı zamanda kapitalist sistemin yapısal özelliklerinde de gündeme gelmektedir. Şöyle ki;
Yaşanan göç olayları, kapitalizmin dünya üzerindeki dengesiz gelişmesinin bir eseridir. Sermayenin belli ülkelerde yoğunlaşması ve dünyanın diğer bölgelerinde insanlığın açlık ve sefalet içinde yaşaması, insanlığın yurtlarını terk ederek emperyalist ülkelere göç etmelerine zorlamıştır. Göçler kapitalizmin en az geliştiği bölgelerden en çok geliştiği bölgelere doğru yaşanır. Bu yüzden Afrika, Orta Doğu, Asya gibi bölgelerinden Avrupa ve ABD`ye en büyük göç hareketleri olmuştur ve olmaya da devam ediyor. Göç günümüzde insanlık için, kapitalist sistemin dünya halklarına ve emekçilerine yaşattığı açlık, savaş, yoksulluk, siyasi baskılardan ve katliamlardan kaçarak, daha iyi bir yaşam alanı bulmak için girdikleri temel bir çıkış yolu halini almıştır.
Kapitalist sistemin bir canavar gibi dünya üzerindeki yer altı ve üstü kaynakları talan etme ve sömürme politikaları, dünya üzerindeki birçok bölgede sürdürdükleri savaşları gündeme getirmiştir dedik. Kapitalizmin bir üst aşaması olan emperyalizm dünyayı halk yığınları için bir savaş cehennemine dönüştürmüştür. Emperyalistler kirli çıkarları uğruna milyonlarca insanı yürüttükleri savaşlar ile evsiz yurtsuz bırakarak, canından etmiş ve göçe zorlamışlardır. Milyonlarca insan egemen burjuva sınıfının çıkarları için başlattıkları savaşlar yüzünden, yoksulluk, sefalet ve katliamlara maruz kalmışlardır.
Günümüzde yaşanan göç ve mülteci sorunu kapitalist sistemin yaşadığı tarihsel üretim krizlerinden bağımsız düşünülemez. Kapitalist sistemin dünya ölçeğinde içinde bulunduğu ekonomik ve siyasal buhran ve bunu yönetememe durumu bu sorunun ana kaynağıdır. Kendi ömrünü uzatmak ve yaşadığı ekonomik ve siyasi krizlere çözüm bulma amacıyla, dünyanın birçok bölgesini talan eden ve savaş cehennemine çeviren kapitalist sistem kitlesel bir göç dalgası ile karşı karşıya gelmiştir.
Emperyalist tekeller arası rekabetin giderek kızışması, uluslararası tekellerin ve emperyalist büyük güçlerin belirli bir teknik temele sahip ya da bu temelin oluşturulması olanağıyla bağlı olarak ucuz emek gücünün bol olduğu ülkelere yönelik girişimlerde yoğunlaşmalarına yol açtı. İkinci Dünya Savaşı sonrası koşullarda kapitalist gelişmenin hız kazanması işgücü ihtiyacını artırdı. İtalya gibi bazı Avrupa ülkelerinin yanı sıra Türkiye-Kuzey Kürdistan’dan ve daha sonraki süreçte Yugoslavya’dan yüz binlerce kişi Batı Avrupa ülkelerine gitti ve ucuz işgücüne katıldı.
Çin, Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Meksika, Endonezya gibi büyük nüfusa sahip ülkelerin düşük maliyetli üretim için uygun koşullar sunması, bu ülkelere sermaye ihracını artırdı. Bu ülkelerin geniş emekçi nüfusunun bir bölümü kendi ülkelerinde giderek sayısı artan işletmelerin ucuz işgününü oluştururken, diğer bir bölümü göçmen işçi olarak batılı kapitalist-emperyalist ülkelere yöneldi. Buna, Asya ve Afrika kıtalarındaki çeşitli ülkelere yönelik emperyalist müdahalelerle askeri saldırıların yol açtığı göçmen nüfusu eklendi.
Savaş ve açlık sınırında göçe zorlanan yığınlar, geldikleri ülkelerde ırkçı politikaların kıskacında ucuz iş gücü potansiyeli olarak görülüyor!
Emperyalist stratejilerin ve emperyalist askeri politikaların yol açtığı yıkımlarla bağlı olarak günümüzde Ön Asya, Orta Doğu ve Afrika ülkelerinden gelişmiş kapitalist emperyalist ülkelere doğru kitlesel göçler giderek artmaktadır. Cezayir, Fas, Tunus ve Libya’dan İtalya ve Fransa’ya; Meksika’dan ABD’ye, Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Malezya, Afganistan, Suriye, Irak, Kürdistan, Filipinler ve Türkiye Kuzey Kürdistan’dan Batı Avrupa, İngiltere ve Kanada’ya göç akını devam ediyor. Bu nesnel durum kapitalistler ve burjuva düzen partileri tarafından istismar edildi. Ağır koşullarda, sosyal güvencelerden yoksun ve çoğunluğu bakımından karın tokluğuna bile denk düşmeyen ücret karşılığı 12-14, hatta kimi durumlarda daha uzun süre çalıştırılan göçmen emekçilerin varlığı, “yerli işgücü”nü ucuza kapatmanın aracına dönüştürüldü.
