Karanlığın En Koyu Anı Aydınlığa En Yakın Olduğu Andır

   Döğüşenler de var bu havalarda
   El, ayak buz kesmiş, yürek cehennem
   Ümit, öfkeli ve mahzun
   Ümit, sapına kadar namuslu
   Dağlara çekilmiş
   Kar altındadır.

(Ahmet Arif)

Bugünün temel ihtiyacının, devletin denetimi dışında, en etkin araç ve yöntemlerle illegal-silahlı temelde geniş bir örgütsel ağ ve milis gücü oluşturmak olduğunu düşünüyoruz. Faşizmin günlük yaşamı her an tehdit ettiği bir ortamda, bizim mahallenin tümünün gelişecek saldırılara karşı kendisini koruyacak, güvenceye alacak araçları edinmesi kaçınılmaz bir hal almıştır. Aksi her tutum kasabın bıçağına boynunu uzatmaktır. Bu işin öncülüğünü elbette komünist-devrimci güçler çekmelidir. Dağınık-birçok hedefe birden saldıran bir güç toplamının etkisi de haliyle sınırlı olacaktır. Öyleyse güçleri belirli merkezlerde yoğunlaştırmak, belirli hedefler için seferber etmek gerekir. HBDH’nin şehir ayağının hızla örgütlenmesi ve bu bileşen dışındaki devrimci-demokratik güçlerle de ortak bir koordinasyonun sağlanması şart. Böylesine bir geniş örgütlenme ve güvenlik politikası en azından gelişen kapsamlı saldırılara karşı önemli bir kalkan işlevi görecektir.

İkinci ve oldukça önemli adımlardan bir diğeri de, faşizmin üzerinde yoğunlaştığı temel dayanaklara karşı etkili saldırılar gerçekleştirip, yere yıkmaya çalışmaktır. Kendi aralarında yaşadıkları çelişki ve çatışma durumu zaten önemli bir karmaşaya yol açmış durumda. Ayrıca ülkemiz tarihinde hiç olmadığı kadar iktidar güçlerinin dar bir kadro etrafında toplandığına şahit oluyoruz. Bu durum birincisi “TC”nin kuruluş sürecinde Mustafa Kemal etrafında, ikincisi 12 Eylül döneminde Kenan Evren etrafında ve şimdi ise Tayyip Erdoğan etrafında yaşam bulmaktadır. İlk iki örnekte maalesef süreci ıskaladık. Keyiflerince politikalarını çok fazla dirençle karşılaşmadan hayata geçirmelerine seyirci kaldık. Kanımca tarih üçüncü bir örneğin benzer şekilde yaşanmasını kaldıramaz. İllegal-silahlı devrimci güçlerin bu gerçekliği görerek, hedefi Erdoğan etrafında merkezileşip, yoğunlaşan güce çevirmeleri şart. Şu an sistemin üzerine bina olduğu temel kolonlar Erdoğan etrafında toplanmış durumda. Buraya vurulacak etkili bir darbe ya da darbeler yaşanan karmaşayı bir çöküşe evriltebilir.

HABER MERKEZİ (12.09.2016)-“Umutsuzluk, karamsarlık ve kararsızlık düşmandan daha düşmandır bize” diye haykırıyordu Dersim dağlarının doruklarında, en zor zamanların, en karanlık anlarında komünist önder Cüneyt Kahraman. İçerisinden geçtiğimiz şu günlere bakıp, insanlarla konuşunca en çok bu cümle geliyor aklımıza “Gelmişse zamanı oynamalıyız rolümüzü” diye devam ediyordu Cüneyt Kahraman. Bugün de bir tarafta rolünü oynayanlar diğer tarafta ise umutsuzluk ve karamsarlık delhizlerinde veryansın edenler var. İnsanlık tarihi sıkça tanık olmuştur; en zor zamanlarda çaresizliğin, korkunun, umutsuzluğun ayyuka çıktığı, çoğu zaman en derin karanlıkları bir kıvılcım ile başlayan yangınların aydınlattığına. Bugün de durum bundan çok farklı değil. Türkiye-Kuzey Kürdistan tümden karanlığa boğulmak isteniyor. Gerici-faşist güçler tarafından, yarına, güzele, özgürlüğe dair ne varsa yok edilmek isteniyor. Bu sistemin her daim süregeldiği lakin 12 Eylül 1980 sonrası ilk kez böylesine ete-kemiğe büründüğü de ayrı bir realite. Ülkenin haline bakınca pek içaçıcı bir tablo çıkmıyor karşımıza. Görünen bu. Fakat görünen ile gerçek arasında her zamanki gibi oldukça derin bir açmaz var. Bu açmazı, çelişkiyi görmeyen, görmek istemeyenlerde ise, umutsuzluk kronikleşme tehlikesiyle karşı karşıya. Gerçi bu aynı ruh hali misal Gezi ve 7 Haziran seçimlerinde de tersten bir savrulma yaşayıp, artık devrimin kapıyı çaldığı yanılsamasına yol açmıştı. Aslında tipik bir küçük burjuva hastalığıyla karşı karşıyayız ve ülkemizde de bolca mevcut. Öyleyse elden geldiğince görünenin altını kazıyıp, biraz gerçeklere odaklanalım.

