Kimin İçin Özgürlük?..

Komünistler özgürlük uğruna canını vermekten çekinmediler, çekinmezler. Reformlar için savaşılabileceğini de unutmamak zorunludur. Özgürlük uğruna savaşan ve canını vermekten çekinmeyenlerden, komünistleri ayıran özelliklerden birisi de, sınıf savaşında ekonomik temeller üzerinde devrimci iktidara bağlı olarak, özgürlüğü materyalistçe ve militanca kavramasıdır.
Özgürlüğün ve adaletin tutsaklık ve eşitsizlikle doğrudan ilişkisi vardır. Biri olmadan diğeri de olmaz. Özgürlük ve adalet asla sınıflardan bağımsız değerlendirilemez. Bu kavramların toplumsal yaşamla olan bağı göz ardı edilemez. Bu nedenle özgürlük, barış adalet istiyoruz diyen herkes, bu isteklerinin nasıl gerçekleşebileceğini de düşünmek zorundadır. Kapitalizmin tekelci aşaması olan emperyalizm çağında, dünyanın herhangi bir ülkesindeki ezilen sınıfların kukla faşist düzeni yıkmadan, özgürlüğe adım atmaları mümkün müdür?.. Bunun mümkün olmadığı, güneş kadar açık bir gerçektir. 
Demokratik haklar asla egemenler tarafından değil bizzat ezilen sınıfların kararlı devrimci mücadelesiyle elde edilmiştir. Demokratik mücadele devrim amacının bir parçası olarak kavranmadığı ölçüde, egemenlerin gerici düzenine yedeklenme kaçınılmaz hale gelir. Devrimci sınıfsal bakış açısıyla özgürlük, adalet ve demokrasi mücadelesinin iktidar hedefli sürdürülmesi aynı zamanda komünist hareket ile oportünist reformcu hareketlerle arasındaki teori ve pratikte ayrışımı zorunlu hale getirir. Bu anlamıyla demokratik mücadelemiz asla devrim bilincini karartacak içerikte değil bizzat güçlendirecek öze sahip olmak zorundadır.
Güncel olarak faşist diktatörlüğün siyasal temsilcilerinin özgürlük, adalet, eşitlikten bahsetmesinin nedeni; ezilen sınıfların, azınlıkların, Kürt ulusunun özgürlük ve adaletten yoksun olmasıdır. Elbette buna şaşırılmaz. Faşist diktatörlükte sürekli aynı yöntem ve demagojik söylemler kullanıldığını sanmak aptallık olurdu. Egemen gerici sınıflar, toplumsal koşullara göre sömürücü amaçları için, ezilen sınıfları, azınlıkları, ulusları ezmek için yöntem ve savaş tarzını sürekli yeniden ve yeniden biçimlendirmektedirler.

Düne kadar “Kürt yoktu” diyerek Kürtleri katlediyorlardı, ama bugün “Kürtler varmış” diyerek katlediyorlar. Dün solcuyum, komünistim diyeni bırakalım, binlerce insan komünist, devrimci diye işkencelerden geçirilirken; yıllarca hapislere atılırken, topluma komünist kavramı küfür gibi benimsetilmişti. Bugün topluma; “komünist partisinin yasal kurulmasına izin veriyoruz”, “komünist mücadele serbest” diyerek devrimci komünistler katlediliyor. “Ülkemizde her türden düşünce serbest” denerek hapishanelere aydınları, sınıf bilincine erişmiş işçileri, köylüleri, öğrencileri doldurmaktadırlar. Düne göre ne değişti? Elbette değişen çok şey var, ama değişmeyen amaç şudur: Emperyalist, işbirlikçi ezen sınıfların yararına faşist diktatörlüğün, ezilen sınıfları kanlı yöntemlerle baskı altında tutması, komünist-devrimci harekete, Kürtlere karşı inkar ve imha savaşını sürdürmesidir. O halde dün nasıl ki faşist diktatörlüğü yıkmak devrimci iktidarı kurmak için savaş yürütüyorduysak, bugün demokrasi havariliğine soyunan faşist hükümetin söylemlerine kanarak amacımızdan vazgeçecek değiliz. Komünistler en gelişmiş burjuva demokrasisini yıkmak için var güçleriyle çalışırlar. Bizler devrim hedefli mücadeleyi her adımımızda işleyeceğiz. 
Emperyalist işbirlikçi Türk egemen sınıflarının siyasi temsilcisi faşist AKP hükümetinin topluma demokrasi, özgürlük, eşitlik vaat edeli on yılı geçti, ama ezilenlere, Kürt ulusuna, azınlıklara kan ve gözyaşı, yoksulluk ve ölüm olarak geri döndü. Ulusal ve kimi devrimci hareketlerin içinde olduğu oportünist bloğun demokrasi, kardeşlik ve adalet beklentilerini, burjuva demokrasisi hayallerine çok şükür diyen tasfiyeci akımın pratik tutumu olarak asla unutmamak gerekir.
Halkımıza sunulan özgürlük şudur: Roboski’de çoğu çocuk 34 Kürt köylüsünün bombalanarak katledilmesi; gerillaya karşı sistematik kimyasal silah kullanılması yüzlerce gerillanın katledilmesi; Pozantı’da çocuklara tecavüzün bir devlet politikası olduğunu ve sürdürüldüğünün tekrar ortaya çıkması, binlerce devrimcinin hapishanelere doldurulması, Esenyurt’ta işçilerin iş kazası adı altında katledilmesi, milyonların kutladığı ‘Newroz’ bayramının yasaklanması, kitlelere ateş açılması ve insanlarımızın katledilmesidir. İşte özgürlük!

Reformlar daima devrim mücadelesini ezmek, geriletmek için egemen gerici sınıfların yapmak zorunda kaldıkları değişikliklerdir. Hiçbir reform ezilenlere özgürlük ve adalet getiremez. Şu ya da bu kökenden gelen ve bugün burjuva demokratik partiler haline gelmiş reformcu EMEP, ÖDP, SİP, SDP ve bu akıma katılan ESP’nin aynılaşmış oportünist yaklaşımları, bir akımın eğilimi olarak devrimci hareketi etkilemektedir. Birbirinin tekrarı olan oportünist pratiklerin yeni taklitçileri de var/olacaktır da. Halkların Demokratik Kongresi’ni barışın, eşitlik ve özgürlüğün adresi olarak görüp müzakerelere bel bağlayanların özgürlük dertleri yoktur, fakat halkımız aldatılmaktadır. Seçim platformu bir araçtır ama parlamentoda halklar özgürleşmez! Demokratik mücadele her şey nidalarıyla devrim bilincini gömmek istemektedirler. 

İki yol var: Ya dayatılan tasfiyeciliğe uyum sağlanacak, ya da faşist diktatörlüğün yıkılması yolunda devrim amacıyla ilerlenecek; Halk Savaşı büyütülecektir. Özgürlük burjuva demagojilerle değil, kitlelerin devrimci iktidarıyla gelecektir. Müzakerelerden özgürlük değil, zincirleri kalınlaşmış bağımlılık çıkar.

Önceki İçerikDevrimci iktidar pratiğini güçlendirelim
Sonraki İçerikTayyip Manevrasının Darısı