Ekonomik anlamda ucuz iş gücü potansiyeli olarak görülen ve sistemli politika ile ağır sömürüye maruz kalan göçmenler, politik olarak da sistem tarafından bilinçli geliştirilen ırkçı saldırılara maruz kalmaktadırlar. Özellikle, aşırı sağcı-ırkçı partiler, yabancı düşmanlığını sistemli geliştirmekte, burjuva seçimler süreci başta olmak üzere, göçmenler gerici burjuva politik sürecin kitlesel hedefi konumuna getirilmektedirler. Gerici ırkçı partiler üzerinden sistemin dönemsel politik ihtiyaçlarına göre öne çıkarılan, geri kitlelerde sosyal gücü örgütlenerek geliştirilen saldırılar, göçmenler üzerinde güncel hal almış durumdadır. Bu kesitte Avrupa’da geliştirilen ırkçılık başat rol oynamaktadır.
Yakın zamanda Türkiye-Kuzey Kürdistan burjuva seçimlerinde, Irkçı-kafatasçı Zafer Partisi eliyle geliştirilip, burjuva muhalefetin seçim propagandasına dönüştürülen yabancı düşmanlığı yine konumuza çarpıcı örnektir. Sokak sokak linç sloganları ile örgütlenen ırkçılık, devletin tekçi-şovenist çizgisinden besleniyordu ve yabancı düşmanlığı bu ideolojik doku ile örgütleniyordu. Doğdukları coğrafyada göçe zorlanan yığınlar, sığındıkları ülkelerde bu göçün direk nedeni olan gerici-bağnaz zihniyetler tarafından bu gibi insanlık dışı uygulamalara maruz bırakılmaktalar ve tekil ülke koşullarından öte, bu politika emperyalist gericilik tarafından sistemli olarak geliştirilmektedir.
Umut tekneleri ölüm tekneleri olmaya devam ediyor!
20 Haziran Dünya Mülteciler Günüydü. Savaşlar, çatışmalar, iklim krizi, açlık, geleceksizlik yüzünden yüz milyonlarca insan en tehlikeli göç yollarına düşüyor ve bu yollarda on binlerce insan can veriyor. Daha geçtiğimiz 14 Haziran’da 700’den fazla mülteci Akdeniz sularında can verdi. Daha iyi bir yaşam özleyen, ellerinden alınan umutlarını geri isteyen 700’den fazla can! Bu facia, AB İçişleri Bakanlarının iltica koşullarını zorlaştıran yeni mülteci politikasını kabul etmelerinin hemen ardından yaşandı. Yeni anlaşmaya göre mülteciler Avrupa sınırındaki kamplara götürülüp buradan sınır dışı edilecekler. Yani o tehlikeli yolları ölmeden geçebilirlerse cehenneme döndürülen ülkelerine geri gönderilecekler. Bu kararlara imza atanlar zenginliklerine zenginlik eklemeye devam ederken onlar can vermeye devam edecekler.
En son kaza olarak Akdeniz sularına gömülen 700 mülteci faciası, meselenin başka boyutlarını da düşündürmektedir. Güvenlikli olmayan yollarla göç etmek zorunda kalan göçmen kitlesi, aşırı kazalara maruz kalmakta, on binlerce insanın ölümü kayıtlara bile geçmemektedir. Ama diğer yandan, Özellikle Avrupa emperyalistleri, göçmen akını kesmek için, insanlık dışı politikalar geliştirmektedir. Sınır boylarında “vur” emri ile “yasal” statüye kavuşturulmuş teknik donanımlı askeri “tedbirler”, işkence ve infaz, faili mangalar gibi işlemektedir.,
Bu her türlü katliama açık bir politikadır. Son Akdeniz teknesinde de gemi “batmadan” önce kalabalık insan grubu ile geminin fotoğrafı çekilmiş. Bu şu anlama geliyor. Gemi batmadan önce, Yunanistan başta olmak üzere, Yunanistan’da konuşlandırılmış AB emperyalistlerinin geçişleri engelleyen askeri-bürokratik gücünün gemiden haberi var ve fotoğrafı çekilecek kadar kontrol altına alınmıştır. Sonraki aşamalarda bu geminin batması, bilinçli bir yönelimle batırıldığını ihtimal dahiline getirmektedir. Dökülen timsah gözyaşları, pratikte yaşananlarla ve “önlem” adı altında seferber edilen askeri güçle, aksini ispatlamaktadır.
Yürünecek yol;
Kapitalizmin tarihi boyunca yaşanan göçlerde yer alan insanların hemen hemen tamamı zorunluluklar nedeniyle bu yollara sürüklenmişlerdi. İnsanların yaşamında ne büyük travmalar ve zilletler anlamına geldiği göz önüne getirildiğinde, göçün, çoğu durumda arzu edilir ya da tercih edilir bir şey olmadığı açıktır.
Yeni bir hayat için veya hayatta kalmak için uzak ülkelerin yoluna düşen yüz milyonlarca insanın hayatını travmatik biçimde değiştiren; sadece onların değil, geride bırakılan yurtların ve insanların ve gidilen diyarlardaki insanların hayatlarını derinden etkileyen göç sorununun nihai çözümü elbette salt kapıların açılması değildir. Bugün gelinen nokta itibariyle kapitalizm altında bu sorunun gerçek bir çözümü olamaz. Gerçek çözüm insanların büyük acıları, zilletleri göze alarak göç yollarına düşmelerine yol açan sefaletin, eşitsizliğin, savaşların, türlü zulümlerin ve dolayısıyla bunların altında yatan emperyalist-kapitalist düzenin ortadan kaldırılmasıdır.
Kapitalizm ortadan kaldırıldığında yeryüzündeki maddi kaynakların ve emeğin her anlamda eşitçe bir dağılımının önü açılmış olacak ve başka diyarlara gitmek insanlar için artık büyük ölçüde bir seyahat ve zevk konusu haline gelecektir.