“TC” devleti, 90 yıllık tarihinin içte ve dışta en zor günlerini yaşamaktadır  (abartılı bir tespit olduğu düşünülebilinir; lakin ben durumun tam da bu olduğunu düşünüyorum). Bu zorluk, klasik anlamda burjuva devlet aygıtının yaşadığı sorunlar olarak basitleştirilemez. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da 90 yıldır, ötelenen, yok sayılan, baskı ve zor ile sindirilmeye çalışılan birçok çelişki bugün gelinen aşamada açık bir çatışma halini almış durumda. Hem egemen güçlerin kendi aralarındaki çelişki ve çatışmalar hem de egemen güçler ile ezilen-emekçi kitleler arasındaki çelişki ve çatışmalar, ülkemizde normal seyirde bir yönetim ve yaşamı imkansız kılmaktadır. Zaten iç politikada tam bir çıkmaza giren Türk devletine, Suriye savaşı sonrası ve özellikle son birkaç yıldır dış politikada yaşadığı açmazlar da oldukça önemli problemleri beraberinde getiriyor. Burada uzun uzadıya analizlere girilmeyecektir. “TC”nin Rusya-Mısır-İsrail-Suriye-Irak-İran-AB ve ABD ile yaşadığı sorunlar, geliştirdiği ilişkiler kanımca uzunca ve ayrıntılı bir analizin konusudur. Bu konuya dair kısaca şunu ifade edip geçmek istiyoruz.; “TC” dış politikası emperyalist politikalar ekseninde, emperyalizmle beraber ve yer yer emperyalizme rağmen bir gidişat tutturmuş; lakin gelinen aşamada kelimenin tam anlamıyla iflas etmiştir. Şimdi iflas eden bu politik hat yeniden ayakları üzerine dikilmek isteniyor ama bu kadar sert bir düşüşün getirdiği darbeler ve kalkmaya çalışırken kimin elini tuttuğunuz önünüze gelecek faturaya elbet yansıyacaktır. Kuşkusuz “TC” devleti ve şimdiki kaptanı AKP-Erdoğan’ın bu faturayı o ya da bu şekilde ödemekten kaçınma şansı yok. Temel mesele faturayı ne zaman ve ne şekilde ödeyecekleridir.

AKP rüyası dış siyasette olduğu gibi ülke içinde de erken bitti. Ülkemizde tutarlı, siyaseti diyalektik pencereden okuyan az bir kesim dışında, AKP’ye tav olanların sayısı hiçte az değildi. Bugün ki yoğun savaş ve saldırı furyası altında, çoğu halı altına süpürülsede, bugüne gelinen yolda kimlerin nasıl bir katkısı oldu bunlarında birer birer tartışılması gerekir. Yoksa bizlerde en kurnaz şekliyle “kandırıldık” deyip işin içinden çıkmaya çalışırsak vay halimize. Elbette yaşamda söylenen her sözün alınan her tavrın kapladığımız alan kadar etkisi oluyor çoğunlukla. Belki söz uçuyor ama yazı kalıcı. Kuruluşundan bugüne AKP’nin devlet aygıtına nasıl yerleştiği ve 14 yıllık iktidarı döneminde nasıl adım adım son haline evrildiğine, bu evrim sürecine lehte ve alehye nasıl tavır takınıldığına dair, özellikle Kürt ulusal hareketi ve sol liberallerin esaslı bir muhasebeye tabi tutulması şart. Geçmişe dair doğru-bilimsel bir değerlendirme yapamayanların geleceği sağlam temeller üzerine kurma şansı yoktur. AKP-Erdoğan iktidarı, 15 Temmuz’u “Allahın bir lütfu” olarak değerlendirip, topyekün bir savaşın içerisine girmiş durumda. 15 Temmuz’a dair yapılan bütün analizlerin sonucu ne çıkarsa çıksın, gelinen aşamada kanımızca 15 Temmuz AKP’yi güçlendiren değil zayıflatan bir döneme girişe işaret etmektedir. AKP-Erdoğan’ın hem kendi mahallesi ve hem de bizim mahalle ile tutuştuğu kavganın uzun soluklu bir stratejisi, akıllıca hespalanmış bir taktikler bütünü yoktur. Bu yokluk hali en zayıf halkalarıdır. Şayet bizim mahallenin politik aktörleri bu zayıf halkayı yakalayıp, zinciri buradan koparmayı başarırlarsa, devlet katında bir çöküş sürecinin başlayacağı kesin. Ama bu zayıf halka yakalanıp, zincir koparılmazsa, AKP-Erdoğan’ın pratik içerisinde, deneme-yanılma yoluyla adım adım güçlü bir strateji ve etkili taktikler geliştirme şansı güçlü. Çok özet bir tablo sunmak gerekirse;

“TC” devleti hakim sınıflar cephesinde(bu cepheyi sadece siyaset arenası olarak sınırlandırmayın, ordusundan sermaye gruplarına eğitimden yargısına kadar en geniş yelpaze olarak düşünün) belkide tarihinin en kapsamlı hesaplaşmalarından birisini yaşıyor. Komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın kulakları çınlasın. Ortaya koyduğu devlet tahlilinin aradan geçen 40 yıla rağmen bütün güncelliğiyle karşımızda durduğu bir süreçten geçiyoruz. Hakim sınıf klikleri arasında yaşanan çelişki ve çatışma hali, dün AKP-Gülen Cemaati ve bu iki ana gruba eklemlenmiş birçok tarikat-cemaat-sermaye grubu ile Kemalist klik arasında yaşandı ve Ergenekon-Balyoz süreci ile doruğuna ulaştı. Bu saflaşma ve hesaplaşma durumu, dağılan ve yeniden kurulan ittifaklar temelinde bugün yeniden şekilleniyor. AKP-MHP-CHP’nin önemli bir kesimi ve bunlara yedeklenmiş geniş bir toplam ile Gülen Cemaati etrafında kümelenmiş klik arasında keskin bir çatışma hali yaşanıyor. Dün düşman olanlar bugün dost; dost olanlarsa düşman oluveriyor bir gecede. Elbette egemen güçler arasında cereyan eden tüm bu çelişki ve çatışmaları “yesinler birbirlerini, bize ne” naifliği ile ele alıp, seyirci kalamayız. Böylesine bir tavır en hafifinden “politik bütün misyonumu sona erdirdim” ile eş değerdedir. Yaşanan çelişki ve çatışmaları doğru bir şekilde analiz edip, devrimci bir pozisyon almamız şarttır. Tüm bu gelişmelerin bir kez daha ve ısrarla öğrettiği en önemli şey ise; egemen güçlerin kendi aralarında yaşadıkları bütün çelişki ve çatışmaların bir saatten sonra kaçınılmaz olarak dönüp bizim mahalleyi hedeflediğidir. Tecrübe ile sabittir bu durum. Bunu görmeyen, görmek istemeyenlerin mahalleye dönük top atışları başladığında yaşadıkları şaşkınlık ise aptallıklarının ürününden başka bir şey değildir.

Netice itibariyle 2007 yılından itibaren yaşanan çelişki-çatışma ve tasfiyelerle önemli oranda zayıflayan, itibar kaybeden “TC” devleti, son iki yıldır ama özellikle 15 Temmuz’dan bu yana önemli oranda darbelenmiş ve zayıf düşmüştür. Sadece Türk ordusunun hali buna en iyi örnektir. 600 bin olan toplam personel sayısı 300 binlere düşmüş; yönetim kademesinin yarıya yakını “darbeci” suçlamasıyla ya tutuklanmış ya da tasfiye edilmiş; güvensizliğin, şüpheciliğin, moral ve motivasyon bozukluğunun had safhaya ulaştığı bir Ordu gerçekliği ile karşı karşıyayız. Aynı durum yargı, polis, eğitim, yerel yönetimler ve sermaye grupları için de geçerlidir. AKP-Gülen Cemaati arasında yaşanan “kardeş kavgası” sebebiyle AKP-Erdoğan’ın, mecburi bir şekilde Kemalist klik ile ortak hareket etme durumu da ayrı bir handikap. Kemalistlerin bu ortaklık içerisinde pusuda beklediklerini tespit etmek için kahin olmaya gerek yok. Uzun sözün kısası yönetenler cephesinde tam bir yönetememe durumu yaşanıyor. Bu durum, sürekliliği sağlanmış ve soluksuz bir şiddet mekanizmasının devrede olmasını koşulluyor. Bugün yaşananların tümü, söz konusu bu yönetememe krizinin yansımalarıdır. Bu krizin neye/nereye evrileceği ise esas olarak bizim mahallenin durumuna bağlıdır. Aksi her beklenti o ya da bu şekilde gerici kamplardan birine yedeklenmeyi koşullar ki Kemalizm hayranlığı ile malul ülkemiz solunun önemli bir bölüğünün tarihimizin her önemli kesitinde olduğu gibi bugün de CHP’ye yedeklendiğini yaşayarak görüyoruz.

Bizim Mahalle

Önce tanım. Bizim mahallenin bileşenleri kimlerdir. Bireysel olarak; faşizme, kapitalizme, emperyalizme, gericiliğe…karşı duran kim varsa, mahallenin yerlisidir. Kolektif olarak başta Kürt ulusal hareketi, Aleviler, LGBTİ’ler, Ermeni-Süryani-Asuri-Hristiyan-Ateistler ve 40 yılı aşkın bir süredir devletle kesintisiz bir şavaş içerisinde olan komünist-devrimciler. Mahallemizin bileşenleri ve sayısı oldukça fazla. Mevcut dağınıklık ve örgütsüzlük hali bizi güçsüz gösteriyor olabilir fakat oldukça önemli bir tarihsel mirasa sahibiz. Birçok kez pratikte sınanmış güçlü bir tecrübemiz var. Özellikle Kürt ulusal hareketi tarafından yaratılmış çok güçlü ve dinamik bir yapı ve bu yapının sirayet ettiği, ülke sınırlarını da aşan bir siyaset gerçekliği var. Aynı durumda olmasa da oldukça geniş bir kitleyi bağrında taşıyan, bütün açmaz, karmaşa ve dağınıklığına rağmen önemli bir Alevi potansiyeli söz konusu. Kanımca en büyük sorunu halkta güven yaratan ve etrafında kenetlenecek bir kadro toplamı yaratamamış ama kesintisiz bir şekilde devrimci mücadeleyi sürdürüp, bugünlere oldukça önemli-tarihsel bir miras bırakmış örgütsel olarak güçsüz lakin varlığıyla dahi tek başına büyük anlamlar ifade eden komünist-devrimci bir cephenin henüz inşa edilmemesi oluşturuyor. Mahallemizdeki bileşenleri, bileşenlerin durumunu, geliştirilecek strateji ve taktikleri, ortak bir akıl etrafında merkezileştirip, mümkün olduğunda cepheyi geniş hedefi dar tuttuğumuz vakit, düşman güçlerini adım adım geriletme olanağımız doğacaktır kuşkusuz. Bugün “TC” ile savaş içerisinde esas yük ve sorumluluk Kürt ulusal hareketinin omzuna binmiş durumda ki bu durum uzun süredir böyle. Kürt ulusal hareketi ekseninde gelişen bu savaş ve düşmanı darbeleme gerçekliği aynı zamanda Kürt ulusal hareketinin zayıf karnı durumunda. Her an bütün siyasi dengenin tersine dönme ihtimali var. Bunu defaatle yaşadık, gördük. Bu gerçekliği bilerek, buna göre bir ilişkilenme, taktik belirleme ama artık bir hastalık haline dönüşmüş olan işi gücü bırakıp, Kürt ulusal hareketini analiz etme durumunu aşmak, gücü oranında aktif siyasi müdahalelerde bulunarak çapından büyük etkiler yaratacak hamlelere cüret etmek gerekiyor. Savaşı en iyi, savaşanların bileceği gerçekliğine hürmetle, naçizane birkaç değerlendirme dışına çıkılmayacaktır.

Bugünün temel ihtiyacının, devletin denetimi dışında, en etkin araç ve yöntemlerle illegal-silahlı temelde geniş bir örgütsel ağ ve milis gücü oluşturmak olduğunu düşünüyoruz. Faşizmin günlük yaşamı her an tehdit ettiği bir ortamda, bizim mahallenin tümünün gelişecek saldırılara karşı kendisini koruyacak, güvenceye alacak araçları edinmesi kaçınılmaz bir hal almıştır. Aksi her tutum kasabın bıçağına boynunu uzatmaktır. Bu işin öncülüğünü elbette komünist-devrimci güçler çekmelidir. Dağınık-birçok hedefe birden saldıran bir güç toplamının etkisi de haliyle sınırlı olacaktır. Öyleyse güçleri belirli merkezlerde yoğunlaştırmak, belirli hedefler için seferber etmek gerekir. HBDH’nin şehir ayağının hızla örgütlenmesi ve bu bileşen dışındaki devrimci-demokratik güçlerle de ortak bir koordinasyonun sağlanması şart. Böylesine bir geniş örgütlenme ve güvenlik politikası en azından gelişen kapsamlı saldırılara karşı önemli bir kalkan işlevi görecektir.

İkinci ve oldukça önemli adımlardan bir diğeri de, faşizmin üzerinde yoğunlaştığı temel dayanaklara karşı etkili saldırılar gerçekleştirip, yere yıkmaya çalışmaktır. Kendi aralarında yaşadıkları çelişki ve çatışma durumu zaten önemli bir karmaşaya yol açmış durumda. Ayrıca ülkemiz tarihinde hiç olmadığı kadar iktidar güçlerinin dar bir kadro etrafında toplandığına şahit oluyoruz. Bu durum birincisi “TC”nin kuruluş sürecinde Mustafa Kemal etrafında, ikincisi 12 Eylül döneminde Kenan Evren etrafında ve şimdi ise Tayyip Erdoğan etrafında yaşam bulmaktadır. İlk iki örnekte maalesef süreci ıskaladık. Keyiflerince politikalarını çok fazla dirençle karşılaşmadan hayata geçirmelerine seyirci kaldık. Kanımca tarih üçüncü bir örneğin benzer şekilde yaşanmasını kaldıramaz. İllegal-silahlı devrimci güçlerin bu gerçekliği görerek, hedefi Erdoğan etrafında merkezileşip, yoğunlaşan güce çevirmeleri şart. Şu an sistemin üzerine bina olduğu temel kolonlar Erdoğan etrafında toplanmış durumda. Buraya vurulacak etkili bir darbe ya da darbeler yaşanan karmaşayı bir çöküşe evriltebilir. Her gün onlarca polis-askerin ölümünün etkisi günden güne azalıyor. Lakin yargıda, orduda, hapishanelerde, siyasi yönetim kademesinde, son örnekte yaşanan kayyum atanmalarında…seçici hedeflere dönük gerçekleştirilecek her saldırı hem düşman saflarda nitelik kaybına ve hem de önemli bir caydırıcılığa yol açacaktır. PKK’nin “Kuzey Kürdistan’da seçilmiş belediyeler yerine atanan kayyumları vuracağız” açıklaması ve bu açıklamayı birkaç yerde pratikleştirmesi devletin bu adımını boşa düşürecektir.

Başa dönersek, durum göründüğü gibi vahim ya da umutsuz değil bence. Bilakis doğru şekilde örgütlenip, doğru müdahalelerde bulunularsa oldukça önemli-tarihsel bir süreci devrim lehine örgütleyebiliriz diye düşünüyorum. Ki düşmanın büyük bir hevesle arzuladığı psikolojik üstünlüğü elde edip, bilinçleri ve yürekleri köreltme saldırısına karşı etkili bir karşı koyuş sergilememiz gerekiyor. Aksi her tutum mağlubiyeti baştan kabul edip, istenileni altın tepside düşmana sunmakla eşdeğerdir. Elbette söyleyecek, yazılacak çok fazla şey var. Son bir sözle bitirelim; “Savaşanlar elbette kaybedebilir lakin savaşmayanlar çoktan kaybetmişlerdir.” Şiirle başladık şiirle bitirelim;

Saraylar saltanatlar çöker

kan susar bir gün

zulüm biter.

Menekşeler de açılır üstümüzde

Leylaklar da güler.

bugünlerden geriye,

bir yarına gidenler kalır

bir de yarınlar için direnenler…

Şiirler doğacak kıvamda yine

duygular yeniden yağacak kıvamda.

ve yürek,

imgelerin en ulaşılmaz doruğunda.

ey her şey bitti diyenler

korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler.

ne kırlarda direnen çiçekler

ne kentlerde devleşen öfkeler

henüz elveda demediler.

bitmedi daha sürüyor o kavga

ve sürecek

yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!

(Adnan Yücel) 

 

 

                                                                                                           Bedrettin Kobane

Önceki İçerikKayyumunuzu, KHK’lerinizi, OHAL’inizi ve tüm gerici yasalarınızı tanımıyoruz!
Sonraki İçerikKazım Cihan yazdı: Kayyumlar Cumhuriyeti!